Bölüm 3: Aziz Alastair ve Göz Alıcı Kuzen

avatar
953 8

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 3: Aziz Alastair ve Göz Alıcı Kuzen


Khan'ı arkasında şaşkın bir şekilde bıraktığının farkında olarak Alastair adımlarını paydos öncesinde oturduğu çite doğru yöneltti.

Paydosun bitmesinin ardından işlerine geri dönen köleleri inceledi bir süre, düşünceliydi.

Çitin üstündeki yerini aldığından gözlerini kölelerin heyecansız işlerini yapışını izlemeye başladı, gözleri her birinin üstüne geziniyordu.

Kuzeniyle kendisi ailenin tek varisiydi ve bundan dolayı büyükbabaları yaptıkları işi öğretme çabasıyla kendilerini buraya getirmeye başlamış, neler yapmaları gerektiği konusunda anlatımlarda bulunmaya başlamıştı.

İnsanlar ilk geldiği zamandan beri hiç değişmemişti. Birkaç yeni yüz katılmış, birkaç eski yüz ayrılmıştı.

Kölelerin çoğu neşeden mahrumdu ve hayattan kalmak için çalışmalarının dışında hiçbir amaçları yoktu. Belli bir mal sahibi de değillerdi. Tek sahip olabildiği şeyler ölü bir balığınki gibi olan gözleri ve çalışmaya zorunlu tutulan bedenleriydi. Ruhları ellerinden alınmış gibiydiler. Canları bile kendilerine ait değildi, satın alınmış ve Alastair’in ailesine verilmişti.

Gülmeyi başarabilenler de aynı şekilde çalışıyordu ama garip bir şekilde mutluydular. Alastair onları neyin bu kadar mutlu ettiğini çözmemişti. Hayatları ellerinden alınmıştı ama gülebiliyorlardı.

‘Steven ve onun çevresindekiler…’ diye düşündü görüntüleri aklında gelirken. ‘Onların neşeyle çalışabilmelerini sağlayan motivasyon nereden geliyor?’

Alastair’in zihnindeki çarklar dönmeye başladı ama geçerli bir sebep bulamadı.

Alastair onlar için üzülmüyordu ama anlamaya çalışıyordu.

“Khan gibi nadir olanlar da var...” dedi kendi kendine.

Khan’ı bu hayatta yaşayabilmesini sağlayan motivasyon belliydi: Jade’e olan aşkı.

Onun azimli, tutkulu ve hırslı biri olmasını sağlamıştı. Gözlerinde yanan hırs ve kararlılık öylesine parlaktı ki güneş bile yanında minik bir yıldız kalabilirdi.

Bu Alastair’i şaşırtmıştı. Çünkü önceden yardım etmiş olduğu adam bile bu kadar azimli değildi. Kendisi yardım edene kadar o adam çaresizliğin derin çukurlarında geziyordu.

Kölelerin gülebiliyor oluşu şaşırtıcıydı.  Khan gibiler de pirincin içindeki küçük, siyah taş gibi nadiren karşılaşılıyordu ama hemen belli oluyorlardı.

'Önceki soruya dönelim. Hâlâ nasıl yaşama sevinci olanlar var?' diye düşündü, gözleri hafif kısılmıştı. 'Etrafındakilerin yalakalık yapması mı? Jade'i kendisine alabilmek için konumunu kullanarak diğerlerine umut mu veriyor?'

Köle grubunda bile soylulardan farkı olmayan insanlar olduğunu biliyordu.

İnsan hiçbir zaman elindekiyle yetinemiyordu. Aç gözlü, hırslıydı ve elindeki neyi varsa öne sürerek her şeyi ele geçirmeye çalışacaktı.

Soylu statüsünden olan biriyle köle statüsünden olanın birinin ayrımı sadece bir unvandan ibaretti.

İki tarafta en yükseğe çıkarak huzuru istiyordu ama bunun için güç, para ve şöhret gerekiyordu. Lakin huzura giden bu yoldaki yanılsamaların sonucunda insan olduğu yerden bir adım dahi ileri gidemiyordu.

Çünkü her daim açgözlülerdi. Hiçbir şekilde daha ileri gidemiyorlardı çünkü kendilerinin ilerleyemediklerini düşünüyorlardı. Kendilerinin farkına varmadan ilerliyorlardı.

Alastair kendi düşüncelerinin doğruluğunda ilerlemeye devam etti ve bir soru daha belirdi zihninde, ‘Peki köleler isyan etse? Özgürlüklerini alamazlar mı ellerine?’

Kölelerin şu ana kadar hiç ayaklanma çıkartmamışlardı ve Alastair buna hâlâ inanamıyordu.

