Gittikleri yerin her ne kadar adı karaborsa olsa da, o kadar kuralsız ve acımasız sayılmazdı. Aslında burası krallığın koydukları sıkı kurallar ve vergilerden kaçmak isteyenlerin kurduğu bir ticaret merkeziydi. Zamanla büyüdü ve daha kaotik bir hal aldı. O zamanın kralı Ludwing (Şuan ki kralın dedesi) tüm diğer krallıklarla olan savaşına ara verip bu kaotik haldeki yeraltı pazarının kökünü kurutmak için uğraşmıştı ve neredeyse de başarıyordu.
Başkent haricindeki krallığın diğer bölgelerinde bulunan karaborsacılar tutuklanmış ve idam edilerek sorun kökten çözülmüştü. Sıra başkentteki karaborsaya gelince, eh tahmin edersiniz ki kralın bunu yapmaya ömrü yetmeden kaptığı bir salgın hastalık sonucu ölmüştü.
Oğlu da ilk başta babası gibi bu işe yeltense de patlak veren savaşlar ile başka meseleler buna engel oldu. Bu sırada karaborsadaki satıcılar boş boş beklemediler ve kendi aralarından bur lider seçip buranın en azından bazı kurallara sahip olması gerektiğinin kararına vardılar. Elbette bazı kişiler buna karşı çıktı ama kralın gözüne batmamak için bu kurallar şarttı ve şu anda bile hala karaborsanın başında duran lider, çok fazla can yakmıştı.
"Hey hey hey ! Burası benim kıyafetlerimi aldığım terzi, neden buraya geldik ? Zaten yeterince dikkat çekmeyen kıyafetim evde dolu."
Aaric şuanda okul kıyafetlerini ve başkente ilk geldiğinde satın aldığı takımı yapan terziden içeriye giriyordu. Annesi sorusuna cevap vermedi sadece gülerek terzi dükkanın kapısını açtı ve tombul çay içen dükkan sahibine dört altın para fırlattı.
" İki tane mi ? "
" Evet."
Arkasında duran kadın tezgahtara paraları vererek kontrol etmesini istedi. Kadın paralarının kontrolünü bitirdikten sonra Bianca ve Aaric’e iki tane sadece göz delikleri olan maskeleri uzattı. Aaric neden annesinin bu adama iki haftalık erzak paralarını verdiğini şimdi anlamıştı.
" Buyrun lütfen. Kapı şifresi üç uzun, iki kısa, tekrardan beş uzun tıklatma şeklinde."
Bianca kafasıyla onayladıktan sonra kendilerine açılan arka kapıdan aşağıya doğru inmeye başladı. Merdivenler basit ilkel meşaleler ile aydınlatılmıştı ve kesinlikle eski duruyorlardı. Aaric kafasından bir tahmin yapacak olsa en az dört yüz yıllık derdi. Yaklaşık olarak üç kat indikten sonra karşılarına aynen tarif ettikleri gibi tahta- ama üzerinde rün ve büyü oymaları olan- bir kapı çıktı. Bianca çocuğuna dönerek kapıyı gösterdi.
"Hadi şifreyi hatırlıyor olman gerek. Aç şu kapıyı."
Üç uzun iki kısa tekrardan beş uzun şeklinde kapıyı tıklatınca kapı üzerinde bulunan oymalar aynı ilk evlerinde ki taş kapıda olan şekilde parladı ve hafifçe aralanarak açıldı. Aaric önden girerek karşılaştığı manzaraya hayranlık sergilediğini gizlemeden belli etti. Burası cidden karaborsaydı. Okulda ki teneffüs aralarında veya kantinde bazen burası hakkında elbet ilginç hikayeler duyardı ama çoğunun masal zırvası olduğunu düşünüp kaçak mal satan iki tane adamın popülerliğini artırmak için uydurduğu zırvalar olduğunu zannederdi.
Ama şimdi karşılaştığı manzara karşısında o duyduğu hikayelerin o kadar da uydurma olmadığını düşünür olmuştu. Yerin altında olmalarına rağmen beş katlı kocaman binalar ile daha ancak şehir meydanında uygulamaya koyulabilmiş büyülü mana taşlarını kullanarak aydınlatma direkleri burada her yerdeydi. Yollardaki kaldırımlara kurulmuş irili ufaklı tezgahlar, binaların dışına asılmış dükkan tabelaları, yolda biraz daha para kazanabilmek için her gördüğüne laf atan yosmalar... Burası yukarıda gördüğü dandik çarşıdan kat ve kat daha iyiydi. Üstelik bazı eşyaların fiyatları vergi vermedikleri için oldukça uygun fiyata satılıyordu.
" İlk gelişin olduğunu anlıyorum ama arkamızdan insanlar gelebilir o yüzden bekleme yapmadan yürü bakalım."
" T-Tamam."
Annesi önde kendisi arkada kapıdan çıkarak sokakta yürümeye başlamıştılar. Aaric yerin altına bu kadar büyük bir şehri nasıl inşaa ettiklerini düşünürken yolda tezgah açmış insanların sattığı eşyalara da bakıyordu. Çoğu silah zırh parçaları ile büyücülerin yaptığı zehir, lanet iksirleriydi. Aaric’in belki ilk gelişiydi ama emin olduğu bir konu varsa o da buradakilerinin sattığı mala güvenmemekti. Size iyi şans getiren iksir diye satılan şeyin altın tüylü karga pençesi tozu olması yada evinize musallat olmuş ruhları defetme tozu diye satılan şeyinde sabun tozu olduğunu anlamak en cahil kişiler için bile mümkündü.
Buradan eşya almak istiyorsanız ya müzayede evine gidecektiniz ya da isim yapmış düzgün dükkanları olan satıcılara. Burada el arabasından bozma tezgah açmışların sattığı şeyler çerçöpten öteye geçemezdi.
"İşte geldik. Luna'nın Kütüphanesi." Tabelayı okuduktan sonra kapıyı açarak içeri girdi. Dükkan iki katlı en fazla bir kaç on metre genişliğinde boy boy, çeşit çeşit, farklı dillerde ve konularda kitapların olduğu bir dükkandı. İlk başta düzgün yemekler yapan bir restorana gideceklerini sandığı için buraya gelmesi Aaric’i biraz şaşırtmıştı. Annesi onu dükkanın içine bırakarak tezgahta duran kadının yanına gitti. Onlar kendi aralarında konuşurken Aaric de kitaplara bakıyordu. Çoğunun hangi dilde yazıldığından bile emin olmamakla birlikte bazılarının ciltleri dahi yoktu.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..