18.Bölüm
Büyük binaların arasında, sokaklardaki on binlerce zombi yavaş ve kararlı bir şekilde ilerliyor.
Hedeflerinde, binlerce insanın yaşadığı, hayatta kalma kampı var.
*Bam
3m büyüklüğünde dev bir fare, önündeki arabaya çarptı ve onu parçalarına ayırdı.
Aç bir canavarın sanki en sevdiği yiyeceği bulmuş gibi bir kararlılıkla etrafına hiç dikkat etmedi.
…
Asker 1: Lanet olsun! Bunların bir sonu yok!
Asker 2: Haklısın! Lanet zombiler!
Yüzlerce silahlı asker hayatta kalma kampının hemen önünde durmuş, binlerce zombiyi mümkün olduğunca geciktirmeye çalışıyordu.
Yine de ne kadar çok öldürdüklerinin bir önemi yoktu, sonları gelmeyen zombi denizi bitmek bilmiyordu.
Dışarıda bu korkunç ve kanlı savaş dönerken,
Bir binanın içinde şehrin bir haritasına bakan, diğer askerlerden biraz farklı bir üniforma giyen 4 adam, birbirleriyle tartışıyordu.
Yardımcı komutan: Komutan, askerler daha fazla dayanamaz, cephanelerimiz tükenmek üzere, hemen şimdi geri çekilmeliyiz.
Komutan: Olmaz, eğer şimdi çekilirsek insanlar zamanında tahliye edilemez! Yüzlerce insanın bu lanet zombilere yem olmasını ister misin?
Yardımcı komutan: Hayır, ama askerlerimiz daha fazla dayanamaz! Size yalvarıyorum komutanım. Eğer burada ölürsek daha sonra tahliye edilen sivilleri kim koruyacak? Lütfen geri çekilme emrini verin.
Yardımcı komutanın söylediklerini duyan diğer ikisi de komutana baktı ve karar vermesini bekledi.
Komutan kaşlarını çattı ve derin düşüncelere daldı.
Yardımcı komutan haklıydı, eğer çekilmezlerse herkesin hayatını tehlikeye atmış olurdu am adaleti ve vicdanı yüzlerce insanı ölüme terk etme kararını vermeye dayanamıyordu.
Binlerce insan şehir merkezinde toplanmasına ve yavaşça tahliye edilmeye başlamasına rağmen, şehirde hala yüzlerce insan vardı.
Komutan dişlerini gıcırdattı ve kalp ağrısıyla birlikte şu kelimeleri, duygusal ve kederli bir şekilde söyledi.
Komutan: Haklısın, emirlerimi ilet! Geri çekiliyoruz!
Diğer üçü de kalp ağrısı ve keder hissetmesine rağmen, binlerce insanın hayatını korumak için yüzlerce insanı terk etmekten başka çareleri olmadığını biliyorlardı.
Askerler emri aldıklarında kademeli bir şekilde, yavaşça çekildiler ve zombilere şehrin yolunu açtılar.
Şehre giren zombiler her tarafa dağıldı ve yakaladıkları her insana saldırdı.
Şehirden acı çığlıklar ve yardım için sesler yükseldi ama bu seslere yanıt veren kimse olmadı.
Çok kısa bir sürede onlarca insan öldü ve zombiler tarafından parçalara ayrıldı, şehrin sokakları tam bir vahşetin görüntüsünü ortaya çıkardı.
Kanlar nehir oldu ve şehrin sokaklarında aktı, her yerde parçalanmış veya yenmiş insan cesetleri yatıyordu.
Cehennemden bir görüntü gibiydi.
En korkunç yanı hiç bitmeyen zombi sürüsünün hala şehre girmeye devam etmesiydi.
Bu korkunç görüntüye bakan askerlerin yüzleri korkudan soldu.
Komutan, korkunç bir şekilde ölen insanlara baktı ve gözünden bir damla yaş aktı.
Komutan: Özür dilerim.
Çok kısık bir sesle söyledi ve askerlerle birlikte ayrıldı.
…
Lily şehrin sokaklarında ruhsuz bir şekilde, olan bitenlerden habersiz yavaşça yürüyordu.
Üstü başı kir içinde, gözleri ağlamaktan kızarmış ve yüzü solgundu.
Tek eliyle oyuncak ayısını tuttu ve eskiden insanların eksik olmadığı cadde boyunca tek başına yürümeye devam etti.
