Cilt 8 Bölüm 56: Sihir Çekirdeği

avatar
7331 9

Coiling Dragon - Cilt 8 Bölüm 56: Sihir Çekirdeği


 

Çeviri: Gin Düzenleme: Dr Hiluluk

 

“Rüzgarın olduğu her yerde kılıç ortaya çıkabilir!”

 

Bu sözleri duyan McKenzie gerçekten şok olmuştu. Linley ile bizzat dövüşmemiş olsa bu kelimeleri boș bir övünme olarak algılardı. Ama daha yeni, o kılıçların korkutucu hızını tatmış, kendinden on belki de yüz kat daha hızlı olduklarına şahit olmuştu.

 

Onları engelleyecek bir yol bulamamış, savunmak için savaş ki’sini kullanmak zorunda kalmıştı.

 

Bu duruma zorlanmış olmak McKenzie’nin Linley’in üstünlüğünü kabul etmesine neden olmuştu.

 

McKenzie yüzünü buruşturarak “Linley, rüzgarla kaynaşıp, onunla bir olmaktan bahsettin. Ben.. tam olarak ne kastettiğini anlamadım.”

 

Linley saklamaya çalışmadan gülerek açıkladı: “McKenzie, anlamalısın ki rüzgar görünmez ve şekilsizdir, ancak yıldırım kadar hızlı ya da tamamen yavaş ve sakin olabilir. Benim ‘Rüzgarın Engin Gerçeklerim’ aslında Rüzgarın Yasaları üzerine edindiğim az miktardaki iç görüme dayanıyor.”

 

“Yasalar.” McKenzie’nin gözleri hayranlıkla doluydu. “Gerçeklerin en yücesi.”

 

Bütün ‘temel yasalar’ son derece engin ve gizemlidir. Eğer biri ‘temel yasa’lardan birini yeterince anlayabilirse ruhu ‘temel dünya’ ile tamamen kaynaşıp kristalleşerek ‘kutsal kıvılcıma’ dönüşür. Bu da o kişinin ‘İlah’ seviyesine ulaşması anlamına gelir.

 

Linley’e gelince, o bu yasaların sadece yüzeyini görebilmişti.

 

Gerek Toprağın Engin Gerçekleri olsun, gerekse Rüzgarın Engin gerçekleri, o bütünün yalnızca küçücük bir parçasını kavrayabilmişti. Okyanusta bir damlayı.

 

“Kılıcım rüzgar ile kaynaşarak onun olduğu her yerde ortaya çıkabilir. Fakat böylesi bir teknik, yüksek kaliteli malzemelerden oluşmuş bir kılıç gerektiriyor. Çünkü kılıcın bir yerden anında başka bir yere geçmesi kılıç üzerinde muazzam bir baskı oluşturuyor.” Linley sırıttı: “Eğer bu şekilde bir gereksinim ya da engel olmasa rüzgarla bütünleşerek kendimi rüzgarın olduğu her yere ışınlamaz mıyım?”

 

Linley gerçekten de rüzgarla kaynaşabilirdi. Ancak maalesef vücudu, ışınlanmaya benzer bu hızın getirdiği baskıyı kaldıramıyordu.

 

“Ha ha, ışınlanma he? ‘İlah’ seviyesindeki dövüşçüler bile öyle bir yeteneğe sahip değiller.” Diye iç çekti McKenzie.

 

Bir usta ne kadar güçlü olursa olsun, hatta Savaş Tanrısı’nın seviyesindekiler bile, en fazla yıldırım hızında hareket edebilirdi. Kimse ışınlanamazdı. İnsanlar sıkça ışınlanmadan bahsetse bile, bu zayıfların Aziz seviye ustaların hızlarını tanımlamak için kullandıkları bir tabirden başka bir şey değildi.

 

Sıradan insanlara göre Aziz seviye ustalar o kadar hızlıydı ki bir an bir yerdeyken, hemen ardından bir başka yerde görülebiliyorlardı. Doğal olarak bunu ışınlanma olarak adlandırdılar.

 

Gerçekte ışınlanma diye bir kavram yoktu.

 

Varsa bile bu Savaş Tanrısı gibilerin yapabileceği bir şey değildi.

