Güneşli bulutsuz bir günde bir çocuk ve anne sırtında buğday çuvallarıyla mutlu bir şekilde değirmene doğru giderken, ikisi de ter içinde kalmış olmalarına rağmen pes etmeden yollarına devam ediyorlardı.
Çocuk "Anne neden bu buğdayları una çeviriyoruz her sene çevirmeden satsak daha kolay olmaz mı?" dedi. Bunun üzerine anne tebessüm ederek cevapladı. "Eğer una çevirmeden satarsan 2 ay çevirerek satarsan 6 ay aç kalmazsın." dedi.
Şaşıran çocuk, bunun üzerine düşünmeden yoluna devam etti. Kasları belli olan bu çocuğun çok fazla çalıştığı anlaşılıyordu. Saçları kısa kahverengi önü hafif havada, gözleri mavi, burnu küçük ve dudakları ne ince ne kalındı. Kaslarıyla beraber çok daha yakışıklı görünüyordu.
Anne oğul değirmene vardıklarında çocuk bir yere oturup annesini beklemeye başladı. Kısa süre sonra annesinin işi bitti ve pazara gittiler. Pazarda herkes sağda solda dolaşarak bir şeyler alıyor veya satıyordu. Anne oğul, boş bir yere gitti ve unları masalarına bıraktıktan sonra alıcıların gelmesini beklemeye başladı.
Çocuk etrafına bakınırken bir sürü odun ve erzak; birkaç tane de basit yay ve kılıç satan insanlar gördü. Beyaz taşlı zemini olan bu alan tamamen ticarete ayrılmış bir yer olduğu için herkes eşyalarını serbestçe satabiliyor ve kazandıkları parayla geçimlerini sağlayabiliyordu.
Sonunda bir kişi gelip onlardan 3 kilogram un istedi. Çocuk 3 kilo unu adama uzatıp 1 bronz para aldı. Akşama kadar sekiz kişi daha geldi ve herkese unları sattıklarında 10 bronz paraları oldu. Anne oğul sevinçle evlerine doğru yürümeye başladılar. Tek katlı 2 yatak odası, 1 oturma odası ve 1 tuvaleti olan dışarıdan küçük görünen tahta evlerine girdiler. Bu yıl aç kalmayacaklardı.
Bu yıla kadar defalarca aç kalmış, kaldırabileceğinden çok daha ağır işlerde çalıştırılmak zorunda olan çocuk her şeye rağmen dünyaya hep pozitif bakmaya devam etmiş ve kimseyi incitmeden bugüne kadar gelmişti.
Babası 2 saat sonra eve geldiğinde elindeki 25 bronzu masaya koydu. "Toplam 35 bronzumuz var. Yarın sana bir silah alalım beraber avlanmaya başlarız. Annen de evde dinlenir, arkadaşlarıyla konuşur. Hatta yeterince iyi çalışırsak şehre bile taşınabiliriz." dedi oğluna.
Annesi rahatlamış bir ifade ile koltuğuna yayılırken çocuk kafasını hevesle sallayarak "Çok isterim!" Dedi. Odasına gitti ve uyudu. Sabah erkenden uyanan çocuk babasını uyandırdı.
Babası uyanıp yavaşça ayağa kalktı ve oğlunun kafasını okşadı. "Yemek yedikten sonra çıkarız." dedi. Beraber oturma odasına girip yere dolaptan aldıkları 1 ekmek, tereyağı ve reçeli koyarak kahvaltı ettiler.
Yemekleri bittiğinde pazar yerine gittiler. Yay satan bir adamın yanına vardılar. sessiz olan pazarda rahatça alış veriş yapabilen baba oğul biraz pazarlıkla iyi bir yay alabileceklerini düşünerek gözlerine güzel gözüken bir yayın fiyatını sordular.
Adam "Bu yay 30 bronzdur. kirişleri 25 kilogramlık kol kuvveti gerektirir. Hedefine ulaşırsa öldürene kadar kan kaybettirmesi için özel oklarını yanında veriyoruz." dedi. Baba ile uzun bir süre pazarlık yaptıktan sonra 25 bronza aldıkları yay ve okları ile beraber toprak bir patikayı izleyerek yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüşün ardından ormana girdiler.