Onun kadar zeki bir kız eğer biraz dikkatli olsaydı bir şeylerin ters olduğunu anlardı, ama o şu anda öyle bir durumdaydı ki bunları düşünemiyordu.
Sadece yürümeye devam etti, hiçbir şeyi umursamadan, sanki ölmüş gibiydi.
Evini kaybetti, ailesini kaybetti, arkadaşlarını, sevdiklerini, akrabalarını ve en sonunda abisi olarak gördüğü, sevdiği ve güvendiği kişiyi kaybetti.
Küçük kalbi bunu kaldıramadı, sonunda abisinin ölümünü kabul etmesine rağmen getirdiği yük, çok ağırdı.
Hiçbir şey düşünmeden sadece yürüdü, ne yazık yürüdüğü yön tam da zombi kalabalığının ortasına doğruydu ve bundan haberi yoktu.
…
Savunma hattından ayrılan askerler sonunda şehri tahliye etmeye hazır olan konvoya ulaştı ve hazırlıklara başladı.
Komutan şehrin dışına kurulmuş geçici çadırın içine girdi ve önündeki heybetli adama baktı, heybetli adam şehrin tüm askerlerini ve polislerini kontrol etme yetkisi bulunan önemli bir kişiydi.
Komutan: Rapor veriyorum efendim. Zombiler şehre girmeyi başardı. Hemen şimdi tahliyeye başlamazsak çok geç olacak.
Binbaşı: Anlıyorum. O zaman tahliyeye başlayın.
Komutan: Emredersiniz.
Binbaşı: Sen doğru olanı yaptın asker, kendine fazla yüklenmene gerek yok.
Komutan: Emredersiniz.
Komutan kederli bir şekilde cevap verdi ve çadırdan dışarı çıktı.
Bunu gören binbaşı hiçbir şey söylemedi ve sadece iç çekti.
Kısa bir süre sonra askerlerin korudu sivil konvoy, şehirden ayrıldı.
Konvoya eşlik eden kederli ve hüzünlü ifadeler takınmış 7 kadın vardı.
Ida: Ne yapmalıyız Shion? Bu şekilde mi ayrılacağız? Lily ve Jack ne olacak?
Shion: Bilmiyorum. Askerler konvoydan ayrılmamıza izin vermiyor. Gizlice kaçmamızın bir yolu da yok. Bu şartlar altında hiçbir şey yapamayız.
Bu sözleri duyan diğerleri daha da üzüldü, hatta aralarında yumuşak bir şekilde ağlamaya başlayanlar bile oldu.
Yumina: Lanet olsun bu zombilere! Önce Leon, sonra Lily ve Jack, peki sıradaki kim? Neden bunlar oluyor?
Hiç kimse Yuminaya cevap vermedi.
Bella: Eğer Leon ile karşılaşırsak ona ne söyleyeceğiz?
Bella’nın mırıltısını duyan diğerleri acı ifadeler gösterdiler. Leonun yaşadığını düşünen sadece Bella kalmıştı. Diğerleri onun çoktan öldüğünü kabul etmişti.
Yapacak hiçbir şeyleri kalmayan kadın grubu ancak kederli ve duygusal bir şekilde yollarına devam edebilirdi.
…
Jack konvoyun ayrıldığını bilmeden hala şehrin sokaklarında koşmaya ve Lilyi aramaya devam etti.
‘Nerede bu kız? Onu çabucak bulmalı ve buradan kaçmalıyım.’ Jack çılgınca etrafına baktı ama kimseyi göremedi.
Jack aramaya devam ederken kulaklarını delen keskin bir çığlık geldi.
Jack kulaklarını kapadı ve hemen bir yere saklandı.
Biraz sonra ara sokaklardan birinden ağzında bir insanın alt yarısını çiğneyen, 3m boyunda bir fare çıktı.
Bu sahneyi gören Jack, dehşete kapıldı ve titremeye başladı.
Jack: Bu lanet olası şey de nedir böyle?
Farenin kendisine yaklaşmakta olduğunu gören Jack, nefsini tuttu ve bir santim bile hareket etmeden durdu.
Fare yavaşça yürüdü ve aralarındaki mesafeyi iyice kapattı. Şimdi aralarında neredeyse 20 metreden az bir mesafe kalmıştı.
Jack soğuk bir şekilde terlemeye başladı. Eğer bu canavar onu fark ederse hayatta kalma şansının olmadığını çok iyi biliyordu.
