Büyücü...
Terim, hayatlarını büyü sanatına adamış ve durmaksızın büyü hakkında çalışma yapan insanlar için kullanılırdı. Büyü üzerine çalışma yapan bu kişiler ellerinin altındaki büyüler aracılığıyla doğanın iradesini diz çöktürüp boyunduruğu altına alarak ona hükmedebilir ve istedikleri hale gelmelerini sağlayabilirlerdi.
Bu isteklerinin sonucunun ya bir mucize ile ya da bir felaket ile sonuçlanma ihtimali vardı ve bunlar tamamen büyücüye bağlıydı.
Büyücüler isterlerse kurak günde bulutların belirmesini sağlayıp yağmursuz günde yağmurlar yağdırabilir ve hasatların bereketini arttırabilirdi. İsterlerse kuraklığın ilelebet olmasını sağlayıp insanların sonunu getirebilirdi. Dilerlerse denizlerin rengini değiştirir, zehirli hale getirebilirdi. İsterse de gökyüzündeki bulutların kan ve zehir akıtmalarını sağlayabilirdi.
Büyücülerin ellerindeki otorite normal bir soylu tarafından sorgulanamaz ve böyle bir şey akla dahi getirilemezdi. Köle sınıfının insanlarını geç, soylu sınıfının en yüksek üyesi bile bir büyücü hakkında bir şey söyleyemez, emir veremezdi.
Eğer böyle bir şeyi yapmaya kalkışacak kadar delirmiş ve çıldırmışlarsa da o kişinin kendisi ya da bütün ailesinin sonucu ölüm olabilirdi. Belki de aileyi sonsuza kadar lanetleyip acı çekmelerini oturup bir kenardan izleyebilirdi.
Bir büyücüyü karşına almak demek, ölümle cilveleşmekten başka bir şey değildi. Kişi tamamen aklını kaçırmadığı sürece böyle şeylerde bulunmayı düşünemezdi.
“Büyücü...” dedi zayıf ve titrek bir sesle Ephios.
Ephios korkuyla titrerken yutkundu, ardından ifadesi hissettiği dehşetle tamamen dondu. Bir anda üstünde dağlar tarafından ezildiğine dair bir his oluştu. Omuzlarını artık daha fazla dik tutmayı başaramadı, oturduğu yerde yavaşça çaresizlik ve kaygıyla çöktü.
Alastair kuzeninin korkuya ve endişeye kapılmasını kınadı içten içe ama gözlerinde bir parlaklık yoktu. Buz kadar soğuk olan ela gözleri, her şeyini kaybetmiş bir adama benzeyen kuzeninin üstündeydi.
Eğer Ephios şu an kendisinin kınanma ve aşağılanarak bakıldığını görüyor olsa muhtemelen eski vaziyetini geri kazanmaya çalışıp kendisine güçlü, azametli ve ulu bir hava katmaya çalışacağının farkındaydı.
Alastair bundan fazlasıyla zevk alıyordu. Kuzenin zihinsel olarak yaşıyor olduğu bu zayıflık anı onu eğlendiriyordu.
Ephios zayıftı ve bulunduğu konuma bağımlıydı. Bu onun en büyük zayıflığıydı ama aynı zamanda en güçlü yanıydı.
Ephios'dan gözlerini çekip düşüncelerini Loer ailesinin üstüne odakladı, zihnindeki çarkların bir kez daha çalışmasına izin verdi.
“Pekâlâ… Ya Loer ailesi bizi başka bir aileden kurtulmak için kullanmak istiyorlarsa?” diye akla gelen ilk düşüncesini dile getirdi Alastair. Ses tonu ağırlaşmıştı ve devam etti. “Peki ya biz büyük fanusun içine atılan ve harcanması öngörülen bir yem isek? Şu anki durumumuzda bizim oltadaki yeme atılmış küçük bir balıktan farkımız olmadığını farz edersek o zaman ne yapacağız? İki ailenin arasındaki savaşa sürüklenecek ve hiçliğe karışıp yok olacağız.”
