Geceden dolayı korkutucu görünen ormanın içinde dolaşmaya devam eden Alastair yanından geçtiği ağaçların gövdelerine yakın bir şekilde ilerliyor ve gövdelerini dikkatli bir şekilde inceliyordu.
Hedefi ilk ve ikinci adının üstüne kazılmış ağacı bulmaktı. Bu Khan'a verdiği kesenin iç bölümüne detaylı bir şekilde çizilmiş şekilde duruyordu.
Gizli bir şekilde ilerlemek zorunda kalışının oluşturduğu sıkıntıya ve gece olması, istediğini bulmasını zorlaştırıyor ve bazen kontrol ettiği bir ağacı birkaç kere daha kontrol etmesine sebep oluyordu.
Bunu yapmaktan sıkılmıştı ve çabucak bulabilmek için Yaratıcıya dua ediyordu ve pek de işe yaradığını da düşünmüyordu.
'Ben bu kadar uğraşıyorsam o nasıl bulacak ki?' diye düşünürken kaşları çatılmış ve içinde bir sıkıntı hissiyatı yükselmeye başlamıştı.
Sonsuzmuş gibi görünen karanlığın içinde başıboş bir sarhoştan farksızmışçasına oradan oraya gidip gelmenin sonucunda arayışını sonlandırmış ve sonunda istediğine ulaşmıştı.
A ve S harflerinin kazınmış olduğu ağacı gördüğü anda içinde bir rahatlama hissiyatı yükselmiş ve sırtına ağaca vererek yere oturmuştu.
'Ha?'
Elleri ağacın yanlarında dolaşıp bir kese dolusu para ararken kaşları çatıldı ve anında ayağa kalktı. Şaşkınlıkla ağacın altını üstüne getirerek aramaya başladı.
Sonuç, hayal kırıklığına eşlik eden öfke ve kesenin bulunamayışıydı.
Kaşları ve dudağı düz bir hal alırken gözlerinde kış soğuğu yer edinmeye başlamıştı.
Khan'a verdiği kesenin içine oldukça iyi ve detaylı bir şekilde buranın resmini çizdiğini biliyordu ama etrafı incelemesinin ardından hiç bir şey bulamayışı onu öfkelendirmiş, Khan'a karşı olan güveninin yerle yeksan etmişti.
Öfkesi buna değildi. Parası gitmişti ve bu asıl sorundu. En azından bu Alastair'in düşündüğü şeydi.
Para harcanıp elden gidebilir ve bir daha kendi himayesine geçmesi zor olan bir şeydi.
'Ya bu geri zekâlı dev burayı bulamadı, ya da parayı alıp kaçmayı denedi. İlkine umut etmek istiyorum.' diye düşündü olası ihtimalleri göz önünde bulundururken.
Haritada belirttiği ağacın çizimini belki o da gece vakti aramakta güçlük çekiyordu ve bu da onun hâlâ bulamamasına sebep olmuştu. Alastair'in yakınındayken hafif salakmış gibi görünüyordu Khan ama hedeflerine ulaşmak gibi bir gayesi vardı.
'Ya da ben öyle düşündüm,' diye tamamladı ilk düşüncesinin sonunu.
O sırada aklına Khan'dan önce yardım etmeye çalıştığı adamın figürü geldi: Kendisini aşağılayan bakışları ve gülümsemesiyle kaçtığını zannederken işlerin bir anda tersine dönmesiyle yalvaran.
Yaptığı hatanın farkına varmıştı ama artık geçmişti.
Khan da mı böylece olacaktı? O da mı ihanet edecek ve arkasına bakmadan kaçmaya çalışacaktı? O da mı kendisini sırtından bıçaklamaya çalışacaktı?
'İçindeki potansiyeli fark ettim. Gelişmesine ve buradan kurtulmak için harcadığı çabaya katkıda bulundum ve şimdi de bana ihanet mi edildi? Beni sırtımdan bıçakladı ve ihanet etti mi bana?'
Gülümsedi ama hissettiği samimi duygulardan ötürü değildi, soğuk ve acımasız bir uğursuzluğun işaretiydi.
'Neden hepiniz aynısınız ki?'
Alastair sesli bir şekilde iç çekti ve kendisine karşı olan acımasıyla doluydu bu sefer gülümsemesi. Gözlerindeki soğukluk pişmanlık ve hayal kırıklığıyla doluydu.
Khan'ın safir mavisi gözlerindeki hırs ışıltılarına inanıp onun daha da ilerlemesi için itmişti. Bu sayede kendisi bulundukları küçük kasabadaki yaşadığı bu köle hayatından kurtulabilecekti ve Jade ile mutlu bir hayat sürecekti. Fakat Khan açgözlülüğüne kapılmış ve muhtemelen kendisine ait olan parayı da alıp kaçmış, kendisine ihanet etmişti.
Onunla konuşurken kendisini daha rahat, özgür ve mutlu hissediyordu ve bu uzun zamandır ilk defa birine karşı hissettiği cana yakınlığın göstergesiydi. Akrabalarına karşı bile böyle hissetmiyordu, belki yengesi dışında. Amcasının kötü şakaları onu hayattan bezdirmeye yetiyordu.
Nihayetinde,tarihin kendisi tekrar ettiğine dair olan gerçeğe bir örnek olmuştu bu durum.
'İnsanları çok biliyormuşum gibi davrandığım ve kendimi aşırı üstün gördüğüm için oldu bu, değil mi? Elimdekileri korumak için yeterli gücüm olmadığından başıma geldi bu, değil mi?' diye yakındı durumuna.
Aslında Alastair'in Khan'a herhangi bir şekilde öfkelenmeye hakkı yoktu. Nihayetinde onun parlak ve cana yakın kişiliğinin oluşturduğu azimli görüntüsünün altında yatan açgözlülüğü, fırsatçılığı ve hain kişiliğini ve onun kendisine karşı oynayabileceği oyuna dair bir potansiyelin var olduğunu görememiş, tamamıyla kör kalmıştı bu konuda.
Onun gerçek kişiliğini göremeyip bu sahip olunan diğer potansiyel sonucu es geçmesi, bütünüyle kendi üstüne yıkılması gereken bir suçtu.
Tamamıyla kendisinin sorumsuzluğundandı.
'Hakkını yememem gerekir ki gerçekten iyi oyuncuymuş! Neyse ki o altınlar kadar olmasa da hâlâ çekmecede biraz daha vardı. Onları arttırmakla uğraşırım olur biter,' diye düşündü ve düşmüş ruh halinin yükseltmeye çalıştı.
Sonuç olarak pek de başarılı olamamıştı.
Svişş! Svişş! Svişş!
Sırtını ağaca yaslamış, yüzündeki düşünceli ifadesiyle karar vermedeki beceriksizliğine kafa yorarken duyduğu hışırtılarla anında ayağa kalkmış ve bir anda gardını yükseltmişti.
Ses doğal bir hışırtıya hiç benzemiyordu. Yapay olduğu belliydi çünkü ses sadece tek bir yerden geliyordu. Rüzgâr çevresindeki diğer yaprakların da sallanmasına sebep olurdu.
İçgüdüsel olarak eli direkt olarak belinde asılı olan kılıcın kabzasına uzanırken etrafını kontrol etmeye ve sesin sahibinin kim olduğunu anlamaya çalıştı. Gözleri karanlık ortama birazcık bile alışmış olsa da hâlâ görüşü kısıtlıydı.
Temkinli bir şekilde sesin sahibinin orta çıkıp kendini göstermesini beklemekten başka bir şansı yoktu.
'Lanet olsun! Bir de serseri veya serseri ordusuyla uğraşmam gerecek şimdi de! Ne de şanslıyım be!'
Fae ailesinin malikânesinin yakın çevresinde vahşi hayvanlar pek de görülebilecek bir şey değildi. Oldukça nadirdi ve kişi aşırı derinlere ilerlemeye çalışmadıkça da biriyle karşılaşma imkânı neredeyse sıfırdı.
Uzun zaman önce Fae ailesi tarafından ormanın kendilerine yakın çevresinin tamamıyla temizlemiş olmaları sayesindeydi bu da.