 

“McKenzie ya senin tekniğine ne demeli? O da neydi öyle? Nerede olduğunu anlayamadım bile. Sanki bütün o mızrak gölgeleri gerçek gibiydi.” Linley sorgulayan gözlerle McKenzie’ye bakıyordu.

 

Aziz seviye ustaların antreman dövüşleri, onların daha hızlı ve daha çok öğrenmelerine neden olur. Doğal olarak Linley, böyle bir fırsatı utangaç davranıp sormayarak harcamak istememişti.

 

McKenzie gülerek, “Aslında bu tip bir saldırı oldukça sıradan. Genel olarak bütün En üst düzey Aziz seviye ustaları böyle bir saldırıyı kullanabilir.”

 

“Ya?” Linley McKenziye hayretle bakıyordu.

 

“Geçmişte pek çok usta Savaş Tanrısı’nın ‘Yüce Rahibe’yle yaptığı savaşta, İlah seviye ‘Tanrısal Alan’ın korkutucu gücüne tanık oldu. Sonrasında pek çok Aziz seviye usta ‘Tanrısal Alan’a benzeyen bir saldırı yaratmak için uğraştı. Kısaca kullandığım alanı bir bakıma ‘Sahte Tanrısal Alan’ olarak adlandırabiliriz.” McKenzie alçakgönüllü bir şekilde gülümsedi.

 

Linley McKenzie’ye bakmayı sürdürüyordu.

 

Linley’in istediği saldırının temel ilkeleriyle ilgili bilgiydi.

 

“Aslında bu tür bir saldırı son derece müsrifçe” diye devam etti McKenzie, “Örneğin ben ‘Ateşin Yasaları’ üzerine yoğunlaşan bir Ustayım.”

 

Her Aziz seviye ustanın yoğunlaştığı farklı yasalar mevcuttur.

 

“Bu saldırı, ‘Sahte Tanrısal Alan’ temel olarak bütün savaş ki’mi dışa yayarak çevremdeki ateş elementi özlerini odaklayıp yakmayı, böylece yüz metre çevremdeki her şeyi bir ateş denizine döndürmeyi içeriyor. Savaş ki’m ateş elementi özleriyle kaynaştığı için ateş denizinin içindeki her yerde benim auram hissediliyor. Böylece tam olarak nerede olduğumu kestiremiyorsun.”

 

“Ayrıca saldırıyı tam olarak kontrol edemiyorum. Savaş ki’mi yalnızca tek bir gerçek saldırıyı oluşturacak kadar kontrol edebiliyorum. Eğer bütün o mızrak gölgelerini kontrol edip, gerçek saldırılara dönüştürebiliyor olsaydım başın gerçekten büyük beladaydı.” dedi McKenzie sırıtarak.

 

Linley kavramaya başladı.

 

Tekniğin altında yatan temel prensipler oldukça basitti. Asıl zor olan elemental özleri kontrol edebilmekti.

 

Örneğin ‘etki’ göklerin doğal gücünü yönlendirmeyi içeriyordu. Ancak bu ‘Sahte Tanrısal Alan’ farklıydı. Uygulayabilmek için kontrol edebilmek gerekirdi. Genel olarak bir Aziz seviye ustanın çevresindeki bütün elemental özleri kontrol edebilmesi imkansızdı. Bunun yalnızca İlah seviyede olanların yapabileceği bir şeydi!

 

Aziz seviye ustaların buluşu oldukça zekiceydi. Bütün savaş ki’lerini yayarak çevrelerindeki elemental özleri kontrol edebilmeyi başarmışlardı. Savaş ki’si kullanmanın oldukça müsrif bir yolu osla da yine de bu ‘Sahte Tanrısal Alanı’ yaratmayı başarmışlardı.

 

Ancak doğal olarak ‘Tanrısal Alan’ a kıyasla kontrol konusunda oldukça geri kalan bir teknikti.

 

Linley ilk elden Katiller Kralı Cesar’ın Tanrısal Alan kullanarak kendisini ve en üst düzey aziz seviye usta olan Stehle’yi anında hareket edemez hale getirdiğini tecrübe etmişti.

 

Elemental özler üzerinde bu seviyede bir kontrol akıl alır gibi değildi!

 

Buna kıyasla ‘Sahte Tanrısal Alan’ çok zayıf kalıyordu.