Alastair'in çıkarımlarının altında ezilmeye devam eden Ephios'un zihni tam bir kaos haline bürünmüştü. Kabustan fırlama senaryolar aklında oynuyor ve kendisinin bulunacağı berbat durumları hayal ediyordu.
Onun için aile şu an önemli değildi, kendisi önemliydi. Ailesinin canına kıyasla kendi canına verdiği dönem doğal olarak ağır basmıştı.
Alastair'in düşüncelerinin korkutuculuğunun farkında olarak bu kâbustan fırlama düşünceleri kafasından atmaya çalıştı ama çabası hüsran ile sonuçlanmıştı.
Nefesleri hızlanmış ve neredeyse ağlayacak duruma gelmişti bile!
Gerçekten Fae ailesi ne yapabilirdi ki?
“Yine de bence biz bunları düşünebildiysek onlar kesinlikle bir şeyler düşünebilmiştir. Onlar bu durum hakkında birkaç fikir ortaya atmış ve önlem bile almış olabilirler. Belki de olay hiç de bizim düşündüğümüz gibi değildir ve gerçekten bize yardım ediyorlardır,” dedi rahatlatıcı bir ses tonuyla Alastair. İfadesi yumuşamıştı ve gülümsüyordu. “Belki de bu yüzden onlar bu garip davranışları sergiliyorlardır, değil mi? Onlar bu konu hakkında aşırı çalışıyor oldukları için kendilerini rahatsız etmememiz için bizi görmezden gelmiş olabilirler.”
“Doğru! Doğru! Haklısın!” diyerek anında atıldı Ephios, rahatlamıştı ve gülümsüyordu. “Kesinlikle Loer ailesi bize yardım ediyordur! Ne diye bizim gibi bir aileyi öngörülen zayiat olarak kullansın ki ortada onca daha kötü durumda olan soylu varken? Değil mi, değil mi?”
Ephios, Alastair'in sözleriyle birlikte biraz da olsa rahatlamıştı. Hayal ettiği durumlar ve Alastair'in söylediklerinin kendisine verdiği korkutucu ağırlık yüzünden çöken omuzları tekrar yükselmiş ve duruşunu düzeltmişti. Gülümsemesi zayıftı ve korku hâlâ orada duruyordu.
Ephios’un zayıf bir gülümsemeyle kendisini toparlamaya çalışmasın izledi. Onun bu kadar kolay bir şekilde çökmüş olması oldukça garibine gitmiş olsa da böyle bir yanı olduğunu bilmek iyi olmuştu.
Gözlerinde uğursuz bir parıltı belirdi ama anında geri söndü.
'Ah Ephios, ah… Bu kadar kolay çökmek... Ne zayıfsın!'
Onun zayıf ve çaresiz görüntüsünden tiksinmiş, gözlerini ondan çekip pencereden gördüğü manzara çevirmişti. Yeşil rahatlatıcıydı.
Aklında Loer ailesi ve kendi durumlarıyla ilgili onlarca düşünce oluşuyor, yok oluyor ve yerine yenileri ekleniyordu. Durmaksızın çalışan zihin çarkları düşünceler sisini dağıtmaya çalışıp yolunu aydınlatmaya çalışıyordu ama bu çabaları başarısızlıkla sonuçlanıyordu.
Kendisini daha fazla sisle mücadele etmeye zorluyordu.
Bu onun son günlerinde aileye verdiği dikkatin haddinden fazla azalmasının ve Khan’a yönlendirmesinin cezasıydı.
'Dikkatimi şu potansiyel ortaklık veya her ne olacaksa ona çevirmem lazım. Ne yaşanırsa yaşansın kendimi hazırlamalıyım. Yoksa...' diye düşündü ama devamını getiremedi. Onun da içini bir korku sarmalamıştı bile şimdiden.
Belirsiz bir sürenin ardından gözünün ucuyla Ephios'un sessiz duruşuna baktı.