Alastair’in tahminlerine göre oldukça fazla zayiat vereceklerdi, belki tahmininden bile fazla. Ancak kurtulabilmeleri için bir şans sahibi olabileceklerdi ve bu onları neşelendirmeli, kendilerinin azimli olmalarını sağlamalıydı. Başarılı olma şansları gayet yüksekti çünkü tarım alanını koruyan fazla şövalye yoktu.

Alastair’in aklına tek bir cevap vardı; onlar umut etmeyi uzun zaman önce bırakmıştı.

Köleler bir zamanlar inançlıydı ve huzuru bulabileceklerine inanıyordu. Ancak zaman geçtikçe inançları ellerinden zalimce sökülüp alınmıştı, kendilerini zayıf ve güçsüz bir halde bırakmıştı.

Bu Alastair’i hayrete düşürüyordu. Bir insan nasıl olur da birinin altında olmayı kaldırabilirdi ki? Hiçbirinin aklını kullanmıyor oluşu, onun sinirlenmesine ve onların kötü bir şakadan ibaret olduklarını düşünmesine sebep oluyordu.

Bunları yapabilecek kapasiteleri vardı ama onun yerine kıskançlık, öfke ve nefret ile bakmayı tercih ediyorlardı. Bazıları bunu bile yapmıyordu.

‘Sizler kurtarılmaya layık değilsiniz. Sizler, güdülmek için hayata gelmiş hayvanlardan başka bir şey değilsiniz.’

Alastair’in yüzü soğuk bir ifade alıyor, vücudunun her zerresinde iğrenme duygusunu hissediyordu.

Hayalci olan Khan gibi olanlar iyilerdi. Onlar bir gün bu durumdan kurtulacaklarına inanabiliyorlardı. Umutluydular ve istekliydiler.

Alastair için onlar bu şekilde kölelik yapmayı hak etmiyorlardı.

Bir kapının açılacağına inan bu insanlar kapıyı gördüğü anda atılırlar ve kölelikten kurtulmaya çalışırlardı.

Neredeyse her zaman ölümle sonuçlanıyordu. Çünkü soylu sınıfı altındakilerin kendi başlarına iş yapıyor oluşunu sevmezdi. Bu, kontrollerinin azaldığının göstergesiydi.

Alastair, gerekli imkânları sağlayabilecek biriydi. Onların kurtulabileceğine inan biri olarak tatlı dilini kullanıp onları cesaretlendirebilirdi. Onların özgürlüğe ulaşmalarında sakınca görmüyordu.

Bir çalışan kaybedeceklerdi ama yenilerini alabilirlerdi. Paraları vardı ne de olsa.

Bu davranışta bulunmak onun için hem bir eğlence hem de bir kurtarış biçimiydi. Aynı zamanda kendisine ilerde yardım etmek zorunda kalacak birine sahip oluyordu ilerde.

Her insan hayata özgür olarak başlardı. Kişinin seçimleri onları bulunduğu noktaya getirir, onların yükselişine veya çöküşüne götürürdü.

Hayatların değerini kendinin belirlemesi absürt bir davranış olabilirdi ama Alastair insanların görüşlerine zerre takılan biri değildi.

Onun için o durumda doğru olan neyse onu yapacaktı.

Şu ana kadar Alastair’in yardımda bulunduğu kişi sayısı ikiydi.

İlk kişinin gerçekleştirmek istediği birçok hayali vardı. Hatta hayallerini anlatırken Alastair’den tavsiyeler bile alıyordu. Alastair tarafından aynı şekilde bahisler hakkında bilgi almış, kendisi için gerekli parayı kazanmıştı. Alastair ona bu şekilde şahane bir kapı açmıştı.

Alastair bundan gayet memnundu ta ki onun kendisine ihanet edeceğine dair bir konuşmaya şahit olana kadar. Alastair bu konuşmadan sonra onun işlerini yeterince zorlaştırmıştı ama adamın bundan haberi yoktu.

Adam hâlâ onu kandırmış olduğu saf bir soylu çocuk olduğunu düşünmüştü ve başına geleni sonuna kadar hak etmişti.

Alastair hiç acıma göstermemişti.

İkinciyse Khan idi. Önceki hatasından ders almıştı ve Khan’a yardım etme konusunda epeyce düşünmüştü.

Ona da şu an yardım ediyordu ama her şey o keseye bağlı olacaktı.

'Umarım o kese elime geçer. Bir başkası daha giderse, artık köle sınıfından umudumu keseceğim.'

Whirr!

Duyduğu araba sesi dikkatini tarladaki kölelerden çekmesini sağlamıştı.

