***
Yedi Yıldız’ın Ruhani Armağanları kendi etrafında dönerek garip bir güç oluşturdular ve sırayla Kara Tayf’a doğru ilerlediler. Yarım saniyede bir fırtınadan aşağı kalmayan bir kuvvetle Kara Tayf’ı sarmaladılar. Onun etrafında döndüler ve sırayla ona doğru atılarak kafasını gövdesinden ayırmaya çalıştılar.
Kara Tayf hava duruyorken sakinliğinden bir şey kaybetmediğini belli ediyordu. Üzerine gelen ruhani armağanlardan sadece vücudunu çevirerek kaçtı. Sadece bu bile Yedi Yıldız’ın armağanlarının ona işlediğini gösteriyordu.
“Onu yenebilirim!”
Yedi Yıldız armağanları kontrol ederken kılıcıyla birlikte Kara Tayf’a atıldı ve armağanları ile birlikte Kara Tayf’ı öldürmeye çalıştı.
Ancak Kara Tayf hiçte kolay lokma değildi. Yedi Yıldız’ın harekete geçtiği saniyede bir tane oku onun canını alması için göndermişti. Yedi Yıldz kılıcıyla bu oku karşılamaya çalıştı ama ok kılıcına dokunmadan içinden geçti ve sağ omzuna saplandı.
“Argh! Orospu!” Yedi Yıldız oku omzundan çıkarmak için okun gövdesini kavradı ve çekti. Ancak ok omzundan bir santim bile kımıldamadı. Uğursuz bir güç vücudunun kas katı kesilmesine neden oldu. Kalbinin kulağının dibinde attığını hissetti. O sırada nefes alamamaya başladı.
Kara Tayf, bir hayalet gibi sağında duruyordu. Bacaklarının altından siyah dumanlar yayılıyor, onun üzerinde beliren insan yüzleri beynini dondurdu.
Da-Bump! Da-Bump! Da-Bump!
Kara Tayf’ın dumanla kaplı yüzü Yedi Yıldız’a döndü. Sağ elinde tuttuğu kanlı beyaz bezi onun sol eline doğru uzattı ve sadece bir kelime söyledi;
“Zayıf.”
Yedi Yıldız istemeden de olsa bezi aldı ve en değerli hazinesiymiş gibi kaldırdı. Önceden bir güneş misali parlayan gözleri yorgunluğun etkisine girdi. Sol göğsünden kanlar fışkırdı. Elindeki bez kasıldı ve boğuk bir ses çıkardı.
Artık gücünü koruyamadı ve gökyüzünden düştü.
Gökyüzünden düşerken hayatında anlam veremediği şeyleri anlamlandırdı. Ancak her şey için çok geçti. Gözleri karardı ve bilinci yok olmaya başladı.
Kara Tayf ona bir bakış bile atmadan vali konağına gitti. Ateş Tanrısı o sırada konaktan kaçmaktaydı ama Kara Tayf önüne inince tepki dahi veremedi. Kara Tayf ona bir bakış atmadan sakince işkence odasına yürüdü.
Ancak Ateş Tanrısı, Kara Tayf’ı gördüğü anda dizlerinin bağı çözüldü ve korkudan mesanesini boşalttı. Sadece bir saniye ona bakmış olmasına rağmen korku zihnini bulandırdı.
Bu sırada Kara Tayf çoktan odanın dibine gelmişti. Tam kapıyı açmak üzereydi ki büyük bir ısı çevresini sardı ve oda havaya uçtu. Patlama yüzünden uçuşan molozlar Kara Tayf’ın vücudunun içinden geçip gitti.
Kara Tayf bu patlamayı en ufak bir şekilde umursamadan odaya daldı ve Alex’in yanında pusuya yatmış Roan’ı bacağından yakaladığı gibi gökyüzüne uçtu.
