Roan İmparator Seviyesi’ne dokunduğu anda birbirine dikkatle saldıran Eşsiz Hayaletlerin dikkatini çekti. Bu seviyedeki hayaletler için Kral Seviyesi bile görmeye değer değildi. Ayrıca herkes kendi kademesindekiler ile savaşmakla meşguldü. Böyle savaşlarda bir saniyelik dikkat dağınıklığı ölüm demekti.
Peki kendi seviyelerine yaklaşan biri – yeni bir tehdit ne demekti? Böyle bir şeye izin verilemezdi! Başka bir tehdite izin verilemezdi!
Üç Azrail’den birisi, büyük bir zırh formunu almış rakibinden kurtuldu ve Roan’a doğru atıldı. Amacının Roan’ı özümseyip daha da güçlü olmak olduğu belliydi. Böylelikle eş değer güce rakibine yarım adımda olsa fark atabilirdi.
Roan ile aralarındaki mesafe on kilometreden daha fazlaydı. Bu yüzden Roan’ın onu görme fısatı ve tepki verme zamanı olmuştu. Ne yapacaktı? En fazla üç saniye sonra bu hayalet onu yutmak için gelecekti.
Cevap basitti!
“Öldürebildiğin kadar öldür ki hayatta kalma ihtimalin artsın!”
Hızla en yakınındaki başka bir dev hayalete saldırdı. Hayalet Kılıç’ın metruk ışıltısı öncekinden daha parlaktı. Önceki terk edilmiş gibi karanlık olan ışıltısının yerini daha parlak bir ışıltı almıştı.
Kacha!
Roan küçük ve çevik olmanın avantajını kullandı ve hayalet başka bir tane hayalet ile savaşırken Hayalet Kılıç’la kafasını kesti. Bu sefer bir damla bile kılıcına vermeden hepsini özümsedi. Ardından yarım saniyelik sürede karşı taraftaki hayalete atıldı. Bu hayaletler İmparator Seviyesi’nin yakınında bile değildi.
Hayalet’in Dünyası’ndan bir teknik kullandığı anlayışı sürekli olarak gelişiyordu. Hayalet Adım’daki anlayışı önceden seviye 1’se, şuan rahatlıkla üçtü! Yavaşça temel seviyeye yaklaşıyordu. Bu da sürekli güçlenmesi olarak görülebilirdi.
Bu güçlü teknikler ile bu hayaletleri aldatmak ve şaşırtmak çok kolaydı. İmparator Seviye’ye geçmesi için sadece bir hayalet kalmışken Azrail’in orağı birden önünde belirdi. Zamanında tepki verse de orakla çarpışan kılıcı birden parçalara döndü ve Azrail’in orağı tarafından özümsendi. Tabii bu darbenin yarattığı kuvvette bir mermi gibi uçmasına neden olmuştu.
İmparator Seviyesi’ne ramak kalmışken çoktan o gücün zirvesindeki bir yaratık ile karşılaşmak büyük bir şanssızlıktı! Bu hayalet daha önce karşılaştıklarına benzemiyordu. Ortalama bir insan zekasına sahipti ve tuzaklara kolaylıkla düşmüyordu. Aradaki güç farkı da düşünülürse Roan’ın kazanma imkanı yoktu.
Roan uçuşunu bir avantaj olarak kullandı ve yere indiği gibi kaçmaya başladı. Böyle bir hayaletle savaşmasının imkanı yoktu. Bir vuruşu dahi onu on kilometre uzağa uçurmuştu. Tüm Aptal hayaletleri tüketse dahi böyle bir şeyin imkanı yoktu! Ama tam o anda dünyada yankılanan ses bu dalavareyi bitirdi.
“Bitti.”
Hayaletlerin öldürme niyeti bir anda yok oldu ve hepsi süt dökmüş kediye döndü. Azrail’in ölümcül gözlerindeki parlaklık biraz söndü ve aurası durgun bir gölü andırırcasına sakinleşti. Roan son anda kurtulmanın verdiği rahatlıkla kendini yere attı.
Kara Tayf’ın sesi dünyada yankılanmaya başladı. “100 Adet 1. Seviye ve 21 adet 2. Seviye… şimdi biraz daha güçlü oldular-” O sırada sesi birden kesildi. Roan devam ederken birden neden kesildiğini merak etti.
“Acaba birisi ona mı saldırdı?” diye düşünürken vücudunu ilkel bir korku sardı. Korkunun kaynağını merak dahi edemeden ona merakla bakan siyah gölgeyi fark etti.
Gölge havada süzülüyordu ve eliyle çenesini kaşırken ona bakıyordu. Roan kafasını eğdi ve bakışlarına karşılık verdi. Bu gölgede neyin nesiydi?
“Hm? Bir sıçan yakaladım.”
Roan önündeki manzara birden değişti ve yakıcı güneş ışıklarıyla karşılaştı. Hafif meltem kulaklarında dans etti ve balık kokusu burnunu gıdıkladı. Ürpertici ve metruk dünyaya göre burası bir cennetten farksızdı.