Sesin sahibi olan at arabasının yolcu bölümü kül rengindeydi. Kenarlarında da altın işlemeleri bulunuyordu. Arabanın üst kısmında ise akşam vakitlerinde kullanılmak için hazır duran lambalar duruyordu. At arabasının kapısında bir sembol işlenmiş hâldeydi.

Sembol, peri kanatlarına benzeyen transparan bir çift kanat ve kanatların ortasından geçen bir kılıç idi. Biri beyaz biri siyah olan kanatların insanı hem rahatlatırken hem de ürkütüyordu. Kanatlar kılıcın etrafını koruma amacıyla sarmalamış gibi duruyorlardı.

İyi bir şekilde detaylandırılarak yapılmış bir semboldü.

Alastair hızla yaklaşan arabayı düz bir ifadeyle izledi. Ailesinin hemen onun eve dönmesini istediklerini anlayabiliyordu.

Sürücü nazik ve becerikli bir şekilde arabayı durdurdu ve atların birkaç horultusunun ardından hızlı adımlarıyla arabanın yolcu kapısını açtı. Hemen ardından tekrar aynı şekilde sürücü bölümüne geçti ve atların iplerini sıkı sıkı tutarken verilecek bir sonraki emri beklemeye başlamıştı.

At arabasının yolcu bölümünde 14 yaşlarında genç bir soylu çıkmıştı.

Gencin geceyi andıran kuzguni siyah saçları uzun ve dalgalıydı. Saçları özenle sağ yatırılarak taranmış ve şekil verilmişti. Sağ tarafında çenesine kadar uzanan örülmüş bir tutam saç bulunuyordu ve bu örülmüş saçın ucunda gri renkte küçük bir mücevher de bulunuyordu.

Kendisine masallardan fırlama bir prensin havasını katmıştı. Koyu mavi gözleri denizlerden farksızdı. Küçük bir burnu ve pembe dudakları vardı. Kaşları da inceydi.

Oldukça zarif bir yüzü vardı.

Çocuğun üstünde oldukça şık, özel dikim bir takım bulunuyordu. Çocuk oldukça göz alıcı görünüyordu. Baloya gidecekmiş gibi duruyordu.

''Ne aşağılık, mide bulandırıcı bir görüntü bu böyle!'' dedi çocuk yüzündeki tiksintiyle.

''Seni görmekte hoş, Ephios,'' dedi alayla Alastair çocuğun hakaretlerini göz ardı ederken.

''Benim için hiç de hoş değil,'' demiş ve ardından kafasını onaylamaz bir ifadeyle iki yana sallamıştı.

Kuzeninin görüntüsüne baktıkça tiksintisi artıyor, kendisini sorgulamasına sebep oluyordu.

Derin bir nefes aldı ve kendisini sakinleştirmeye çalıştı.

''Anlayamıyorum! Bak, anlamak istiyorum ama olmuyor. Seni hiçbir şekilde anlayamıyorum! Köle sınıfının çöpleri arasında dolanmanı geçtim, sen onlarla konuşuyorsun! Onların pis kokulu ağızlarından çıkan, kirli sözcüklerini nasıl olur da dikkate alırsın? Onlarla iletişimle bulunmanı da geçtim, neden bu haldesin? Kasabalı küçük bir çocuk gibi toz toprak içindesin! Saçmalık! Hiç mi utanmıyorsun bu şekilde birileri tarafından görülmeye? Peki ya bu sırada bir soylu bize, Faelere ziyarete gelse ve seni bu şekilde görse ne yapacaktın? Yazık, çok yazık! Senin gibi biriyle kuzen olduğuma inanamıyorum!”

Alastair o anlık sağır olmak istedi. Ephios'un geldiği an itibariyle soluksuz sıraladığı kelimeleri o kadar çok kez duymuştu ki artık bir rutin haline gelmiş olduğunu söyleyebilirdi. Cümlelerin söylenmediği zamanlar kendisini eksik hissediyordu.

''Sana iyi bir ders vermek lazım! Büyükbabam ve annem bulunduğun statüye göre davranman için o kadar uğraşıyorlar, sana nasihat veriyorlar ama sen…sen...'' diye azarlamaya devam etmeye niyetlendi ama sonunda kendisini durdurdu. ''Sana ne kadar laf anlatmaya çalışsam da hiçbir etkisi olmayacak, değil mi?''

Alastair cevap vermek yerine oyunbaz bir afacan edasıyla gülümsemişti.

Bulunduğu konumun hakkını vermesi gerekecek şekilde davranması gerekiyorken Alastair'in bu davranışlarına akıl sır erdiremiyor, ne diyeceğini bilemiyor ve sonunda çileden çıkmasına sebep oluyordu.

