Alastair hissettiği dehşet verici acıyla birlikte dizlerinin üstüne çökmüştü.
Bir anda vücudunda hissettiği bu acının nedenini anlamaya çalışıyordu ama acı düşüncelerinin önüne bir duvar inşa etmiş, düşünmesine engel olmuştu.
Göz bebekleri içindeki yükselen endişe ve korku yüzünden iğne deliğinden daha küçük bir vaziyet alırken gözlerini konumunu bildiği Ephios'a çevirdi ama perde çekilmiş olan gözleri kandan dolayı bulanık bir görüşe sahipti artık, onu görememesine sebep olmuştu.
'Kan...' diye düşündü zar zor.
Kanın bile nereden geldiğini anlamayan Alastair ellerindeki hissini kaybetmiş ve kabzalarını sertçe tuttuğu kılıçlarını da artık daha da tutamamış, ellerinden kayıp gitmişlerdi. Sonrasındaysa sert ve sesli bir şekilde sırtını ağaca çarpmış, öylece kalakalmıştı.
Çaresiz, yardıma muhtaç, cılız ve kırılgan. Yaşlı, ölümünü bekleyen birinden farksızdı.
Alastair'in her yerinden durmaksızın kan geliyor ve beraberinde de olağanüstü bir acıyı da beraberinde getiriyordu. Alastair'in görüntüsü zaman geçtikçe bakması daha mide bulandırıcı bir hal alıyordu.
Sokağa atılsa hayvanların bile dönüp bakmayacağı bir görüntüye sahipti.
Kan Alastair'in burnundan, gözlerinden, kulaklarından ve ağzından geliyordu. Kanın Alastair'in vücudundan çıkışı oldukça acı vericiydi.
Kendisini yıkanan bir çamaşırdan farksızmış gibi hissetmeye başlamıştı. Biri sıkıyor ve bütün vücut boşluklarından kan çıkıyordu.
Derisi de ağrımaya ve sızlamaya başlamış, bütün vücudunun hakimiyetini kaybetmesine sebep olmuştu.
Kendisine olta takılmış ve derisinin o kancası tarafından çekiştirilip soyulduğunu, koparıldığını hissetmeye başlamıştı.
Acı dayanılmazdı. Bunu kabullenmesi uzun da sürmemişti.
"İşte bu senin hak ettiğin son canım kuzenim," dedi Ephios yüzündeki gülümsemesiyle Alastair'in yere yığılmış acı içindeki bedenini izlerken.
Görüntü midesini kaldırmış, kusma isteğinin yükselmesine sebep olsa bile, kendisinin kontrolünü başarıyla ele alabilmiş ve kuzeninin toz yüzünden eziyet edilişini uzak bir mesafeden izlemeye devam etmişti.
Sadistçe gülümsemeye başladı, tatmin olmuştu. Ephios kahkaha attı hiç umursamadan ama ardından hızla bastırdı ve önündeki Alastair'in acınası görüntüsüne bakmayı sürdürdü.
Deha, mükemmel, kusuru bulunmayan ve en değerliymiş gibi görünen çocuk gözlerinin önünde tahtını kaybediyor ve devrinin acı içindeki kapanışına tanık olurken yerini alacak olan hain kuzeninin gülümsemesi daha da genişliyor, neşesi durmaksızın yükseliyordu.
Ephios yüzündeki gülümsemesini koruyarak arkasını döndü ve okun geldiği yönü tahmin ederek bir bakış attı.
'O kişi her kimse,' diye düşünmeye başladı. 'Muhtemelen Loer ailesinden biri olmalı! Burayı ve burada yaşanacak olanları onlardan başka bilen kimse yok.'
Ephios çıkarımını yapmaya devam ederken kuzeninin acı içindeki inlemelerini dinledi bir süre ve ardından düşünme seansına geri döndü.
Yüzündeki ifade daha da ciddi bir hal almıştı.
'Arkamdan beni takip edip gözlemlemesi için birilerini göndermiş olmaları bana olan güvenlerinin pek de yüksek olmadığını gösteriyor ve bu oldukça büyük bir sorun teşkil ediyor. Bu konuyla ilerde oldukça iyi bir şekilde ilgilenmem ve onların yardımını olabildiğince iyi şekilde kullanıp yükselmem lazım!'
Şu an Alastair'den odağını tamamen çekmiş, kendisi ve geleceği hakkındaki düşünceler dalmıştı.
