Bölüm 1: Roan Flame.
Roan elindeki oyuncağı bıraktı ve korkuyla karşısındaki kadına baktı.
Daha yeni üç yaşına basmış küçük bir bebekti. Kırmızı saçları ve kırmızı gözleriyle oldukça tatlıydı. Tombul yanakları ve tombul vücudu ile gören herkes onu sevmek isterdi.
Karşısındaki kadın, Alice, Roan’a baktı ve kaşlarını çattı.
Böyle işe yaramaz bir çocuk doğurduğu için tüm asil aileler tarafından aşağı görülmüştü. Eğer doğumu dışarıya sızmamış olsaydı çoktan öldürülmüştü bile.
Aristokrasi de iffet adını verdikleri kavram hayat memat meselesiydi. Özellikle büyük bir asilseniz durum çok daha kötüydü. Tüm halkın ağzına düşer, edepsizlik ve iffetsizlikle suçlanırdınız. Bu sadece halk üzerinde etki bırakmaz, yoldaşları ve yandaşları da etki altına girerdi.
Şöhret her şeydi.
Alice bir kaza sonucunda bir çocuk dünyaya getirmişti. Bunun cefasını hâlâ çekmekteydi ve çekmeye devam ediyordu. Üstelik çok güzel olduğundan dolayı nefret edeni de boldu!
Alice sert bir şekilde Roan’a baktı, “Aile başı çocukların sınıflarını uyandırmak için taşlar verecek! Eğer bir büyücü olarak dahi uyanamazsan…” Gözlerindeki sert bakış Roan’ı daha da korkutmuş ve güzel gözlerinin yaşlarla dolmasına neden olmuştu.
“Anladım…” Roan kafasını eğdi ve Alice’in gözlerinden kaçındı. Küçük bedeni korkuyla titriyordu.
Alice onun annesiydi ancak ona bir düşman gibi davranıyordu.
“Güzel! Umarım kanının ağırlığını boşa çıkarmazsın!” Alice bastırarak konuştuktan sonra yerde ağlamaya başlayan Roan’ı umursamadan arkasını dönerek odadan ayrıldı.
“Wuu… Anne benden nefret ediyor… wuu…” Roan gözyaşları eşliğinde topa benzeyen oyuncağı ile oynamaya devam etti.
Çoğu zaman böyle durumlar ile karşılaşıyordu. Bu yüzden azıcık da olsa alışmış ve durumu kabullenmişti. Lakin o daha üç yaşındaydı ve üç yaşındaki bir çocuğun affedici ve mantıklı düşünmesi beklenemezdi.
Roan, Alice’e her şeye rağmen düşkündü. Bu yüzden Alice’i değil, kendisini suçluyordu.
***
Flame Ailesi Blaze İmparatorluğu’nun önde gelen ailelerinden birisiydi. Hatta bir kolu kan bağı olarak birbirine dahi bağlıydı.
Blaze İmparatorluğu Büyük İttifak’ın bir parçasıydı.
İnsanlık gelişmeye başladığında, gezegenler arası ulaşım çoktan başarılı olmuştu. Ancak bu sadece başlangıçtı. İnsanoğlu potansiyelini sonuna kadar kullanarak ışınlanma teknolojisine hükmetmeyi başarmıştı. Ancak bu ışınlanma onlara, kolaylık sağlamamış. Yeni bir düşman kazanmalarına sebep olmuştu.
Asuralar…
Asuralar insanlardan tamamen farklıydılar. Üstün bir fiziksel güce ve farklı bir mantaliteyle doğuyorlardı. Teknoloji bakımından insanlığı dahi geçmişlerdi.
Işınlanma teknolojisi onların boyutuna bir kapı açmıştı. Böylelikle iki ırkta birbirini fark etmiş ve sonu gelmeyecek bir düşmanlığı ortaya çıkarmıştı.
İlk zamanlarda Asuralar insanlığı yok olma tehlikesine kadar götürmüşlerdi. Ancak Asura boyutundan sızan güçler sebebiyle, insanlar farklı güçler kazanmaya ve sınıflar adı verilen bir çeşit güce sahip olmuştu.
