Roan saçı başı dağınık bir şekilde yatağından kalktı. Zihni tüm gece son derece yorulmuş olması gerekirken, tam tersine oldukça rahattı.
“Güneşin karanlık, suyun zehir, toprağın ölüm olduğu yer…”
Beyaz saçlı gencin söylediklerine göre bu yeri bulduğunda tekrardan görüşeceklerdi. Ancak kendisi bir sakattı. Yani böyle bir insanın kendisini seçmesi için bir neden yoktu…
“Tabii, bu yeri bulduktan sonra bir şeyler kazanacaksa. Sakatlığım için bir derman olabilir mi?”
Garip Rüya Dünyası’nda Kara Tayf’ın fenerini araştırmayı, hatta Ruhkıran Sis’i araştırmayı düşünüyordu. Çünkü kendisi için ufak bir şans olsa bile bunu kovalamalıydı.
“Yumrulu bir toprak, kara güneş, yeşil ay, hastalıklı hava, yüz binlerce hayaletin olabileceği kadar büyük bir savaşın yaşandığı bir yeri bulmam gerekiyor. Bu özel yıldız sistemine sahip bir gezegende olabilir, eşsiz bir hazinenin içide olabilir.”
Böyle bir yer oldukça eşsiz olmalıydı.
“Güneşin karanlık olduğu yer… toprağınsa ölüm… Bu Kara Tayf’ın meditasyon yaptığı yere oldukça benziyor. Yeşil ay, kara güneş… Ayrıca büyük bir savaşın olduğu yer. Yeterince ölü olduğu sürece doğal kaynaklar zehirlenebilir. Askeri kaynaklarda yazıyor olmalı.”
Saçlarını bir parça lastik tokayla tutturdu ve çıplak ayaklarla kütüphanenin tahta zeminine bastı. Soğuk zemin vücudunu uyardı ama hızla alıştı.
“Yolculuk boyunca kütüphanede zaman geçirirsem belki aradığımı bulabilirim.”
Kütüphanede kimse yoktu. Bu yüzden Roan oldukça rahattı. Saçlarını bağlarken dökülen beyaz saç tellerini umursamadan bir merdiven aldı ve rafın üst kısımlarındaki kitapları incelemek için kullandı.
Rafın en solunda altın renkli bir kitap duruyordu. Üzerinde soluk sarı renklerle ‘Kral IX. Luois’in Düşüşü’ yazıyordu. Roan kitabı es geçti ve hemen yanında bulunan siyah renkli kitaba baktı. ‘General Wolf’tan 21 Hayat Dersi’, bunu da vaz geçti ve aramaya devam etti.
Yaklaşık kırk kitabı üstünkörü inceledikten sonra aradığı tarzda bir kitap buldu: ‘Demir Kazık Bölgesi’nde Yaşanmış Büyük Savaşlar, İlk Cilt’
Kitabın kapağı turuncu ve büyük harflerle ‘Büyük Savaş’ kelimesi yazılmıştı. Yazarın ismi yoktu. Büyük ihtimalle yazarın güvenliği için anonim olarak yayınlanmıştı. Ya da askeri bir kimliği vardı. Ama bunlar Roan için önemli değildi.
“Aradığımı burada bulabilirim belki.”
Roan merdivenden indi ve yatağına uzanarak kitabı okumaya başladı. Kitap yedi yüz elli dokuz sayfaydı ama Roan için birkaç saatlik işti. Çok ama çok detaylı bir şekilde araştırmadığı sürece yedi yüz elli dokuz sayfa onun için iki saatlik zamanda bitirilebilir demekti.
“Büyük Demir Kazık Klanı’nın Savaş Çağrısı… Demir Kazık Klanı tarihinin en verimli zamanlarından birini yaşarken, Altın Göz Klanı ile savaşa tutuştular. Demir Kazık Bölgesi’ni yöneten Büyük Demir Kazık Klanı ve Altın Bölge’yi yöneten Altın Göz Klanı savaş tutuşunca bu savaşın kaderi iki büyük bölgeyi de ilgilendiriyordu tabii ki.”
“Demir Kazık Klanı ve Altın Göz Klanı’nın arasındaki savaşa büyük miktada klanın ve ordunun dikkatini çekti. Altın Göz Klanı, Kara Köpek Yıldız Alanı’ndan on amiral gemisinden oluşan General Seviyesi’nde bir filo gönderdi. Kara Köpek Yıldız Alanı pektabi en zayıf yıldız alanı olduğundan destek gelemeden fethedildi. Demir Kazık Klanı oraya geldiğinde birçok gezegen cevher topları tarafından yok edilmişti. Bin gemiden oluşan dev filo kendini güçlendirmiş ve asker alımları yapmıştı.”