Alastair'in bu çocukça tavırları onun midesini bulandırıyordu.

Kendisi güneş ise Alastair de aydı. Gece ile gündüzden farksız oluşları gibi akrabalık ilişkileri de bolca anlaşmazlık doluydu.

''Neyse, buraya senin o kalın kafana nasihatlerim ve önerilerimle bilgiler vermek amacıyla gelmedim. Annem eve gelmeni istiyor. Dediğine göre büyük bir gün olacakmış ve bu sefer düzgün bir şekilde davranmanı istiyor.”

Alastair, Ephios'a bakarken gözlerini devirdi.

Ephios'un da kölelerden pek farkı yoktu. Kölelerin hayatta kalmak için harıl harıl çalışıyor oluşu, Ephios'un evdekileri etkileyerek sahip olduğu konumu elinde tutmak için harcadığı çabayla eş değerdi.

Çaresiz bir şekilde bulunduğu dala tutunmaya çalışıyordu. Hiç ileriye gidip başka dallara konmaya çalıştığını görememişti.

'İğrençsin, Ephios. Yine de bulunduğun konumu koruma çaban için sana puan vermezsem ayıp olur,' diye düşündü.

''Hadi arabaya binelim, gerisini yolda anlatacağım,'' demiş ve hızla arkasını dönmüştü. ''Burada daha fazla kalmaya katlanamam. Kölelerin aldığı nefesin iğrenç, çürümüş kokusunu hissedebiliyorum. Sefil, iğrenç mahlukatlar!''

Ephios arabaya bindiği gibi arkasından onu takip eden Alastair'i durdurmuştu. Onun çatık kaşlarını göz ardı etmiş ve ceketinin dış cebindeki mendilini oturacağı bölüme sermişti. Ardından Alastair’e izin vermişti.

Toz toprağın içinde yuvarlanmış olan Alastair'in en azından arabanın koltuklarını kirletiyor oluşunu biraz daha olsun engellemişti.

Arabanın içi oldukça rahattı.

Taşlarla işlenmiş olan rahat koltukların yanı sıra kapının olduğu bölümün tam karşısında atıştırmalıkların bulunduğu küçük bir masa bile bulunuyordu. Küçük masanın üzerindekilerin düşmemesi ve etrafı kirletmesini önlemek amacıyla, süslemelerle bezeli olan masanın kenarlarında hafif yüksek bir engel bulunuyordu

Masanın üzerinde atıştırmalık olarak çeşitli kurabiyeler ve minik kekler bulunuyordu. İçecek olarak ise içinde vişne suyu bulunuyordu. İçeceğin içinde buz parçaları da ilave edilmişti.

''Atıştırmalık da hazırlatmışsın! Beni bu kadar düşündüğünü bilemezdim, canım kuzenim,'' diyerek sahte bir gülümseme sunmuştu ve ardından ballı çöreklerden bir tanesi yemeye başlamıştı. ''Aşçılar işini iyi yapıyor gerçekten!''

Alastair'in vahşi gibi yiyor oluşuna bakarken acı dolu bir iç çekti.

Önündeki çocuğun bulunduğu konuma göre davranmasını geçmişti, normal bir insan gibi yemek yemiyor oluşu bile onun soylu oluşunu sorguluyordu. Bazen akraba olma durumlarını da sorgulamıyor değildi. 

‘Kölelerin arasında takıla takıla vahşi olup çıktı' diye bir düşünce belirdi Ephios'un zihninde, tiksintiyle kuzenini izlemeye devam etti.

''Şimdi asıl konumuza geçeyim,'' deyip ciddi bir ifade ile açıklamaya başladı. ''Bugün on aileden biri bizimle buluşmaya gelecek. O yüzden kendine çeki düzen ver ve önümüzdeki birkaç gün hareketlerine dikkat et. Ailemizi utandırmaman için uğraşmak zorundasın. Ailemiz için bir dönüm noktası olacağını söylüyor babam.''

Alastair sesini çıkartmadı ve sadece başını sallamıştı. Ephios'un kendisini bu kadar çok uyarması ve patronluk taslaması onu sinir etmiş olsa da şu an aklında yer edinmiş olan bu ortalık meselesi daha ilgi çekiciydi.

Aklı anında oraya odaklanmıştı.

On aileden hangisi geliyordu da kendisinin bu kadar uyarılmasına sebep olmuştu?

'Bahis paramı alamayacağım yani. Umarım o geri zekalı o işaretleri anlayacak kapasiteye sahiptir.'






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 47022 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr