'Bizim ailede büyüye yatkınlık mı?'
Edwin söylediklerinin hemen ardından Alastair'in kalbi hissetmeye başladığı heyecandan dolayı öyle hızlı çarpıyordu ki resmen organları titriyor, dışarıya sesini ulaştırmaya çalışan bir mahkûm gibi kendilerini duyurmaya çalışıyordu.
Gözleri bu durumun işareti olarak fener gibi parlamaya başlamıştı bile.
Bir büyücü olabilmeyi kim istemezdi ki? Doğanın kanunlarına karşı gelebiliyor ve istedikleri gibi mucizelerin oluşmasını sağlayabilen ve gücü ellerinde bulunduran kişilerdi bu şahıslar sonuçta.
Herkesin hayatını, zenginliğini, neyi varsa koyup ulaşmaya çalıştığı bu güçlü statüye kendisinin kolaydan ulaşabilme imkânı vardı şu an.
O da doğuştan yatkınlık sahibi olmaktı ve bu da zaten bir büyücü için tek yoldu.
Alastair'in büyücüler hakkında bildiği şeylerin hepsi, kulaktan dolma olup etraftan duyduğu birkaç kelime ve kitaplarda geçen hikayelerden kaynaklanan bilgilerdi.
Alastair ne kadar kitaplardaki büyücülere inanmıyor olsa da çünkü kitaplardaki bilgilerin abartıldığını düşünüyordu, yine de onların gücü ellerinde bulunduran kuvvetli, sözleri geçen ve demirden yumruklara sahip kişiler olduklarını biliyordu.
Onlar saygı duyulması gerekenlerdi yoksa kişinin başına neler geleceği belli olmazdı.
Yavaş yavaş gerçeklikten uzaklaşmaya başladığını fark etti Alastair ve hemen gizliden derin bir nefes alıp zihnindeki çarkların yavaşlamasını sağlayıp kendisini gerçekliğe doğru itti.
Patlamaya yakınmış gibi şiddetli bir şekilde atan kalbi tekrar normal haline gelmiş ve gözlerindeki parıltılar da sabah vaktinin gelişiyle solan yıldızlar gibi solmuş, tekrar mesafeli soğuk duruşunu kazanmıştı.
Şu an yapabileceği şeyler olan gözlemlemeye ve sabırla beklemeye odaklanıp düşünmeye odakladı kendisini.
'Bunun için bizimle ortaklık kurmaya çalıştıklarını varsayarsam, yanlış bir düşünceyi mi onaylamış olurum yoksa aşırı paranoyaya eğilim bir düşünceyi mi aklımda belirtmiş olurum?'
Aklında beliren bu olasılıkla birlikte, bu sefer katran karası bir şüphe kalbini zehirlemeye ve zihninde yeni yeni senaryoların oynamasına sebep olmuştu. Bu senaryoların hiçbirinde de üste çıkamıyorlar ve oldukları yerde takılı kalıyorlardı.
Bu senaryolarının hepsinin de gelişim noktası belliydi: Fae ailesinin bir araç, bir hizmetçi olarak görülmesi.
Loer ailesi gibi bir ailenin kendileri gibi küçük bir aileyi hiçbir şekilde eşiti görme olasılığı yoktu. Bundan dolayı kendilerinin küçük düşünülmemesi için Mennas ile olan mücadelesinde neler yapabileceğini göstererek kendileri hakkındaki olan düşüncelerini yeniden düzenlemelerini sağlamıştı ama nedense bunun bir işe yaramayacağına dair koyu bir umutsuzluk hissi kaplamıştı zihnini.
Mennas veya Edwin'in ilerde ailenin başına geçeceği zaten kesindi ama tek sıkıntı kimin başa geçeceğiydi ve bu konuda Alastair Edwin'in tarafına daha çok güveniyordu. Bu kendilerinin ilerdeki durumuna bir katkı sağlamıyor, hatta daha da kötüye gitmelerini sağlıyordu.
Belki de tamamen yok olmalarına bile sebep olabilirdi. Nihayetinde kendilerinin bir araç amacıyla kullanılıp bir kenara atılarak son bulmalarına dair olan senaryo ağır basıyordu ve bundan hiç de hazzetmemişti doğal olarak.