“Demir Kazık Klanı’nın filosu ile Altın Göz Klanı’nın filosu büyük bir savaşa tutuştular ama ikisi de birbirine üstün gelemedi. Altın Göz Klanı’nın Büyük Prensesi tarafından kontrol edilen Altın Göz Filosu bir yıllık dürtme saldırısından sonra ani bir manevra ile tüm filoyu geri çekti. Demir Kazık Filosunu kumanda eden Mareşal Sin, Büyük Prensesi’n peşinden beş yıl sürecek takibin başlangıcını yaptı. Demir Kazık Filosu’nun bir kısmı Kara Köpek Alanı’nda bırakılmış, geri kalanı da Altın Göz Filosu’nu yok etmek için kovalamaya katılmıştı..”
Roan birkaç sayfa okuduktan sonra bölüm atladı ve “Yıldırım Tanrısı Tapınağı’nın ve Bilgelik Tanrısı Sunağı’nın Savaşı’na geldi. Ancak birkaç sayfa okuduktan sonra bunu da atladı ve geri kalan on üç savaştan aradığını bulmaya çalıştı. Normalde kitapları bu kadar üstünkörü okumazdı ama bu savaşların çoğu uzay sahasında gerçekleşmişti. Onun aradığı bir gezegende ya da yıldız olan savaşlardı.
Yaklaşık bir saat geçti ve Roan neredeyse tüm kitabı okudu ama hâlâ bir ipucu bulamadı. Sadece bir savaş kalmıştı ama hâlâ bir şey bulamamıştı. Bu kitapta yazmıyorsa büyük ihtimalle aradığı şey Demir Kazık Bölgesi’nde değildi. On beşinci savaş ‘Kutsal Ametist Cenneti’ne geçmeden önce kafasını dinlemek için gözlerini kapattı.
“Yükseliş Akademisi ile ilgili bilgi edinmem iyi olacaktır. Genel kültür konusnda diğerlerinden bayağı bir gerideyim. Acaba bir kitapçık falan var mı? Benimle birlikte gelen kişiler, benim gibi ilk defa kayıt olmayacaklar, aksine uzun süredir oradalar. Hepsi doğuştan gelen özel yeteneklere ve kibre sahip, benim gibi bir sakatla konuşmak istemeyeceklerdir. Tabii bu erkekler için geçerli.”
“Saf kalpli bir kız varsa bilgi almam kolay olacaktır. Mm..”
Roan bir dakika gözlerini kapalı tuttuktan sonra olayları çok ciddiye aldığını fark etti. Her şeyi çok derin düşünüyordu, bu yüzden basit cevapları görmüyordu. Bu davranışını düzeltmesi gerektiğini hissetti.
“Her neyse, Kutsal Ametist Cenneti’ne bakayım. Büyük ihtimalle bir kaynak savaşı ama, olsun.”
“Cennet Çağı’nın ortalarında, Demir Kazık Klanı’nın yan klanlarından birisi olan Malahit Klanı uzay madenciliğinin önde gelen isimlerinden birisiydi… Araştırma ekiplerinden birisi, şuan ki adıyla Ametist Yıldız Alanı’nda büyük bir Kutsal Ametist yatağı keşfetti. Bu cevher, Büyü ve Teknik çalışmalarında oldukça işe yarayan bir maddeydi. Aynı zamanda uzay ticaretinde kullanılan para birimlerinden birisiydi… pektabi birçok silah yapımında da ana malzeme olarak kullanıyordu. Anlaşılacağı üzere oldukça değerli bir cevherdi.”
“Malahit Klanı’nın araştırma ekibi birçok Alan Seviyeli savaşçı ile Yıldız Alanı’nı incelemeye ve güvenceye almaya karar verdiğinden KA-12 isimli yıldıza indi. Ka-12 en çok Kutsal Ametist bulunduran yıldızdı ve toprağı diğerlerine göre daha kazılasıydı. Bu yüzden Malahit Araştırma Ekibi bu yıldızı araştırma için iyi bir olduğuna karar verip araştırmaya başladı.”
“Buradan sonrası Malahit Araştır Ekibi’nden tek kurtulan olan Dr. Poe’nin ağzındandır; “Toprak yumuşak ve en kolay kazabileceğimiz cinstendi. Bir yıldız olmasına rağmen sıcaklığı ortalamanın altındaydı, Alan seviyeli askerler sayesinde yıldızda gezinmek bizim için değildi. Bu yüzden detaylı bir şekilde araştırma yapmaya kararlıydık. Sensörlerimiz güvenilirdi, bu yıldızın yüzeyinin 1,3km altında büyük bir Kutsal Ametist yatağı bulunuyordu. Gerçekten öyleydi. Koyu mor renginde olan yüksek kaliteli cevherler bulmuştuk! Bunun bir kilosu bile binlerce kristal ediyordu, ama sadece bir yıldızda yüzlerce ton bulunuyordu! Daha on tane yıldız ve gezegen vardı! Bu sefer turnayı gözünden vurmuştuk!
