Aaric odasında sağ sola yürümekle annesinin ona anlattığı bilgileri sindirmekle meşguldü. Hayatında bu kadar inanması güç bir durumla karşılaşmamıştı.
Anladığı kadarıyla atası savaşçı olmak istemiş ama yanlış bir düşmüş melekle yanlış şekilde sözleşme yapınca şifacı büyücü melezi garip yeteneklere sahip olmuş ve bu da uzun sürmemiş 30 yıl kadar sonrada cesedi bile bulunamadan ölmüştü. Bu yaptığı anlaşmanın diğer sonuçlarından biri de erkek evlatların doğuştan yeteneksiz olmasına sebep olmuştu.
" Normalde benim yeteneksiz olmam gerek peki şu sikik şifacılık neden var. Anlaşmanın süresimi doldu ? Yoksa O düşmüş melek artık yok mu edildi ? O bodrum kattaki oda neydi annem büyücüyse neden zengin değil. Babam tüm bu olanları biliyor muydun Lucy'e anlatsam peki inanır mı ? "
"Aaric gel buraya"
Odasında annesinin bağırma sesiyle irkildi düşüncelerinden zorla koptu. Duraksamadan aşağıya annesinin yanına evin salon kısmına indi.
" Al bakalım bu bir yemin kağıdı. Öğrendiğin ve öğreneceğin bilgileri senin soyundan olmayan kimseye anlatamazsın nedenini bildiğini düşünüyorum."
Kağıda baktı oldukça eski üflese yırtılacak kadar sararmış parşömen üstüne yazılı hangi dilde olduğu belli olmayan baktıkça insanı ürperten ve kanla yazıldığını tahmin etti bir anlaşmaydı.
"Demek babamda bilgisiz şekilde öldü " Babasından bahsedince Bianca duraksadı büyükçe yutkunduktan sonra ellerinin titremesine hâkim oldu anlaşılan hâlâ onu seviyordu. Cevap verememesine bakarsak haklıydı babası cahil şekilde annesinin gerçekte kimliğini bilmeden bu dünyadan göçmüştü.
"Konu baban değil. Al bu hançeri kanınla imzalayacaksın." Hançeri alma konusunda şüpheleri vardı Aaricin tüm bu olanları kendine saklamak istemiyordu En azından Lucy'e anlatabilmek veya ileride karısına çocuklarına bu varlıklardan bahsetmek istiyordu.
"İmzalamak istemiyorum sürekli beni zorda bırakacak bilgilerin sorumluluğunu alma -AHHAHAHHHH NE YAPTIN BE ELİME " Sağ elinde derinliği az fakat uzunca yaradan kağıda kan damlıyordu. Ona seçme şansı sunulmamıştı.
"Olayın ciddiyetini kavramaya çalış bu seni korumak içindi ! " Elinden sızan kanı Annesinin gözlerinin içine bakarak sıktı. Ona hayatında sadece 1 kere bu kadar sert olmuştu babaları habersizce kaybolup aylarca dönmeyip öldüğü tahmin edilince. Annesi o zamanlar odasından aşırı ender sadece banyoya Aarice yemek hazırlamaya ve kuyudan su çekmeye çıkardı. Onun dışında odasında kapası kapalı saatlerce otururdu.
" Dooiap mad, goholor gohus amiran dooiap mad, goholor gohus amiran dooiap mad, goholor gohus amiran. Sende tekrar et artık kanın döküldü bu anlaşmayı imzalaman şart" " Dooiap mad, goholor gohus amiran Dooiap mad, goholor gohus amiran Dooiap mad, goholor gohus amiran " Artık o lanet kağıdına kanı dökülmüştü. Sözleri istemeye istemeye tekrar etti.
" Bunu da aradan çıkarttığımıza göre okulun için taşınıyoruz tarlayı, evi satacağız biraz paramızda var. Okuluna yakın olan yere başkentte taşınıyoruz köydekilerle vedalaş eşyalarını topla yarın akşam yolcuyuz."
Aaric çok şaşırmadı aslında o okulun yurdunda kalmayı düşünüyordu her gün buradan başkente git gel yapamayacağı çok açıktı.
Kafasını yukarı aşağı salladıktan sonra sesini çıkaramadan kanayan elini gömleğine baskılayarak oturduğu koltuktan kalktı merdivenlere tutuna tutuna çıktı. Ona karşı gelemezdi gelse bile ne değişecekti seçim hakkımı vardı ?
Elindeki ufacık yara bacağı kadar acı veriyordu ve onda kolunu kesme isteği uyandırıyordu. Odası 2.kattaki koridorun sonundaydı 2.katın en geniş odası ve çatıya en rahat çıkmayı sağlayan pencere onun odasındaydı. Burayı babasından kalma kılıcın sapı, nehirden gözüne güzel gelen aldığı taşlar tekrardan babası ile yaptığı sapan ve çizdiği resimler oluşturuyordu.