Haşır!
Ondan birkaç metre ötede, uzun saçlı bir genç adam sulu elmasından bir ısırık aldı. Elmadan akan sular yeri ıslatırken Roan oraya çevirdi kafasını. Karşısında neredeyse kendisi kadar yakışıklı olan, beyaz saçlı, mor gözlü bir genç ağaca yaslanmış bir şekilde elma yiyordu. Roan’ın ona baktığını görünce o da Roan’a baktı ve gözleri bir saniyeliğine kesişti.
Roan o mor gözlere bir saniyeliğine bakınca, içinde acıyla çığlık atan, korkuyla feryat eden milyonlarca insan gördü. Bu onu şaşırttı ve bu kişi hakkında meraklandırdı. Bu genç de kimdi? Sadece yirmilerinde gözükmesine rağmen bu kadar kişinin ahını nasıl almıştı?
Beyaz saçlı genç elmasını yedikten sonra elinden çıkan kara alevler ile yok etti. Bu kara alevlerin de içinde çığlık atan ruhlar bulunuyordu!
“Benim kim olduğumu merak ediyorsun sanırım?” Genç bir erkeği bile baştan çıkaracak kadar çekici sesiyle konuştu. Roan’ı gördüğü belliydi.
Roan usulca kafasını salladı.
“Hislerimiz karşılıklı,” dedi ve çevik bir haraketle yerden kalktı. Roan’a doğru sakin adımlarla yürüdü ve gözlerinin önüne geldi. “Hm… insansı bir vücut ve kurnaz taktikler. Yönlendirme konusunda ustalaşmış bir zihin. Kılıç konusunda doğal bir yeteneği bulunsa da asıl yeteneği yay ustalığında… hm… Acı ve yalnızlık yüzünden nasır tutmuş bir zihin…” Genç dikkatle Roan’ı inceledi.
Roan bu bakışların altında bir sık saklayamadığını düşündü. Bunun bir rüya olduğunu bilmesine rağmen tedirgin hissetmekten kendini alamadı.
Genç orta ve işaret parmaklarını aynı anda Roan’ın neredeyse opaklaşmış alnına dokundurdu. Roan, genci öldürmek için saldırmayı istese de yerinden bir nanometre bile kımıldayamadı.
“Kontrolü bende değil! Bu kişi…”
Genç alnına dokunduğunda canı oldukça yandı ama ufak bir duygu bile göstermedi. Böyle acılar ona deniz kenarında buzlu gazoz içmek gibi geliyordu.
“Ruh Taraması’na dayanabilecek kadar acı çekmişe benziyorsun… Seni eğiten veya yetiştiren kişi kimse senden oldukça nefret ediyor olmalı, ne yaptın? Anasını mı siktin?” Genç merakla Roan’ı incelemeye devam etti. Sol eli çenesinden bir kere bile düşmemişti. “Güzel! Sana Hayalet’in Dünyası’nı gösteren kişi kimse aptal değil! Bu beni oldukça sevindirdi.”
“Hayalet’in Dünyası mı? Anlaşılan bu kıdemli tekniğin kaynağından haberdar gibi gözüküyor. Ama ustam neden bana böyle bir şeyi göstermek istiyor ki?”
“Neden burada olduğunu biliyor musun?” Genç sordu.
Roan kafasını olumsuz anlamda salladı.
“Sana bu tekniği öğreten kişi ani bir saldırıya mı kurban gitti?”
Roan kafasını olumlu anlamda salladı. Teknik hakkında bilgili birisi olduğunu bildiğinden, çok zeki birisi bu çıkarımları kolaylıkla yapabilirdi. Bu yüzden şaşırmadı.
“Hm… Ustan bayağı gerizekalıymış.” Genç tekrardan arkasını döndü ve sırtını ağaca dayadı. “Burada olmanın sebebi ustanın sana tekniği tamamen aktaramayacak kadar zavallı olması. Sana sadece Hayalet’in Dünyası’nı anlatmış. Acaba ustası kimdi? Kaçıncı jenerasyondayız?”
Roan böyle laflarlar sinirlenecek kadar toy değildi. Bu yüzden dikkatini oraya değil;’Sadece’ ve ‘Jenerasyon’ kelimelerine vermişti. Bu iki kelime ona sayfalar dolusu şey anlatıyordu.
“Kim ki bu?”
Genç onu duymuş gibi konuşmaya başladı. “Benim adım Kai! Kara Tayf’ın Dünyası’nı geliştiren kişi ve…”
Roan dikkat kesildi.
“…büyük ihtimalle tek Hayalet Tanrı’yım!”
***
“Hayalet Tanrı mı?”
“Bundan da mı bahsetmediler?” genç oldukça şaşırdı. “Benim geliştirdiğim teknik Ebedigece’nin Hayalet Tanrısı olarak bilinir. Üç büyük tekniğe, dokuz küçük aşamaya bölünmüştür.”