 

“ ‘Sahte Tanrısal Alanın güçlü yönleri de var. Çok fazla savaş ki’si tüketse de, alanın rakibin alanından güçlü olduğunda anında on milyon kez saldırabilirsin. Ayrıca vücudunu gizlemene de olanak sağlıyor. Benim Dalgalanan Rüzgar tekniğimden çok daha güçlü. Tek sorunu çok fazla ki tüketmesi.”

 

Ardından Linley hızlıca başını sağa solo salladı.

 

“Hayır. Aslında başka bir tekniğin taklidinden öte bir şey değil. Kullanıcının elemental özleri kontrol etme yeteneğine bağlı olsa da, yasaları anlamakla uzaktan yakından alakası yok.” Belli ki Linley bunun üzerinde durmaya değmecek, yanlış bir yol olduğunu düşünüyordu.

 

Toprak, ateş, hava, su. Her biri kendi yasalarını barındırır.

 

Tamamlanmış, kusursuz yasalar, hatasız yapılmış bir bina gibidir. Binadaki her bir tuğla yasaların içerdiği sayısız engin gerçeği temsil eder.

 

Linley bu gerçeklerden birini keşfetmesi sayesinde titreşimli saldırı tekniğini gelirtirmişti. Bu toprağın yasaları içindeki yüksek seviye sırlardan biri olarak adlandırılabilirdi.

 

Savaşın sonunda Linley’de McKenzie’de kıyafetleri parçalanmış durumdaydı. Tabii ki Linley’in sadece pantolonu parçalanmış haldeydi. İkisi de kıyafetletlerini değiştirdikten sonra gülümseyerek dağdan ayrıldı.

 

“Viiik!” Bebe Linley’in omzunda sevinçli bir şekilde McKenzie’ye doğru ciyakladı. Dişlerini gösterirken sanki onunla dalga geçiyor gibiydi.

 

“Seni küçük hergele!” McKencize istemsizce sırıttı.

 

Linley de gülüyordu. Linley’in talimatları üzerine Bebe aslında uzman seviyede olduğunu belli etmiyordu. Bu, yalnızca gerçekten ihtiyacı olduğunda ortaya çıkaracağı bir kozdu.

 

Ay ışığı altında, iki aziz seviye uzman sohbet edip, gülüşerek Basil’e doğru yürüdüler.

 

Ertesi sabah, McKenzie ikna etmek için ne kadar uğraşmış olsa da, Linley başkente doğru gitmek için kararlıydı. Başka çaresi kalmayan McKenzie onları bizzat uğurladı. Yaklaşık yüz kilometre kadar da eşlik etti. Gece çökerken grup Yulan nehri kıyısında bir limana ulaştı.

 

McKenzie önceden onlar için üç katlı bir tekne ayarlamıştı.

 

“McKenzie bize daha fazla eşlik etmene gerek yok.”

 

Şimdiye Linley McKenzie’yle oldukça iyi bir dostuk kurmuştu. Adam limana kadar neredeyse yüz kilometre onlara eşlik etmişti. Linley böyle bir jest karşısında nasıl minnettar olmasındı?

 

“Linley, seninle birkaç ay daha geçiremeyecek olmamıza gerçekten üzülüyorum. Ancak kardeşinle buluşmak için sabırsızlanmanı anlıyorum. Bu yüzden kalman için daha fazla ısrar etmemin uygunsuz olacağının farkındayım.” Dedi, McKenzie ciddiyetle. “Kardeşim Linley, iyi yolculuklar!”

 

McKenzie izlerken, grup tekneye binip, Yulan’ın dalgaları üzerinde güneye doğru yol almaya başladı.

 

Yulan nehri oldukça genişti.

 

Tekne Linley’in önce kiraladığına göre daha konforluydu. Aynı zamanda mürettebat da öncekine göre çok daha yetenekliydi. Akıntıyla aynı yönde gidiyor olsalar da, tekne öncekine göre çok daha hızlıydı.

 

“Bu Yulan nehri mi? Amma büyükmüş!” Barker ve kardeşleri korkuluklara dayanmış dalgaları izlerken gözleri parlıyordu.