“Haaaaaa!” Roan bu ani durumdan dolayı kendini toplayamadı ve Kara Tayf’a saldırdı. Sağ elinde siyah hançeriyle şakağını hedef alan bir hançer saldırısı yaptı. Ancak saldırısı tekrardan Kara Tayf’ın içinden geçip gitti.
Kara Tayf, Roan’a sakin bir bakış attı ve yüzündeki duman dağıldı. Duman dağılınca Roan’ın gözleri büyüdü ve nutku tutuldu.
“Usta?”
Rowan alayla gülümsedi ve envanterinden bir kitap çıkartıp Roan’a verdi. “Kitap için teşekkürler aptal velet. Bu olmasaydı arkadaşımı selamlamak için gitmem gerekirdi.”
“Haha, ne demek? Asıl benim teşekkür etmem gerekir. Sen olmasaydın çok zor kaçardım.” Dedi Roan kitabı alırken.
“Açgözlü’nün Fedakarlığı… Kullanım koşulu NPC’lerde işe yaramıyor demek.” Roan karanlığa bürünmüş çevreye baktı ve iç çekti. Her yer yok olmuştu.
“Sen neden yüzünü soydun? Ben bile işkence aletiyken bunu yapmaktan korkardım.” Rowan son derece hızlı ilerlerken, Roan’ın bacağını bırakıp belinden tuttu.
“Maske taksaydım şüphe çekebilirdim ve işkence sırasında üzerimden alırlardı. Bu da yüzümü ortaya çıkarırdı. Önceden öldürdüğüm bir asilin yüzünü soymak ve kendi yüzüm olarak kullanmak çok daha mantıklı. Böyle bir şey bir çocuğun aklına gelmeyeceğinden şüphelenmeyeceklerdi. Okula gidene kadar onları oyalamam yeterli. Bundan sonra kendi yolumu bulmam gerekiyor.” Roan sakin bir şekilde konuştu. Yüzünü soyarken çektiği acıyı asla unutmayacaktı. Bunu kalbine gömdü ve kendisi için kullandı.
“Acımasız bir plan. Kendini geliştirmişsin,” dedi Rowan bir gülümsemeyle. Birkaç saniye sonra şehrin dışına çıktı ve bir yıldız gibi parlayarak saatte on binlerce kilometre hızla Yedi Yıldız Şehri’nden uzaklaşmaya başladı.
Rowan’ın bu kadar acele etmesi Roan’ı şüpheye düşürdü ve beynini çalıştırdı. Zeki biriydi, bu yüzden birçok şeyi anlayabiliyordu.
O sırada Rowan durakladı ve acıyla bir çığlık attı.
“AHHHHH! Roan! Hızla beni ve kendini öldür! Yoksa ikimizde ele geçirileceğiz!” Rowan’ın gözlerinden kanlar akmaya başladı ve Kara Tayf görüntüsü bir anda bozuldu. Roan daha ne olduğunu idrak edemeden irtifa kaybetmeye başladılar ama Roan kontrolü ele aldı ve Rowan’ı omzuna aldığı gibi sertçe yere indi.
Güm! Güm! Güm!
O sırada gökyüzü öfkeyle uğuldadı. On binlerce yıldırım Roan’ın etrafını yıldırım denize çevirdi. Sarı renkli yıldırımlar Roan’ı öldürmek için atıldı.
Güm! Güm! Güm!
[Kullanıcı tespit edildi! Sistem simülasyonu kilitliyor.] Cennet Yolu Sistemi’nin sesi Roan’ın kulağını parçaladı. Beyni çalışmayı bırakmak üzereydi. Yaşam fonksiyonları en dibe indi.
O anda hareket edemez hale geldi.
“Neler oluyor?”
“Sistem seni ele geçiriyor. Aynısı bende de oluyor ama ben öleceğim. Hızla beni öldür, yoksa sistemin kölesi olacağım.” diye acıyla kükredi Rowan. “Zamanımız yok Roan! Hızla beni öldür. Zihnimin bir parçasını senin zihninle bağladım! Hadi! Hızlı!”
