Alastair'in önündeki anı yavaşça yok olurken gözleri babasının soğuk ifadesinde geziyor, aklı ise babasının sözlerindeydi.
'Aynı anneni terk ettiğim gibi,' diye yankılandı zihninde babasının dudaklarından dökülen kelimeler bir daha.
Annesinin tedavi edilemiyor oluşunun sebebini babasına bağlamıştı bütün zaman boyunca ve bu sözler, onun böylesi bir işte parmağı olduğunu güçlü kılan ve kanıt olarak gösterilmesini sağlayan bir şeydi.
Lakin Alastair bu durumun geçmişte kalan acı, öfke ve keder dolu bir anıdan ibaret olduğunu bildiğinden dolayı fazla üstünde durmamaya karar verdi.
Babası da ölmüş, ilahî adalet yerini bulmuştu sonuçta.
Karanlık alana geri döndüklerinde Alastair düşüncelerini toparlamak adına derin bir nefes aldı ve odağını izleyecekleri bir sonraki anıya vermeye çalıştı.
Hâlâ babasının sözleri zihninin bir köşesinde yer etmiş olsa bile onu dinlememeye, tamamen ortadan kaldırmaya çalıştı.
'Onları koruyabilecek kadar güçlü olmak...' diye düşündü ama ardından acı bir şekilde gülümsedi. 'Daha kendimi korumayı becerememiş, hayatımı kaybetmişim. Şimdi de burada sorgulanmak ile meşgulüm.'
'Kimi koruyabilirim ki?' diye sordu kendi kendine acı dolu gülümsemesini korumaya devam ederken.
O sırada aklında aile üyelerinin yüzleri belirmeye başladı.
Laila'nın kendisine olan sıcak ve şefkatli yaklaşımı… Annesinin boşluğunu dolduramayacağını bile bile deniyor oluşu... Bentley'nin saçma mizahları ve kendisine olabildiğince pozitif bir şekilde yaklaşıp davranışlarına tahammül etmesi... Büyükbabasının kendisine gösterdiği önem ve sevgi...
'Ve ben bunları tamamıyla göz ardı etmiş olan bir geri zekâlı!' diye kendi hakkında haklı olduğunu düşündüğü bir eleştiride bulundu.
Sonrasındaysa Khan'ın yüzü belirdi.
Khan'ın kendisinin davranışlarına katlanıyor oluşu, onun içten konuşmaları, samimi davranışları ve kendisine güveniyor oluşu...
Alastair bunları düşündükçe daha depresif bir hâl alıyordu.
"Doğruca diğer anıya! İleri!" diye neşeyle bağırarak çağrısını yaptı Yargıç.
İkili kapıdan ileri girdikleri anda kendilerini malikânenin arka bahçede bulmuşlardı.
Arka bahçenin duvarları, organizasyon gecesine kıyasla daha az özen gösterilmiş ve bakımına pek de dikkat edilmemiş, göz ardı edilmiş gibiydi.
Duvarların göze hitap etmeyen, parça parça yıkılmış ve yeniden yapılarak tamir edilmiş görüntüsünün oluşturduğu kirliliği gizlemek amacıyla birçok çeşit ve renkte çiçekler bulunuyordu.
Bunun dışında arka bahçede Alastair'in yaşadığı zamanda kamelya yer almıyordu.
Oldukça sadeydi ama yalın güzelliği de takdire şayandı. Bahçenin gayet boş ve özgür bir alandı çocuklar için.
Arka bahçenin ortasındaki yaşlı adam elindeki kılıca dikkatle bir şekilde bakılması gerektiğine işaret ederken önündeki 11 yaşlarındaki iki torununa bir şeyler anlatmaya uğraşıyor ve bazen de kılıcını sallayarak anlattıklarının daha da etkili olması için ekstra bir çaba sarf ediyordu.
Yaşlanmasının işareti olan gri saçları ter içinde sırılsıklam bir hâl almış olan adamın yüzünden terler akıyor olmasına rağmen gözlerinden ve tebessümünden yayılan parlaklık kendisinin anlatıyor ve öğretiyor oluşundan zevk aldığını gösteriyordu.
Aldığı zevk ile kılıcını tutkuyla tutarken hırsla anlatıp örnek gösterdiği hikâyelerini kullanarak önündeki çocukların ilgisinin kendinde olduğundan emin oluyor ve onlara verdiği eğitimin olabildiğince iyi olması için uğraşıyordu.