Doğal olarak bunun sonucunda da birkaç kaçak serseri grubu buraları kendilerine bir durak olarak belirlemişlerdi. Gece vakit özellikle oldukça iş gören bir mekândı onlar için.
Alastair içinden kendi kendine konuşmaya devam ederken gözleri fıldır fıldır telaşla parlarken etrafını tarayıp duruyor, her an ortaya çıkabilecek potansiyel rakibini bekliyordu.
Kendini öldüremeyeceklerini düşünecek kadar kibirli değildi. Eğer birden fazla kişiyse kolayca öldürülebileceğinin de farkındaydı ve bu da kalbinin hafiften korkuyla dolmasına, sırtından aşağı soğuk terlerin akmasına sebep oldu.
Kalbi endişeyle dörtnala koşan bir at edasıyla hızlı hızlı çarparken sesli bir şekilde yutkundu. Böceklerin ve rüzgârın getirdiği sesler dışında şu an başka bir şey duymuyordu.
O sırada yavaşça gecenin siyahına karışmış, oldukça iyi bir şekilde kamufle olmayı başarmış ve elindeki ay ışığını yansıtan kılıcıyla biri ortaya çıktı.
Bu kişinin boyu Alastair ile hemen hemen aynıydı ve kılıcını yerde sürterek geliyor, cesaret dolu davranışlarıyla korkmadığını gösteriyordu. Bu kişi karşısında savunma pozisyonunda duran Alastair'i küçük gördüğü açık ve netti.
Alastair ile aralarındaki mesafeyi ayarladıktan sonra başlığını çıkardı ve yüzünün ortaya çıkmasını sağladı.
"Merhaba benim değerli, canım kuzenim! Gecenin bu saatinde böylesine habis, böylesine uğursuz havasında tek başına burada ne yaptığını öğrenmek istesem cevaplar mısın?" diyerek kuzenini karşılamış ve alaycı bir tavırla önünde reverans yapmıştı Ephios.
Dudakları kibrinin göstergesi olacak şekilde iki yana açılmıştı, bir yarım ayı andırıyordu. Denizleri içine saklamış olduğu mavi gözleri uğursuz bir şekilde parlıyordu.
Ağzını açıp konuşmaya başlamadan önce Ephios'u incelemeye başlamıştı üstündeki şaşkınlıktan kurtulmak amacıyla.
O da kendisi gibi başlıklı bir cübbe giyinmeyi tercih etmiş ve cübbesinin altına da kılıcını yerleştirip dışarı çıkmıştı.
Yine de Ephios'un yüzündeki uğursuz gülüşe bakarken şaşkınlığından çabucak kurtulmuş ve kaşları anında çatılarak neredeyse bir çizgi haline gelmişti.
Köprüden farksız bir hal alan kaşlarıyla Ephios'a cevap vermeden bakıyor, bir heykel gibiymiş gibi duruyordu öylece. Kılıcının kabzasının tuttuğu sağ eli daha da sıkı bir şekilde kavramaya başlamıştı.
"Şaşkınlıktan dilini kedi mi yuttu? Ya da direkt cevap vermeyi mi reddediyorsun? Bunun büyük bir kabalık olduğunun farkındasındır umarım. Farkındasın, değil mi?" dedi sahte bir üzgünlükle ve bekledi.
"..."
Alastair bir şey demedi. Sustu ve kuzeninin boşa konuşmalarını diledi.
"Ah, benim değerli, biricik, canım kuzenim! Seni nezaketten nasibini almamış bir mağara adamından farksız bir şekilde görmek... Canımın ne kadar yanıyor olduğunun farkındasındır, değil mi?"
Alastair kuzeninin davranışlarına bakarken suratında tiksinme, şaşkınlık ve garip bir ifade arasında gidip geliyor, nasıl tepki vermesi gerektiğini dahi bilmiyordu.
Kuzeninin söylediği ve şu anda önünde sergiliyor olduğu davranışları göz önünde bulundurulduğunda dünyanın etik kuralları öğretmenleri bile nasıl tepki verebileceğini düşünmüyordu Alastair.
Kuzeninin kendisine güvendiği aşikârdı ve bunu görememek için kör olmak gerekiyordu. Bunu oldukça garip bir şekilde kendisine sergiliyordu.
