Khan yüzündeki mahcup ve üzüntülü haliyle dudaklarını büzdü, bacaklarını ileriye doğru uzattı.
Kendisine verilen umutla dik duruşu tereddüt ile tekrar bükülmüş ve ayakta duran şanlı komutan görüntüsünü zavallı bir adama bırakmıştı. Birkaç metre önündeki metre önündeki adama bakarken aşk ile parlayan gözleri kıskançlık ile değişti.
Baktığı adam uzun boyluydu ve etrafındaki diğer kölelerin arasında gayet öne çıkan bir görünüşü vardı.
Üstündeki kıyafetlerde delik, yama ve dikiş izi bulunmuyordu. Kıyafetleri yeni alınmış değildi, sadece iyi bakılmıştı.
Köleler onun çevresinde toplanmıştı. Birbirleriyle sohbet ediyorlar ve gülüyorlardı. Aralarında iyi bir bağın olduğu açıktı. İçler acısı durumlarına rağmen mutlu gözüküyorlardı. Sanki bulundukları durumu umursamıyorlar gibiydi.
Alastair’in kaşları kalkmış, Khan’a ve diğerleriyle sohbet etmekte olan adama bakıyordu. Kafasındaki çarklar hızlıca dönerken önündeki olayı anlamaya başlıyordu.
“O sizin denetmeniniz değil mi?”diye sordu şeytani bir ışıkla parlayan gözleriyle.
Olayı kavramıştı ama Khan’ın ağzından duymak istiyordu.
Alastair bu duygunun birkaç örneğine şahit olmuştu: kıskançlıktan doğan öfke, özgüvensizlikten doğan tedirginlik.
Kıskançlık, köle sınıfının ve kasabalıların yüksek sınıftan insanlara attığı bakışlardı. Gizlemeye çalışsalar bile kolayca anlayabiliyordu Alastair.
Khan bir istisnaydı.
Sadece onlar da değil, soylu insanlar için de geçerliydi bu durum. Soylu sınıfından olup da kendisine kıskançlıkla bakan insanlar olduğunu da görmüştü.
En iyi örnek, kuzeninin kendisine olan davranışları ve gizleyemediği bakışlarıydı.
‘Kölelerin arasında bize kıskançlıkla bakmayan başka biri var mıdır ki?’ diye düşündü bir süre. ‘Herkes kendinden güçlü olanı kıskanmaya meyillidir.’
Alastair bunun üzerinde daha fazla durmadı. Asıl mesele Khan ve onun küçük aşk oyunuydu.
Onun gözünden bakıldığında bu durum gayet normaldi. Kendisi ilk gözünü dikmişti ona ve başkası tarafından elinden alınması onun bu şekilde hissetmesine sebep olmuştu.
Khan’ın öldürecekmiş gibi baktığı adam fiziksel olarak daha iyiydi. Adamın yüzünde bir yara izi yoktu ya da başka bir bozukluk. Adamın vücudu yeterince atletik gözüküyordu, sıradanın biraz üstünde gibiydi.
Adam bir lider gibi görünüyordu. İnsanlar etrafında onu parlayan gözlerle dinliyor, gülümsemesi ve cana yakın davranışları diğerlerinin rahatlamasını sağlıyorlardı.
Khan kısaydı, yara izleri ve iri bedeni yüzünden korkutucu gözüküyordu. Şu anki yüz ifadesiyse işleri daha da kötüleştiriyordu.
Bu yüzden kimse konuşmak için ona yanaşmıyordu. Herkes onun etrafındayken korkuyordu ve olabildiğince dikkatli davranmaya çalışıyordu. Bundan dolayı her konuşma denemelerinde gergin oluyordu diğerleri.
Karşılaşmanın sonucu belliydi: Khan’ın kesin mağlubiyeti.
Sesindeki kıskançlığı ve öfkeyi saklamadan cevap verdi, “Evet, öyle.”
Yüz ifadesiyle ormandaki yabani hayvanları bile rahatça korkudan öldürebilirdi.
“Yani?” diye sordu Alastair ilgileniyormuşçasına.
Bundan bir trajedinin çıkacağını düşünüyordu ve Khan’a yardım etmiyordu.
İçinden gelen bu isteğe kendisi de şaşırmıştı. İstiyordu ve yapacaktı. Gerisi umurunda değildi.
'Birazcık da yardımsever olalım. Büyükbabamın şövalyelik görüşü derslerinde dediği gibi davranalım ve melek rolünü üstlenelim. Şu denetmenin çöküşünü nasıl olacak acaba?'