Büyücüler, suikastçılar, kılıç ustaları, şövalyeler, savaşçılar, şifacılar, okçular ve rahiplerdi. Bunlar insanlığa bahşedilmiş güçlerin anahtarları olan sınıflardı.
Herkes bir sınıf sahibi olamıyordu. Ve olanlar arasında dahi yetenek farkı fazlasıyla vardı. Örneğin; Flame Ailesi Ateş Büyücülüğü konusunda uzmanlaşmış bir aileydi. Bu konuda sadece İmparatorluk Ailesinin altındaydılar. Kaldı ki yeni nesilleri İmparatorluk Ailesinin kanını taşıyacağı için bu sıralama hızlıca değişeceğe benziyordu.
Alice Flame, Flame ailesinin bir önceki neslinin en büyük dâhisi olarak biliniyordu. Ateş özelliği konusunda kimseye yenilmemişti. Buna şu an ki veliaht prenste dahildi. Ancak nereden geldiği belli olmayan bir adamla birliktelik yaşamış ve kazayla hamile kalmıştı.
Bu hamileliğin meyvesi Roan Flame idi…
Sonraki gün.
Flame ailesi bugün oldukça hareketliydi. Çünkü Aile Başı Allen Flame üç yaşına yeni basmış çocukların sınıflarını uyandırmak için özel taşlar dağıtacaktı. Bu taşlar onların yetenekli olduğu özelliğe göre tepki verecek ve onların diğerlerine nazaran daha güçlü olmasını sağlayacaktı.
Flame ailesinin ana salonu heyecanlı ve telaşlı insanlarla doluydu. Her yaştan Flame Aile üyesi salonda bir köşeyi kapmış, heyecanla ve tevazu ile Aile Başı’na eğiliyorlardı.
Salonun bir ucundaki 8 koltuktan en ortadakinde kırmızı saçlı ve kırmızı gözlü bir adam oturuyordu. Kırmızı renkli sade bir kıyafetle sakince orada oturuyor, duygusuz bir şekilde ona eğilen aile üyelerine bakıyordu.
Bu kişi Aile Başı Allen Flame’di.
Sağındaki koltukta ondan sonra en yetkili kişi olan karısı Mellian Flame vardı. Karısının yanında da birinci oğul ve diğer oğullar vardı.
Bu sırada heyecanlı bir ulak sesi odayı heyecana sürükledi, “Genç Hanım Alice ve Leydi Sapphirus teşrif ettiler!"
Ana salonun kapısından ateş gibi saçlarıyla güzeller güzel Alice ve benzer güzellikte ancak bir safire benzeyen arkadaşı Leydi Sapphirus’da ona eşlik ederek girdi.
Alice etrafta ona hayran ve şehvetle bakan kişileri görmezden geldi ve Leydi Sapphirus ile birlikte ana koltuklardan birisine oturdu. Her üç yılda bir gerçekleşen bir olay olsa da ailenin geleceği için oldukça önemli bir zamandı.
Allen kızına baktı ve takdirle karışık gülümsemeyle kafasını salladı. Kızı onun hayatındaki en büyük başarısıydı.
“Evet! Büyük Flame ailesinin muhteşem üyeleri! Bugün burada her üç yılda bir gerçekleşen ailemiz için önemli bir olaya şahit olmak için toplanmış bulunmaktayız! Vereceğim 9 Sınıf Taşı küçük çocuklarımızın elementsel güçlerini güçlendirecek ve belki de Alice kızımda ki gibi bir Gül Ateşi ortaya çıkaracak!” Allen ayağa kalktı ve otoriter bir aura yayarak konuştu.
‘Gül Ateşi’ kelimesi geçtiğinde salondaki herkes heyecanla coştu ve Alice’e tezahürat yapmaya başladılar. Gül Ateşi ateş özelliğinin güçlü bir mutasyonuydu. Öyle ki kutsal seviyeden yarım adım gerideydi.
Her sınıfın özellikleri ve yetenekleri farklı seviyelere ayrılırdı; İlkel, sıradan, mutasyon ve kutsal…
Sıradan halktan kişiler bir kutsama ya da özel güç meyvesi tüketmedikleri sürece İlkel seviyesinde bir yetenek ya da Sıradan bir yetenek kazanırlardı.