 

Barker ve kardeşleri On Sekiz Kuzey Dükalığı’ndan geliyordu. Buzla kaplı yerleri görmeye alışık olsalar da ilk kez bu kadar büyük bir nehir görüyorlardı.

 

Jenne onlarla nehir hakkında konuşurken Rebecca ve Leena da oldukça heyecanlıydı.

 

Bebe ve Haeru da hırıldaşarak birbirleriyle konuşuyorlardı.

 

Linley, Bebe aziz seviyeye ulaştığından beri, Haeru’nun onun karşısında biraz utandığının farkındaydı. Ne de olsa Haeru en üst düzey 9. Seviye bir sihirli yaratıktı. Kibirli olmak onun doğasında vardı. Ancak  Bebe yüzünden egosu oldukça ağır bir darbe almıştı.

 

“Haeru benimle gel.”

 

Linley gözüyle bir işaret yapıp teknenin ikinci katına doğru yöneldi. Bebe ve Haeru hemen peşinden gittiler. Teknenin ikinci katı boştu.

 

“Patron neden Haeru’yu çağırdın?” diye sordu Bebe. Başkalarının yanında konuşmaya cesaret edemesede burada, kimse yokken konuşmakta sakınca görmemişti. Bebe insan dilinde konuşmaktan oldukça hoşlanıyordu.

 

Haeru’nun soğuk gözleri sorgulayan bakışlarla Linley’e dönüktü. Efendisinin ne düşündüğünü merak ediyordu.

 

“Haeru, zamanında Bebe ve sen şu karanlık tipi  aziz seviye sihir çekirdeğini istememiş miydiniz?” dedi Linley gülerek.

 

Bunu duyan Haeru anında ne anlama geldiğini anladı ve gözleri parıldadı.

 

“Patron aziz seviye sihir çekirdeğini ona mı veriyorsun?” Bebe de aynı şeyi tahmin etmişti.

 

“Hayırdır, karşı mısın?” dedi Linley, Bebe’ye bakarak…

 

Bebe sevimlice küçük kafasını sallayıp Haeru’ya döndü. Alaycı bir sesle “Tabi ki hayır. Haeru birazcık kendini beğenmiş olsa da yine de iyi biri. Hem ileride beni takip edecek değil mi? Ben aziz seviye bir sihirli yaratığım. Eğer takipçilerim güçsüz olursa bu beni gülünç duruma sokar.”

 

Bebe’yi duyan Linley kahkahalarına engel olamadı.

 

“Tamam, yeter. Haeru bu aziz seviye sihir çekirdeğini yut ve odana çekil. Kimsenin seni rahatsız etmesine izin vermeyeceğim.”

 

Gençliğindeki Jilet Sırtlı Wyrm ve Aziz seviye Mor Dövmeli Ayı’nın korkunç kavgasını hatırlayan Linley iç çekmeden duramadı. Zaman geçiyordu. O zaman kaçıp saklanmaktan başka çaresi olmayan Linley, şu an onlarla kafa kafaya dövüşebilirdi.

 

“Bebe sen de Haeru’yla git. Eğer sıra dışı bir şey olursa bana haber verirsin.” Linley Haeru sihir çekirdeğini hazmederken ortaya çıkabilecek yan etkilerden endişeleniyordu.

 

“Tamamdır patron.” Bebe göğsünü şişirip reverans yaptı.

 

Linley karanlık türü çekirdeği Haeru’ya doğru attı. Haeru ağzını açıp dişleriyle çekirdeği kaparken minnettar bir bakışla Linley’e bakıyordu. Ne kadar zeki olduğu düşünülürse, çekirdeğin değerinin farkındaydı. Üstelik çekirdeği yediğinde seviye atlayacağı da garanti değildi.

 

Ancak Linley yine de sihir çekirdeğini ona vermeyi seçmişti.

 

“Umarım Haeru beni hayal kırıklığına uğratmaz.” diye düşündü, Haeru ve Bebe ikinci kattaki odalarına girerken. Ardından güverteye dönüp nehrin sularını izlemeye koyuldu.

 

Tekne Yulan nehrinin sularını yararak  yüksek hızla güneye doğru ilerlerken, Siyah Panter Haeru’da kendisiyle aziz seviye arasında duran duvarı yıkmaya çalışıyordu. 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44344 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr