İlk başta hiçbir şey yoktu. Sadece, sonsuz boşluk vardı. Sonra ilk varlık “Nihil” gözlerini açtı. Sonsuz boşluktaki tek varlık. Ne kadar sürdü bilinmez lakin bizim için sonsuzluk, O’nun içinse göz kırpma süresi kadar zaman sonra Nihil gözlerini kapadı ve onlar, “İlkseller” gözlerini açtı. Şimdi siz Nihil’in onları beklediğini ve karşılayacağını düşünüyorsunuzdur fakat öyle olmadı. İlkseller gözlerini açtıklarında yalnızdılar. Onlardan çoğul konuşuyorum çünkü bir değiller fakat iki, üç veya dörtte değiller, onların sayısı bilinemez çünkü hem tekiller hem de çoğullar. Bazı efsanelere göre ortak bir bilince sahip pek çok varlık, bazı efsanelere göreyse tek bir maddesel bedendeki çok sayıda bilinçten oluşurlar. Benim fikrimi sorarsanız kendilerine ait bir bilinç ve bedene sahipler. Sadece bir araya geldiklerinde ortak bir bilinç ve bendende toplanıyorlar. Umuyorum ki buraya kadar anlattıklarımı anladınız, anladınız dimi? Elbette aklınıza takılan yerler olacaktır misal: “Nihil” nereye kayboldu, ‘İlkseller’ nasıl ortaya çıktı, yaratıldılar mı yoksa yoktan mı var oldular. Bu soruların cevapları bende yok, olsa bile cevaplamak yerine boşlukları sizin doldurmanızı isterim. Şimdi devam edelim. “İlkseller”, gene bilinmeyen bir vakitte yalnızlıklarına bir çözüm bulmak istediler ve ilk varlıkları, İlk Tanrıları yarattılar. Ardından da yalnızca İlk Tanrılar tarafından bilinen ve "İlkin Bahçesi" olarak isimlendirdikleri Oasis’isi yarattılar ve orada, her şeyden uzakta sonsuz bir inzivada, yalnızca izlediler.
İlkseller, İlk Tanrıları yarattılar lakin bu esnada bir uyumsuzluk yaşandı. En başta amaçları kendileri gibi yaratım gücüne sahip tek bir Tanrı yaratmaktı fakat yaşanan bu uyumsuzluk yüzünden ortaya tek bir tanrı değil birden fazla tanrı çıktı ve bu tanrılar İlkseller’in yaratım gücünden mahrumlardı. Fakat tek sorun bu değildi, aynı zamanda bu uyumsuzluk istenmeyen varlıklarında yaratılmasına neden olmuştu, İlk Ejderhalar ve İlk İblisler. İlksellerden biri bu uyumsuzluk yüzünden ortaya çıkan ırkları ve noksan Tanrıları bir hata olarak görerek onları yok etmek isterken diğerleri sorumluluk alıp onlara yaşayacakları diyarlar yaratmaya kara verdiler. Tanrılar için “Terra Cae”yi, Ejderhalar için “Draconis Nidum”u ve İblisler içinse “Gehenna”yı yarattılar. İlkseller diyarları yarattıktan sonra diyarlar arasına mutlar sınırlar çektiler ki, birbirlerine asla ulaşamasınlar ve birbirlerinin varlıklarından haberdar olamasınlar. Bir süre her şey güzeldi. Bütün ırklar kendilerinin ve yaşadıkları diyarları tanıyor, çoğalıyor, medeniyetler inşa ediyor ve yıkıyor, her şeyden önemlisi birbirlerinin varlıklarını bilmiyor ve kendi kendilerine yaşıyorlardı. Fakat bir gün küçük, yavru bir ejderha annesinin sözünü dinlemeyip evinden çok uzaklaştı ve bir mağaranın derinliklerinde kayboldu. Aslında bir ejderha için, yavru bile olsa, kaybolmak alışılmadık bir durumdu çünkü ejderhalar “Ejder Lisanı” denilen bir yeteneğe sahiptirler. Bu yetenek ile elementlere hükmedebilir, hiç hareket etmeden bir yerden başka bir yere gidebilir, yaşamla ölüm çizgisinde dans edebilir ki bunlar Ejder Lisanı’nın çok küçük bir parçasıdır. Lakin bu sefer Ejder Lisan’ı işe yaramadı çünkü onu kullanabilmek “mana” adı verilen, kendi diyarlarında bulunan bir enerji türü gerekirdi. Fakat yavru ejderhanın bulunduğu yer kendi diyarı değil, manadan farlı bir enerji olan “maisma”nın bulunduğu iblis diyarı Gehenna’ydı. Ve bu da Ejder