Sonuçta kendisi daha önemliydi.
Eğer Loer ailesi olmasaydı kendisi kuzeni tarafından eninde sonunda ya öldürülecek ya da başına daha kötü bir şey gelecek ve bir köleden farksız hale gelecekti. Bu, Alastair'e lanet yağdırmaktan başka bir şey kazandırmayacaktı kendisine.
Kalbi, zihninde yeşeren bu düşüncelerle birlikte anlık olarak hızlanmış ve kaygı ve dehşetin pençesine düşmüş ve vücudunun da anlık olarak kasılmasına sebep olmuştu ama fazla uzun sürmemişti.
Alastair'in acı çekerken atmaya çalıştığı başarısız çığlıkları ve içler acısı görüntüsü sayesinde bütün olumsuz düşünceler ve hisleri yeşerdiği gibi anında solmuş ve kendisine rahatlık ve huzur getirmişti.
Fazla yakınlaşıp kendisini de tehlikeye atmamaya özen göstererek Alastair'in zavallı ve kırılgan görüntüsüne bakarken fark ettiği şeyle deniz gözlerindeki dalgalar zevk ve tatmin olmuşlukla yükseldi.
Alastair hissettiği acı yüzünden ağlamaya başlamıştı! Mükemmel, kusursuz ve güçlü Alastair ağlıyordu!
Kana bulanmış olan görüntüsüne ek olan göz yaşları Ephios'un seyir zevkini arttırmakta oldukça işe yaramıştı.
Alastair'i hayatı boyunca fazla gülmesinden dolayı ağladığını bile hatırlamıyordu ve Alastair neredeyse hiç gülmezdi. Tek güldüğü zamanlar kendisinden aşağı varlıkları gördüğünde attığı, karşısındakinin acınasılığını suratına vuran mide bulandırıcı gülümsemeydi.
Ama şimdi acıdan dolayı ağladığına şahit oluyordu! İlk defa Alastair'in ağladığına şahit oluyordu!
Bu bir mucizeydi!
"Sonunda benim ne hissettiğime dair ufacık bir fikre sahip olabildin mi?" diye sordu korkutucu bir sakinlikle Ephios.
Alastair sadece sessizce çığlık atmayı denemişti cevap olarak ama onu da yapamamış, kan kusmuştu sonunda.
Ephios'un hissettiği iğrenme ve kusma hissi tamamen yok olmuştu. Önündeki manzaraya sanki her gün gördüğü sıradan bir olaymış gibi bakıyordu.
"Canım kuzenim Alastair büyükbabam ne kadar senin isyankâr ve normal kuralları takmayan, kendini beğenmiş tavırlarına katlanmış olsa bile artık onların da sonu geldi. Onlara bir iyilikte bulunduğumun farkında bile olmayacaklar. O kadar mükemmel, o kadar iyi bir varistin ki şimdi yavaşça acı içinde yok olacak, öte taraftan benim mükemmel bir şekilde yükselişimi izleyeceksin."
"E-e-eğ... ya--yar... a-"
Konuşmayı denedi Alastair kendinde bulduğu az da olsa kuvvetiyle ama başarısız oldu ve bir ağız dolusu daha kan kusup acı içinde bir çığlık attı.
Çığlık sessizdi. Ephios bile zar zor duymuştu.
Alastair tekrar bir denemede devam ettirmeye çalışmadı, çalışamadı. Onun yerine başka şeyler düşünmeyi deneyip hissettiği acıyı arka plana atarak dindirmeye çalıştı ama bu, başarısızlıkla sonuçlanmış başka bir girişimden farksız değildi.
Ölümüyle sonuçlanacak sonunun bir süre sonra kendisini ele geçireceği bir yola girmişti. Ephios'a karşı kaybedeceğini hiç düşünmemişti.
Şu an hayatı için kralın önünde yalvaran âciz biri gibi hissediyordu.
Tamamen gücünü kaybetmiş ve Ephios ile yerleri değişmişti.
Zayıf olan artık Alastair'di.
"Eğer yardım almasaydım muhtemelen beni öldürüp rahatça vâris olacaktın. Zaten vâris konumunu elinde bulunduruyordun, daha da garantilemiş olacaktın. Ve aslında bu senin gibi biri için gayet kolaydı ama bir şekilde şu ana kadar bir oyun kurmaya çalışıp bana bir şey yapmaya çalışmadın. Tabii ki biraz önce yaşadığımız mücadelenin dışında," diye düşüncelerini sesli bir şekilde sundu, kaşları da hafif çatıldı. "Neden benim hayatta kalmamı istedin ki?"
