*tıkırt*
Kapı kapanma sesinin ardından karanlık koridor bir anda aydınlanmış ve apartman dairesi görünmüştü.
Ayakkabısını bağlamış bir genç, eski tip binada merdivenleri kullanarak sakince ve gözlerinden adeta uyku akarcasına hafif sallanarak iniyordu.
“Aha.. Gündeliğimi evde unuttum.. Her neyse geri dönersem geç kalacağım”
Genç bir ikilemdeydi, eve gidip işyerinde öğle molasında yemesi gereken gündeliğini almaya gitse ayakkabılarını çıkaracak, kapıyı açacak ve tekrardan zor bağlanan ayakkabılarını giyip koşturacaktı.
Normalde gencin görünüşünden dışarıdan bakan birisi bu genç hakkında ‘efendi adam, çalışkan, düzgün çocuk’ gibi düşünürdü, bu normaldi çünkü gerçekten de gencin kişisel geçmişine bakan birisi bu saatte işe gitmek zorunda olan bir genç göremeyeceklerdi.
06:14
Saatine bakan genç daha fazla ikilemde kalmayarak kararlı bir şekilde merdivenlerden indi ve 100 metre ötedeki otobüs durağına doğru koşmaya başladı. Fakat köşeyi döndüğünde otobüsün hali hazırda geldiğini ve yolcuların ise kapıda birikip birer birer bindiğini gördü.
Evet, burası Türkiyeydi ve herhangi bir konuda insanlar adam gibi sıraya girmeyi beceremezdi, hatta normalde 06:15 te durakta olması gereken otobüs bile saatinden önce gelmişti. Bu tarz aksilikler insanların kanlarına işlediğinden kimse iplemezdi.
Fakat Mete için bu otobüsü kaçırması demek zaten zor olarak bulduğu bu işi de daha deneme süresi dolmadan erkenden bitirmesi gerekti.
Bu nedenle pekte güçlü olmayan vücudunun son sınırlarını zorlayarak son yolcu da otobüse binecekken otobüsü yakalamıştı.
“of... bundan sonra yataktan kalkınca hemen hazırlanıp çıkmalıyım..”
İçinden böyle düşünen Mete, otobüsün içinde yürüyerek arkada boş koltukların oraya geldi ve oturdu, daha sonra ise dışarıyı seyrederken gözleri yavaşça dalmaya başladı ve adeta ne durumda olduğunu düşünmeye bile fırsatı olmadan derin uyku onu bastırmıştı bile.
Mete Gökalp, 23 yaşında dinamik ve gelecek hayalleri olan bir genç idi. Bundan 7 yıl öncesine kadar mutlu bir ailede ve kendi yağında kavrulan bir ailede hayatını geçirmişti.
Okullarda her zaman üstün başarı belgesi alan ve mükemmel bir kişisel karakteri olan Meteyi hem okuldaki hocaları hem de mahallesindeki sakinler çok sever ve Mete de karakteri gereği herkese saygılı bir şekilde davranırdı.
Küçükken, daha ilkokuldayken bir öğretmeni Metenin dünyaya bakış açısının değiştirmiş, onu bilimin yolunu göstermişti. Öğretmeni yıllarca yurt dışında yaşamış zengin bir ailenin evladı olduğundan idealist biriydi ve o zaman şartlarında Türkiyede bulunmayan pek çok içeriğe sahipti.
Bunlardan bazıları ise Cosmos serisi belgesellerdi.
Öğretmenleri kendi çabalarıyla belgeselleri dublajlamış, okuldaki öğrencilerine çok amaçlı salonda bulunan 55 inçlik ekranda seyrettirmişti.
Mete ise halihazırda parlak bir gençti ve belki de diğerlerinden onu ayıran özelliği çevresinde olup bitenlerin farkına erken varmasıydı olabilirdi, bu nedenle belgesellerden çok etkilenmiş, daha sonra evlerinde bulunan ansiklopedileri de okuyarak uzayın keşiflerine adeta hayran kalmıştı.
Yıllar ilerleyip teknoloji de gelişince çeşitli video izleme siteleri mainstream olmaya başladığında Mete hemen o sitede bulunan bütün bilim kanallarına abone olmuş ve kendini sürekli olarak motive etmişti.
Hatta bir keresinde doğum gününde gelecekte ne olacaksın sorusuna düşünerek ‘Teorik Fizikçi Olacağım’ demiş, ailesi de herhalde bu iyi bir şeydir diyerek övmüştü.
Fakat her şey babasının 7 yıl önce bir gün aniden ortadan kaybolması ile değişmişti.
Her zamanki gibi sabah işine giden babası, ne işine gitmişti, ne de geri gelmişti. Sabah evden çıkınca kaybolmuştu...
Polise haber verdiklerinde herhangi bir mobesede görünmemiş, babasına dair neredeyse hiçbir şey kalmamıştı.