Hepsine uzunca baktı hayatı değişiyordu ama o hâlâ geçmişte babası ile yaşadığı tozpembe anılarda kalmak istiyordu. Kaliteli bir okula kabul edilmiş hayatı hakkında daha da fazla bilgi öğrenmişti.
"Tüm bunlardan kurtulmanın zamanı çoktan geldi 2 yıldan uzun süredir onun geri dönmesini bekliyorum artık dönmeyecek". Hızlıca mutfağa indi bulabildiği en büyük çuvalı aldıktan sonra artık onun işine yaramayacak ne kadar eşya varsa çuvala attı.
Babasının kırık antrenman kılıcı, sapanını, onunla çizdiği resimleri beraber avladıkları tavşana ait kürkü hepsini alabildiğince çuvala atıp ağzını güzelce sıktı.
"Umarım o bölme bunları alabilir." Elindeki çuvalı kemerine bağladı sağlam eliyle ile pencerenin kenarına tutunarak çatıya tek hamlede çıktı.
Orada her gece babası köye gelirse ilk ben göreyim diye otururdu tabii bu zamanla yıldızları izleme ve yaz geceleri orada uyumaya dönüşmüştü. Gene bir yaz gecesi uyurken kafasına baca borusunun bir parçası düşmüştü.
İyice inceledikten sonra bu bacanın hangi şömineye bağlı olduğunu bulamadı ama baca'da hiç iz olmadığı için kullanmadıklarını anlayıp orayı kendi gizli bölmesi yaptı.
Kalınca kare bir tahtayı içine attıktan sonra üstünü sanki kuş yuvasıymış gibi çalılarla kaplamıştı. Oraya bazen gümüş paralar ki genelde bakır oluyordu bazen birasını veya şarabını kısaca annesinin görse kızacağı ne varsa saklamaya başladı.
Şu an içinde tam 6 yıldır dinlendirilen 1 şişe şarap vardı. Bunu gizlice festivaller sırasından şehirden çalmıştı tadını merak etmişti ama aşırı özel bir durum olmazsa içmeyeceğine söz vermişti.
"Bu şarap güney meliodas bağlarından koparılan üzümlerden bizzat 12 genç kadının ayakları tarafından ezilip 5 yıl meşe ağacından yapılma fıçıda bekletildi. Bu şarap cennetlerin bir hediyesi kutsaması olmalı. Hangi enayi orta yere bırakır ehehe."
Bunları derken cebinden ufak çakısı çıkarmış şişenin mantarını açmaya çalışıyordu 2 kere denedikten sonra "pıttık" sesi ile bir güzel açtı. İçmeden şöyle derin derin kokusu alıp onu bekleyen bu enfes haz şölenine kısaca tur yaptı. Kokunun tadı bile ağzında o uyuşukluğu boğaz yakmasını hissettiriyordu böyle bir güzelliği tabii ki de ateş karşısında peynir veya sarımsaksız sucuk yerken çıkarmak isterdi fakat annesi...
"Baba bu senin hatrına artık her neredeyse huzur içinde ol lütfen tek isteğim beni unutmaman. Çocuğun seni gururlandırıyor prestijli okullara kabul ediliyor ilim ve bilim öğreniyor sadece seninkinden farklı bir yolda yürüyor."
Bunları dedi gözlerini kapatıp şişeyi kafasına dik şekilde kendini hiç engellemeden dikti. Boğazından geçen o yumuşak baharatlı ama hafif karışım... Sanki o bağlarda gün batımı serinliğinde üzümü topluyordu sanki bu şarap hiç yıllandırılmamış gibi mayışık değil canlı hissettiriyordu ama içtikçe ağzında o meşe ağacına ait tadını ve ağırlığını bırakıyordu.
Daha 2 yudum zevkine varmış 3.yudumu almaya başlarken mavi ışıklar onu çevreledi sıkıca baskılayarak onu pencereden içeri çekti yavaşça salona indirdi hareket etmek istiyordu fakat donmuştu nefes alma isteği bile dondurulmuştu şişedeki şarap da hareket etmiyordu komple her şeyi ile donmuştu.
" Seni bu konuda eğitmem şart sokaktaki sarhoşlar gibi içiyorsun." Biraz peynir biraz da kuru meyvelerle Annesi onu ateş karşısında bekliyordu önünde 2 tane şarap kadehi vardı.
"Şimdi seni çözeceğim şişeyi masaya bırak ikimize de kadehin yarısı olacak şekilde doldur hızlıca değil sukünütle ."
Patt diye ufak bir ses eşliğinde yere düştü duraksamadan ağzından şişeyi çekti göz ucuyla annesine saniyelik baktıktan sonra dediği gibi kadehlerin yarısı olacak şekilde şarabı doldurdu. Dikkatlice hiç dökmeden ve yavaşça dökmek tek eliyle zor oluyordu ama başarabilmişti.
Not: Tatilde olmamıza rağmen inatla sınav diye kuduran bir okulda okuduğum için bu bölüm biraz gecikti.