Alastair soruyu duyduğunda hissettiği acıya rağmen kan kussa bile gülümsedi ve yok olmaya başlayan sesiyle konuşmayı denedi.
"Köle..." deyip bir süre bekledi ve kan kusmasının ardından devam etti. "Bel-belki... belki bir... hizmetçi."
Alastair'in söylediklerinin ardından Ephios'un yüzündeki gülümseme daha da genişlemiş ve acımasız bir hal almıştı.
Alastair'in kendisini küçük gördüğünü fark etmemek kendi aptallığı olurdu ama bir hizmetçi, bir köle olarak görmesi... Alastair'in dediklerini yapabilecek biri olduğunu bildiğinden işlerin bu duruma gelmiş olması gittikçe daha iyi hissettirmeye başlıyordu kendisini.
En azından kendisini koruyabilmişti.
"Bu dediğinle ölümün için hiç üzülmeyeceğimi belirtmek isterim. Canım kuzenim benim," dedi soğukkanlılıkla Ephios yüzündeki gülümsemesi hiç eksilmezken.
Ephios kuzeninin haline iç çekmiş ve omuzlarını sallayarak arkasını dönmüştü.
"Ben de artık gideyim. Gün doğumuna pek de bir şey kalmadı. Huzur içinde acı çekmeye devam et."
Görüşünü kısıtlayan kana rağmen Ephios'un hiçbir şey olmamış gibi eve doğru ilerleyen figürüne kin ve nefretle baktı.
İçten içe öfkelense ve intikam için yanıp tutuşsa da elinden bir şey gelmeyecekti artık.
Ephios'un böylesi bir potansiyele sahip olduğunu görememişti çünkü kibri yüzünden onu tamamıyla göz ardı etmiş ve dikkat etmemişti. Şimdiyse Ephios'un yaptıkları sayesinde kelimenin tam anlamıyla ilerlediği yolun sonuna gelmişti. Onun içinde yanan intikam ve hırs ateşini küçümsememesi gerektiğini daha önce düşünmeliydi.
Son pişmanlığının fayda etmeyeceğinin de farkında olarak acı içinde ölümünü kabullenmiş ve kendisinin bu hayattan göç edeceği zamanı beklemeye başlamıştı.
Kan durmayı reddederek acımasız bir şekilde akmaya ve kendisini tamamıyla vücuttan atma eylemini başarıyla gerçekleştirmek için devam etti.
Alastair artık acıyı hissetmemeye başlamıştı. Vücudunun sıcaklığı da yavaşça azalıp terk etmeye başlarken kendisini saran iç titreten soğukla birlikte yutkundu. Ağlamayı da bırakmıştı.
Göz yaşları acısına yeterli gelememiş, onu arkada bırakıp erkenden terk etmişti.
Bir annenin kucağının verdiği sıcaklık hissiyatını yansıtan ölümden uzak durmak istediğini fark etti. Her insan gibi Alastair de ölümden korkuyordu doğal olarak.
Kendini ağaca yaslayıp oturur bir pozisyona geçmeyi denedi ve bunu birkaç acı ve ıstırap dolu çabanın ardından başarabilmişti.
Yine de bu ona bir şey kazandırmamıştı.
"Yaratıcının sevgisi aşkına! Bu da ne böyle?" diye dehşet dolu bir ses yankılandı Alastair'in kanlı kulaklarında.
Alastair duyduğu tanıdık ses yüzünden kaşlarını çattı.
Kalın ve gür sesin beraberinde getirdiği korkuyu ve kaygıyı duyabiliyordu. Derin bir nefes almaya çalıştı ama kandan dolayı alamayıp tıkandı ve dehşet verici bir şekilde şiddetle öksürmeye başladı.
Şu an çöpten hiçbir farkı yoktu ve Alastair, kendisini işe yaramaz biri gibi hissetmeye başlamıştı. Nefes alırken bile zorlanır hale gelmişti.
"Yaklaşma!" diye uyardı öfkeli çıkan ses tonuyla Alastair ama nasıl duraklamadan söyleyebildiğini anlamamıştı.
