Bölüm 2: Roan Flame II
Zaman bir su gibi aktı ve tam tamına dokuz yıl geçti.
Sabahın erken saatleriydi. Güneş daha yeni doğmuşken, Flame Ailesinin genç üyeleri kapalı bir spor salonunda toplanmıştı. Kimisinin elinde bir değnek varken, kimisi bir yüzüğü parmağına takıyordu. Arasından birkaçı ellerinde beliren ateş toplarını hedef tahtalarına göndermeye çalışıyorlardı.
Diğer hedef tahtalarına göre daha küçük hedefleri hedefleyen Broe, elindeki kardinal renkli ateş topunu bozarken dişlerini sıktı.
“Lanet! Neden sadece bir ateş topu atmama rağmen nefesim daralıyor?!”
Broe nesli arasındaki en yetenekli kişilerden birisiydi. Bir büyücü olarak uyandıktan sonra bir mutasyon ateş elde etmişti. Bu yüzden rakibi olarak görülen kişilerden bir adım öndeydi. Ancak içinde yanıp tutuşan hırs yüzünden sürekli gelişmek ve güçlenmek istiyordu.
“Ah… Endişelenmene gerek yok, Broe…” birkaç metre yanında farklı bir hedefe ateş topu atan Harry konuştu. O sıradan bir mutasyon uyandırmıştı. O da yetenekli biriydi.
Ancak Broe onun sözlerini aldırmadan dilini tıklattı ve küçümseyerek tekrardan elini uzattı. Avuç içinde bir güvercin yumurtası büyüklüğünde bir ateş oluştu ve bir beyzbol topu büyüklüğüne erişene kadar büyüdü.
“Ateş Topu!” diye kükredi Broe.
Fiyuv!
Ateş topu hedef tahtasına çarptığında Broe’nin zihnini bildirimler doldurdu.
“Ölçüm tamamlandı! Kullanıcının kapasitesi 0.01 arttı!”
Broe dilini tıklattı. “Sadece 0.01 oynama var. Böyle giderse bir çırak olmam dört yılımı alacak! Daha da hızlanmalıyım!”
Onun bu halini gören Harry iç çekti ve kafasını salladı. “Böyle tavırları devam ettirdiğin sürece, kesinlikle arkadaşların tarafından yem edilirsin.”
Bunu duyan Broe’nin gözleri titredi ve öfkeyle kafasını kaldırdı.
Mutasyon alevini uyandırdıktan sonra aile başı ve çevredeki yetişkinler tarafından övgüye boğulmuştu. Bu yüzden oldukça kibirliydi. Bu kadar çabalamasının bir nedeni de buydu.
“Beh.” Harry sadece omuz silkti ve umursamadı. “Şu anki halin ile gurur duymalısın. Onun gibi de olabilirdin…”
Flame ailesinin konutlarından birisinde sadece bir avizenin aydınlattığı, güneş ışıklarının giremediği bir oda vardı.
Beyaz avizenin ışıkları odayı aydınlatırken, kırmızı saçlı, soluk tenli bir genç elindeki kitabı okuyordu. Odada pencere yoktu. Ancak çocuktan pekte uzakta olmayan hava temizleyici sayesinde, taze hava eksikliği kapanıyordu.
Roan elindeki kitaptan kafasını kaldırdı ve hemen yanında duran not defterine not aldı. Not defteri oldukça kalındı. Ve şuan ki açık beyaz sayfa da farklı renklerde çizilmiş daireler ve kelimeler vardı. Roan’ın bu işi ciddiye aldığı belliydi.
“Bir sahtekar gibi düşünmek… Sahtekarlar kazanan taraftır. Herkesin dolandırılma ihtimali aynıdır. Bu konuda ne kral, ne de bir komutan istisnadır. Çok zeki bir iş adamı bile bir sahtekar tarafından kandırılabilir.” Roan elindeki kitabı okumaya devam ederken mırıldanıyordu. Vücudu yetersiz beslenmenin izlerini taşıyordu. Ten rengi sağlıksız denebilecek kadar soluktu. Kırmızı gözleri yaşından beklenmeyecek bir yorgunluk barındırıyordu.
Roan üç yaşından sonra birçok kişinin nefretinin ve saldırısının hedefi olmuştu. Alice ondan o kadar nefret ediyordu ki, Roan ailesini öldürmüş bir düşmana bile bu kadar nefret duyamayacağını düşünüyordu. Nefretin sebebi ise… Roan bunu tahmin edebiliyordu.
“Ah… yakında 12. Doğum günüm gelecek. Bu azap tarlasından kurtulmak için bir şansım olacak.”
Roan iç çekti ve düşüncelerinden arındı. Fiziği kendisinden beş yaş küçük kişilerle kıyaslanabilecek kadar zayıftı. Boyu uzundu. Ancak bir deri bir kemik deyiminin soyut hali gibi gözüken vücudu onun zayıflığını gösteriyordu. Ufak bir rüzgarda bile kırılacakmış gibi zayıf ve kırılgan gözüküyordu.
Ve bu zayıflık her geçen gün artıyordu.
