Kang-jun ona bakmaya devam etti ama gözlerini açmadı.
Sanki Kang-jun gitse de umursamayacakmış gibiydi.
Bu yüzden Kang-jun bu kadına karşı arzu hissetmeye başladı.
Tabii ki merak ediyordu.
Daha ilk bakışta bu kadın sıradan durmuyordu.
Bu kadın üstünlere yakın mıydı?
Sadece kadının gözlerine bakarak bunu söyleyebiliyordu.
Bu kadının nelere kadir olduğunu tahmin edebiliyordu.
Kadın tüm gücünü kaybetmişti ama Kang-jun'un tahminlerine göre normal halinde gücü Kadiana ile benzer seviyelerdeydi.
Diğer bir deyişle, üst sınıf bir savaşçıydı.
Ancak bu kadın bir şeytan değildi.
Bu yüzden kadının kim olduğunu merak ediyordu.
-jebeok jebeok-
Kang-jun duvara çivilenmiş kadına doğru yürüdü.
Kadın gözlerini açtı ve Kang-jun'a baktı.
“Bah! Colladikus’un yaptığı gibi beni aşağılayabilir ve bana işkence edebilirsin. İşe yaramaz. Ne yaparsan yap, teslim olmayacağım.”
“Endişelenme. Sana işkence etmeyeceğim.”
Kang-jun kadının sağ kolundaki çiviyi tuttu.
Buuuuuong!
Çiviyi çekip çıkartmak istedi ama çividen gelen itici kuvvet hissedilebiliyordu. Kadın gülerek:
“Ne yaptığını bilmiyorum ama bu işe yaramaz. Bu çiviler Colladikus’un büyü gücünü içeriyor yani gücün ona eşdeğer değilse...”
Ancak kadının gözleri Kang-jun'a bakarken kocaman açılmıştı.
Gözlerine inanamıyordu.
Kang-jun'un elindeki çivi kara dumana dönüşüp, dağılmıştı.
Sususu
Aynısını sol kolundaki çivi için de yaptı.
Kadının vücudunun üst kısmı yere yığılırken Kang-jun kolları ile onu destekledi.
Sonrasında baldırlarındaki çivilerde kara dumana dönüştü ve Kang-jun nazikçe kadını yere indirdi.
Ayrıca yerdeki vücut parçalarını da aldı.
“Ne kadar garip. Vücudundan ayrılmış olsalar bile çürümemişler.”
Colladikus bunu umursamamış olmalı.
Bu kadının vücudu özel olmalı.
Dahası dokunması da garipti. Sanki suya dokunuyormuş gibi yumuşak bir his veriyordu.
Ellerini sanki suya sokmuş gibi bir his veriyordu cildi, bu yüzden çok garipti.
Bu da kadının insan değilde başka bir tür olduğu anlamına geliyordu.
Gölgelerde saklanan şeytanlar vardı yani böyle şeyler normaldi.
Chuuot!
Ayrıca kopan parçaları orijinal yerlerine doğru tutunca mavi bir ışık parladı ve yerlerine bağlandılar.
“Ah.”
Uzuvları normale dönen kadının yüzünde hayret dolu bir ifade vardı.
Kadın acı içinde ayağa kalktı ve Kang-jun'a baktı.
“Kimsin sen?”
“Ben Hwanmong Savunma Ordusunun 7. Komutanıyım.”
“Hwanmong mu? Hükümdar ha.”
“Ben bu Aok’u İkinci Şeytan Krala karşı verilen savaş sırasında ara vermişken buldum. Kim olduğunu bilmiyorum ancak bana katılır ve bana sadık olacağına yemin edersen eğer, İkinci Şeytan Kralla savaşmana ve ondan intikam alman için sana yardım edebilirim.”
Ardından kadın soğukça güldü.
“Üzgünüm ama ben kimseye teslim olmam. Bu yüzden senin ev halkına katılamam. Bu yüzden buradaysan eğer, beni yalnız bırak.”
Kadın hala kararlıydı.
İşte bu yüzden Colladikus’a teslim olmamıştı.
Kang-jun konuştu:
“Pekala. Seni zorlamayacağım. Ancak kim olduğunu bilmeden seni serbest bırakamam.”
Kadının düşman olmayacağının garantisi yoktu. Kadın sert bir ifadeyle şöyle dedi:
“Şuan da tüm yeteneklerimi kaybetmişim ancak ben bir ruh hakimiyim.”
“Ruh hakimi mi?”
“Evet. Su ruhunun hakimi Aquana.”
Kang-jun'un gözleri genişledi.
Kadından bir tür güç hissettiği için kadının şeytan kralı olup olmadığını merak ediyordu ancak ruh hakimi olduğunu öğrenmişti.
Bunun hakkında birkaç şeyi Keirun’dan duymuştu.