Alastair içten içe bundan dolayı korkmaya ve tedirginleşmeye başlamıştı.
'Sonunda kafayı yedi,' diye düşündü.
"Amacın ne Ephios? Ne diye buraya geldin?" diye sordu Ephios'un sorunlarını görmezden gelirken. "Daha doğrusu benim burada olduğumu nereden bildin? Beni mi takip ettin?"
Alastair'in ela gözleri endişe ile parlıyordu.
Ephios'un gülümsemesi biraz daha genişledi. Suratındaki ifade daha da çirkin bir hal alırken Alastair'i tepeden aşağıya inceledi.
İlk defa kuzenini endişeli ve korku dolu bir şekilde görmüştü. Bu oldukça nadirdi. Genelde her şeyi bilen kibirli, küstah haline kıyaslandığında özgüvenini kaybetmiş gibiydi.
Bir karıncadan farksızmış gibi görünmeye başlamıştı gözüne.
Kapana kısılmış, çaresiz bir avdan farksızdı. Bundan oldukça tatmin olmuştu. Alastair'in çaresizliği hissetmesini o kadar istiyordu ki öldürme işlemini bunun için daha yavaş ve acılı bir hale getirmek için uğraşmayı bile düşünmeye başlamıştı.
'Tozu ne kadar kullanmak istemiyor olsam da...'
"Nasıl anlatsam? nasıl atsam? Hiçbir fikrim yok," diye cevap verdi düşünceli bir surat ifadesini takınırken. "Ah, buldum!Fae ailesinin bir ferdi ve ilerdeki büyücüsü olarak ailedeki gereksiz olarak gördüğüm saçma davranışlarından seni kurtarmak amacıyla bazı düzeltmelerde bulunmak istiyorum. Sadece bu kadar! Ne eksik ne de fazla!"
Alastair kaşlarını çattı Ephios'un ağzından çıkanları duyduğunda. Kendisine karşı bu şekilde konuşabiliyor oluşunu hiç tecrübe etmemişti. Bir yandan sahip olduğu bu garip özgüvenin kökenini düşünmeye, bir yandan da onun üstünden gözlerini ayırmamaya çalışıyor ve yapacağı herhangi bir hamleyi bekliyordu.
Gece vakti, ormanda ikisinin de bir başlarına oluşunun verdiği ürkütücülüğü ve Ephios'un bu davranışlarıyla birlikte hiç de güzel bir ortam değildi.
'Büyücü olabilecek yatkınlığı yüzünden mi bu kadar özgüvenli? Hayır, başka bir şey olmalı! Bu gece erkenden ayrılıp gittiğini görmüştüm," diye düşünürken hatırladı Ephios'un odasından çıkışını. ‘O zaman her nereye gittiyse önemli bir şeyler yaşanmış olmalı! Ama ne yaşandı? Loer ailesi yüzünden bir şeyler mi elde etti? Yoksa onlar ona bir şey mi vadetti?’
Soğuk ışıltılarla parlayan ela gözler neşeyle parlayan deniz mavisi gözlere kitlendi. Gözler, birbirlerinin derinliklerine bakarken esen rüzgarla birlikte titredi. Rüzgârın soğukluğundan değildi bu titreme, deniz mavisi gözlerin sahip olduğu öz güven ya da gariplikten dolayıydı.
Alastair'in karnı sanki biri tarafından çekiştirilmeye başlanmış gibiydi.
"Neden bana soğuk davranıyorsun şimdi? Ben senin kuzeninim sonuçta yahu! İşte bu tarz vakitlerde bizim birbirimize tutunmamız, destek olmamız ve birbirimizin arkasını kollamamızın vakti gelmişken sen bana böyle soğuk davranırsan nasıl hayatta kalabiliriz ki?"
Alastair yine ağzını açmamış ve cevap vermeyi reddetmişti. Deniz mavisi gözlere bakmaya devam etti.
"O zaman kurtulma işleminden başlasam iyi olacak."
Alastair dişlerini sıktı ve gözlerini yeni hedefi olarak gördüğü Ephios'a karşı soğuk bir şekilde parladı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..