Roan dişlerini sıktı ve Rowan’ın kafasını gövdesinden ayırdı. Ardından tereddüt dahi etmeden kendini havaya uçurdu.
BOOM! BOOM! BOOM! BOOM!
Yıldırımlar anında bedenleri yok etti ama sistem kullanıcıların zihnine ulaşamadı. Rowan’ın bilinci ve anıları o anda dağıldı ve sistem bile kurtaramadı.
“Yazık oldu.”
Gökyüzündeki yıldırım bulutları bir insan siluetine dönüştü. Roan ve Rowan’ın öldüğü yere bakarken iç çekti. Bunu yaptığında binlerce kilometre yıldırımların kükremesiyle yıkandı.
“Cennet Yolu’nda açık bulmak… Belki de bunu sadece senin gibi yüzyıllık NPC’ler yapabilir. Tsk. Keşke çocuk Usta sınıfına girebilseydi. Lakin Kartal Gözlü Piç onu uyardığından sistemin mesajı zamanında vermedi. Onu kontrol edebilecekken elimizden kaçırdık.” Dedi can sıkıcı bir ses tonuyla, “Patron bize çok kızacak; 1,000,000,000 Cennet Kristali’ne mâl oldu.”
***
Roan gözlerini açtığında şeffaf cama kafa attı. Kırmızı gözlerinden kanlı yaşlar dökülüyordu. Kalbini saran çok kötü bir his vardı. Rowan’ın ölümü onda çok büyük bir etki bırakmıştı. Kalbi parçalanacaktı adeta!
“USTA!!!!!”
Hayatında sadece bir kişiden sevgi görmüştü Roan. O kişi de Rowan’dı. Kendisini kurtarmaya geldiğinde hissettiği o sıcaklık, kışın onu saran bir battaniye gibiydi. Ne Alice, ne Cassius, ne de başka birisi böyle hissettirmişti.
İçinde biriken öfkenin ve nefretin haddi hesabı yoktu. Cennet Yolu onu hiç istemeyeceği kadar geliştirmişti. Bu bir ay bile etmeyen süre, ona yılların öğretebileceği şeyleri öğretmişti; Acıyı ve sevgiyi.
“Öldüreceğim. Ateş Tanrısı, Alex, Cassius, Alice! Hepinizi öldüreceğim!” Vücudu acıyla kasıldı. Sağ elinin yüzüne dayadı ve öfkeyle yüzünü yırttı. “Hepinizi…! Cennet Yolu’nu yıkacağım ve kainattaki herkesin korkudan altına edebileceği birisi olacağım!”
Öfkeden deliye dönmüştü. Yüzünü yırttığında kanlar elini ıslattı. Ancak bu bile Cennet Yolu’ndaki kadar gerçekçi hissettirmedi. Hisleri oradaki kadar güçlü ve net değildi. Yüzünü yırtmaya yetecek gücü bile yoktu.
Roan derin nefesler alarak kendini sakinleştirmeye çalıştı. Her zaman zekanın duyguyu bastırması gerektiğini düşünen biriydi ama duyguların kölesi olmuştu.
Elini cama dayadı ve iterek kapsülden dışarı çıktı. Çıplak ayakları ile soğuk zemini hissetti. Yeni bir ortama girdiğinden alışkanlık olaraktan hislerini yaymaya çalıştı. Ancak hiçbir şey olmadı. O hissettiği en gücün milyonda biri bile vücudunda değildi. Aklına gerçek dünyada olduğunu ve bir sakat olduğu geldi.
Dudaklarını ısırdı ve aynanın karşısına yürüdü.
Aynada kendi görüntüsünü görünce dondu ve dişlerini nefretle sıktı. Aynadaki yansıması görmek istemeyeceği bir görüntüydü.
“Demek saçlarımın beyazlamasına neden olacak kadar acı çektim.”
Saçları ayaklarının altına kadar geliyordu. Parlak kırmızı olması gereken saçları, beyaz renge dönümtü. Roan saçını hafifçe çektikten sonra eline onlarca saç teli geldi.