“Ebedigece’nin Hayalet Tanrısı…”
“En güçlüsü ve doruk noktası olan; Hayalet Tanrı! Bu aşamada milyonlarca hayaleti çok kolay bir şekilde kullanabilirsin. Kendini gerçeklikten ayırabilirsin, onlarca klon yaratabilirsin, varlıkların ruhlarına sızarak gerçeklik algılarını yok edebilir ya da rüyalarında öldürüp ruhlarını yok edebilirsin… Anlayacağın üzere bu seviyeye girersen ruh ve hayaletler konusunda en bilgili yaşayan varlık olursun!” dedi ve bir nefes alarak devam etti. “Bunun hemen altında tahminime göre birçoğunun takıldığı Kara Tayf var! Bir Kara Tayf olduğunda sahtelerini oluşturabilir ve insanlara halüsinasyonlar gösterebilirsin. Ve eğer kendini uzmanlık alanına göre geliştirdiysen; örneğin bir kılıç uzmanısın ve kendini buna göre eğitiyorsun. ‘Kara Kılıç’ isimli bir teknik oluşturarak, hayaletlerin gücünü kılıcına aktarmanın yolunu bulabilirsin. Hm, anılarına göz attığım birkaç saniyelik sürede gördüğün manzaraların arasında sürekli hareket edip, sana teknik öğreten ustanın zihnine girdim. Kendisi 27. Kara Tayf olarak anılıyor. 6. Aşamaya gelmiş ve orada takılmış bir Okçu.”
“Ancak neyse ki yetenekliymiş de Rüya Mührü’nü oluşturabilmiş. Yoksa canla başla uğraştığım Hayalet’in Dünyası’nı aktaramayacak ve tekniğim kaybolacaktı. Rüya Mührü ne diye sorarsan, burada olmanı sağlayan şey olduğunu bilmen yeterli. Acil durumlarda anı ve bilgi aktarmaya yarıyor. Bu kadar zamandır tekniğin yok olmamasının asıl sebebi bu mühür.”
“Her neyse, Okçu diyorduk. Her ne kadar 6. Aşamada kalmış olsa da ustası olan 26. Kara Tayf’ın tekniğini almış ve kendisine göre geliştirmiş. Bunun sonucunda Hayalet Ok’u oluşturmuş. Ne kadar sıradan bir isim; ama sıradan olan tek şey ismi. Bu teknik sayesinde benim dışımda kimsenin bilmediği ‘Bilinç Aktarımı’nın fiziksel hali olan ‘Beden Aktarımı’nın basit halini oluşturmuş. Fırlattığı okun düştüğü yere ışınlanabiliyor. Oldukça garip bir şey. Bunu Hayalet Tanrı’ya ekledim bile. Hm hm. Azıcık değişiklik yaptım ve bir teknik haline getirdim. Aklıma gelmemişti yav. Tehe!”
“Bu kişi, Hayalet’in Dünyası’nın kurucusu demek. Hayalet Tanrı, Kara Tayf ve 27 Kara Tayf… Bu da benim 28. Olduğumu gösteriyor. Her birisi ortalama 200 yıl hayatta kalsa ve ölene kadar tekniğin tamamını aktarmasa… en azından beş bin yıl yapıyor. Bu da insanlık tarihinin çok öncesine, antik zamanlardan bile eskiye dayanıyor. Bir şeyler yanlış. Bunu araştırsam iyi olur.”
“Bir de en düşük seviye olan, şuan da bulunduğun kademe Hayalet’in Dünyası… Bu teknik temeli sağlam oturtmak için bulduğum bir şey. Alan Seviye olana kadar anca kullanabilirsin. Bundan sonra hiçbir sikime yaramaz. Diğer tekniklere göre garip özellikleri bulunsa da Hayalt Tanrı’nın yanında yeni doğmuş bir bebek gibi. Her neyse, geldiğin dünyada oldukça güçlü görülür.” Tam o anda kaşlarını çattı. “Oh… Sen bir de sakatsın! Abooo! Siki tuttuk desene! Vah vah! Mirasım bu kadarmış! Cennet Enerjisini kullanmayan sakat bir piçin mirasımızı alması kadar utanç verici bir şey yok! Ayayaya!”
Roan yüz seksen derece dönen bu tavrı görünce şaşırdı.
Genç gülümseyerek Roan’ın yanına yürüdü ve alnına bir fiske attı. “Bu yüce üstad sana bir görev veriyor. “Güneşin karanlık, suyun zehir, toprağın ölüm” olduğu yeri bulana kadar görüşmeyeceğiz. Şimdi siktir git ve kendine bir çare ara.”
Roan bir şey demeye fırsat dahi bulamadan rüya aleminden atıldı ve gerçeklikte uyandı.
***
Güneşin karanlık, suyun zehir, toprağın ölüm olduğu yer.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..