Lisanını etkisiz bırakıyordu, en azından şimdilik. Çünkü henüz hissedilmese de diyarlar arasındaki sınırlar kaybolmuştu. Sınırlar kaybolmuştu lakin diyarlar birleşme yaşamamış yalnızca diyarlara özgü enerjiler birbirlerine akmaya başlamıştı. Zamanla ise o mağara gibi pek çok bağlantı noktası ve geçit oluştu, bu geçitler bazen bir mağara olabileceği gibi farklı farklı şeylerde olabiliyordu bu: bir ağaç oyuğu, bataklığın en derin noktası, bir bulutun içi olabileceği gibi ırkların kendi inşa ettiği yapılarda bu olabiliyordu. Fakat bunların hiçbiri asıl felaket değildi. Felaket, ilk tanrıların düzenli olarak yaptıkları toplantılardan birinde toplantı salonunun girişinin bir anlığına Gehenna’ya açılan bir geçide dönüşmesi ve oradan zayıf bir iblisin salonun ortasına fırlamasıydı asıl felaket. Çünkü tanrılar ilk defa bir iblis gördüklerinde bilinmeyen, ilkel bir nefret ve sonsuz bir tiksintiyle dolmuşlardı, bu da tanrıların iblislere karşı yapacakları savaşı başlatan kıvılcım olmuştu. Tabii, ejderhalarda bu savaştan kaçamayacaklar ve hem kendi hem diğer iki ırkın hem de diyarların kaderlerini belirleyecek olan bu savaşın içine çekileceklerdi. Üç ırkın ve diyarların kaderini belirleyen bu savaşa her ırk kendince isimler verdi lakin bunlardan biri diğerlerinden daha önemliydi, “Üçten Bire Savaşı”.
Bu isim önemliydi çünkü savaşın sonucunu açıklıyordu. Bu savaş ırklar üzerinden olduğu kadar da yaşadıkları diyarlar üzerinde de gözle görülür etkiler bırakmıştı. Eskiden neredeyse sonsuz olan diyarlar savaş ve birbirlerini ayıran sınırların kalkmasıyla birbiri içine girmiş, tabiri caizse birleşmiş ve neredeyse özerkliklerini tamamen kaybetmişlerdi. Bu durum özellikle ejderhalara büyük bir yara vermişti çünkü diğer iki diyar onların diyarı ile birleşmiş ve diğer iki ırkın aksine kendi özerk bölgeleri kalmamıştı. Kalsa bile çok önemli değildi çünkü nüfusları inanılmaz derece düşmüş ve ataları olan ilk neslin neredeyse bütün üyeleri ölmüştü. Ejderhalar bu durumdan dolayı "Unitum Terra" adını verdikleri bu yeni dünyada saklanmayı ve manayı daha iyi kullanabilecekleri bir yol aramayı seçtiler ve “İlk Büyücüler” oldular. Bu tanrılar ve iblisler içinde kısmen geçerliydi. İki ırkta kendi diyarlarından kalan bölgelere geçtiler fakat tanrılar neredeyse tamamen bunu yaparken güçlü iblisler zayıf iblislere sırt çevirip onları bu yeni diyarda bırakmışlardı. Buradan sonra ne kadar zaman geçti bilinmez fakat bir gün hayal bile edilemeyecek bir şey oldu. Üç ırkın savaştığı alanlarda kalan enerjiler ve cesetlerin içlerinden üç ırkın aksine sınırlı ömre sahip farklı farklı ölümlü ırklar, Kadimler doğdu. Ömürleri sınırlı dedim lakin en kısa ömre sahip olanları bile bin yıl yaşayabiliyordu. Fakat bu ırkların içinde bir tanesi farklıydı, ilk başlarda doğum oranları fazla olması dışında bir özellikleri yok gibiydi fakat zaman geçtikçe sahip oldukları potansiyelleri uyandıkça hızlı ilk medeniyetlerin en büyüklerini kurdular ve geliştiler. Hem üç ırkla hem Kadimlerle hem de kendi içlerinde savaştılar ama hep ilerlediler. Fakat, neredeyse üç ırka denk potansiyele sahip bu ırkın inanılmaz bir kusuru vardı, açgözlülük. Bu kusurdan dolayı Kadimler o ırka "doyumsuz, açgözlü" anlamına gelen “İnsan” adını. Medeniyet yaratan ve yıkan, hızlı öğrenen ve uygulayan, hem her ırkla anlaşan hem de onları katleden ve bunları açgözlülükleri nedeniyle yapan ırk, İnsanlar.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..