Babası öyle savurgan biri değildi, ancak cimri biri de değildi. Mesela kendisinin giydiği kıyafetler belliydi ama set olarak saysaydın 2-3 çeşit kıyafeti ve 2 çeşit ayakkabıyı geçmezdi. Çalıştığı devlet kurumunda devlet işçisi olarak ağır bir işte ve sanat isteyen bir işte çalıştığından memur maaşının iki katı geliri vardı ve üstelik emekli olmasına ise sayılı günleri vardı.
Fakat sabah evden gittiğinde ona ait hiçbir şeyi evde bulamadılar..
Annesi, ev hanımıydı ve Meteye göre dünyanın en iyisini hakeden birisiydi. Fakat babaları ortadan kaybolunca daha kız kardeşi ve kendisi kahrolmadan önce anneleri kahrolmuştu.
Şimdilerde 50 li yaşlara yeni giren annesi, adeta 65-70 yaşında gibi duruyordu. Üstelik buna babalarının kaybolduğunda yaşanan maddiyat sıkıntıları da bindiğinde zaten kronik rahatsızlıkları bulunan anneleri, çok geçmeden daha da fenalaşmış ve yeni bir çok hastalığa yakalanmıştı.
Evet, kendisi gibi kazandığı paralar da ortadan kaybolmuştu babasının..
Eş, dost, akraba bir noktaya kadar yardımcı olabilmişti, fakat bu 24 saat ihtiyaçları tükenmeyen insan için taş çatlasa 6 aylık giderlerini karşılayacak miktarlardı. Dahası yardım eden çok yardım ettiğini sanıyor, bir kere yardım edince her şey bitiyormuş gibi davranıyorlardı.
Kendisini toparlayan anneleri, iki çocuğuna da bakabilmek için gündeliklere gitmeye başkasının evlerini temizlemeye başladı. Çok geçmeden kimyasallar nedeniyle zaten astım olan vücudu çok hızlı bir şekilde çöktü.
Şimdi bile kortizol iğneleri nedeniyle şişmanlamış, neredeyse günün büyük bir bölümünü yatakta yatar hale gelmişti.
Daha 15 yaşını geçip 16 ya giren Mete için kolları sıvama vakti gelmişti.
Türkiye öyle çok zeki olan çocuklara muazzam burslar veren, ailesine bakan gelişmiş bir ülke değildi. Bu nedenle her ne kadar eğitim ve öğrenim hayatında sayısız başarı belgeleri, sayısız yarışma şampiyonlukları olsa da Mete gözü yaşlı bir şekilde okulu terk etmek zorunda kaldı.
Liseyi her ne kadar açıktan bitirmiş olsa da gelecek hayalleri artık onun için çok ulaşılmaz noktalara gelmişti.
İlk olarak çeşitli günlük kazançlı işlerde çalışmış, acil ihtiyaçlarını karşılamıştı. Daha sonra bir tanıdık aracılığıyla restoranda çalışmaya başlamış, restoranda gördüğü bir ‘görmemesi gereken’ den dolayı o işten ayrılmıştı.
Şimdi ise Sanayi mahallesinde oto tamirhanecisinde çırak olarak işe başlamıştı. Her ne kadar yaşı çırak olabilecek kadar genç olmasa da yaşlı biri de değildi ve dışarıdan bakan birisi Meteyi daha 18-19 yaşlarında biri olarak görebilirdi.
Her ne kadar daha genç görünüyor olsa da yüzünde duran heybetli çizgiler ve gözlerindeki karmaşıklık onu adeta yaşlandırmıştı.
Sanayi işini bilerek ve isteyerek seçmişti. Oto tamirhanecileri öyle dışardan bakanlar için tulum giyen yağ ve pislik içinde çalışan insanlar olarak görünebilirdi ama geleceğin mesleklerinden birisiydi. Mesela bir usta tamirci, hem aranan bir insandı hem de çok kazanan birisiydi.
Türk insanının özelliklerinden birisi berberi ile araba tamircilerine olan sadakatleriydi.
İyi bir ustanın müşteri porföyü o kadar geniş olabilirdi ki aklın şaşabilirdi.
CEO’sundan Mafyasına, değnekçisinden beyaz yakalılara, devlet adamından siyasetçisine neredeyse her kesimden insanın telefon rehberinde bir eli sanatlı usta kesinlikle olurdu.
Mete’nin bu mesleği seçmesindeki sebep buydu, fakat bu işin de sıkıntıları yok değildi. Mesela Mete’nin oturduğu yer Avcılardaydı ve gittiği yer ise Atatürk Oto Sanayi idi.
En hızlı şekilde bile gitmek en azından 1:30 saat sürüyordu.
Bu nedenle işe gitmek için evden metrobüse, metrobüsten şişliye, şişliden ise metroya binerek gidiyor, geri dönerken ise metrobüsten sonra yürüyerek gelerek günde 5 bilet atıyordu.
Sanayide işler erken başlar erken biterdi. Mesela Mete’nin çalıştığı yer, sabah 8:00 da başlar, akşam ise 17:30-17:45 gibi kepenk kapatırdı.
Ding Dong... Sıradaki durak... Yenibosna Metrobüs durağı... Yenibosna Metrobüs durağı...
Otobüsün anonsu Mete’nin dalgın gözlerini açmasına neden olmuştu..
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..