“Araştırmanın dördüncü gününde her şey yolundayken aramızda hastalananlar ve ölenler ortaya çıkmaya başladı. Araştırma ekibinde en güçsüz olanlar biz bilim insanları ve çırak litologlardı. Ve hastalananlar bu kişiler arasındaydı. O zaman daha bu kadar kıdemli değildim ve yeni bilim insanı olmuştum. Haliyle deneyimsiz ve korkaktım. Savaşamazdım, bu yüzden düşmanlar tarafından kıstırılmış olmanın korkusu yüzünden kafamı dahi toplayamadım. Uyumaya çalıştım ama güzel gözüken, korkutucu kabuslar yüzünden asla uyuyamadım.
En sonunda korktuğum başımıza geldi! Araştırma ekibinin sağlıkçısı olan DR. CCC ilk başta bunun Kutsal Ametist’ten yayılan enerji yüzünden oluşmuş olabileceğini savunmuştu, ama işler öyle değildi. Yanılmıştı. Birkaç gün sonrasında kendisi de bu hastalığa kapıldı ve diğerlerinden birkaç gün önce, hastalığa kapıldığı saniyede öldü. Bu hastalık oldukça garipti. İlk başta halüsinasyonlar görüyordunuz, ardından akli dengeniz bozuluyordu. Birkaç gün sonrada dayanamıyor ve intihar ediyordunuz. Ancak intihar etmeyenler de birkaç gün sonra garip bir şekilde ölüyorlardı. Ve biz bunu fark edemiyorduk bile!
Yirmi kişilik bilim adamı ve on alan seviye askerin, yarısı öldükten sonra daha fazla dayanamadık ve çıkardığımız tüm cevherleri geride bırakarak oradan son sürat uzaklaştık!
Biz onu bırakmıştık! Ama o bizi bırakmamıştı! Demir Kazık Alanı’na gelmeden ben dışında tüm herkes öldü! Hahahah! İnanabiliyor musun? Ben hariç! Herkes bunun benim yaptığımı düşündü! Çünkü ölen kişilerin bedenleri garip bir şekilde yok oldu! Hahaha! Sadece bununla da kalmadı! Yıldız Alanı’na geri döndüğümüzde hiçbir şey olmadı! Ben demir parmaklıkların arkasında, karanlığın içinde tek başıma çürürken! Prof. Dr. Jane tüm her şeye kondu! Hahaha!” Göründüğü üzere bu garip olayın meydana geldiği raporlarda gözüküyor. Dr. Poe’nin ölüm raporunda zihinsel sağlığını temelli kaybettiğini ve birkaç gün sonra kendi kanında boğularak öldüğü yazıyor. Bunun raporun savaşın başlamasının sebebi ile ne alakası var dediğinizi duyabiliyorum. Aslında pek bir alakası yok. Bunu bir hayat dersi olarak almanızı istiyorum sadece. Genç okuyucularım yaşlılar kadar olmasa da çok. Alakası olan taraflar ise Dr. Poe’nin ölümünden bir ay sonra, Kutsal Ametist Yıldız Alanı’na giden kazı ekibinin gizemli bir şekilde kaybolması! Evet! Dr. Poe doğruyu söylüyordu! Uzay Sensörleri’nin Kraliçesi Queen Killer, filonun kaybolduğu yerde korkutucu miktarda kötücül aura keşfetti! Bu auraya temas eden kişiler halüsinasyon görüp, korkutucu bir şekilde öldü!”
“Ancak Kutsal Ametist Cenneti olarak bilinen sistemi ele geçirme savaşı bunlardan dolayı başlamadı! Burası sadece temel!
Cennet Çağı, Yıl 508, Mart Ayı, Gün 18, Altın Göz Klanı’nın Varisi, Veliaht Prens Kutsal Ametist Cenneti’nin birkaç ışık yılı uzağında kimliği belirsiz bir şahıs tarafından filosu ile birlikte imha edildi. Veliaht Prens, şuan da Demir Kazık Bölgesi’nin en büyük dört klanından birisi olan Phoenix Klanı’nın Veliaht Prensesi’ni ziyaret etmeye ve evlilik teklifini iletmeye gidiyordu. Bu iki süper güç birleşirse Demir Kazık Bölgesi’nin hakimiyeti Demir Kazık Klanı’nın ellerinden kayıp gidecekti. Herkes böyle düşündüğünden en büyük suçlunun Demir Kazık Klanı olduğunu düşünüldü, bu yüzden onu devirmek isteyenler saldırıya başladı ve Kutsal Ametist’in hakimeyetini ele geçirmek için savaş başladı…”
Roan gözünü satırlardan bir kez bile ayırmadan okuyordu. Farkında dahi olmadan son sayfaya geldiğinde kitabın başka sayfası olmadığını fark etti. Kitap belli ki devam ediyordu ama sayfalar yoktu.
“Bu da ne?”
‘savaş başladı…’nın ardında başka bir cümle gelmiyordu. Sayfayı çevirip yırtılmış mı diye baktı ama herhangi bir iz göremedi. Bu da onu başka bir şeye itti.
“Görülmesi istenmeyen bir şeyler var. Garip bir şekilde ölen kişiler. Gizemli bir kişinin Veliaht’ı öldürmesi ve Kutsal Ametist’i toplarken hissedilen kötücül aura… Halüsinasyon… İntihar…” Roan parçaları birleştirmeye devam ediyordu. Elinden geldiğince mantıklı bir planı takip etmesi gerekiyordu. Garip ve açıklanamaz şeylerin özüne indiğinde belki de bir çıkış bulacaktı?
“Orası benim aradığım yer değil ama aradığım yerle bir bağlantısı olabilir. Özellikle şu kötücül aurayı merak ediyorum. Bir Kara Tayf’ın özel yeteneği olabilir. Ruhkıran Sis’in bir parçası olabilir. Her şey olabilir.”
Her şey ihtimaller dahilindeydi. Bu yüzden hepsini değerlendirmeliydi. Ayrıca daha insanlık tarihini ve bilmeceyi çözecekti. Oldukça işi olduğu belliydi.
Kitabı kapattı ve kalkıp aldığı yere koydu, ardından esneyerek kütüphaneden çıktı ve geminin ana koridorlarından birisinde yürümeye başladı.
Duvarlar metalik maviydi. Birbirine bağlanmış aparatlar ve ne anlama geldiğini bilmediği garip yazılar duvarlarda doluydu. Koridor yirmi metreden daha uzundu ama bir pencere bile yoktu. Roan dışarıyı görmek istiyordu ama bu hevesinin kırılması çok uzun sürmedi. Çünkü gördüğü bir bilgilendirme tabelasında beş dilde ‘Seyehat gemisinin güvenliği için tüm kırılgan maddeler çıkarılmıştır!’ yazıyordu.
Roan şuan da oldukça sıkılmıştı. Dışarıyı izleyemiyordu. Kitap okumak onu rahatlatsa da 7/24 kitap okumak sıkıcıydı. O heyecan ve güzellik istiyordu. Ayrıca zamanı fazlaydı.
“Acaba oyun var mı? Cennet Yolu olmadığı sürece tehlikeli olmaz. Ah… Kitaplar da bahsedilen Sanal Dünya’ya girebilir miyim acaba?”
Sanal Dünya, Roan’ın sürekli duyduğu bir şeydi. Gerçek dünyanın sanal hali olarak anlatılabilirdi. Bilginin depolandığı, birçok küçük oyunun toplandığı yer. Roan’ın nasıl böyle bir şey başardıklarını dahi anlayamadığı bir şeydi. Herkes, her yerden –cennet ve bazı özel bölgeler hariç- istediği zaman bağlanabiliyordu.
Roan Sanal Dünya’ya girip kendisi gibi insanlarla muhabbet edebilir, canı sıkıldığında mini oyunlar oynayabilirdi. Ayrıca canlı yayınlar, filmler izleyebilir ve kızlarla takılabilirdi.
“Yapacak bir şeyim yok. Biraz can yakma zamanı..”
Tam o sırada birkaç metre ötesindeki metal kapı açıldı ve öfkeli Lilibeth, siyah kıyafetlerle koşar adımlarla kapında çıktı. Hemen ardından hemen hemen yaşıtlarında olan birkaç kız endişeyle onu takip ediyordu. Hepsi oldukça pahalı kıyafetler, takılar giyiyordu ve güzellerdi.
Lilibeth’in gözleri, Roan’ı görünce bir yıldız gibi parladı. Roan kafasını eğip ilgiyle olayı analiz ederken, Lilibeth birden koluna girdi ve oldukça güler yüzlü bir şekilde söyledi.
“İşte! İşte benim nişanlım!”
“Af buyur?”
***
Sıkıcı olduğunun farkındayım ama Roan'ın araştırması için önemli şeyler. Bu yüzden dişinizi böyle bölümlerde sıkın. Ve serinin zaman dilimi akıyor, bölümlerin belli bir ana konusu yok. Bu yüzden başlığı en çok dikkat çekmek istediğim konuya göre veriyorum. Ayrıca birkaç bölüm sonra Roan kadar zeki karakterler olaya dahil oluyor; heyecanlı zamanlar bizi bekliyor benden söylemesi!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..