Baek Klanı, avlu.
Dekorasyon malzemeleri ve çeşitli torbalarla dolmuş yük arabaları avluya park edilmişti. Her biri ortalama elli kilo olan pirinç torbalarından ikisini de üstlenmek zorunda kalan köleler havayı görmezden gelerek çuvalları taşımaya çalıştılar.
Kavurucu güneş tepedeydi, öyle yakıcıydı ki kölelerin vücutlarını delip geçen iğneler misali hissediliyordu. Bu köleler arasında ancak 17 ya da 18‘inde gözüken bir genç iki çuvalı taşırken bayılmak üzere gibi görünüyordu. Ortamı delip geçen güneş ışıkları yüzüne vuruyor, yakıyordu. Alnında biriken terler gözlerini yakıyor ve vücudunda son kalan gücünde kaybolmasına neden oluyordu.
Genç daha fazla dayanamadı ve çuvallardan birini düşürdü.
“Baek Yisu seni piç!” diye bağırdı kalıplı bir adam, öfkeli bir şekilde gencin yanına geldi ve beline bir tekme atarak onu yere düşürdü. “Zaten değersiz kölenin tekisin! İşini düzgün yapmazsan seni burada tutmanın da bir anlamı kalmaz!”
“Özür dilerim efendim!” dedi genç, ayağa kalktı ve zorlukla da olsa tekrardan yerdeki çuvalı sırtladı. Diğerlerinin bir dakika da bitirdiği işi o üç dakika da bitirmişti.
Baek Yisu bir dövüş sanatları ailesi olan Baek Ailesi’nde ölene kadar çalışan iki kölenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Ailesi birkaç sene önce çok çalışmaktan hasta düşmüş ve çok geçmeden ölmüştü. Ne bir hayali ne de bir arzusu vardı Baek Yisu’nun. Doğuştan dipte başlamıştı ve bunu değiştirmesini hiçbir yolu yoktu.
“Hadi hızlanın! Akşama genç hanımın nişanlısı Namgung Klanı’ndan üçüncü genç efendisi gelecek. Bir sıkıntı dahi çıkarsa o acınası hayatlarınıza veda edin!” kalıplı adam bir yandan bağırırken bir yanda da malları kontrol ediyordu.
Tüm taşıma işlemleri üç saat içerisinde bitti. Ancak üç saat sonra kalıplı adam uzaklaştı ve Baek Yisu kendini çimenlere atma fırsatı elde etti. Baek Yisu sıradan bir köleden farksızdı. Yakışıklı değildi, zeki değildi ve en önemlisi dövüş sanatlarında hiçbir yeteneğe sahip değildi.
“Onca şeyin arasından bir de bu çıktı başımıza,” yan taraftan şikayet dolu sesler geliyordu. Baek Yisu kafasını çevirdiğinde sepette bir şeyler taşıyan hizmetçi kızları gördü. Baek Ailesi kölelerini seçerken tek dikkat ettiği sağlığının yerinde olmasıydı. Ancak hizmetçi ve görevlilerini seçerken görünüşlerine de dikkat ediyordu.
“Ne bakıyorsun ucube herif?” dedi hizmetçilerden biri tiksinerek, ortalamanın üzerinde bir görünüşe sahipti ancak statü bakımından Baek Yisu’nun çok üzerindeydi. Baek Yisu’nun bakışlarını hissedince ifadesi değişmişti.
Baek Yisu korkuyla kafasını çevirdi ancak çok geçti. Hizmetçi kız zaten kötü günündeydi ve sataşacak birini arıyordu. Baek Yisu gibi birinin ne dostu ne de bir yeteneği vardı. Bu yüzden zorbalıkların hedefi olurdu.
Öfkesini çıkarmak isteyen birisi olduğunda Baek Yisu’yu hedeflerdi. O, köleler arasında bile en diplerdeydi.
…
Baek Yisu yüzü gözü morarmış bir halde kendini koğuşa attı. Güneş batmış ve misafirler teşrif etmişti. Baek Yisu gibi manzarayı kirleten kişiler koğuşlarında kalmakla görevlendirilmişti.
“Yisu,” dedi birisi, “Bizimkiler depodan birkaç şişe içki aşırmayı başarmış. Bizimle içmek ister misin?”
Konuşan kişi Baek Yisu’dan birkaç yaş daha büyük bir kader ortağıydı. Yun Kwang-su olarak biliniyordu. Baek Ailesi’nin köleleri arasında nispeten sözü geçen biriydi. Görevli ve hizmetçiler arasında da tanıdıkları bulunuyordu.