Geceden farksız olan siyah saçları özenle taranmış olan çocuk saçlarını arkasında bağlamayı tercih ederken küçük bir atkuyruğu oluşturmuş, saçlarının gözünün önüne gelmesini engellemeye çalışmıştı.
Ancak bir-iki tutam saç bu duruma isyan ederek bağdan kurtulmuş ve gözlerinin yanına üstüne dökülmüştü.
Çocuk bıkkınlıkla derin bir nefes almış, sıkıldığını gizlemeye çalışmamıştı bile.
Büyükbabasının şövalyelik derslerinden sıkılmaya başlamıştı. Onun büyük bir tutkuyla ve heyecanla uğraşarak anlattığı bu derslerin hiçbirini umursamıyor, her gün erkenden bitmesi amacıyla Yaratıcının zamanın hızlı akmasını sağlaması için dualar edip duruyordu.
Tek istediği rahatlamak ve olabildiğinc, bu tür şeylerden uzakta kalmaktı.
Davranışlarıyla bunları belli ettiğini düşündüğünde, düşüncelerini içinde tutmayı, kimseye söylememeyi tercih ediyordu.
Yanındaki kuzeninin buz parçasından farksız ama hafiften de olsa ilgili bakışları büyükbabasının üstündeydi.
"Onun düşüncelerini bile biliyorsun," dedi Yargıç hafiften överken.
Alastair'in ela gözleri Ephios'un küçüklüğündeydi, dikkatlice onu izliyordu.
"Bu anı Ephios ile aramızdaki kutuplaşmanın en belirgin olduğu hâli. Buradan sonra onunla tamamen ayrı düşmüş ve genellikle birbirimize girip duruyorduk," diye açıkladı Alastair ve ekledi. "Ephios benim aksime daha çok oturduğu yerden yönetmeyi seven, ön safhada pek dolaşmayı sevmeyen biri. Elleri arkada önündekileri kumanda etmeyi bire bir karşılaşmaya tercih eden biri. Savaşmak pek de onun tarzı değil. Tabii… Eğer zorunda kalırsa ipleri eline almaktan çekinmez."
Son cümleyi söylerken kendi ölümünü hatırlamış ve kendine acıyarak gülümsemişti.
Güneşin ışıklarıyla birlikte altın mücevherleri andıran elaya yakın ela gözleriyle büyükbabasını izleyen çocuk bazen tek kaşını kaldırıyor, bazen kaşlarını çatıyor veya yüz ifadesi düşünceli bir hâl alıyordu.
Babasından farklı bir öğretim tarzına sahip olan büyükbabasının öğrettiklerini olabildiğince iyi bir şekilde inceliyor ve zihnine kazıyıp unutmamak için kendi içinde hareketleri tekrar hayal ediyordu.
Babasından öğrendiklerine ek olarak büyükbabasının öğrettiklerinden de bir şeyler kapıp kendisini daha da geliştirmeye çalışıyordu.
Yanında bıkkınlıkla oturan kuzeninin aksine kendisinin ilgisi daha fazlaydı.
"En iyi öğrenme devamlı pratik yapmaktan geçer!" diye ani bir şekilde söyledi Oriol. "İkiniz de ayağa kalkın şimdi! Hadi! Hadi!"
Büyükbabalarının acele bir şekilde kendilerini ayağa kaldırıp karşı karşıya olacak şekilde konumlandırmasının ardından, Ephios anlık bir kafa karışıklığı yaşamıştı ama Alastair kendisini sakin bir ruh halinde tutmaya devam etmişti.
Ellerine verilmiş olan tahta kılıçlarıyla neler yapacaklarını tahmin etmeleri zor olmamıştı.
"Anlatmış olduklarımı ne kadar iyi anlamışsınız işte şimdi onu göreceğiz. İkiniz de neyiniz varsa ortaya koyacaksınız. Hırsınızı ve tutkunuzu ortaya koyarak savaşın! Kimin hayali daha güçlüyse kazanan o olacaktır!" dedi yaşlı Oriol torunlarını neşelendirip gaza getirmeye çalışarak.
Gözleri çocukların üzerinde beklenti ve heyecanla dolaşıyordu.
"Benim işaretimle başlayacaksınız! Kılıçlarınızı hazırlayın!"