Bir lanetti.
Belki de sıradan bir hastalıktı.
Ancak bunlar önemli değildi. Roan gün geçtikçe zayıflayan fiziğini güçlendirmek için bir şey bulacaktı. Bu kadar emin konuşmasının sebebiyse, kendine duyduğu; sarsılamaz güvendi.
Yıldız Enerji’lerini sezemiyor, sınıfını uyandıramıyordu. Bu yüzden Sosyete tarafından dışlanacak, hor görülecekti. Tabii bunlar dışarıda olduğu sürece geçerliydi.
Alice onun dışarıyla olan tüm bağlarını kesmiş ve onu dört duvarın arasında uzun süreli bir yalnızlığa bırakmıştı. Neyse ki Roan kitaplar sayesinde zihinsel sağlığını koruyabilmişti.
Kitaplar şuan ki dünya da pek umursanmıyordu. Teknoloji oldukça gelişmişti. Özellikle Biyoloji ve Askerî alanında geçerliydi. Yıldızlar ve gezegenler arası seyahatlar normalleşmiş, farklı özelliklere sahip saf kan olmayan insanlar türemişti. Ayrıca askerî tıbba verilen önemle birlikte çeşitli hastalıklar bir anda yok olmuştu. Yapay zeka, artırılmış gerçeklik, karma gerçeklik, sanal gerçeklik hepsi hat safalara ulaşmış, neredeyse gerçekliğin yerini alacak hale gelmişlerdi. Bunlar özellikle eğitimde kullanılan teknolojilerdi.
Ve gün ışığını bile uzun süredir görmeyen Roan için bunlar bilim kurgudan ibaretti.
“Ah… Kitaplar tek dostum.” Roan kafasını dahi kaldırmadan okumaya devam ederken, zamanın akışını umursamadı.
Roan’ın günleri oldukça monotondu. Sadece öğlen verilen sıradan yemeğini yiyor, ardından kafasını kitaplara gömüyordu. Arada spor yapmaya çalışsa da birinci şınavdan sonra birkaç saat ayağa kalkamıyordu.
Bu yüzden güvenebileceği tek şey aklı ve bilgisiydi.
Ve bilgi alabileceği tek şey kitaplardı –ki Alice yüzünden kitap bile bulamayacak duruma gelmişti. Ancak insanların toplumdaki seviyesi güce göre kararlaştırıldığından dolayı kitaplar çok önemsizdi. Kimse beden dili, psikoloji gibi durumlara ilgi göstermiyordu. Büyücülük, yakın dövüş antrenmanları yüzünden kimsenin bunu yapacak zamanı yoktu.
Roan’da bundan faydalanıyor, elindeki tek gücü olan keskin zekasını kullanıyordu.
Zaman yavaş yavaş geçti ve odanın dışındaki hava karardı. Roan kanlanmış gözlerini ovuşturdu ve elindeki kitabı kapattı ve not defterini bir yere gizledi. Ardından yerdeki futonun içine girdi ve bir dakika içinde uyuya kaldı.
Uyuduktan sonra odanın kapısı açıldı ve maskeli bir adam içeri girip yerdeki kitabı aldı. Ardından odayı üstünkörü inceledikten sonra Roan’a bir kez bile bakmadan odadan ayrıldı.
Her hareketi bir robot kadar monoton ve sıradandı.
Zaman Roan’da pek bir iz bırakmadan aktı ve bir ay göz açıp kapayıncaya kadar geçti.
Flame Ailesi dokuz yıl önceki halinden daha güçsüz bir halde olmasına rağmen eski ihtişamından bir şey kaybetmemişti.
Ailenin ana salonunda, baş koltukta oturan yaşlı adam alnını ovuşturdu. Allen’in alnındaki kırışıklıklar derinleşmişti ve gözlerinde belirgin bir yorgunluk vardı.
Her şey çok kötüye gidiyordu.
Sıradan aile üyeleri farkında olmayabilirdi. Ancak ailenin büyükleri arasında çeşitli sıkıntılar baş göstermişti.
Allen enselerinde olan krizin kokularını alıyordu.
Bugün kritik bir gündü.
Büyük kurtlar bugün Flame ailesinden en büyük parçayı ısırmak için gelecekti. Planlar ters tepmiş. Isıran taraf değil, ısırılan taraf olmuşlardı.
Alice… seni lanet velet. O kadar kişi arasından o mu olmak zorundaydı? Allen içinden lanet etti. Ailesinin biricik altını Alice, gitmiş ve onca erkek arasından bir şeytana aşık olmuştu.
Şeytan sadece bir ünvandı.
Asuralar tarafından verilen bir unvan. Yükselen bir genç dâhiydi, bu şeytan. Cennet’teki tüm varlıklara karşı gösterdiği, acımasızlık ve namağlup figürü sayesinde almıştı bu ünvanı.
William Archer.
Namı-değer Kara Rahip.
Okçuluk yetenekleri ile kutsanmış bir ailede doğan William, Rahip sınıfını uyandırdıktan sonra aileden sürülmüştü. O kanda daha önceden rahip çıkmamıştı ve William’ın babası bir playboydu. Yani bir kaza kurşunuydu.
Ancak William beklenmedik bir şekilde Cennet’te yükselmiş, kendi birliğini oluşturarak kandan denizler oluşturmuştu. Sonrasında kendi ailesine dönerek, hak ettiği pozisyonu; Başkanlığı almıştı.
Sonrasında çeşitli atılımlar yaparak, Archer ailesi bir ivme kazanmıştı. Önü kesilemez bir yıldız gibiydi. Alice gibi yetenekli ve akıllı birisiydi. Hırslı, yakışıklı, yetenekli, zeki, nazik ve başarılı birisiydi.
Bu halkın ve kendi neslinin gördüğüydü. Yaşlı ve görmüş geçirmiş kişiler onun gerçek hırslarını görüyordu. İçinde bitmek bilmeyen güç arzusu, kalbini sarmıştı. Cennet gibi aydınlığın ve karanlığın karıştığı yerde büyüyen birisi kurnaz ve alçak olurdu. Nazik birisi olması beklenemezdi.
Yerçekimi kanunu gibi bir kanundu bu.
Yaşlı tilkiler görüyordu.
Buna Allen’de dahildi. Onu ilk gördüğünde gözlerindeki hırsı ve açlığı görmüştü. Sıradan bir aşk olabilirdi, ancak olmazsa büyük ihtimalle tahtı gidecekti.
Ailenin yaşlılar meclisi ikiye ayrılmıştı.
Bir taraf ona izin veriyor, ve Alice’i tamamiyle destekliyordu. Karşı muhalif taraf ise buna tamamen karşıydı. Bunların başını Allen çekiyordu. Ancak kızı da kendisi kadar güçlü olduğundan söz geçiremiyordu. Onu bastıramayacağından değildi bu, aksine ona çok değer vermesinden kaynaklıydı.
Ve bugün kritik bir zamandı.
İmparatorluk ailesinin genç prensesinin evlilik yaşı gelmişti. Kendisine bir damat seçmek üzereydi. Ve Allen bunu fırsat bilerek, İmparatorluk Ailesi ile kırılmaz bir bağ oluşturmaya çalışıyordu. Böylelikle William’ın pençelerini geçirmeyecek bir kalkana sahip olacaklardı.
Allen düşündü. Broe ve Harry en yetenekli olanlar. Görünüşleri çok iyi olmasa da yetenekleri ender ve zor bulunan tipten. Genç prenses için yeterli olacaklardır. Isaac’da onlarla kapışsa da onlar kadar yetenekli değil. Sıradan bir ateş uyandırmış, sıradan bir ateş büyücüsü… en fazla üst seviyeye gelir.
Roan mı? Allen öyle birisinin varlığını dahi unutmuştu. Ailedekilerden sadece birkaçı onu hatırlıyordu. Alice bile Roan diye bir varlığı unutmuştu. Bu da planının işe yaradığını, Roan’ı izole etmenin kendisine unutturduğunu gösteriyordu.
Anda ana salonun kapısı açıldı ve baş kahya saygıyla içeriye girdi. Gri saçları ve gri bıyıkları vardı. Etrafını bir ateş dalgası sarıyordu. Koruma alevleriydi bunlar. Sürekli açık olur, hiçbir zaman dinmezdi.
Kahya saygıyla eğildi.
“Efendim, geldiler.”
***
“Momo? Bir şeyler mi oluyor?” Roan sadece kapıdan bakmasına rağmen hizmetçilerin telaşını görebiliyordu. Bu sebeple ona yiyecek ve kitap getiren baş hizmetçiye sordu. Baş hizmetçi onunla konuşan tek ‘canlıydı’. O olmasa büyük ihtimalle kafayı yerdi.
Momo cansız bir kuklaydı. Basit bir yapay zekadan ibaretti. Sadece basit diyaloglar geçebilir, verilen emirleri yerine getirirdi. Duygusuz bir metal parçasından ibaretti.
Ancak Roan yalnızlıkla baş etmek için onu bir insandan farklı görmemeye başlamıştı.
Momo’nun vücudu bir insandan farklı gözükmese de, gözleri canlılara özel olan o parlaklıktan yoksundu. Roan’ın sorusuna donukça cevap verdi.
“Blaze İmparatorluğu’nun genç prensesi damat adayı bulmak için teşrif ettiler. İmparatorluk koruması Walker’da ona eşlik ediyor. Ayrıca saray öğretmeni Cassius’da yanlarında. Kendisi bir insan sarrafı olarak bilinir.”
“Oh…” Roan kapıya hafifçe yaslandı ve telaşla hareket eden bir kadın hizmetçiye baktı. İçinde garip bir his vardı, çıkarsa kurtulacağına dair bir his yeşermişti.
Hızlıca Momo’ya döndü. “Momo… ben çıkacağım.”
Momo metalik ve soğuk sesiyle konuştu; “Reddedildi.”
Roan sakince onun vücudunu baştan aşağı süzdü ve gülümsedi.
“Bu bir istek değildi.”
***
03/08/2021 - 15:28
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..