'Böylesi zehirli ve alçak bir durumdan kurtulmanın bir yolu olabilir mi ki? Onlardan kurtulmanın ve bağımsız bir aile olmanın bir yolu var mıdır ki?'
Koyu umutsuzluğun zehirli pençelerinin verdiği soğuk ve zalim zehirden kurtulmak için bu konu hakkında düşünmeyi bırakmış ve onun yerine önündeki gerçekliğe odaklanmayı tercih etmişti.
Önündeki olayın önemini öncelik haline getirmeli ve bunları düşünmeyi sonraya bırakmalıydı. Yine de bu kalbindeki katran karasına kapılmış olan, zehirli umutsuzluk pençesini kalbinden tam olarak atamamıştı.
Alastair bir anda ortaya çıkmış olan büyücü kadının güzelliğini inkâr edecek değildi, hatta kadına iltifat bile edebilirdi ama bunu yapacak değildi. Gereksiz bir davranış olurdu.
Ayrıca Laila yengesi ile karşılaştırdığında Laila yengesinin güzellik konusunda kadını yerin yedi kat altına rahatça gömebileceğinin farkındaydı.
Yine de itiraf etmesi gereken bir konu vardı. Kadının parlak mavi gözleri oldukça güzel ve cezbediciydi.
Alastair hafif kaşlarını çattı ve silkelenerek kendisine geldi. Bir anda bu şekilde kadının güzelliğine kapılmış olmasına karşılık içinde büyük bir karmaşa olmuş olsa da bundan hemen kurtulabilmeyi başarabilmiş ve odağını geri kazanmıştı.
Lakin bundan yine de hoşlanmamıştı. Kendisinin nasıl da bir girdabın ortasındaymış gibi kadına doğru çekildiğini anlamamıştı.
"Pekâlâ, bunu tam olarak nasıl öğreneceğiz o zaman?"
Edwin Bentley'nin sorusuyla birlikte hiç bitmeyen neşesiyle gülümseyerek büyücü kadına döndü ve başıyla kadına işaret verip gerisini onun ellerine bırakmıştı.
Karşısındaki nitelikli büyücünün işini gereğince yapacağından şüphesi yoktu. Büyükbabası söz konusuydu sonuçta burada.
Büyücü aynı şekilde gülümseyerek karşılık vermiş ve başıyla Edwin'i onayladığını işaret edip cübbesinin arasından bir küre çıkartmıştı.
Ortalama bir insanın yumruğunun iki katı büyüklüğünde olan küre yarı saydam bir yapıya sahipti. Küre gri renkteydi ve üstüne de gökteki yıldızları alıp yapıştırmışlar gibi beyaz yıldızlara benzeyen şekillerle bezenmişti. Küre oldukça gizemli ve insanın içinde merakın uyanmasına sebep oluyordu.
Yine de tuhaf bir yanı vardı. Kürenin görüntüsü ne kadar gizemli ve merak uyandırıcı olsa da sıradan bir süs eşyası olarak eve konulduğunda bu eşyanın bir özelliği olduğuna kimse inanamazdı.
Oldukça belirsiz ve cansız gibi duruyordu ki kimse gösterilmediği sürece fark edemezdi bile.
Büyücü kadın gülümseyerek küreyi masaya koydu ve ardından açıklamaya başladı.
"Birinin büyücülüğe olan yatkınlığını söylemek için iki yol vardır efendim. Bunlardan ilki kişinin büyücü tarafından büyü enerjisi tarafından hafif bir baskıya bırakılması durumunda oluşacak tepkimeye bağlı olarak yorumlamaktır. Böyle bir yöntemin uygulanması sonucunda, eğer yatkınlığa olan kişi bayılmak yerine direnç gösterebiliyorsa o kişinin büyüye yatkınlığı olduğu anlamına gelir. Eğer direnç gösteremeyip bayılmışsa da büyüye olan yatkınlığının olmadığını anlamına gelir. Aynı zamanda bu çoğunlukla ölümlere de yol açabilir. O yüzden hiç kullanılmayan bir yol olduğunu söyleyebiliriz."
Kadın konuşmasının ardından bakışlarını kendisine tek kaşını kaldırarak bakan ela gözlü çocuğa çevirdi.
"Bir sorun mu var tatlım?" diye cana yakın bir tavırla gülümseyerek sordu.
"Büyüye yatkınlığı olan biri nasıl direnç gösterebiliyor?"
"Gayet güzel bir soru. Bunun sebebi büyüye yatkınlığı olan kişinin refleks olarak farkında olmadan büyü enerjisini o sırada manipüle etmeye çalışmasıyla kendisini korumaya çalışması."
"Teşekkürler," dedi Alastair ve tekrar mesafeli bir şekilde dinlemeye devam etmişti.
"Bir şey değil tatlım," diye karşılık verdi kadın ve ardından anlatımına devam etti. "İkinci yol ise yüzyıllar önce icat edilmiş olan bu küre aracılığıyla ölçüm yapmaktır. Küre eğer yatkınlığınız varsa sizin refleks olarak manipüle ettiğiniz çok küçük miktardaki büyü miktarını içine çekerek belirmemizi sağlar. Yapılması gereken işlem de aynı şekilde oldukça basit olmakla kalıp insanların canını tehlikeye atmayan bir yöntemdir. Kişinin yapması gereken tek şey küreyle temasta bulunması ve söylenene kadar da küreden elinin çekmemesi yeter."
Yaptığı açıklamanın ardından sevimli gülümsemesiyle etrafına bir göz attı ve sordu.
"Şimdi ilk kiminle başlıyoruz?"
Mennas ile mücadelesinin ardından gururu yara almış, kanaması da devam eden Ephios kendini bir silkeledi ve elinden geldiğince soylu statüsüne uygun olan görüntüsünü düzeltmeye çalıştı.
Mennas tarafından adeta bir karıncaymış gibi ezilmesine ve kuzeni tarafından tamamen arka plana gömülmesine rağmen bunları umursamayarak hiç olmamış gibi davrandı.
Kendisini özgüvenli bir şekilde göstererek gülümsemiş ve elini kaldırmıştı.
"Pekâlâ, ilk sizle başlayalım o zaman."
İçten içe hissettiği gerginliği saklamaya çalışarak masaya ilerdi Ephios. Büyücü kadının karşısına geçtiği anda kadının mavi gözlerine bakakaldı.
Kendisininkinin aksine koyu mavinin tonlarındaki yıldızlı geceleri andıran gözleri büyüleyiciydi.
Kendisini bir anlığına heykel gibi taş kesilmesine sebep olup donakalmasını sağlamıştı ama bir saniye bile geçmeden anında yine kendine gelmişti.
'O da neydi?' diye düşündü Ephios.
Bir anda donakalışını düşünmemeye çalıştı, onun yerine önündeki küreye odaklandı. Düşünürken bacakları hissediyor olduğu heyecandan dolayı titremeye başlamıştı bile.
Elini kürenin üstüne koymadan önce Alastair'e yandan bir bakmış ve ardından da sağ elini kürenin üstüne koymuştu.
"Ben söyleyene kadar hiçbir şekilde elini küreden çekme, tamam mı?"
Ephios kadının sorusuna bir şey demeyip sadece başıyla onaylamakla yetinmişti. Heyecanı yüzünden yanlış bir şey söyleyip kadını kızdırmak ve kendini küçük düşürme korkusundan dolayı sessiz kalmayı tercih etmişti.
'Lütfen! Lütfen!' diye içten içe dua etmeye başlamıştı. 'Lütfen büyüye yatkınlığım olsun!'
O sırada elinin ucunda hafif bir karıncalanma hissetmeye başlamıştı. Karıncalanma hissi ilk başta gıdıklanmasına sebep olsa da elini çekmemeye çalışmak için vücudunu gerdi. Kısa bir sürenin ardından his gıdıklanmadan çok uyuşmaya bırakmıştı, hatta elini bile neredeyse hissedemiyordu.
Eğer elini görmüyor olsa, elinin olmadığını bile söyleyebilirdi.