"Neden bu anıyı izlemek zorundayız?" diye sordu Alastair sıkıntıyla derin bir nefes aldıktan sonra.
"Ne oldu? Yoksa bu küçük şövalyelik oyununu kaybettin diye mi?" diye soruyla karşılık verdi Yargıç çocuksuz bir tavırla.
Alastair gözlerini devirdi ama cevap vermedi. Onun yerine gözlerini birazdan yaşanacak olan minik düelloya odakladı.
Bu zamanları iyi hatırlıyordu. Daha doğrusu büyükbabasının verdiği bütün şövalyelik derslerini iyi bir şekilde hatırlıyordu.
Lakin bu anıyı izlemelerinin sebebini anlamamıştı. Kendisinin yargılanabileceği daha farklı anıların olduğunun farkındaydı.
Daha kötü, daha şiddet dolu anılar vardı.
'Bütün yaşadıklarımı rastgele bir şekilde mi göreceğiz yoksa sadece önemli bir etki bırakanlara mı devam edeceğiz?'
Ephios ve Alastair duruşlarını almış, büyükbabalarının kendilerine başlamaları için gereken talimatı vermesini bekliyorlardı.
Ephios'un kaşları hafif çatılmış ve hırsla parıldayan, denizlerden farksız koyu mavi gözleriyle Alastair'i incelerken, Alastair daha sakindi ve düz bir ifadeye sahipti.
Büyükbabasının kendilerine uzatmış olduğu bu tahta kılıçtan daha zoruyla, gerçek bir kılıçla, antrenman yapmış biri olarak, ifadesi gayet makuldü.
Ephios ile karşılaştırıldığında, kendisi daha tecrübeliydi.
İkisinin arasındaki bu fark siyah ile beyaz kadar belirgin ve keskindi.
Oriol ikisine de birer bakış atmış ve ardından yavaşça elini kaldırmış, kendilerinin hazır olmaları için son bir şans vermişti.
Torunlarından Ephios'un duruşunun daha da gergin bir hâl aldığını fark ederken kafasının hafiften iki yana sallamış ama fark edilmemişti. Öte yandan Alastair'in bir değişiklik yaşamamış oluşu onu şaşırtmıştı ve torununun görmüş olduğu şiddetli, zorluklarla dolu eğitimi hatırlamıştı.
İkiliye birer gülümseme sundu ve ardından hızla elini indirmiş, başlangıç işaretini vermişti.
Ephios ileri atılan ilk kişi olmuştu.
Alastair'in kafasını hedef alarak onun bayılmasını ve hızlıca bitirmeyi amaçlayarak kılıcını savurmuştu hiçbir çekince göstermeden.
Lakin planı Alastair gibi biri için kolayca savunulabilecek bir şeydi ve öyle de olmuş, planı tamamıyla hayal kırıklığına uğratarak kendisini suya düşmüştü.
Yine de hırsını kaybetmiş değildi ve hatta daha da artan hırsı ve kazanma isteğiyle birlikte tekrar ve tekrar aynı şekilde hiç durmadan saldırılarına devam etmesini sağlamıştı.
Alastair, Ephios'un tekdüze düşünceyle yaptığı saldırıları savuşturmakla ilgilenirken bir yandan da büyükbabasının anlattıklarına uyarak Ephios'u inceliyor ve onun açığını bulmakla uğraşıyordu.
İsterse kendisi de direkt olarak ofansif bir şekilde ilerleyebilirdi. Ancak büyükbabasından ders aldığından ötürü onun öğrettiklerine uyarak ilerlemeyi sürdürmeyi seçiyordu.
Babası daha ofansif ve agresif bir saldırı stiliyle ilerleyip rakibini baskılamayı hedeflerken büyükbabası dengeli bir şekilde ilerleyerek hedefinin açığını bulma emeliyle ilerlemeyi tercih ediyordu.
Bu yüzden, Ephios'un ona yaptığı ardışık saldırılar arasında bir açık bulmakla uğraşıyordu.
'Babamın yöntemiyle ilerlemiş olsaydım şu an bu maçı kazanmış olacaktım,' diye düşündü Alastair ama bunu hemen kafasından atmış, önüne çevirmişti odağını.
Büyükbabasının yöntemiyle ilerliyor oluşu Ephios'un saldırılarını savunması ve düşünüyor olması sebebiyle bitkin düşmeye başlamıştı.
'Büyükbabamın yöntemi daha yorucu,' diye bir düşünce daha belirdi.
PAT! PAT! PAT!
Ephios'un şiddetli saldırıları ve Alastair'in saldırıları bu şekilde devam etmişti bir süre.
PAT!
Ephios, iki eliyle kılıcının kabzasından tutarak dikey bir saldırı gerçekleştirmişti.
Alastair'i birkaç adım geri çekilmeye zorlamış ve hatta, dengesini kaybetmesine bile sebep olmuştu.
'İşte bu!' diye düşündü Ephios yüzünde oluşan gülümsemeyle.
Alastair'in dengesini kazanmasına izin vermek gibi bir niyeti olmayan Ephios hemen ileriye atılmış ve elindeki tahta kılıcı bu sefer şaşırtıcı bir şekilde kafasına değil, karnına doğru delici bir saldırı yapacak şekilde savurmuştu.
O sırada Alastair'in kendini beğenmiş, özgüvenli gülüşüyle kendisine bakıyor olduğunu fark etmişti ve bu da onun kalbinde bir panik hissiyatının oluşmasına yol açmıştı.
Yarattığı bu açık ile Alastair hızlıca yana kaymış ve onun arkasına doğru hızla adımlamıştı.
Kendisini durduramayacağının farkında olarak Ephios'un tahta kılıcı tuttuğu eline sertçe vurmuştu. Bu hareket ile Ephios'un kılıcının düşmesine sebep olmuşken ona daha fazla zaman kazandırmamaya çalışarak hızlıca dizinin arkasına da bir tekme salladıktan sonra tahta kılıcını Ephios'un boğazına dayamıştı.
Ardından ayağıyla ittirerek Ephios'un yüzüstü düşmesine, üstündekilerin de kirlenmesine sebep olmuştu.
Gerçek bir savaşta Ephios'un boğazı kesilir ve etraf kan gölüne dönmüş olurdu.
'Antrenman olduğuna dua et,' diye söylendi Alastair.
"Güzel! Güzel! İşte böyle!" diyerek yüzünde gülümsemesiyle çocukların yanına ilerledi Oriol ve ardından Alastair'e karşı kafasını iki yana sallayarak uyarıda bulundu. "Bir daha o son hareketi yapma. Bu hakarettir. Karşındakinin gururunu kırmamalısın. En azından dürüst bir düelloysa böyle bir harekette bulunmamalısın."
Alastair sadece omuz silkmiş, Oriol'un derin bir nefes alıp tekrardan kafasını iki yana sallamasına sebep olmuştu.
"Dediklerim ve gösterdiklerimi gayet iyi bir şekilde uyguladın Alastair. Seninle gurur duyuyorum," dedi ve torunun sırtını sıvazlayıp Ephios'a döndü. "Tekdüze saldırıların yüzünden kolayca alt edildin. Bu konuda çalışman lazım. Kuzeninden birkaç şey öğrenebilirsin mesela. Yine de potansiyelin var. Sıkı çalışmayı sakın bırakma."
Alastair büyükbabasının övgüsüne bir karşılık vermemişti ve kuzeniyle büyükbabası arasında geçen konuşmayı dinlemeye koyultmuştu.
"İyi kılıç kullanıyormuşsun," dedi Yargıç kafasını onaylayan bir ifadeyle sallarken. "Babanın öğrettiği şekilde direkt saldırıya geçseydin... Keşke öyle yapsaymışsın."
Kendisini ve Ephios'u izliyor olan Alastair omuz silkmiş, bir şey ekleme gereği de duymamıştı.
Alastair'in gözleri nasihat verilen kendilerine ve bu görevi üstleniyor olan büyükbabasına çevrilmişti.
Kendisinin küçüklük hali arada yan yan Alastair'e bakıyor, ardından hemen büyükbabasının gözlerinin içine bakıyordu.
O sırada daha önce dikkatlice bakmadığından fark edemediği bir şeyi fark etmiş oldu: Ephios'un gözlerindeki kıskançlık parıltısı.
Ephios'un gözleriyle öfkenin alevleriyle parıldıyor, ellerini de sımsıkı bir şekilde yumruk haline getirmişti.
Küçük olduğundan dikkat etmeye uğraşmamış olduğu ayrıntıları şimdi farklı bir bakış açısı ile daha rahat görebilmiş ve içinde farklı, garip bir hissiyatın oluşmasına sebep olmuştu.