Ephios hipnotize edilmiş gibi elindeki erimiş buz parçalarıyla karışmış vişne suyuna bakıyordu.
Denizleri andıran gözlerindeki dalgalar durulmuş, yerini korku ve dehşetin oluşturduğu cansızlığa bırakmıştı. Görüntüsünden anlaşıldığı kadarıyla kendisini neşelendirmeye çalışması etkisini kaybetmiş ve tekrar melankolik tavrına bürünmesiyle sonuçlanmıştı.
Hafifçe titreyen dudaklarını ısırarak durdurmaya çalışmış olsa da korkuyla aldığı ani nefesler rahatça işitilebiliyordu.
'Zayıf! Yaşıyor olduğu refaha o kadar bağımlı olmuş ki kendisini nasıl toparlayacağını bile çözemiyor. Aile başına hiçbir şekilde geçemeyecek! Kesinlikle vâris ben olacağım! Tabii, eğer bir aile ortada kalırsa...'
Bu olayın kendisine kazandırabileceği kazancı bir kenara bıraktı ve yüzündeki sakin ifadeyle düşünce sisini ayıklamaya devam etti. Bu akşamki yaşanacak olan potansiyel aile ortaklığını anlamalıydı.
Yüzündeki sakin ifade yerini uğursuz bir gülümsemeye bırakmış ve içindeki sinsi, uğursuz yılanın ortaya çıkmasını sağlamıştı. Aklındaki sisler yerini bir kazana ve kazanın içinde pişen düşüncelere bırakmıştı.
---
Kasabanın güney tarafında büyük bir orman bulunuyordu. Ormanın ağaçları oldukça canlı ve sağlıklıydı. Çeşit çeşit ağaçların bulunduğu orman canlılıkla parlayan yeşil bir zümrüt denizini andırıyordu.
Ağaçların birçoğu Fae ailesi tarafından bakılıyordu ki bunun nedeni meyve verenlerin kendileri tarafından kullanılabilmesi içindi.
Ormanın hayvan hayatı da Fae ailesi tarafından oldukça etkilenmiş olsa da büyük bir ölçüde sayılmazdı.
Ormanın belli bir yerleri dışında vahşi bir hayvana rastlamak pek de mümkün değildi. Bir yılda belki bir veya iki tane vahşi bir domuzun veya ayının göründüğüne dair birkaç haber oluyordu o kadar.
Faile ailesinin buraya yerleşirken kendi evlerini, tarla ve hayvancılık için gereken araziyi ve inşa süreçlerinde güvenliği kontrol altına alabilmesi için öldürmek gibi bir eyleme başvurmuştu. Hepsini öldürmemişlerdi, sadece korkutmaya çalışmışlar ve türlerinin devamlılığını sağlamaları için başka yerlere gitmeye zorlamışlardı.
Doğal olarak orman oldukça büyük olması ve küçük bir aile olmaları yüzünden tamamını fethedip kendi alanlarına çevirebilecek güce sahip değillerdi ama kendilerine yettiği kadarını almayı becerebilmişlerdi.
Fae ailesinin buraya geldiğinde evlerini orman yakınlarına yapmak istemelerini sebebiyse kasabanın gürültüsünden uzak durmaktı, bu yüzden orman oldukça işlerine gelmişti.
Ormanın ortasında dikilen bu malikane oldukça görkemli ve kendisinin öne çıkmasını sağlayan bir görüntüye sahipti. Malikane yaklaşık beş yüzyıl boyunca ayakta sapasağlam bir şekilde durmuş ve bu durumunu korumaya devam ediyordu.
Malikanenin çevresi altı metre uzunluğunda ve iki metre kalınlığında duvarlarla çevrelenmiş ve savunması oldukça iyi bir şekilde düşünülmüştü. Taştan duvarlar beş yüzyıllık bir zamanın kendisine yaşattığı yıpratıcı etkilere rağmen hala dimdik duruyor ve işlevini hakkıyla yerine getirmeye devam ediyordu.