Daha sonra uyuşukluk tamamen yok oldu ve yerini acıya bıraktı. Acı ilk başlarda dayanabileceği durumdaydı ama bir süre sonra acı yavaşça şiddetli bir hal almaya ve kendini iyice hissettirmeye başlamıştı. Buna ek olarak acı yavaşça elinden koluna, oradan da bütün vücuduna yayılıyordu.
'Bu ne böyle?'
Ephios vücudu kaskatı kesilmiş bir şekilde acıya direnmeye çalışıyordu ama çok zordu.
Bütün vücuduna bin bir iğne aynı anda batıyormuş gibiydi. Her bir iğne kendisine zehir akıtıyor, organlarını eritiyor ve içini karıştırıyormuş gibi hissediyordu.
Dayanmaya çalışıyordu ama bu şekilde devam ederse devamını getiremeyeceğini de biliyordu. Elini çekmek ve bu lanet acıdan kurtulmak istiyordu.
'Dayan! Dayan! Dayan!'
Mennas'a olan yenilgisinin ardından Alastair'e karşı hissettiği kıskançlıktan güç almayı deneyerek dayanmaya çalıştı.
Şu an büyüye yatkınlığı olduğunu öğrenebilmek ve buna sahip olmak onun için her şeyi simgeliyordu. Alastair'in her şeyin üstüne konacağını ve kendisini aradan çıkartmaya çalışacağını bildiğinden dolayı bunu delicesine istiyordu. Bu yüzden dayanmak zorundaydı.
Eğer dayanamazsa hiçbir şey onun yararına olamayacaktı ve sonu yavaşça hazırlanmış olacaktı.
"Tamamdır, elini çekebilirsin tatlım."
Uçsuz bucaksız çölde susuz günlerini geçiren bir maceracının vahalara ulaşması gibi gelen cümlelerin ardından hiç vakit kaybetmeden hemen elini çekti ve derin bir nefes aldı. Hissettiği o kadar acı yüzünden kendisini kanlar içinde savaşın ortasında çılgınlar gibi kılıcını savuran bir savaşçı gibi hissetmişti, ki bu da gözlerini vücudunda gezdirmesine sebep olmuştu ama beklediği sonuçları bulamamıştı, ki bu da sevinmesine ve rahatlamasına sebep olmuştu.
"Büyüye yatkınlığınız var!" diyerek neşeyle Ephios'un elini ellerinin arasına aldı.
Kadının söyledikleriyle birlikte hissettiği acıları hiç yaşamamış gibi kafasından attı ve anında gözlerini küreye çevirdi. Ortasında belirsiz bir şekilde dumanı andıran garip bir maddenin dolmaya başladığını gördü. Aynı zamanda kürenin üstündeki yıldızlara benzeyen noktalarında parladığını fark etmişti.
'Ben bir büyücüyüm! Bir büyücü! BÜYÜCÜ!' diye zihninde şen şakrak bir şekilde bağırdı ve gözlerini Alastair'e dikti gururla göğsünü kaldırırken.
İçten içe sevinçten küçük bir kız gibi çığlık atıp bütün soyluluk kurallarını unutup bahçe boyunca koşmak ve dans etmek istiyordu ama yüzündeki sakin tebessümü korumayı başardı.
İsteklerinin sonunda gerçekleşebileceğine dair olan umutları tekrar yeşermişti ve hepsi de bu gücü verecek olan büyü sayesindeydi. Sonunda hayallerini gerçekleştirebilecek, gerçek bir otorite sahibi olabilecek ve en önermelisiyse nihayetinde kuzeninden kurtulabilecekti.
Ephios'un arzuları yavaşça onun zafer sarhoşu olmasına sebep oluyordu ama kendisinin duracağı yeri de iyi biliyordu.
"Tebrikler! Seni kutlarım Ephios! Büyücüler dünyasında umarım dilediğince ilerleyebilir ve saygın biri olma yolunda adımlarını emin bir şekilde atabilirsin," diyerek tebrik etmişti Edwin neşeyle ellerini omuzlarına koyarak.
"Teşekkürler efendim! Elimden geldiğince sıkı çalışacağımdan emin olabilirsiniz!"