“Olur.” diyerek kabul etti Baek Yisu, bu çok nadir bir fırsattı. Baek Ailesi maddi sıkıntılarla yüzleştiğinden depoya giren içki sayısı çok sınırlıydı. Bu yüzden köleler için içki kuyruklu yıldız gibi nadir karşılaşılan bir şeydi.
Masa kuruldu ve Kwang-su’nun arkadaşı üç testi çıkardı. Testileri açtığında yumuşak, hoş bir koku tüm odayı doldurdu. Masanın üzerinde içkinin yanında güzel gidecek mezeler vardı. Baek Yisu ağzının suyunun aktığını hissetti.
Bardaklar boşaldıkça ağızları gevşedi.
Kwang-su kahkahalar eşliğinde arkadaşına baktı ve ona katıldığını belli edercesine işaret etti.
“Hahahaha- En iyi göt kesinlikle Minji de. Üstüne tanımam!”
“Ağzının tadını biliyorsun kardeşim,”Kwang-su elindeki bardağı kafasına dikti ve içindekileri tek yudumda bitirdi.
Konu cinselliğe kaydıkça zaten sessiz olan Baek Yisu daha da sessizleşti. Aslında hayatı boyunca dişi sineğe bile dokunmamış bir bakirdi. Çevresindeki kadınlar da ondan daha kıdemli ve güzel kişilerdi. Evlilik dışı ilişkinin de günah olduğunu biliyordu. Tabii bu kendini avutma yöntemi de olabilirdi.
Yaşı gelmişti aslında. Birazcık daha kendini gösterir ve madamdan isterse kendine bir eş bulabilirdi. Sonuçta bir yere kadar yalnız devam edebilirdi. Evlenmek ve çocuk sahibi olmak zorundaydı. Mutluluğu ancak böyle bulabilirdi. En azından babasının söyledikleri bunlardı.
Baek Yisu birkaç bardak daha içtikten sonra masadan kalktı ve dışarıya çıktı. Başı dönüyordu, midesi ağzına gelmişti. Kusmak için yaşadıkları yerden birazcık uzaklaştı. Ağaçlık ve kimsenin uğramadığı bir yerdi. İçindekileri dışarı çıkardı.
“Şşş! Yavaş ol be. Annemler bizi görürse ikimiz de ölürüz!”
“Burada bizi kim görecek?”
“Dua et de kimse görmesin…” çalılıkların arkasından sitem dolu ince bir ses geldi. Baek Yisoo bu sesin son derece tanıdık olduğunu fark edince kafasını kaldırıp bakmayı denedi.
Son derece çekici bir kadın figürü ve biçimli bir erkek vücudu birbirine sarmaş dolaş yapışmıştı. Erkek kadının arkasına geçmiş, bir taraftan göğüslerini okşarken bir taraftan da kıyafetlerini soyuyordu. Baek Yisoo’nun sarhoşluğun etkisiyle bu manzaraya dalıp gitti.
Adam kadının kıyafetlerini çıkarttığında biçimli bir çift beyaz tepecik ortaya çıktı. O kadar güzel gözüküyorlardı ki Baek Yisoo’nun vücudu istemsizce tepki verdi. Ancak bu sadece başlangıçtı. Adam kadının vücuduna açgözlü bir şekilde baktıktan sonra kemerini çözdü ve vücudunun her bir köşesini ortaya serdi.
Adamın vücudu kaslıydı ancak parçalı değildi fakat kadının vücudu bir sanat eserini aratmayacak düzeydeydi. Göğüsleri en dindar keşişi bile dinden çıkartacak kadar güzeldi. Kalçası büyük ve biçimliydi, uzun bacakları kar beyazıydı ki bunlar karanlıkta olmasına rağmen görebildikleriydi. Kim bilir iyi aydınlatılmış bir yatak odasında ne kadar güzel gözüküyordu.
Adam eliyle bir şeyi düzelttikten sonra kadının ağzından istemsiz bir inleme çıkıverdi. Bir süre sonra ortam ısındı ve kuş cıvıltılarından bile daha baştan çıkarıcı inlemeler çalılıklardan duyulmaya başladı. Baek Yisoo’nun yüzü kıpkırmızı kesildi, kalbi ağzına geldi. Çadırı kurduğunu fark etmişti ancak hareket etmeye korkuyordu. İlk defa böyle bir şey görüyordu ve daha önce gördüğü hiçbir şey onu bu kadar heyecanlandırmamıştı.