Öfkesi giderek harlanırken gözünü bir saniye bile ayırmadan devam etti. Zihninde sayısız kez işkence ederek öldürdüğü adamın kendisine hissettirdiği bu duygulardan adamı döverek kurtulmak istiyordu. Derin bir nefes aldı ve sakinleşmeyi denedi ama olmadı.
“O göt herif, Jade'e kur yapıp duruyor!” diye cevapladı fısıltılı bir tonda. Bir soyluylayken küfredebilmek cesaret isterdi. “Denetmenlik konumunu kullanıp bir de benim işimi ağırlaştırıp duruyor, orospu çocuğu! Kolumdaki yaralar da onun yüzünden olmuştu zaten! Göt herif, Jade'in önünde beni aşağılayarak onu elde edebileceğini zannediyor. Ah, o orospu çocuğunu tenhada bir elime alsam, anası ağlayıp ayaklarıma kapana kadar döver dururum! Ama konumu yüzünden siktiğimin puştuna dokunamıyorum bile!”
Eğer küfreden kişi başka biri olsaydı muhtemelen haddini bildirecek bir ceza verirdi. Ancak Alastair bunu umursamadı, dinlemeye devam ediyor ve içten içe gülümsüyordu.
“Bu adam tam olarak ne zaman işe alındı?” diye sordu Alastair, ela gözlerini adama dikerken.
“Bir yıl veya ona yakın bir şey,” diye cevap verdi. Ardından Alastair’e çevirdi yüzünü anlamamış bir şekilde. “Onun konumuz ile ne alakası var? Ben burada içimdeki acıyı anlatıyorum, sense şerefsiz piçin tekinin ne zaman işe alındığını soruyorsun.”
Kıskançlığının kendisini ele geçirmesine izin vermiş olmasından dolayı Alastair’in statüsünü umursamadan konuşuyordu.
Bu pek de rastlanabilir bir manzara değildi. Normalde bu konuşmanın sonucunda köle acı çekerek işkenceye uğramasıyla veya şanslıysa direkt ölümü ile biterdi.
“Tamam, tamam,” diyerek yatıştırmaya çalıştı Khan'ı.
Bulunduğu konumları gereğince yaşadıkları konuşmayı bir kenara bıraktı Alastair. Romantizmden doğan bu komik durumu saçma buluyordu ama eğleniyordu.
İşte bu yüzden romantizmi çok seviyordu. Özellikle de soyluların arasında bu tür durumlar çok iyi oluyordu çünkü yaşanan olaylar daha komikti.
Kaç ailenin yaşanan olaylar yüzünden yükselme şansını bundan dolayı kaçırdığına şahit olmuş ve kayıtlı tarih kitaplarından okumuştu.
İnsanların anlık bir duygunun getirisi yüzünden birbirleriyle kanlı bıçaklı olmaları her daim işleri yokuşa sürüklüyor, her iki tarafında zararına bir sonuç elde etmelerine sebep oluyordu.
Ama dışarıdan izleyicisi olmak gayet hoştu.
“Adamın adı neydi?” diye sordu, parmakları dudaklarının üzerinde geziniyordu. “S ile başlıyordu ama neydi?”
“Steven!” deyip öfkeyle cevapladı Khan dişlerini birbirine sürterken. “Siktiğimin Steven'ı! Elime geçtiği anda öldüreceğim onu! Ancak o zaman anlar benim kadınıma yanaşmanın ne demek olduğunu! Orospu çocuğu!”
Bir yorumda bulunmamayı tercih etmiş, yandan bir bakış atarak Khan’ın öfkeden kuduruşunu izlemeye devam etmişti. Ona soru sordukça farklı küfürler ve öldürme yöntemleri duyacağından emindi.
Eğlenceliydi ve gülümsemek istiyordu ama yapmadı.
Khan’ın kendisini öyle görmesini istemiyordu. Bir de onun bir daha kendisiyle konuşmamasıyla uğraşamazdı. Eğlenceli oyuncağını kaybedemezdi.
Alastair, Khan’ın dediklerini yapabilecek gücü elinde tuttuğunu biliyordu. İri kalıbına bakınca bile anlaşılıyordu ama bu geri zekâlının ileriyi düşünmediğini de görebiliyordu.
Eğer bu işi cinayet ile sonlandırırsa yaşama şansının olmadığını fark edemiyor muydu?