'Eğer bunları daha önce, o sırada fark edebilmiş olsaydım ölümümü engelleme şansım olur muydu ki? Yoksa sadece geciktirmiş mi olurdum?' diye düşündü, kaşları çatılmıştı.
Bu anı gezintisi aynı zamanda birçok potansiyel senaryonun aklında dönecek olmasının sebebiydi.
O anda bahçeye güzelleri güzeli Laila geldi.
Beline kadar gelen saçlarını taramış ama şekil vermekle uğraşmamış, olduğu gibi bırakmıştı taramasından sonra.
Üstünde sade ama şık, kiraz renginde bir günlük elbise bulunuyordu. Toplu ayakkabıları da elbisesiyle aynı renkteydi ama farklılık olarak parmaklarını ucunda siyah bir çizgi bulunuyor ve ikiye ayrılarak topuğa kadar ilerliyordu.
Gümüşten yapılma, üstüne safir, yakut ve zümrüdün eklenmiş olduğu pahalı ama mütevazı gözükmesini sağlayacak derecede sade olan bir kolye takınmıştı. Kolyesine eşlik etmesi için gümüşten safirlerin bulunduğu bir çift küpe ve bilezikle aksesuarını tamamlamıştı.
Elinde içinde buz parçalarının bulunduğu soğuk elma suyuyla dolu bir cam sürahi ve üç tane de bardağın bulunduğu bir gümüş tepsi yer alıyordu.
Gözleri güneşin ışıklarıyla birlikte gökyüzü gibi açılırken Ephios kirlenmiş kıyafetlerini ve Alastair ile kıyafetlerinin kırışık bir hâl aldıklarını gördüğü an kaşları çatıldı ve gözlerinin rengi öfkeyle koyulaşıp fırtına bulutlarıyla doldu.
"BABA!" diye bağırdı kulakları sağır etme amacındaymışçasına. "Ne yaptırdın onlara?"
Hızlı adımlarla yanlarına gelmiş ve Oriol'a tepsiyi teslim edip Alastair ve Ephios'u kontrol etmeye başlamıştı.
"Sakin ol kızım," diye yatıştırmaya çalıştı gelinini ve ekledi gururla gözleri tutkuyla yanarken. "İkisi de şövalyelik yolunu izleyen soylu birer adam olacaklar. Bunlar daha başlangıç. İlerde daha çetin, daha zorlu mücadeleler ile yüzleşecekler."
"Onlar daha 11 yaşında!" diyerek savunmaya çalıştı, yüzündeki üzgün ifadesiyle çocuklara bakmaya devam ederken. "Hadi birer bardak soğuk elma suyunuzu için. Sonra da doğruca banyo yapıp üstünüzü değiştirin."
Çocuklar uyumlu bir şekilde kafalarını sallayarak onaylamış ve hızlıca dedelerinin doldurduğu bardakları bir dikişte içmişler ve hızlı adımlarla bahçeden ayrılmaya koyulmuştular.
Alastair gitmeden hemen önce kendi kullandığı tahta kılıcını almayı unutmamıştı.
Yol boyunca kılıcı savurup çeşitli saldırı zincirlerinde bulunurken öfkeyle kendisine omuz atarak yanından geçen Ephios'a bakmıştı bir süre ve ardından omuz silkerek dikkatini kılıca odaklamaya devam etmişti.
Etraf tamamıyla solmaya başlamasıyla birlikte anının da son anlarına gelindiği işaret edilmiş oldu.
Alastair ve Yargıç kendini yeşil halının üstünde bulurken adam o sırada not almakla meşguldü.
"Soylu bir ailede senin dışlanmış olman gerekmiyor muydu?" diye sordu Yargıç, not almaya devam ediyordu o sırada. "Sonuçta teksin ve seni koruyabilecek tek kişi büyükbaban ama o da pek bir şey yapamaz yani."
"Dediğiniz şeyler geniş ve güçlü soylu ailelerde geçerli olabilir. Benim doğduğum soylu aileyle onların arasındaki fark biz daha küçüğüz ve o kadar güçlü sayılmayız. Birbirimize bağlı olmamız gayet doğal," diyerek adamın sorusuna yanıt vermişti.
Yargıç başını sallamış ve garip bir melodi tutturarak bir sonraki anı kapısından geçmişlerdi.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..