Edwin Ephios'un gözlerindeki harlanmış olan hırsı ve tutkuyu rahatça görebiliyordu, hatta uzatsa eline alabileceğini düşündüğü bu alevi görememek için kör olması gerekiyordu. Kör olsa bile o hırsın kokusunu bile dağlardan alabileceğinden emindi Edwin.
Ephios'un tahmin edilebilir kişiliğini göz önünde bulundurduğunda Alastair'in ilerde durdurulması gerektiğinde onun işe yarayacak bir kilit nokta olduğunu fark etti.
'Eğer büyüye yatkınlığım yoksa ve büyücü olamayacağım ortaya çıkarsa Ephios'un beni hayatta bırakacağından şüpheliyim.'
Alastair gözlerinin önüne gelen ölüm sahneleriyle birlikte titredi. Derin bir nefes aldı ve kendini bu tür negatif düşüncelerden uzak tutmaya ve onun yerine, pozitif düşüncelere yöneldi ama yine de pek de işe yaramamıştı.
İlk defa kuzenine karşı bir korku hissediyordu ve bu histen iliklerine kadar nefret etmişti. Bunca zamandır pek de bir işe yarayacağını sanmadığı kuzeninin bir anda kendisinin korkmasına yetecek kadar güç elde edebileceğinin düşüncesini zihninden kolayca atamayacağını fark etti.
Alastair yutkundu ve derin bir nefes alıp kendisini rahatlatmayı denedi tekrardan.
"Sıra senin tatlım," dedi ve ardından gülümsemesine eşlik eden parıltılı gözlerini Alastair'in yakışıklı çehresine dikti.
Alastair Mennass ile olan mücadelesinden dolayı kirlenmiş olan üstünü umursamadan büyücünün karşısına oturdu ve gözlerini küreye dikti. Derin bir nefes alarak sağ elini kürenin üzerine koydu ve aynı karıncalanma hissi onu da vurdu.
Ardından acı hissi ve acının bütün vücuduna yayıldığını hissetti ama dayandı. Bu sinir bozucu acıya dayanamazsa kendisini küçük düşüreceğinin farkında olarak zorla bile olsa dayanmayı seçti. Vücudunun parçalara ayrılma hissi veren bu acıya karşı koymaya ve onunla savaşmaya çalıştı.
'Hadi! Hadi! Hadi!'
Zihninde acı içinde bağırıyor ve savaşmaya devam etti. Ephios'un gücü elde edince kendisini öldürebileceği yollar aklına geldikçe kendisini gerçeklikten uzaklaştırmış ve acıyı unutmasını sağlamıştı.
Sonsuzlukmuş gibi geçen belirsiz bir zamanın ardından kadının cennetten gelen sesini hissetti kulaklarında.
"Elini çekebilirsin tatlım."
Kadının yardım eli gibi uzanan sesiyle birlikte rahat bir nefes aldı ve elini çekti. Ephios gibi, o da gözlerini vücudunda gezdirirken acının dayanılmaz şiddetti aklına geldi ve yüzünün ekşimesine sebep oldu. Eziyete uğrayan bir kölenin hissettiği acıyı hissetmesini sağlayan küre midesinin bulanmasına sebep oldu ama bir daha böyle bir şeye maruz kalmayacağının verdiği his tekrar duruşunu kazanmasını sağladı.
'Lanet olsun! Bu nasıl belirleme şekli böyle? Bunun acısı böyleyse peki ya ilk yöntemin acısı nasıl? Direkt olarak öldürüyor mu?' diye düşündü Alastair kalbinde yer etmiş acı hissiyatıyla.
Kadının dediklerini boş vererek umutla parlayan ela gözlerini kadının yıldızlı parlak mavi gözlerine çevirdi. Kadının ona gülümsediğini gördüğünde, kaşları hafifçe çatıldı ama hızlıca geri düzeltti.
"Sizin de büyüye yatkınlığınız var. Umarım iyi yerlere gelirsiniz. Hatta ilerde yan yana bulunmak da isterim," diye Alastair'in durumunu açıkladı herkese.
'Güzel!'
Kibirli gülümsemesi tekrar Alastair'in yüzünde yerini almıştı. Düşünceleri geleceğin nasıl olacağı ve kendisine neler getireceğine odaklıydı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..