Söylenenlere göre ruh hakimleri ile şeytan hakimleri aynı güçlere sahiptiler.
“Su ruhunun hakimi. Demek bu yüzden arip bir vücudun var. Bu arada Colladikus seni nasıl yakaladı?”
Aquana Kan-jun'un ruh hakimleri hakkında bilgi sahibi olmasına şaşırmış gibiydi.
Ancak Kang-jun'un, Colladikus’un büyü gücünü taşıyan çivileri nasıl çekip çıkarttığını hatırladı.
Yetenekli birisiydi.
Kang-jun'a baktı ve birden konuştu:
“Sana detayları ile her şeyi açıklayamam ama şuan da boyutsal dünyalar arasında büyük bir savaş sürüyor. Colladikus’a karşı olan savaşta ben yenildim ve esir olarak alındım. Beni serbest bırakırsan bu iyiliğini ben ve dostlarım asla unutmaz ve seni sonsuza dek dost biliriz.”
Serbest bırakılmak mı istiyor? Bu bir tehdit değil gibi.
Aquana aslında oldukça garip bir yüz ifadesi ile soruyordu.
Ancak gözleri oldukça ciddiydi.
Kang-jun onun samimiyetini hissetti ve kafa salladı.
“Pekala. Seni serbest bırakacağım ama bunu daha sonra unutmuş gibi yapma sakın.”
Aquana şaşırmış biçimde bakıyordu.
O dürüstçe sormuş olsa da Kang-jun'un dinlemesini beklemiyordu.
Yine de o kabul etmişti.
“Ciddi misin? Ama şuan sana bir şey ödeyemem.”
“Biliyorum. Hadi yola koyul.”
Kang-jun Aok kapısını gösterdi ve Aquana’nın cildi aydınlandı.
“Teşekkür ederim. Bir gün karşılığını vereceğim.”
Ancak kapının önüne geldiğinde kaskatı kesildi.
Mor bulutlar rahatça görülebiliyordu.
“B-burası...”
“Neden çıkmıyorsun?”
“Eğer şimdi çıkarsam ölürüm. Tüm gücümü kaybettim ve boyutsal güce dayanacak halde değilim.”
Aquana yılgın bir ifadeyle konuştu. Sonra Kang-jun'a bir bakış attı.
“Umarım sorun olmaz ama bir isteğim daha var.”
“Nedir?”
“Eğer izin verirsen yanında dinlenmek istiyorum.”
“Ne demek istiyorsun?”
“Kanatların benim gibi ruhlar için harika birer sığınak. Sadece güçlerim yenilene kadar dinleneceğim.”
Bu Kang-jun'un böyle bir şeyi ilk duyuşuydu. Kanatlarının harika bir özelliği vardı.
Aquana iç çekerek konuştu:
“Bir kez içeri girdiğim zaman dışarı çıkmak için isteksiz olacağım. Lütfen biraz dinlenmeme izin ver. İyiliğinin karşılığını vereceğim.”
Aquana gayet istekliydi. Kaç kez karşılığını vereceğini söylemiş olsa da Kang-jun kafasını salladı.
“İzin veriyorum.”
“Teşekkür ederim Hükümdar Lucan.”
Aquana Kang-jun'a gülümseyerek kanatlarına girdi.
(Rahat ve sıcak. Birazcık uyuyacağım.)
Biraz sonra konuşmayı bıraktı.
Kang-jun Aok’un dışına çıktı.
“Kiraya noldu?”
Kadiana’nın ölümü, müttefikleri için oldukça iyi bir durum sayılıyordu.
Chuoot!
İşte o anda... bora rüzgarları eserken, bulut denizinden bir şey fırladı.
Bu tüm vücutu kırmızı ışıklarla bezenmiş genç bir adamdı.
Alev alev yanan gözleri Kang-jun'a bakıyordu.
“İşte burdasın. Kadiana’yı sen mi öldürdün?”
Gökleri ve yeryüzünü sarsan sesi öfkeyle doluydu.
Kang-jun onu bir bakışta tanımıştı.
“İkinci Şeytan Kral!”
O Rainkar ile savaşta olan İkinci Şeytan Kralı Colladikus’tu.
Kadiana’nın ölümü yüzünden öfkeliydi ve Kang-jun'u arıyordu.
Kang-jun güldü.
“Giydiklerimi gördükten sonra hala soruyor musun?”
Kırmızı pullarla çevrili zırhı giyiyordu ki bu Kang-jun'un Kadiana’yı yendiğinin kanıtıydı.
Onun büyülü kılıcı da ayrıca Kang-jun'un elinde belirdi.
Collladik’un gözleri parladı.
"Kukukuk! Kyakyakyakyak!”
Kahkaha atmaya başladı.
Ardından kırmızı bir ışık elinde toplandı.
Yoğun ışık, bulut denizinin rengini kırmızıya çevirmişti.