Ormanın içinde devam eden patikadan sapıp ıssız bir açıklığa girdiler. Bir ağacı gösteren baba, elindeki 50 okluk ok çantasını oğluna verdi. "O ağacın ortasından üst üste 50 kere vurana kadar gerçek ava başlamıyoruz." dedi.
Buna hem üzülen hem de şaşıran çocuk kendi oklarını kullanmamasının sebebinin onları hayvanlar üzerinde kullanması gerektiğini düşünerek 50 okluk sadağı sırtına taktı. Kirişi tüm parmaklarını kullanarak tutan çocuğu gören babası kahkaha atarak yayı nasıl tutacağını gösterdi. Sol gözünü kapatarak nişan alan çocuk oku attığında ok ağacın yanına saplandı.
Bu şekilde akşama kadar defalarca durmadan atış yapan çocuğun babasının "eve gidiyoruz" demesiyle çocuğun yere düşmesi bir oldu. Kolları ve bacakları inanılmaz derecede ağrıyordu. Gerçekten çok güçlü bir iradeye sahip olan bu çocuk hem babasını çok mutlu ediyor hem de kendisini olması gerekenden çok daha hızlı geliştirebiliyordu.
Birkaç saat sonra gözlerini zorla açan çocuk evde olduğunu fark etti. Küçük penceresinden dışarı baktığında güneşin çoktan tepeye ulaştığını gördü. Hemen kalkıp oturma odasına girdi. Annesi ve babasının eşyalarını toplamış olduğunu gördü. Onlara "Nereye gidiyoruz?" dedi.
"Bir kaç değişiklik yapmak istedik. Şehre taşınıyoruz. Orada eğitimine daha iyi devam edebilirsin." dedi babası. Çok sevinen çocuk hemen kendi eşyalarından almak istediklerini aldı ve ailesiyle beraber yola koyuldu.
Orman yolundaki patikaya benzeyen ama çok daha geniş ve daha düz olan yoldan ilerleyen aile her adımında etraflarındaki güzel otları, kuşların sesleri ve yemyeşil seyrek ağaçlarla kaplanmış ovada huzur içinde yürüyorlardı.
Yaklaşık 2 saat sonra ileride gözüken şehirin surlarını ilk defa gören çocuğun şaşkınlıktan ağzı açıldı. Bu kadar uzakta olmalarına rağmen böyle ihtişamlı gözüken bir surun arkasında kim bilir nasıl bir şehir vardı. Şaşkınlığı henüz bitmemiş çocuk yerinde kala kalmış durumdayken babası aniden kaşlarını çattı.
Kendilerine uzak olmayan ormandan 6 tane haydut çıktı ve onlara doğru ilerledi. Yüzlerini örttükleri garip bez yüzünden yüzleri anlaşılmayan haydutlardan biri öne çıktı. Diğer 5 haydut arkalarında hançerlerini çıkarmış şekilde beklerken öne çıkan 1.72 boyunda kasları üzerindeki bol kıyafete rağmen gözüken haydut "Kadını ve eşyalarınızı verin ya da ölün!" diyerek bağırdı.
Çocuk onların hırsız olduğunu anladığında çok sinirlendi. Annesini çok seviyordu ve bir daha görememekten korkuyordu. Babası aniden bağırarak "Beni öldürmeden ne mallarımı ne de karımı alabilirsiniz!" dedi.
Haydutlar çok komik bir şey söylenmiş gibi güldükten sonra saldırmak için pozisyon aldı. Öndeki haydut "Sen köyden gelen zavallı bir insansın. Bize karşı hiç bir şansın yok!" dedi.
Hep beraber saldırıya geçen haydutlara karşı hiç bir silah çıkarmayan adam onlar tam hançerlerini savurduklarında kafasını neredeyse yere değecek kadar eğerek etrafında 1 tur döndü ve havaya kaldırdığı bacağıyla tüm haydutlara dönüşünün verdiği kuvvetle vurdu.
Haydutlar geriye doğru savrulurken hançerleri etrafa dağıldı. Dönüşünü tamamlayan adam yerdeki ayağından güç alarak dik durdu. Yerdeki haydutların üzerlerinde sadece kilotları kalana kadar soydu. Topladığı eşyaları elinde taşıyarak ailesinin yanına döndü. "Hadi gidelim."
"Baba hırsızlık kötü bir şey değil mi?" dedi merakla çocuk. Babası tebessüm ederek "Hırsızlara ders vermek için yaptığım bir şey. Zaten onlarda bu eşyaları kendi haklarıyla kazanmadılar." dedi.
Biraz kötü hisseden çocuk bunun üzerinde daha fazla durmak istemeyerek yoluna devam etti. Yarım saat sonra sonunda surlara ulaşan aile kapıdaki nöbetçilerle karşılaştı. Nöbetçiler önce adamın elindeki eşyalara sonrada köylü kıyafetlerine baktı.
"Siz köylüler bizi elinize aldığınız saçma kıyafetlerle kandıramazsınız!" "Evet! siz zavallı köylüler haydutlara karşı koyamazsınız. Bize 1 gümüş vermediğiniz sürece içeri gireme-" diğer nöbetçinin sözü daha bitmeden etrafa boğucu bir aura yayıldı.
Aura yüzünden çocuk ve anne nefes alamazken doğrudan kendilerine yöneltilmiş aurada yerde can çekişen 2 nöbetçi sanki ses tellerini kaybetmiş gibi bağıramıyorlardı.
Sonunda aurayı kesen baba onlara "Artık geçebiliriz sanırım?" dedi. Adamlar hemen kalan son güçleriyle kapının önünden çekildiler ve boğuk sesleriyle "Bizi affederek öldürmediğiniz için teşekkür ederiz lordum!" dediler.
Onları umursamayan adam ailesiyle içeri girdiğinde onlara bir şeylerinin olup olmadığını sordu. İkisininde iyi olduğunu öğrendiğinde rahat bir nefes verdi ve içeri ilk adım attıklarında şaşkınlığı zaten son düzeydeyken katlarca artmasıyla artık zorla ayakta duran çocuk 2 katlı taştan evler ve dışarıdan çok güzel gözüken dükkanlar arasında olan geniş taştan yolları ve onların üzerinde giden at arabalarını görürken içinden "artık daha fazla şaşıramam" diyordu.
Babası buraya hiç yabancı olmadığı için eliyle koymuş gibi hızlıca bir han bulup ailesiyle içeri girdi. İçeridekiler onu görünce aniden işlerini bıraktı ve ayağa kalktı. Bunu gören baba gülümsedi ve eliyle oturmalarını işaret etti.
"Merhaba eski dostum." dedi han sahibi olan adam. "Sizin için en iyi odamızı temizletmemiz gerek. Bize biraz zaman verin lütfen."
"Tabii burada bekliyoruz. Eğer başkası bizden önce tuttuysa biz başka bir odada kalabiliriz." "Hayır sizin için uzun süredir boş tuttuğum bir odaydı." dedi ve üst kata çıktı.
Bunun üzerine 4 kişilik bir masaya oturan aile en güzel yemeklerden aldılar. Masa güzel yiyeceklerle donatıldığında çocuk bir ete çatalını batırdı. Hayatında ilk defa et yiyecekti. Heyecanla çatalında ki etin soğumasını bekledi. Et yeterince soğuduğunda dişlerini kullanmadan dudağıyla eti çataldan çıkardı. Et o kadar yumuşak ve lezzeltiydiki ağızında dağılan etin verdiği hisle gözleri kamaştı.
Hiç beklemeden kendi tabağında ki etleri sanki aylarca aç kalmış yırtıcı bir hayvan gibi hızlıca bitirdi. Ardından onlar için özel hazırlanmış içeceklerden birini içti. İçeceğin ve etin verdiği müthiş duyguyla babasına baktı ve bir tabak daha istediğini söyledi. Bunun üzerine babası bir tabak daha aynı etten söyledi.
Çocuk bir kaç dakika sonra aynı lezzetle tekrar buluşucağı için mutlulukla tabağına saldırdı. Tekrar aynı şekilde içeceğini içtiğinde karnında bir ağrı hissetti ve aniden yere yığıldı.
"Brian!" son duyduğu ses babasının çaresizce bağırışı olan Brian gözlerini bir odada açtı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..