Malikaneyi çevreleyen sağlam ve ürkütücü gözüken duvarların köşelerinde iki metre uzunluğunda izleme kuleleri yer alıyordu. Bu kulelerin her birinin üstü dışarıdan yapılacak bir saldırıya karşı yarım daire şeklinde kubbelere sahipti. Bu kulelerin tek giriş yolu ise duvarların içine girebilmekti.
İzleme kulelerinin her birinde üçer olmak üzere ellerinde tatar yayları, sırtlarında ok dolu sadaklarıyla kuşanmış tecrübeli ve güçlü görünümlü, eğitimli şövalyeler bulunuyordu. Ayrıca izleme kulelerinin yanı sıra, duvarların üstünde devriye gezmekle yükümlü olan ve kılıç, mızrak ve kalkan gibi çeşitli silahlar kuşanmış korkutucu askerler de bulunuyordu. Hepsinin keskin gözleri herhangi bir tehlikeye karşı gözleri dört açık bir şekilde bakıyorlardı etraflarına.
Duvarların arkasındaki mütevazi görüntüsüyle gözlere seyir zevki sunan bir yapı bulunuyordu. İki katlı bu yapının dışı gri renkte ve sadeydi. Vitray cam olma pencerelerin hepsinde çeşit çeşit figürler bulunuyordu. Bu figürlerden çoğu soyut olmakla birlikte en belirgin olanlarından biri olağanüstü bir güzelliğe sahip olan bir beri ve kılıcını yere saplamış arkasında dikilen bir şövalyeydi.
Evin ana girişinde iki tarafa doğru kıvrılan, özenle işlenmiş tahta tırabzanlara sahipti ve uçlarında açmış bir gül işlenmişti tahtadan. Bu kıvrılan merdivenin sebebiyse tam ortasında bulunan çeşmeydi.
Mermerden yapılma bu çeşme kanatlı bir varlık olan periydi. Peri kanatlarını açmış, elleri yukarıya uzanmış dua ediyormuş gibi görünüyordu.
Peri üstünde bütün bedenini kaplayan bir kıyafetin içinde tasvir edilmiş bir kadın figürüydü. Kadının ellerinden su akmaya başlayıp elbisesinin sonunda bitiyordu ve döngü bu şekilde ilerlemeye devam ediyordu.
Evin girişinde göze çarpan çeşmenin dışında başka bir şey yoktu. Çakıl taşlarıyla bezenmiş bir yol ve hemen dışında yeşillik bir alan bulunuyordu.
Evi girişine kıyasla arka tarafı gayet hoştu ve adeta farklı bir dünyaya ait bir yermiş gibiydi.
Arka tarafta duvarların dibi tamamen birçok farklı renkte ve çeşitte çiçekler ekilmişti. Çiçekler cennetten bir bahçe görüntüsünü oluşturmuştu. Duvarların sol tarafında hemen çiçeklerin önünde küçük, ortasında masa bulunan bir kamelya bulunuyordu.
Kamelyanın sade görüntüsünün yanına ek olarak, sağ taraftaki duvar tarafında budanarak çalıdan elde edilmiş, küçük heykeller bulunuyordu. Bir yıldız, bir kılıç ve kanadımsı figürlerden oluşuyor ve gizemli bir hava oluşturuyordu.
Güzeller güzeli bahçenin ortasında, endişeli görüntüsüyle bahçenin güzelliğini bozan bir kadın bulunuyordu.
Kadının fırfırlı elbiseli çimenlerin üstünü silip süpürüyordu ve bunu umursamış gibi de görünmüyordu. Gerdanı hafiften açık olan kadın sade, gümüş bir kolye ve ona eşlik eden bir çift küpe takınmıştı. Ellerinde beyaz eldivenleriyle birlikte etrafına işaret ediyor, düşünüyor ve kendi kendine konuşup çeşit çeşit yargıda bulunuyordu.