Belki de Steven’ın bir kozu bulunuyordu elinin altında. Eğer durum buysa yine ölecekti Khan ve bu sefer tamamen boşuna ölmüş olacaktı.
'Aşk kesinlikle insanı gaza getirip aptallaştırıyor. Sonucunda ise geri dönülemez sonuçlarla kendisinin ne olduğunu hatırlatıyor aciz insanlığa.’
Bu, Alastair’in okuduğu ve şahit olduğu aşk hikâyelerinden sonra kendisine her daim söylediği cümlesiydi.
Zihninde kaybolmuşken, Alastair düşünceli bir hâl aldı. Gözleri soğuk bir şekilde parıldarken dudağının kenarı kıvrılmış, küçümseyici bir gülümseme sunmuştu.
'Aslında bu seferki sonuçları öğrenmek isterdim ama bununla uğraşmaya değmez,' diye düşünerek omuzlarını silkti ve ardından oturduğu yerde gerindi.
İki kölenin arasındaki kedi-köpek kavgasının kazanının kim olduğu belli olduğundan bütün eğlencesi kaçıyordu.
Kazanan Khan idi.
Steven’ın denetmen olması, ona çalışma saatleri içerisinden şans tanıyordu ama o da bunu belli ki pek de iyi kullanmıyordu. Çalışma saatlerinin sonunda Steven’ın işi bitmiş oluyordu, Khan ile uğraşacak zamanı olmadığı anlamına geliyordu. Steven şövalyeler tarafından denetlendiği gerçeği de eklenince elinde pek bir avantajı bulunmuyor gibiydi.
Gece vakti geldiğindeyse, Khan kolayca onu ortadan kaldırabilir ve karanlığa karışıp kaçabilirdi. Tabii bunun için yeterince zeki olması gerekiyordu.
'Önceki denetmenle oynadığım oyuna hiç benzemiyor,' diye düşündü ama sonra kaşları çatıldı.
“Önceki denetmen,” diye sordu Alastair. “Ona ne olmuştu?”
Khan yoktan gelen soru yüzünden ilk başta ne cevap vereceğini bilemedi. O kadar çok Steven’a odaklanmıştı ki cinayet ile dolan zihni bir anda işlevini yitirmiş, düşünememeye başlamıştı.
“İdam edilmişti. Yanlış hatırlamıyorsam yıllık hasattan birazını kendine ayırıyordu. Fark edilmeyeceğini sanarak ayrı olarak satıp parasını da cebine atması yüzündendi. “
“Oh, teşekkürler hatırlattığın için.”
“Bir şey değil,” diyerek karşılık verdi ama kaşları çatılmıştı, neden bu sorunun bir anda sorulduğunu anlayamıyordu.
Khan'ın da hatırlatmasıyla önceki denetmenin başına gelmiş olanları düşünmeye başladı.
Önceki denetmen bir bakıma Khan gibiydi. Üstüne yapışmış köle sıfatından kurtulmaya çalışan ve ruha sahip olan biriydi. Bunu yapmaya yetecek cesareti vardı ama onu destekleyen biri yoktu.
Alastair ona el uzatmış ve büyük engeli geçmesinde yardımcı olmuştu. Özgürlüğünü kazandırmış, o sıfattan kurtulmuştu.
Artık bir köle değildi ve bu, ona gereksiz bir cesaret vermişti. Alastair'i arkasında bırakıp ondan da kurtulabileceğini sanmıştı. Ardından ipleri eline almaya çalışmıştı yeni hayatında.
Sonucu ise içler acısıydı. Alastair tarafından fark edilmişti ve ölümle sonuçlanmıştı.
‘Sıradan bir haindi. Bana yanlış yapmamalıydı.’
Alastair bacaklarını öne doğru uzattı. Bunaltıcı sıcaklığın altında gözlerini etrafındaki diğer kölelerde gezdirdi, Khan’ın merakla kendisine bakan ifadesini göz ardı etti.
Khan hala bir cevap alamadığı için bozulsa da bir şey demeye cesaret edemedi.
O da gözlerini bu sefer özlemle doldurarak sevdiği kadına dikti. Bacaklarını kendine çekmiş ve kafasını diz kapaklarını üstüne koymuştu. Ardından hüzünle iç çekmişti.
“Jade konusuna gelince...” deyip durmuş Alastair, bacaklarını kendine çektikten sonra devam etmişti. “Bu gece hızlıca o kaldığın o ev dediğin derme çatma tek odalı kulübeden çıkıp doğruca dediğim bahsi oynaman lazım. Bunu sakın unutma!”
“Biliyorum ve teşekkürler,” dedi ama sesi tonu umutsuzdu. Kendine güvenmediği açıktı.
Hüzünle parıldayan gözlerini Jade'den bir saniye bile olsa ayırmadan iç çekmeye devam ediyordu. İfadesindeki korkutuculuk yavaş yavaş silinmeye, yerini masumane bir hüzne bırakmıştı.
“Genç efendi---” diyerek söze başladı ama soğuk bir şekilde ona bakan Alastair'in yüz ifadesiyle birlikte yutkundu ve zayıf bir gülümsemenin ardından tekrar devam etti. “Şey, Alastair, Steven cidden o zamana kadar Jade'i alamaz, değil mi? Yani…hiç alamaz, değil mi? Öyle bir şansı yoktur bence. Yoktur, değil mi?”
Alastair karşısındaki iri adamın endişeli ifadesine bakarken bir süre ne diyeceğini bilemedi. Bir an sinirli bir aslan kral, bir an ev kedisi durumuna gelişine yorum yapmak istedi ama vazgeçti.
“Sana dedim ki bir daha bana genç efendi deme. Yanlış mı hatırlıyorum?” diye tehditkâr bir şekilde sordu ama devamını getirmedi. “Neyse, bunu geçelim. Sorun şu ki alamaz demek yanlış olur. Alma ihtimali az diyelim. Sonuç olarak her şey senin oynayacağın bahse dayalı. Eğer o bahsi oynayamazsan muhtemelen Jade'e kalp kırıklarıyla dolu bir mektup yazman gerecek. Okuma yazma biliyorsun, değil mi?”
Khan'ın üzgün ifadesiyle başını Jade'e çevirişini izledi. Jade'e bakıp iç çekmeye başlayan koca adamın görüntüsü artık onu sinirlendirmeye başlamış olsa da ağzını açıp tek kelime dahi etmedi.
Koca adamın kendi duyguları yüzünden oyuncak olması durumu ciddi anlamda sinir bozucuydu.
'Ciddi anlamda geri zekalı. Azıcık uyanık olsa belki bir şövalye olabilirdi.'
Alastair, Khan'ın bu durumuna hiç anlam veremiyordu.
Khan'ın iri ve güçlü yapısını göz önüne aldığında yapması gereken işin bir şövalyelik olması gerektiğini savunuyordu ama şu anda bir tarlada acı çekerek sıcak altında köpek gibi çalışıyordu. Aldığı parayı yemeğe harcayıp zar zor günü geçiren bu adamın burada oluşu, Alastair'in mantık çerçevesinde olmaması gereken bir davranıştı.
Khan'ın anne ve babasının burada çalışmış olduğuna ve onun da bu adımları takip etmesine gerektiğine dair bir düşünce dayatıldığına dair bir fikri vardı ama bunu kanıtlamayı hiç denememişti.
Ama bu adamın nereye kadar ilerleyebileceğini görmek istiyordu.
'Aşk için bunca saçmalığa katlanıyor ve çalışıyor. Şimdi de aynı aşk için buradan kaçmaya çalışıp yeni bir yaşam kurmayı deneyecek. Umarım sonunu getirebilir,' diye içinden pozitif bir düşünce uyandı zihninde.
“Bunu da yatır,” demiş ve ardından kimsenin görmediğine emin olarak ona bir kese uzatmıştı. “İçinde yaklaşık 80 altın shinin var. Bahis sonrası sağ salim parayı getirme unutma. Yoksa ne Jade'i görmeni sağlarım ne de senin bu hayattan acısız bir şekilde gitmeni. Parayı kesenin içinde işaretlediğim yere bırak.”
Khan Alastair'in arkasından aval aval bakakaldı. Kısa bir sürenin ardından şaşkınlığının üstesinden gelmiş ve para kesesini pantolonundaki gizli cebine koymuştu. Kimsenin onları görmediğinden emin olmaya çalıştı uzun bir süre ve ardından gülümsedi.
“Paydos bitti! Hadi iş başına!”
'Senin...'
Steven'ın sesiyle birlikte diğer köleler de işlerinin başına dönmüştü. İçlerindeki umutsuzluğa rağmen olabildiğince sıkı çalışıyorlardı. Hayatta kalmak için bundan başka yapabilecekleri başka bir şey yoktu.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..