Kang-jun kırmızı ışık ona değdiği anda tersine çevrilemeyecek şeyler olacağını hissetmişti.
Bloke etmek için hızla Leon Büyülü Kılıcını salladı.
Ona doğru gelen kırmızı ışık ikiye ayrıldı.
Kwaaang!
Çıkan patlama Kang-jun'u geriye itti.
“Ugh! İkinci Şeytan Kraldan da beklenildiği gibi. O diğer şeytan krallarından farklı.”
Ancak Kang-jun bu saldırıdan neredeyse tamamen kaçınmıştı. Neredeyse 1,000 sağlık puanı kaybetmişti.
Colladikus ise diğer yandan gözlerine inanamıyordu. Kang-jun'un saldırısını durdurabileceğini hiç düşünmemişti.
Sonrasında daha da şaşırtıcı bir şey oldu.
Işıltı!
Kang-jun'un kılıcı etrafında ışıltılar çıkmaya başlamış ve Colladikus’a yönelmişti.
Işıltı! Işıltı!
Bir anda düzinelercesi ortaya çıktı.
Bu ışıltılar tüm alanı kaplamış, Colladikus’un kaçınmasını engellemişti.
Susususu.
Ancak Colladikus elini salladı ve dağıttı onları. Ardından gürleyerek:
“Kyakyakyakyak! Bu da ne? Hwanmong da Rainkar gibi başka bir canavar daha mı var? Neyse, bugün seni kesinlikle öldüreceğim.”
Bu kez, küre şeklinde sarı bir ışık elinde toplandı ve Kang-jun'a doğru atıldı.
Swiik!
Ve patladı!
Kwaaaang!
Patlama geniş bir alanı etkilemişti. Sanki nükleer bomba patlamış gibiydi. Ancak Kang-jun, bu alandan kaçabilmişti.
Işıltı! Işıltı! Işıltı! Işıltı!
Colladik’unkiyle yarışabilecek bir güç ona doğru gidiyordu.
Gökyüzünü dolduran ışınlara bakan Colladikus kaşlarını çattı.
“Seni aptal. Bu tür saldırılar beni etkilemez.”
Bir anda kayboldu ve tam olarak Kang-jun'un önünde belirdi.
“Dur!”
Bu saldırı Kang-jun'a kaçınması için mesafe bırakmıyordu.
Chwaaak!
Ancak kanlar Colladikus’un göğsünden akıyordu. Kang-jun kılıcını sanki bunu bekliyormuş gibi sallamıştı.
“Kuuook!”
Colladikus elini kaldırırken haykıyordu. Muhteşem bir ışık elinde toplandı ve Kang-jun'a saldırdı.
Bam bam!
“Ugh!”
Kang-jun kılıcı ile saldırıyı bloke etmesine rağmen geriye çekilmek zorunda kaldı.
Ağlamaklı bir ses çıktı ağzından. Saldırıyı engellemiş olsa da, yakından yapıldığı için çıkan dalgalar onu etkilemişti.
O anda, bulut denizinin içinde birisi yükseldi.
O Rainkar’dı.
Tam olarak Colladikus ve Kang-jun'un birbirlerine vurduğu anda ortaya çıkmıştı.
Kang-jun'un Colladikus ile aynı seviyede savaşabiliyor olması onu şaşırtmıştı.
Aslında Colladikus, Rainkar’a yenilirken kaçmaya çalışmıştı.
Tüm ordusuna geri çekilmesine emretmiş ve Rainkar’ı kaçarak aldattıktan sonra bulut denizinden çıkıp Kang-jun'u bulmuştu.
Rainkar bunu geçte olsa fark etmiş ve onu Kang-jun ile savaşırken bulmuştu.
Kang-jun'un kılıcıyla Colladikus’un göğsünü kestiği anı ve ardından gelen Colladikus’un saldırılarını görmüştü.
Ancak Colladikus’a saldırmadan önce sadece bir anlığına şaşırmıştı.
“Colladikus! Çok iyi görünüyorsun.”
“Lanet olsun!”
Rainkar’ın geldiğini gören Colladikus somurtup boyutsal denizin diğer tarafına doğru kaçmaya başladı.
Kang-jun'un üzerinde açtığı yara kaybolmuştu.
Rainkar ve Kang-jun'un gözleri buluştu.
Kafasını salladı. Bir şey söylenmesine gerek yoktu.
Şuan da İkinci Şeytan Kralı Colladikus’tan kurtulmak için mükemmel zamandı. Rainkar ve Kang-jun çabucak peşine düştüler.
Pak – Pak.
Boşluğu geçtiği özel uçma metodunu kullandı.
Rainkar da Kang-jun ile aynı metodu kullanarak uçuyordu ve Kang-jun ile aralarında hız farkı yoktu.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..