Murim ya da imparatorluk fark etmeksizin evli olmayan bir kadının zina etmesi aşırı ayıplanan bir şeydi. Aynı şekilde erkekler de arzularına sahip çıkmalıydı. Aksi takdirde çevrelerindeki soylu zümre tarafından aşağılanır ve hatta dışlanırdı.
Baek Yisoo bu kişilerin böyle cesur olmasına inanamıyordu.
İlk defa aklı başına geldi ve sevişen çiftin suratına bakmaya karar verdi.
O anda başından aşağıya kaynar sular döküldü. İfadesi dondu ve kalbindeki tüm heyecan söndü. Bunun sebebi kadının kim olduğunu anlamış olmasıydı.
Baek Ailesi kalabalık bir aileydi. Dört erkek çocuğu ve üç kız çocuğu bulunuyordu. Erkekler genç yaşta çevredeki mezheplere dövüş sanatları eğitimi görmeleri için gönderilmişti. Hâlâ eğitimdelerdi. En büyük kız ise çoktan evlenmişti. İkinci hanım ise çoktan nişanlanmıştı. Namgung Ailesi’nin üçüncü genç efendisi ikinci hanımın gelecekteki kocası olacak kişiydi. Herkes bu evliliğe sıcak bakıyordu, zira iki dahi bir araya geliyordu.
Üçüncü genç hanım ise Baek Yisoo ile aynı yaşlardaydı ve henüz nişanlanmamıştı. Kendini büyük oranda dövüş sanatlarına adadığı için kimse onun evleneceğini düşünmüyordu. Baek Yisoo da öyle düşünüyordu.
En azından önündeki manzarayı görene kadar.
Üçüncü genç hanımın memeleri bir inip bir kalkıyordu. Yüzünde baştan çıkarıcı bir ifade belirmişti. Yanakları kızarmış, vücudu terlemişti. Etin ete değmesinin sesi neredeyse on metre öteden duyuluyordu ki Baek Yisoo yaklaşık yedi metre ötedeydi.
Baek Yisoo afalladı.
Herkes tarafından dövüş sanatları manyağı olarak tanınan üçüncü genç hanımın birisiyle seks yapması inanılır gibi değildi. Gözlerini genç hanımın partnerine çevirince de düşünceleri iflas etti. Ruhu çekilmiş gibi boş boş baktı.
Çünkü bu kişi ikinci genç hanımın nişanlısı Namgung Klanı’nın üçüncü genç efendisiydi.
Bu bir suçtu.
Büyük bir suçtu hem de!
Eğer başkaları tarafından duyulursa iki büyük ailenin de şöhreti lekelenirdi. Bu şöhreti temizlemek içinse birbirleriyle savaşırlar ya da bu ikiliyi öldürürlerdi!
Baek Yisoo doğduğundan beri bir köleydi. Görmemesi gereken bir şeyi gördüğünü biliyordu. O yüzden duygularını kontrol edemedi, elleri titremeye başladı.
Maalesef bu küçük bir taşı yerinden oynatmasına neden oldu.
Ateşli bir şekilde sevişen çift birden durakladı.
Adam kafasını Baek Yisoo’nun olduğu yöne çevirdi.
“Kimsin?”
Baek Yisoo ağacın arkasına saklandı ve onu görmemiş olmasını diledi. Fakat tüm bu umutların boşa olduğunu biliyordu. Ne Namgung Klanı’nın üçüncü genç efendisi ne de Baek Ailesi’nin üçüncü genç hanımı zayıf kişilerdi. İçsel enerjileri sayesinde çevrelerindeki olan bitenleri hissedebiliyorlardı. Onu daha önceden fark etmemelerinin tek nedeni birbirlerine odaklanmış olmalarıydı.
Baek Yisoo derin bir nefes alarak ellerini kaldırdı. Kimseye söylemeyeceğine dair bir yemin ederse buradan canlı çıkabilirdi.
‘İmkansız. Beni öldürecekler!’
Genç adam pantolonunu çekti, üçüncü genç hanım da acelece kıyafetlerini giymişti. Baek Yisoo gözlerini yaklaşık elli metre ötede bulunan koğuşa çevirdi. Oraya kadar koşmayı başarırsa hayatta kalma şansı olurdu. Sonuçta onu diğerlerinin önünde infaz edemezdi, değil mi?
Genç adam ona doğru gelirken Baek Yisoo tüm gücüye ileriye fırladı ve koşmaya başladı.
“Bir köle mi?”
