Bölüm 8: Cennet Yolu (III)

avatar
599 4

Cennet Hükümdarı'nın Günceleri - Bölüm 8: Cennet Yolu (III)


Bölüm 8: Cennet Yolu III

 

“Buraya gelirken sana nasıl çıkacağını söylemediler mi?” Rowan şaşkınlıkla Roan’a baktı. Ateş parçası gibiydi, oldukça tatlıydı. En azından bir asilin çocuğu olmalıydı.

 

Roan şaşırdı ve aklına bir şey takıldı. “Siz oyuncu olmayan karakter değil misiniz? Okuduğuma göre burada gerçek bir bilince sahip olanlar sadece oyuncular. Ancak söyledikleriniz gösteriyor ki, gerçek dünyadan haberdarsınız. Kafam karıştı.”

 

Rowan o anda ne yaptığını fark etti ve bir kuralı çiğnediğinden korktu. Birkaç saniye bomboş bekledikten sonra rahat bir nefes aldı ve rahatladı.

 

“Her NPC bunları bilir. Bizim bir gayemiz var. Seçilmişlere rehberlik etmek. Bu yüzden sizin hakkınızda bir çok şey biliyoruz.” Rowan’ın omuzları hafifçe rahatladı ve soğuk nefes verdi. Ucuz kurtulmuştu.

 

Roan’ın yüzü değişti. “O zaman bana nasıl çıkacağımı söyleyebilir misiniz? Dünya’da yapmam gereken önemli işler var. Okumam gereken bir kütüphane dolusu kitap var.” Yüzü değişse de kırmızı gözleri eşsiz bir keskinlikle Rowan’ın yüzünü inceliyordu.

 

Yalan söylüyor.

 

“O konuda sıkıntı etmene gerek yok. Profil’i açarak ya da çıkış yapmak istediğini belirterek çıkış yapabilirsin.” Yaşlı okçu vücudunu esnetti. “Hızlıca denesen iyi olur. Bundan sonraki günler yoğun bir eğitimle geçecek.”

 

Yaşlı okçunun söylediklerini duyan Roan tereddüt dahi etmeden içinden çıkış yapmak istediğini düşündü.

 

Çıkış Yap! Çık! Çıkmak istiyorum! Çıkarın beni!

 

“Profili aç!” Roan elini uzattı ve onunla ilgilenen sisteme emretti. Önünde alışık olduğu mavi renkli saydam ekran belirdi. Hızlıca profili inceledi. Gördükleri karşısında yüzü ekşidi.

 

“Bir sorun mu var?” Rowan ona baktı ve merak etti.

 

“Çıkış yap düğmesi yok! Düşünmem de hiçbir işe yaramadı.” Roan profil ekranını kapattı ve yaşlı adama bir köpek yavrusu gibi baktı.

 

Rowan konuştu. “İyice baktığına emin misin? Araya kaynamış olmasın? Görememiş de olabilirsin. Tekrar bakmanı tavsiye ederim. Nefret edilen birisi değilsen kimse seni burada sıkıştırmak istemez. Emin ol.”

 

Roan alayla güldü. Bir şeyi es geçmediğine emindi. En çok gurur duyduğu iki şeyden birisi dikkatiydi. Kimsenin fark edemeyeceği şeyleri fark etmek için yıllarca dikkat çalışması yapmıştı. Böyle bir şey imkansızdı. Ancak bir umutla gene baktı.

 

“Yok.”

 

“Emin misin?”

 

“Evet.”

 

“Garip…”

 

Roan düşündü. Öğretmenim böyle bir şey yapmak istemez… diye düşünse de pek emin olduğu söylenemezdi. Bu bir eğitim olabilirdi.

 

Ateş Tanrısı’nı öldürünce çıkabilirim herhalde? En kötü ban yerim.

 

“Her neyse… elden bir şey gelmez. Benim kalabileceğim bir yer var mı?” Roan iyileşmiş vücudunu esnetti ve yorgunluğunu atmak için dinlenecek bir yer aradı.

 

“Dojo da kalamazsın. Oyun kuralları nedeniyle sana sadece rehberlik edebilirim. Koruyamam ya da torpil geçemem. Her şeyi kendin yapmak zorundasın!” Rowan yanıtlayarak tek başına olduğunu dile getirdi.

 

“Benim için önemli değil.” Roan omuz silkti. “Buraya gelme amacım eğlenmek değildi. Aslında kendimi eğitmek için geldim. Yalnızlık eğiticidir. Bu yüzden bana görevler vermelisin.”

 

Doğru. Yalnızdı. Peki kimin umurundaydı? Roan’ın değildi. İnsanlara olan umudunu annesi tarafından karanlık, havasız odaya tıkıldığında kaybetmişti. Her ne kadar annesine dair içinde küçük bir umut olsa da korkuyordu.

 

“Hm hm. Öncelikle sana bunu vermeliyim.” Rowan elini şıklattı. “Artık gerçek öğrencim olduğuna göre sıradan eğitim almayacaksın. Potansiyeline inanıyorum.”

 

Kartal Gözlü Okçu’nun Öğrencisi!

 

Açıklama:

 

Rowan Ashley. Demir Kazık Şehri’nin önde gelen Okçu Eğitmenlerinden birisidir. Kullanıcının okçu olduğunu gördükten sonra eğitmeye karar verdi. Onu eğitmenin olarak kabul et ve okçuluğun temellerini öğren.

 

Ödül: Yay(Sıradan), Ok Sadağı(50/50), Deri Zırh(Sıradan)

 

Tamamlandı.

 

Roan’ın önüne tanıdık pencere tekrardan ortaya çıktı ve ödüller envanterine düştü. Roan garipsemeden envanterini açtı ve eşyaları aldı. Zırhı üzerine giydi ve yayı kavradı.

 

Zırh her yönüyle sıradandı. Kahverengi renkli bir hayvanın derisinden yapılmış, sağlam ipler ile birbirine dikilmiş bir t-shirt gibiydi. Roan sadaktan bir ok alıp hafifçe sapladığında azda olsa koruma sağladığına inandı. Tabi çok sert bir şekilde saplasaydı büyük ihtimalle zırh bir boka yaramazdı. Ölme ihtimalini azaltırdı ve ayrıca sıcak tutuyordu. Ayrıca hafif ve esnek olması sayesinde hareket kabiliyetine etkisi yoktu. Roan için mükemmel bir zırhtı.

 

Yay da her yönüyle sıradan bir avcı yayıydı. Kahverengi, esnek bir tahtadan yapılmış gövdesi ikiye bükülmüş ve gerilmişti, ince ve neredeyse görünmez olan kiriş ise gövdeyi geriyordu. Roan hafifçe orayı çektiğinde biraz zorlansa da zamanla alışacağını fark etti. Oklar ise sıradan demir uçlu, tahta saplı ve kartal tüylü bir oktu.

 

Roan görevi tamamladığı yaya baktı.

 

“Bunlar farklı mı? Elimdeki yay daha zor çekiliyor, anlaşılıyor ki aslında merhametliymişsiniz.”

 

“Hahaha! 10,000 ok atmak çok kolay bir şeydir evlat! Ancak okçular az ama öz atmalıdır. İsabet oranın mükemmel olmalı, tek atışta cehenneme göndermelisin! Biz okçular avcıyız. Avlarız. Tek atış, bir hayat karartır.” Rowan gururla güldü ve envanterinden siyah deri eldiven çıkartıp Roan’a uzattı. “Bu bir okçu eldivenidir. Ellerin daha alışık değil. Avlanırken takmalısın. Böylelikle yaralanmazsın, ancak eğitim yaparken kesinlikle takamazsın.”

 

“Anladım.” Roan mutlulukla eldivenleri aldı ve giydi. Eldiven elini tamamen kaplıyordu. Oldukça inceydi. Roan oraya bakmazsa, onun orada olduğunu dahi hissetmezdi. Bunu anlayınca yayın kirişini sertçe çekti. Yay sol elinde, orta parmağı ve işaret parmağının arasında duruyordu. Roan elini çevirdi ve yay tam eline oturacak şekilde pozisyon aldı. O kadar pürüzsüz bir hareketti ki, onu izleyen Rowan bile şaşırdı. Ancak bir saniye sonra olan şey onu daha da şaşırttı.

 

Roan sırtındaki sadaktan ustaca iki ok aldı ve nişan dahi almadan, ondan yirmi metre uzaktaki tahta doğru bıraktı. Okların sırtı kirişe değdiği anda bırakmıştı. Bunu yapmak için deneyim gerekiyordu. Uzun süre hareketli hedefler üzerinde çalışma, akışın  süresini azaltmak için çalışmalar yapılmalıydı - ki geçiş yaparken el duraklamasın.