Kafasının içinde masaların yerleri, masalarda bulunacak yiyecekler, içecekler ve üstlerinde bulunacak örtüye kadar her şey dönüp duruyor, bulunduğu durumu biraz daha sıkıntılı bir hale getiriyordu.
Kısa bir düşünce serisinin ardından durdu ve ardından elini sallamasıyla emirlerini vererek erkek ve kadın hizmetçilerin daha önce belirttiği şekilde masaları ve sandalyeleri yerleştirmesini izledi.
Onlar işini yaparken ekleyeceği değişiklikler konusunda emirler veriyor ve gerçekleştirmelerini sağlıyordu.
“Sakin ol, Laila,” dedi kalın bir ses yatıştırıcı bir tonda.
Kadın duyduğu sesle birlikte anında arkasını döndü. Duyduğu sesin içindeki kuşkuyu ve endişeyi hafifçe söndürmesine izin verirken derin bir nefes aldı kendini rahatlatmak amacıyla.
Sesin sahibi otuzlu yaşlarının sonuna yaklaşmış olan bir adamdı.
Adamın kömür karası saçları tembel bir şekilde geriye doğru taranmıştı ama yine de sahip olduğu zariflik bu durumun kötü gözükmesini engelliyordu. Koyu kahve gözleri karşısındaki kadına bakarken hevesle ve sevgiyle parıldıyor, kadını ve kendisini rahatlatıyordu.
Gözlerinin etrafındaki hafiften belirgin bir hale gelmeye başlayan kırışıklıklara rağmen, adamın yakışıklı yüzü öne çıkmayı başarabiliyordu. Bir okun sağ yanağını sıyırmış olmasıyla oluşan yara ona bir savaşçının havasını katmış ama centilmen havasının üstünden gelemeyip hoşluğunu yatıştıramamıştı.
“Arka bahçemiz her zaman olduğu gibi muhteşem ve göz alıcı gözüküyor, hatta daha da güzel. Aynı senin gibi,” dedi adam ses tonunun yatıştırıcı etkisini koruyarak. Gözleri karısının denizler gibi olan mavi gözlerindeydi. “Her zaman olduğu gibi elinden yine muhteşem bir iş çıktı ve kendini öne çıkarmayı başardın. Kesinlikle senin kararlı ve güzel kişiliğine yakışan bir şekilde hem de.”
“Bunları benim endişelerimi ve kaygılarımı rahatlatmak için kullandığın birkaç basit sözden ibaret olduğunun farkındayım Bentley,” dedi ve titrek bir nefes aldı. “Genç bir kız çocuğu olmayı bırakalı çok oldu.”
Bentley'nin yüzünde ayartıcı bir gülümseme oluştu ama bir şey demedi ve onun yerine sadece karısının alnına bir öpücük kondurmayı seçip destekleyici olmak amacıyla kucaklamıştı. Boynunun uzun oluşu sebebiyle karısının yüzü göğsüne gömülmüştü, ki bu da Bentley'nin gülümsemesine sebep olmuştu.
“Sadece rahatla, Laila. Eğer endişelerine teslim olursan, işler sarpa sarar ama rahatlatırsan daha rahat bir şekilde etrafının farkına varırsın, tamam mı Laila'm?” diyerek destekleyici sözlerinin devamını getirdi.
“Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?” dedi ısrarla endişesini sürdürmeye devam ederek. “Koskoca Şafak Krallığı'nın üçüncü ailesi olan Loer ailesinden iki kişiyi misafir olarak ağırlayacağız ve sen hâlâ bundan eminmiş gibi gözüküyorsun,” demiş ve suratını kocasının siyah gömleğine gömmüştü. “Nasıl yapabiliyorsun bu kadar güçlü kalmayı?”
Karısının boğuk çıkan sesine karşı sessiz kalmayı tercih etti ve sırtını sıvazlayarak desteğini gösterdi.
Kısa bir süre sonra arkalarından gelen adım sesleriyle birlikte evli çift arkasını döndü ve gözlerini kendilerine doğru yürüyen iki çocuğa.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..