Sonra fare bir anda durdu ve havayı koklamaya başladı. Bunu gören Jack daha korktu ve dehşete düştü ‘Beni buldu mu? Kaçmalı mıyım?’
*Squuuuik
Fare Soğuk kırmızı gözleriyle Jackın yönüne doğru büyük bir kükreme yaptı.
Jack o kadar korktu ki bacakları gevşedi ve bir santim bile hareket edemedi.
Fare hızla koştu ve Jackı geçti sonra koşmaya devam etti ve bir ara sokağa daldı.
O ara sokaktan çığlıklar duyuldu. Bunun kaçmak için bir fırsat olduğunu bilen Jack artık durmadı ve son sürat koşmaya başladı.
‘O canavardan ne kadar uzağa kaçarsam o kadar iyi.’ Diye düşünde ve sonunda ondan olabildiğince uzaklaşmayı başardı. Bilmediği şey koştuğu yönün zombilerin merkezi olduğuydu.
Nefes, nefese kalmış Jack eliyle bir elektrik direğine yaslandı ve kendini toparlamaya çalıştı.
Bir diğer yandan da bu canavarlarla bir daha karşılaşmamak için dua etti.
‘Ne kadar korkunç bir yaratık. Zombiler yetmezmiş gibi birde yaratıklar ortaya çıktı.’ Jack nefesini düzenledi ve tekrar Lİlyi aramaya başladı ama bu sefer öncekinden on kat daha dikkatli bir şekilde.
Biraz düşündükten sonra bir binaya girdi ve etrafına yukarıdan bakmaya karar verdi. Bu şekilde hem tehlikelerden uzak hem de hızlı bir şekilde Lily bulabilirdi.
Güvende olduğunu düşünerek bir binanın çatısına çıktı ve etrafına baktı ama gördükleri karşısında tekrar dehşete düşmekten kendini alamadı çünkü.
Karşısında yüzlerce zombinin yürüdüğü bir cehennem sahnesine kararmış bir yüzle baktı.
‘Ben öldüm. Bu lanet canavarların arasında nasıl hayatta kalabilirim ki?’ kuru bir kahkahayla birlikte Jack, kırılmış bir oyuncak gibi yerde diz çöktü.
Umutsuzluğa kapıldı, kalbinden bir pişmanlık parıltısı geçti.
Eğer Lily ile tartışmasaydı evden kaçmazdı.
O da peşinden gitmez ve bu hale düşmezdi. Güvenli bir şekilde şehirden ayrılabilirdi.
Jack: Özür dilerim Leon. Hepsi benim hatam.
Jackın gözlerinden bir damla yaş aktı ve yere düştü.
Pişmandı, eğer o zamana geri dönebilseydi bu hatayı asla yapmazdı.
Ama bu pişmanlığın bir çaresi yoktu.
Sadece orada durabilir ve özür dileyebilirdi.
Niyeti kötü değildi, sadece Lilynin iyiliğini düşünüyordu.
Hayatına devam etmesini ve Leonun ölümünü aşmasını istedi.
İşlerin bu hale geleceğini asla düşünemezdi.
Jack: Lütfen, bana bir fırsat daha ver. Ne olur tanrım, tek istediğim tek bir fırsat. Yaptığım bu hatayı düzeltmek için bana yardım et.
Jack dua etti ve yalvardı.
Çünkü yapabileceği başka bir şey kalmamıştı.
Gözlerinde yaşlarla birlikte, yüksek sesle bağırdı.
Bir işaret bekledi, hatalarını düzeltmek için bir işaret.
Yine de hiçbir yanıt alamadı.
Tam umutsuzluğa kapıldığı o anda inanılmaz bir şey oldu.
Biraz ileriye, sokağın ortasına baktığında,
Sendeleyerek yürüyen, üzeri kirlenmiş ve elinde küçük bir oyuncak ayı tutan küçük bir kız gördü.
Jack elleriyle gözlerini ovdu ve hayal kurup kurmadığını merak etti.
Sonra tekrar baktı ve aynı sahneyi tekrar gördü.
Jack: Teşekkürler Tanrım. Çok teşekkür ederim.
Jack mutlu bir şekilde bağırdı ve hemen binadan aşağıya inip Lilye doğru koştu.
Yüzünde çok mutlu bir gülümseme vardı. Biraz uzaktaki zombi sürüsüne dikkat etmedi ve Lİlye doğru koştu.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..