Bu sebeple sıradan halk ve mutasyon yeteneklere sahip asiller arasında kesin bir ayım vardı. Öyle ki bazı aileler kanlarını saflaştırarak mutasyon element çıkarma ihtimallerini artırmak ve kesinleştirmek için aile içi evlilik yaparlardı.
Bu nadir bir şey değildi.
Allen, heyecanlı bir şekilde kükreyen kandaşlarını görünce gururla boğazını temizledi, “Evet! Çocuklarımızı sahneye alalım! Vereceğim 9 Sınıf Taşı onların uyanmalarını sağlayacak!”
Allen’in konuşması bittiğinde bir alkış tufanı onu takip etti ve babalar 3 yaşına yeni basmış çocuklarını herkesin ortasına koydular.
Toplam 8 bebek vardı. Hepsinin ortak özelliği birbirlerine oldukça benziyor olmalarıydı. Hepsi Flame ailesinin özelliklerini almışt. Hepsi sevimli birer ateş topuna benziyordu.
Sadece 8 çocuk olduğunu gören bazı aile üyeleri şaşkınca Alice’e baktılar. Ancak onun da bir kaşını kaldırıp, sekiz çocuğa baktığını görünce susmayı seçtiler.
Alice kırmızı dudaklarını kanatırcasına ısırdı, “Demek gerçekten de gelmemeye cüret ettin! Roan…”
Gözbebekleri öfkeyle titriyordu.
O anda herkesi şaşırtarak Roan bir hizmetçinin kollarında odaya geldi. Üzerinde beyaz renkli bir kıyafet vardı. Gözlerini ve saçlarının rengini ortaya çıkarıyor, Alice’den aldığı muhteşem görünüşünü gözler önüne seriyordu.
“Demek bu Leydi Alice’in çocuğu… Oldukça tatlıymış… ”
Ailenin büyüklerinden birisi olan
Parker kızıl sakallarını ovuşturdu ve bir malı değerlendiriyormuş gibi Roan’ı
değerlendirdi. Güzel bir çocuk işe yaramaz olsa dahi, politik araç olarak
kullanılabilirdi. Güçlü ve zengin bir aileye içgüvey olarak gidebilir, ya da
aileye yetenekli bir gelin getirebilirdi.
Sonuçta güzel olan her şey pahalıydı.
Roan’ı tutan hizmetçi Lilith korkmuş bir şekilde Roan’ı çocukların arasına bıraktı ve saygıyla ailenin büyüklerini selamladı.
“Yoldayken bir şeyle karşılaştık! Bu yüzden geç kaldık. Özür dileriz…” dedi Lilith.
Alice öfkeyle bir şey söyleyecekken Mellian konuştu, “Böyle önemli bir günde tatsızlıklar olmasın… Lilith… kızım. Çekilebilirsin.”
Lilith’in omuzları düştü ve korkusunu atmış Roan’a bir kez baktı. ‘Çekilebilirsin.’ Acı bir kelimeydi. Belli ki artık Roan’a çalışamayacaktı.
“Anlaşıldı, hanımım…” Lilith dişlerini sıkarak eğildi ve arkasını dönerek salondan çıktı.
Lilith çıktıktan sonra herkes korkusunu atmış Roan’a baktı. Ona bir aile üyesinden çok, harcanacak bir mal gibi bakıyorlardı.
Leydi Alice ondan nefret ediyor, her an onu öldürmek istiyordu. Ona yaranmak için onu öldürürlerse büyük bir iş başarır, Flame Ailesinin en büyük dehasının iyi niyetini kazanmış olurlardı.
Allen durumu fark edince elini kaldırdı ve çocukların birkaç metre ötesinde 9 tane taş belirdi.
Taşlardan beş tanesi kırmızı renkteydi. Koyu kırmızı, kardinal rengi, gül kurusu, alizarin rengiydi. Yani, hepsi kırmızının tonlarındaydı. Bu da Ateşin kutsal rengi olarak görülen kırmızı rengine olan saygıdan dolayıydı.
“Peki! Şimdi! Başlayın!”
Yerdeki sekiz çocuk ayağa kalktılar ve taşlara doğru yürümeye başladılar. Hepsi oldukça heyecanlı olduklarını belirtircesine gülümsüyor, kollarını dünyayı kucaklamak istercesine açıyorlardı.
Kardinal rengindeki taşa giden kişi Broe bir anda onları takip etmeye başlayan Roan tarafından itildi ve yere düşürüldü. Roan sadece bununla kalmadı. Onun üzerinden geçerken sırtına bastı ve ağlamasına neden oldu. Bu çocuk, Alice’in en büyük erkek kardeşi Jett’in en küçük çocuğuydu.
Broe ağlamaya devam ederken Roan onun ağlamasını umursamadan kollarını açarak taşa doğru gitti. Yürürken, küçük ağzıyla bir şeyler geveliyordu.
“Anne, övecek! Kazanırsam!” Roan’ın gözleri parladı ve kardinal kırmızısı taşı kaptı. Taş onun yumruğu büyüklüğündeydi. Onu eline alınca herhangi bir parlaklık yaymadığına göre bir şeyler tersti. Ancak Roan bunu umursamadı ve kendi bildiğini yapmaya devam etti.
Ne kadar fazla taş alışa annesi onu o kadar severdi!
Leydi Sapphire’in güzel yüzünde tatlı bir gülümseme ortaya çıktı ve yanında oturan yakın arkadaşı Alice’i dürttü. Tam bir şey söyleyecekken Roan’ın başka bir taşa yöneldiğini görmesiyle sözcükleri boğazına takıldı.
Roan taşı bir elinde tutarken hızlıca kendisine en yakın diğer taşa doğru yola koyuldu.
Bu esnada ailenin büyüklerinden birisi olan Diego’nun en küçük torunu Harry kırmızı renkli taşlardan birisini tutuyordu. Taşla olan temasında eli hafifçe parlamaya başlamıştı. Ayrıca kırmızı taştan hafif bir ısı ve ışık yayılıyor. Harry’in tombul yüzünü aydınlatıyordu.
Tam mutlulukla haykıracaktı ki Roan geldi ve elindeki taşı ondan aldı. Afallayan Harry Roan’dan taşı almayı denedi, ancak Roan’ın taşı onun suratına vurmasıyla düştü.
“Wuu, wuu! Benim, o benim!” Harry ağlamaya başlarken Roan çoktan başka bir taşa doğru yola koyulmuştu bile!
Büyük Flame ailesinin ana salonu, heyecanlı sesler yerine iki bebeğin ağlama sesiyle dolmuştu.
“Bu! Küçük velet! Ne kadar da edepsiz!” Annesinin hemen yanında oturan Jett kardeşine baktı ve öfkeyle söyledi.
Çocuğun ağlamasını görünce içinde bir şeylerin kırıldığını hissetmişti. Üstelik önemli bir olayda, çocuğu saf dışı bırakılmıştı.
Nasıl öfkeli olmazdı?
Kendini alana müdahale etmemek için zor tutuyordu.
Ancak Roan onun öfkeli haykırışını duymamış gibiydi. Zaman dahi kaybetmeden, diğer çocuklara da saldırarak onların taşlarını almıştı.
Öfkeli velilerin ve ağlayan bebeklerin sesleri salonu dolduruyordu.
Roan’ın iki eli 9 taşı zar zor tutuyordu. Roan’ın kırmızı gözleri hafifçe kıvrıldı ve tombul vücuduyla Alice doğru yürümeye başladı.
Taşları alınmış sekiz çocuk öfkeyle Roan’a saldırmayı denemişti. Ancak aldıkları tek şey bir yumruk ya da itişti.
“Hepsi, benim! Hepsi!” Roan elini kırmızı taşa uzatan Isaac’ı omzuyla itti ve geriye düşüp, kafasını vurmasını sağladı.
Roan yaşıtlarından daha güçlüydü. Tombul vücudu, her ne kadar bir hazine kadar narin gözükse de oldukça güçlüydü.
Roan’ın bencilliği ve kararlılığı diğer çocukları oldukça korkutmuştu. Isaac ve Broe ne kadar denerse denesinler, alamayacaklarını anladıklarından dolayı şiddetle ağlıyorlardı.
“Ne kadar ayıp! Böyle bir bencillik..” diye kükredi öfkeli bir veli ve işaret parmağıyla Roan’ı işaret etti.
“Dokuz Sınıf Taşı’ndan hiç birisi ona uygun olmamasına rağmen hepsini alıkoymaya cüret ediyor! Patrik! Bir şeyler yapmalısınız!”
“Kardeş olmalı ve birbirimizi kollamalıyız! Ancak, şuna bakın ki bencilliği yüzünden kardeşlerinin önünü kesiyor! Bu affedilemez bir şeydir!”
Salondaki şikayetleri dinleyen Allen’in kaşları titredi ve boğazını temizledi. Tam ayağa kalkacakken ondan çok uzakta olmayan Alice’in öfkeli sesini duydu. Gözlerini hemen oraya çevirdi.
Roan elindeki dokuz taşı Alice’in önüne koymuştu. Gözlerinde gizlenemeyen heyecanla Alice’e baktı ve ellerini kaldırdı.
“Anne! Roan başardı. Kucak!” diye gevelerken kollarını kaldırdı. Onu kucağına almasını ve biraz sevmesini istiyordu.
Belki onun başını da okşayıp aferin derdi.
Roan'ın gözleri heyecanla parladı.
Ancak Alice’in duygusuz sesi tüm parlaklığı söndürdü.
“Başarısız… hayal kırıklığına uğradım. Bir büyücü olarak dahi uyanamayacak kadar zayıfsın… gerçekten. Bir hata olarak bu dünyaya geldin!” Alice soğuk gözlerle Roan’a baktı. Her ne kadar çok sevimli bir çocuk olsa da onun gözlerinde basit bir hata ve prangadan ibaretti.
Roan’ın omuzları düşerken gözleri doldu. Ancak annesinin gözleri önünde güçlü durmaya çalıştığından ağlamadı. “Ama… başardım. En çok taş bende var! Onlardan daha güçlüyüm!”
“Bu taşlardan hiç birisi seninle uyumlu değil! Bu demek oluyor ki hiçbir sınıfla uyumlu değilsin. Yeteneksiz birisin! Roan.” Alice vurguladı ve soğuk bir şekilde Roan’a bakmaya devam etti.
Roan daha fazla gözyaşlarının düşmesine engel olamadı. O sadece annesinin onu kucağına almasını istiyordu.
“Wuu…” Roan gözyaşlarını eliyle tutmaya çalıştı ancak engel olamadan, hepsinin düşmesine neden oldu.
“Sadece bununla kalmadın. Aynı zamanda kardeşlerinin yoluna taş koyarak, onların potansiyel güçlerinin uyanmasını tehdit ettin!” Alice ona baktı. Ardından derin bir nefes aldı ve ona bakan kişilere baktı.
“Roan’ın kusuruna bakmayın, her şey basit bir yanlış anlaşılmadan ibaret. Bir çöpün diğerlerine engel olmak gibi bir hakkı yoktur. Lütfen aldırmadan sınıf taşlarını alın.”
Roan bunu duyunca titredi ve taşları sıkıca tuttu. Vermek istemediğini belli edercesine ona yaklaşan çocuklara acımasızca baktı. Gözleri; yaklaşırlarsa karşılık vereceğini söylüyordu.
Diğer çocuklar Roan’ın bu bakışını görünce tereddüt ve korkuyla Alice baktılar. Gözlerindeki korku daha belirgin olamazdı.
Alice kaşlarını daha da çattı ve öfkesi daha da kabardı, “Roan, sana ne diyorum? Elindeki taşları çabucak bırak ve burayı terk et.”
Taşları tutan Roan korkudan iki büklüm oldu ve küçük bedeni bir nöbet geçirir gibi titredi. Yaşlı gözlerle önce Alice, ardından da çocuklara baktı.
“Çabuk,” Alice tekrarladı.
“Tamam...” Roan taşları yere bıraktı ve oradan uzaklaştı. Gözyaşlarına engel olmaya çalışarak güçlü durmaya çalışıyordu. Ancak buna rağmen daha da sesli ağlıyordu.
Roan oradan çekildikten sonra diğer çocuklar ağlayarak ilgilerini çeken taşlara yöneldiler.
“Wuu…”
***
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..