 

İki ok yaydan çıktığı gibi kuklayla birleşti. Oklardan birisi kalbinin hemen üstüne inerken, diğeri boğazına saplanmıştı. Kesin ölüm.

 

Rowan bunu görünce bir an irkildi.

 

İlk geldiğindeki acemiliğine bakılırsa hiç eğitim almamış birisiydi. Ancak şimdi yaptığına bakılırsa en az iki yıldır yoğun eğitime tutulmuş olmalı. Bir teknik kullanmadan saf yetenek ile yaptı. Yani… Rowan, Roan’ın parlayan gözlerine baktı ve düşündü.

 

…bir dahi.

 

“Beğendin mi?”

 

Roan heyecanla kafasını salladı. “Evet. Eldivenler oldukça işe yarar. Kiriş derimi kesmedi. Bu yüzden acı çekmekten korkmadan tereddütsüz bir akış sergileyebildim. Ancak kaslarımı bu yönde geliştirmem gerekli gibi… sağ omzum ve sol avuç içim acıdı. Eğitim almalıyım. Duruş, nefes, bakış, cesaret, anatomi, hız, akış… hepsi. Hepsinin eğitimini almalıyım.”

 

Rowan onun heyecanını görünce mutlu hissetti. Heves eğitimdeki en önemli şeylerden biriydi. Roan’ın yeteneği ve hevesi birleşince bir canavarı ortaya çıkaracaktı. Rowan buna emindi. Bu yüzden Roan’a karşı kurduğu planları bir kenara bıraktı.

 

Böyle yetenekli birisini ele geçirmek için çok güçsüzüm. En iyisi mirasımı aktarmak. Böylelikle bu hapishaneden kurtulmuş olacağım ve dostumun yanına, cehenneme gideceğim.

 

Rowan gülümsedi. “Her şeyin bir sırası vardır. Zamanı gelmeden bir şeylere kalkışmak sana sadece zarar verir. Önce temellerden başlayacağız. Ancak bundan da önce şehre aşina olmalısın. Gidip insanlarla tanış, kafa dağıt. Ardından yarın güneş doğmadan buraya geri gel.”

 

Roan kafasını sallayarak ona katıldı.  Bir süre daha ayakta lafladılar ve Roan oradan ayrıldı. Rowan’ın siyah gözleri Roan’ın arkasından bakarken korkutucu bir ışıkla parladı. Onun küçük figürüne bir süre daha baktıktan sonra arkasını döndü ve bir hayalet misali kayboldu. Bu bir benzetme değildi, ciddi mana da vücudu silikleşmiş ve ortadan kaybolmuştu!

 

***

 

Roan bunlardan habersiz bir şekilde şehrin kaldırımlarında yürüyordu. Cennet Yolu’na girdikten sonra görünüşünüzü değiştiremiyordunuz. Bu yüzden Roan dışarıda nasıl gözüküyorsa, oyunda da öyle gözüküyordu. Bu yüzden on iki yaşında olmasına rağmen dokuz yaşındaki bir çocuk gibi görünüyordu. Bundan olacak ki yolda yürürken dikkat çekiyordu.

 

Roan meraklı bir şekilde bir oraya bir buraya bakması, ilk defa şeker alan bir çocuk gibi görünmesine neden oluyordu. Bu yüzden çevredeki insanlar onun çocuk olduğuna emin olmuştu.  Dünya’yı görmemiş bir çocuk haricinde kim bu kadar meraklı bir şekilde bakardı ki bu antik görüntüye? Şehrin yapısı insanların ‘Orta-Çağ’ dediği bir döneme aitti. Bir çok bina ağaçtan yapılmıştı. Bu da onların ne kadar değerli olduklarını gösteriyor, eşsiz bir zenginlik katıyordu.

 

Roan’ın bildiğine göre büyük evrende odun elementi, elmastan daha nadirdi. Bu sebeple oldukça pahalıydı. Nadir ağaçlar bir hazine olarak görülüyor ve fahiş fiyatlara satılıyordu. Bu yüzden buradaki binaların çoğunluğunun ağaçtan yapılması bir zenginlik göstergesiydi.