Ön taraftan bir ses geldi.
‘Bekle, ön taraftan mı?’
Yaklaşık on metre arkasında olması gereken genç adam birden önünde belirdi. Ay ışığı ağaç yapraklarının arasından süzülüyor, genç adamın yüzünü aydınlatıyordu. Feminen ancak çekici bir yüzdü. Uzun boyu, ipek gibi pürüzsüz gözüken at kuyruğu şeklinde bağlanmış saçlarıyla önde gelen bir klanın genç efendisinin sahip olacağı o soylu auraya sahipti. Yüzü öyle güzeldi ki insana yönelimini sorgulatabilirdi.
Namgung Bong, kılıç ustalığıyla yirmi yaşında tüm Murim de ses getirmiş ünlü bir kılıç ustasıydı. Namgung Klanı’nın önde gelen figürleri arasında yer alıyordu ve her yönden kusursuz bir adamdı. İdeal erkek olarak Murim’in en çok konuşulan bekarlarından biriydi.
Namgung Bong öldürme niyetiyle Baek Yisoo’ya doğru yürüdü. Baek Yisoo o anda boku yediğini anlamıştı. Çığlık atmak için ağzını açtı ancak fırsatı olmadı. Namgung Bong bir tavuğu yakalarmışçasına onu boğazından kaldırdı.
Baek Yisoo’nun arkasındaki Baek Iseul’e baktı.
“Sizin kölelerden biri gibi görünüyor? Ne yapalım?”
Bu esnada Baek Yisoo bu kavrayıştan kaçmak için elinden geleni yaptı. Namgung Bong’un suratına yumruk attı, göğsüne vurdu ve hatta gözüne parmak sokmaya çalıştı. Ancak her zaman görünmez bir kalkan tarafından engellendi.
Gözleri yaşarmıştı, altını ıslatmak üzereydi. Ölmek üzere olduğunu anlamıştı. Ölüm korkusu onu tarifsiz bir endişe ve korkuyla bıraktı.
“Bir köle mi? Ne cüretle bir köle benim vücuduma bakar? Öldür gitsin. Ondan onlarcası var zaten.” dedi üçüncü genç hanım Baek Iseul, umursamaz bir tavırla.
“Emin misin? Sonrasında bir sıkıntı çıkmasın?” diye sordu Namgung Bong, emin olamamıştı.
“Önemsiz bir köle için neden bu kadar düşünüyorsun ki? Geldiği yerde daha fazlası var diyorum. Öldür gitsin. Zehirlendi deriz.”
Baek Iseul biraz önce Baek Yisoo’nun kustuğu yere baktı ve tiksinerek gözlerini kıstı. Kemerini ve kıyafetlerini düzeltti. Havası tekrardan değişti.
Namgung Bong kaşlarını çattı ve kavrayışını sıkılaştırdı. Baek Yisoo’nun ayakları çırpınmaya başladı, aldığı hava birden kesilmişti. Namgung Bong’a vurmaya çalıştı ancak Namgung Bong ona bir daha bakmadı bile.
“Hevesimi daha alamamıştım. Hemen ayrılıyor muyuz?”
Şu anda birisini boğduğunu bile fark etmedi. Tek odağında Baek Iseul’un süt beyazı dolgun göğüsleri vardı.
“Bugünlük burada bırakalım. Ablam bizi öğrenirse öfkeden kafayı yiyecektir. Zaten en fazla kaç dakika dayanabiliyorsun ki?”
Namgung Bong’un yakışıklı yüzü kızardı, gözlerinde utanç belirdi.
“Gayet uzun dayanıyorum tamam mı?”
“Heheheh,” Baek Iseul sevimli bir şekilde kıkırdadı ve Namgung Bong’un dibine girip dudaklarına ufak bir öpücük kondurdu. “Bu gece yemekten sonra odama gel. Orada devam edebiliriz. Tabii hâlâ harcayacak enerjin varsa… Şimdi gitmem lazım aksi takdirde birileri şüphelenecek.”
Bu esnada Baek Yisoo’nun çırpınanan ayakları hareket etmeyi kesti. Saldırıları durdu, yüzü morardı. Tüm gücü vücudunu terk ederken ölü bir tavuk gibi durdu.
“Öldü bu.” dedi Namgung Bong, göz ucuyla Baek Yisoo’ya baktı. Farkında olmadan boğazını ezmişti. Aslında ona daha az çektirdiği için iyilik bile yapmış sayılırdı.
“At bir kenara, çok da önemli değil.”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..