Tozun ne işe yaradığını ilk elden test etmiş biriydi ve başka birini de kendisiyle birlikte götürmeye niyeti yoktu. En azından o kişi Loer ailesinden biri veya Ephios olmadığı sürece.
"Bu-bu-burada ne ol-oldu? Genç efendi..."
"Bana genç ef---" diye konuşmaya başladı ama bir anda kan kusmasıyla sözü kesilmiş, ardından da şiddetli bir öksürük krizi takip etmişti.
Khan dehşetle karşısındaki çocuğun durumunu incelerken çocuğun kendisine verdiği uyarısına da uymakla meşguldü.
"Neden buradasın, Khan?" diye sorabildi öksürük krizinin ardından.
Konuşma yetisini zar zor kazanmış olsa bile sesi boğuk çıkıyor ve şiddetli bir öksürük krizi onu bekliyordu ama bu yeterdi onun için.
Tozun tam olarak nasıl işlediğini bilmiyordu ama konuşabilme yetisini bir nebze de olsa kazanmış olması kendisini iyi hissettirmişti. En azından Khan'a veda edebilecekti ve belki Yaratıcı ona konuşmasını az da olsa geri vermişti.
Khan'ın burada olacağını hiç düşünmüyordu ama buraya gelmiş olup güvenini boşa çıkartmamış oluşu onu rahatlatmıştı. Son saatleri, belki de dakikaları, bile olsa yine de güvenebildiği birinin oluşu mutluluğunu arttırmıştı.
"B-be-ben... kesenizi..." diyerek açıklamaya çalıştı Khan ama önündeki iğrenç, rahatsız edici ve midesini bulandıran görüntü yüzünden konuşmasını devam ettiremedi.
"Kese... senindir..." dedi Alastair karşılık olarak yüzünde oluşan gülümsemeyle.
Kanla kaplanmış dişleri ve akmaya devam eden kan ile birlikte oldukça kötü bir görüntü oluşturmuştu.
"Artık işime yaramaz," diye belirtti ama ardından şiddetli bir şekilde tekrar öksürdü ve ekledi. "Yanılıyor... muyum?"
Khan bir şey diyemedi. Safir mavisi gözlerinde bulutlar dolanmaya başlamıştı.
İçinde bulunduğu durumun zorluğuna rağmen Alastair gülümseyerek cevap vermiş ve bu, onun kalbinde bir acının yükselmesine sebep olmuştu.
Alastair gibi birinin hep ilerleyeceğine ve yükseleceğine inanmış, onun ölümüne bir pirinç tanesi kadar şans bile vermemişti. Şimdi ise gözlerinin önünde son anlarını yaşayan bir yaşlıdan farkı yoktu.
"Genç Efendi, sizin içi yapabileceğim herhangi bir şey varsa lütfen söyleyin."
Alastair gülümsedi ama bir şey demedi. Onun yerine birkaç kez daha öksürdü.
Derin bir nefes aldı güneşin yükselmeye başladığını gördüğünde ama hissettiği acıyla birlikte yüzü kasıldı ve gözlerini sımsıkı kapattı.
Kesinlikle âciz ve çaresizdi ama biri yanındaydı.
"Khan," diye seslendi dalgın bir şekilde kendisine bakan Khan'a. "Senden isteyeceğim bir şey var."
"Evet, tabii ki, ne olursa olsun!" diye hızlıca olumlu cümleleriyle.
Yüzü parlamıştı Khan'ın.
"Buradan olabildiğince uzaklara git. Ephios'dan uzaklaşabildiğin kadar uzaklaş. Jade'i de al git. Bir daha arkana dahi bakma."
Khan itiraz etmek istedi ama ağzını dahi açamadı. Alastair'in sözlerinin keskinliğine karşı gelecek bir şey yapmayacaktı. Onu onaylayacak şekilde başını salladı ve ağır, yavaş adımlarla birlikte Alastair'in bulunduğu yerden uzaklaştı.
Kalbi kan ağlıyordu.
Onca avam arasından bile kendisine yardım eden çıkmamışken, soylu statüsünden olan Alastair onun elinden tutmuş ve istediğine kavuşmasını sağlamıştı. Ona ne kadar şükranlarını sunsa az olacaktı.
Üzüntüyle derin bir nefes aldı ve Alastair'in ona son dediklerini düşünerek karanlık ormanda kayboldu.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..