 

Etrafa bir süre bakınan Roan, en yakındaki restoranta baktı. Restorant Akça Ağacı denilen bir ağaç türünün odunlarından yapılmıştı. Yola dönük beş tane büyük penceresi bulunuyordu, hepsi sonuna kadar açılmış ve içeriden dışarı çıkan güzel kokuların kapısı olmuştu. Bu rayihalı koku Roan’ın dikkatini çeken asıl şeydi. Hayatında bu kadar güzel kokan bir şey görmemiş birisiydi Roan. Bu sebepten dikkatini çekmişti. Hızlıca oraya gitti.

 

“Merhaba, ben buralarda yeniyim…” Roan kapıda duran şık kıyafetli adamın yanına gitti ve kitaplardan öğrendiği nezaket kurallarına uygun bir şekilde selam verdi. Hareketlerinde bir kusur yoktu. Ancak bu sadece Roan’ın gördüğüydü. Şık kıyafetli adam Roan’a bir kez baktı ve umursamadı.

 

“Merhaba, ben buralarda yeniyim…” Roan tekrarladı. Bilmediği bir şey vardı. Bir asilin çocuğundan çok hayatını sokakta geçirmiş bir dilenci gibi gözüküyordu.

 

Adam Roan’a bir kez daha bakmadı ve orada öylece dikelmeye devam etti. O sırada +9 itemlere sahip bir çiftin oraya yaklaştığını görünce gülümsedi ve kendinden emin bir şekilde onlara doğru yürüdü. Roan orada bir mal gibi kalmıştı.

 

“Merhaba efendim! Buz Kraliçesi’ne davetlisiniz. Eğer şimdi buyurursanız, %50’ye varan indirim ve çekilişe katılma hakkına sahip olacaksınız!” adam profesyonel bir satıcı gibi oraya gitti ve kendini tanıttı. Yüzünde yalaka bir gülümseme vardı. Asillere yaraşır bir tavır sergilemiş ve karşısındakilere hürmetini göstererek kendisiniden üstün olduklarını hissettirmişti.

 

Karşısındaki çiftin aralarında belli ki romantik bir ilişki vardı. Beyaz, sağlam bir kumaştan yapılmış büyülü bir cüppe giyen kadın büyücü; koluna girmiş olduğu heybetli savaşçıya cilveli bir şekilde yaslandı.

 

“Sevgilim. Buz Kraliçesi oldukça ünlü bir mekan. Bizim gibi asillere uygun şekilde dizayn edildiğini duydum. Ayrıca Ateş Tanrısı’nın nişanlısı tarafından kurulmuş bir yer. Anlayacağın üzere içeride aptal köylüler yok. Rahat bir şekilde yemek yiyebiliriz.” Kadın gülümsedi ve erkeğin yanağına bir buse kondurdu.

 

Onları dikkatli bir şekilde izleyen Roan’ın yanakları kızardı.

 

Onu öptü! Hamile kaldı! Burada böyle bir yerde bunu yapmak! Çok cüretkarlar!

 

Kadın yirmili yaşlarında gözüküyordu. Vücudu oldukça gelişmiş, olgunluğunu almıştı. Uzun siyah saçları bir omuzlarına dökülüyor, cüppesinin vurguladığı beyaz teni ile tanrıların kutsadığı bir kızdı. Yanındaki, koluna girdiği erkekse sert, soğuk bir ifadeye sahipti. Ahım şahım yakışıklı değildi, ancak yaydığı asalet dolu aurası onu tehlikeli birisi yapıyordu. Roan ondan birkaç metre uzakta, göze çarpmayacak bir yerde dursa dahi ona bir şey yapamayacağını anlıyordu. Şuan zekası hiçbir işe yaramazdı, adam saldırsa kendisini koruyamayacaktı. Bunu anlayan Roan biraz daha olgunlaştı.

 

Adam kolunu sevgilisinin ince beline doladı ve kendisine yaklaştırdı. Bir buzu andıran yüzü eridi ve aşık birisininkine döndü.

 

“Duyduğuma göre hayatım, burası oldukça tuzlu bir yer. Bunlar satış hilelerinden sadece birisi. Üst Kademe bir Armağan satın almak için yeterli altın biriktirmem gerekiyor, şuan da cimri olmamın gerektiği bir zamandayım.” 