Roan saç tellerini bir kenara attıktan sonra hiçbir şeye dikkat etmeden odadan çıktı ve zihninde çizdiği haritayı takip etti. Bildiğine göre burası Cassius’un konutunun hemen yanında bulunan araştırma tesisiydi. Roan ve Cassius sadece belirli yerlerde gezmişti ama bu kadarı bile Roan’ın üstünkörü bir harita çıkarması için yeterliydi.
Roan on dakika boyunca aralıksız yürüdü ve sonunda tesisten dışarı adımını attı. Alışık olmadığı yakıcı güneş tenine vurdu ve ona azıcık da olsa acı verdi. Etrafı yayılmış yeşil çimenler ve muhteşem görünen bitkilerden oluşan bahçeler vardı. Ancak Roan hiçbir şeye bakamdan, gördüğü en yakın binaya doğru yola koyuldu.
Hiçbir şeye dikkat edecek zamanı, hevesi yoktu. Zihni şuan Cennet Yolu’nda yaşadıkları ile doluydu ve her şeyi analiz etmeye çalışıyordu.
“Usta’nın dediğine göre Usta seviyesine erişen kişiler sistemin kölesi oluyor. Bu da demek oluyor ki Cennet Yolu’nun asıl amacı Cennet’i simüle ederek eğitmek değil, kendine piyonlar yetiştirmek. Demir Kazık Kütüphanesi’nde ki Robotların Tarihi’nde yazanlarda; Robotların isyan ettiğini ve Evren’de bir galaksi inşa ettiği anlatılıyor. Acaba insan zihnini Robot’lar ile birleştirmeleri için yeterli teknolojiye erişmiş olabilirler mi?”
“Hayır. Otoriteyi sarsmamak uğruna teknoloji sadece belirli alanlarda kullanılıyor. Kutsal seviyeli yeteneğe sahip kişiler buna izin veremez. Çünkü teknolojinin gücünün farkındalar. Bu yüzden tüm teknoloji Yıldız Enerji sistemini desteklemek için yaratılıyor. Öyle ki bazı gezegenlerde minimalist yaşam benimsenmiş, sanki antik çağlarda yaşıyorlarmış gibi davranıyorlar.”
“Bu da bize Cennet Yolu’nun bunu gizli tuttuğu söylüyor. Her ne kadar dev bir güç olsalarda, tüm İttifak’ı karşılarına almak için yeterli güce sahip değiller. 24 Bölge Lordu, 12 Mihenk Taşı ile birlikte yönetilen bir İttifak’a karşı koyamazlar…”
“Tabii… kendilerine destek çıkacak kadar güçlü bir müttefiğe sahip değillerse… 12 Mihenk Taşı’ndan birisi ile ortak olmuş olabilirler mi? Belki de insan ırkının içine casus yerleştirmek için Asura’lar ile işbirliği içindeler.”
Roan düşüncelerine öyle odaklanmıştı ki boğazına dayanmış mızrakları fark etmemişti. Altın zırhlı iki muhafız taş gibi bir surat ifadesiyle onu durdurmuş ve boğazına mırakların ucunu dayamışlardı. Ancak Roan’ın bundan haberi bile yoktu.
“Her şey ihtimaller dahilinde. Lakin, ilk önce ilgilenmem gereken bu değil. Alex ve Ateş Tanrısı yakında beni bulmak için gelecekler. Bölgesel Suç Bürosu’nun Şefi olan Alex’e karşı koymak için büyük bir klanın ya da okulun desteğini almam gerekiyor. Cassius’un bundan haberi olmamalı. Ne yapacağı belli olmaz. Öncelikle hasar tespiti yapmalı ve kendime sığınacak bir mağara bulmalıyım. Yükseliş Akademisi en mantıklı seçenek. Ama beni neden alsınlar? Yıldız Enerji biriktiremiyorum, politikacı olsam ve insanları parmağımda oynatsam dahi beni bir tokatla öldürebilirler… Şimdilik Cassius sayesinde girebiliyorum.”
“Hm… Alice’in erkek versiyonu olduğumdan saçma derecede güzel bir cilde ve yüze sahibim. Güçlü bir klanın kızını baştan çıkararak onun kanatları altına girebilirim. Böylelikle Alex istese bile mazereti olmadıkça bana dokunamaz. Ayrıca… bu bir iftira. Core’ye tecavüz falan etmedim. Ayrıca kimse ona dokunmadı bile, bu sikiyle düşünen gerizekalıları düşürmek için bir tuzaktı. Yola döşediğim tuzaklar sayesinde mağaraya varamadan hareketsiz hale geldiler.”
Roan çenesini kaşıdı ve iç çekti. “Birisi işlediği suçu bana atıyor ya da Core benden o kadar nefret ediyor ki yalan söylüyor.”
“Diyorum ki velet. Sen kimsin? Buraya nasıl girebildin?” Altın zırhlı muhafız eğilerek Roan’ın yüzüne bağırdı.
Roan bu bağırış sayesinde onları fark etti. İfadesiz bir suratla konuştu. “Kendi Usta’mın konutuna girmek benim için son derece basit bir şey. İsmim Roan, yaklaşık bir ay önce Saray Öğretmeni Cassius’un öğrencisi oldum. Eğitimim bittiğinden rapor vermek için geldim.”
“Lordun öğrencisi mi?” Altın zırhlı muhafız tekrarladı ve geriye çekildi.
“Lord mu?” Roan kafasını yana yatırdı ve muhafızları inceledi. İkisininde parçalı altın zırhları vardı. İri yarı bir vücutları ve Roan’ın hissedemediği bir güç seviyesine sahiplerdi. Ancak Roan onların yüzüne ya da mızraklarını umursamadı. Sadece ellerine odaklandı.
“Sağdakinin eli bir şelale gibi terliyor. Aşırı derecede stresli olduğu belli. Ayrıca soldakinin sağ bacağı sürekli hareket halinde. Bu da ortak bir konudan dolayı stresli olduklarını gösteriyor. Lord deyince omuzlar kasıldı ve havaya kalktı. Benden haberdarlar ama şaşırdılar. Beni önceden Cassius’un kırmızı saçlı diye tanıttığı belli oluyor. Ayrıca nedense garip hissetmeye başladım. Kim olduğumu anladılar ve davranışları değişti. Ancak iyi yönde değil, kötü yönde. Birkaç saniye sonra bir şeyler olacak. Hah…”
“Oh… Sen Flame Ailesi’nden Roan olmalısın. Bir ay önce Genç Prenses ile nişanlanan kişi…” dedi soldaki muhafız. Güçlü bir sesi vardı ve vücudundan aura sızıyordu.
“Evet, bir sorun mu var?” dedi Roan dikkatle. O anda gözü muhafızın mızrağı tuttuğu ele takıldı. Bileğini gerdiği anda mızrağı sıkıca kavramıştı, omzu hafifçe gerildiğinde Roan’ın nefesi kesildi ve tüm gücüyle harekete geçti.
“Geber! Hain!” Muhafız öfkeyle mızrağını ileri itti. Bu mızrağın gücü düşük seviyeli bir savaşçıyı delmek için yeterliydi. Ayrıca çok hızlı yapmıştı. Roan gibi sakat bir veledin kaçma ihtimali yoktu.
Ancak Roan bir anda gözünün önünden kayboldu. Mızrağın eşsiz gücü boşlukta ilerledi ve bahçelerden birisini tahrip etti. Muhafız ne olduğunu bile anlamadan mızrak elinden kurtuldu ve şah damarının üzerinde parladı.
“Yazık.”
***
Cilt 2, Cennet Yolu sona erdi. Cilt 3 Yükseliş Akademisi başlıyor.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..