 

Kadın yüzünü buruşturdu ve adamdan biraz uzaklaştı. “Sadece bir yemek olmasına rağmen bu kadar cimrilik mi yapılır? Buz Kraliçesi’nden bahsediyoruz! Onunla tanışmamız bile bizim için eşi benzeri olmayan bir lütuf. Ayrıca Blaze Ailesinin kızı burada çok bulunmuş. Sürekli hava atıyor!”  Tavrını belli etmişti. Adam bir çaresinin olmadığını anlamasıyla iç çekerek kabul etti. O sırada Roan’ın onlara çok ama çok dikkatli bir şekilde baktığını fark etti. Öyle dikkatli bakıyordu ki, sevdiği kıza bakan ergenler yanında devede kulak kalıyordu.

 

Roan’ın o sırada dudakları kıvrıldı ve analizini bitirdi. Gözlerini kırptığında tekrardan ortaya çıkan yakutu andıran kırmızı gözlerin içi eşsiz bir kibirle dolmuştu. Tüm Dünya’yı aşağılayan bir kral gibiydi, ona göre herkes bir karıncadan ibaretti! Adam Roan’a baktığında bunu görmüştü.

 

Roan’ın fiziği öyle zayıftı ki yıllardır aç kalmış bir dilenci gibiydi. Dokuz yaşlarında gözüküyordu, boyu kısa ve bir deri kemikti. Ancak yüzü hafif tombuldu. Bu da onu herkesin sevmek isteyeceği bir çocuk haline getiriyordu.  Böyle güzel genler avam kesimden çıkamazdı.

 

“Ne bakıyorsun lan velet?” Şık kıyafetli adam Roan’ın onlara baktığını fark etmesiyle onu göndermek istercesine elini salladı. Ancak Roan bir adım bile kıpırdamamıştı. Kibirli kırmızı gözleri bir bok parçasıymış gibi adama bakıyordu. Öyle bir kibirdi ki bu, gören herkes yıllarca el üstünde tutulmuş, bir dediği iki edilmemiş kibirli bir asil veledi sanardı.

 

“Velet mi?” Roan kibirle gülümsedi ve burnu havada bir şekilde adamın önüne yürüdü. “Bir de ‘Lan’ dedin… Anlaşılıyor ki Blaze Ailem son zamanlarda dikkate alınmıyor. Boktan bir restoran görevlisi bile beni küçümsemeye, aşağılamaya cüret ediyor.”

 

“Peh. Blaze Ailen mi? Anlaşılan güzel bir rüya görmüşsün.” Kadın dudaklarını büzdü. Bu bölgede bulunan tüm asillerin görünüşlerinden tut isimlerine kadar her şeyi biliyordu. Ayrıca dikkat ettiği kişilerin soy ağacını da ezberlemişti. Blaze Ailesine, Ateş Tanrısı yüzünden dikkat etmişti. Kendisi büyük potansiyel sahibi birisiydi ve son zamanlarda bir yıldız gibi yükselmişti.

 

Roan soğukkanlı bir katilden farksızdı. Gözlerindeki kibir hiç sönmedi aksine daha da arttı. “Cehaletin yüzünden beni suçlu bulmak niyetinde misin? Blaze Ailesi’ne mensup olmak için illa aynı kana sahip olmak gerekmiyor.”

 

“Hah! Bizi aptal mı sanıyorsun? Kibir gözünü kör mü etti? Blaze Ailesinin yeni bir damadı yok.” Kadın aşağılamayla güldü ve omuzların dökülen saçlarını arkaya attı. “Ayrıca, burada bir cahil varsa o da sensin. Aynaya bakmalısın. Bir dilenciden farklı değilsin! Haddini bilmelisin!”

 

“Amanın. Asil olmak ve rahata alışmak beyninin algılama mekanizmasını mı bozdu? Şuan da bir İmparatorluk Prensi’ni mi tehdit ediyorsun? Zamanında birisi sevgili nişanlım Lilibeth’e de aynısı yapmıştı. Kendi kuzenimdi. Üzerinde alev bilyeleri yağmıştı. Ancak ben onun kadar zeki değilim.” Roan sadece gülümsedi ve onu umursamadı. Alice’den aldığı görünüşü, kibrin kırmızı ateşlerinin içinde parlıyordu. O kırılgan ve naif çocuk bir anda yerini yıllardır altın tahta oturmuş bir dâhiye bırakmıştı. Kendisi bile yaydığı o auranın farkında değildi.

 

Kadının gözlerinde bunu duyunca bir tereddüt ifadesi ortaya çıktı. Roan’ın gözleri bu detayı fark ettiğinde ışıl ışıl parladı.

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46884 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr