Aynı şekilde Alastair tekrar ağaca tırmanmış ve yapraklarının arasında saklanarak kendisini gizlemişti.
“Hu… Hu…”
Gizlenmiş bir şekilde Alastair sessiz, derin nefesler alıyor ve dallar ile yaprakların kendisine izin verdiği kadar ayak seslerini duyduğu bölgeye doğru bakıp seslerin sahiplerinin kim olduğunu öğrenmeye çalışıyordu.
İki tahmini vardı ve bunlardan biri diğerine kıyasla daha olasıydı.
Olası olan tahmin açılmış ve içinde yatan bedenleri devriye sırasında fark etmiş olan rahipler ve onlar tarafından acil durum çağrısıyla çağrılan şehrin güvenliği olan askerleri içermekteydi.
İkinci tahmin ise demin canına kastetmeye çalışmış olduğu mezar hırsızı adamın bir başka ortağıydı ama buna pek olasılık veremiyordu çünkü göl kenarında görmüş olduğu kazmak için kullanılan aletler iki kişilik olarak hazırlanmıştı.
‘Hayat sürprizlerle dolu. Her an ne olacağını bilemezsin,’ diye yaşlı ve tecrübeli bir adamın sesi yankılandı. Sesin sahibi, büyükbabası idi.
“Hey, burada yaralı biri var!” diye bağırdı diğerlerine.
“Lüt… Lüt… Lütf---”
“Sakin ol. Sakin ol.”
Alastair duyduğu konuşma sesleriyle birlikte dikkatini büyükbabasının sesinden çekip oraya verdi.
Zincir zırhla çevrelenmiş dağ gibi üç figür, omuzlarından yaralanmış, acı içinde yerde kıvranmakta olan adamın başında onu sakinleştirmeye çalışıyorlardı.
“Joe,” diye seslendi adam zincir kaskını çıkarıp. “Git ve rahiplerden birini çağır. Hızlı ol!”
Joe memnuniyetsiz bir derin nefes vermiş ama karşısındaki adama karşı çıkamayacağını da bildiğinden dolayı sadece başını onaylayarak sallamış ve koşar adım uzaklaşmıştı.
“Sen göz kulak olmaya devam et. Ben bir etrafa bakacağım,” demiş ve kaskını tekrar takıp kılıcını çekmişti.
Alastair sahip olduğu kısıtlı görüşe rağmen adamın kılıcını çekmiş bir şekilde ilerlediğini görebilmişti ve bu onun dikkatli olması için vücuduna gönderilen bir işaret olmuştu.
Daha rahat bir pozisyona geçmiş, kendisine kaçabilecek alan yaratmıştı.
Asker kalıplı biriydi ve oldukça da güçlü biri olduğunu gösteriyordu. Onunla kafa kafaya çarpışmaya girmek tehlikeli olacak ve muhtemelen kendisinin ölümüyle sonuçlanacaktı.
İlk başta gizli bir şekilde onun ilerlemesini bekleyip aynı mezar yağmacısına yaptığı gibi onu da gafil yakalamayı deneyebilirdi ama üstündeki giymiş olduğu zincir zırh tarafından sağlanan koruma kendisini böyle bir eylemi gerçekleştirmekten alıkoyuyordu.
Bu yüzden yapabileceği en mantıklı olan şeyi yapmayı tercih etmişti: anında kaçabilecek alanını oluşturmak.
Soğuk ela gözleri adamın üstünde gezinmeye devam etti.
Adam gözlerini kıstı ve ardından durup kafasını kaldırdı. İçgüdülerine güvenerek ağaçların arasını inceledi bir süre ve gözleri, beyaz yeleğe takıldı ve inceledi.
Üstündeki zırh olmasaydı tırmanmayı deneyebilirdi.
Bir süre daha yeleğin yakınlarında dolanmaya devam etti ve ardından acı çeken yaralı adamın yanına geri döndü.
‘Huuu…’
Alastair tuttuğu nefesini sakince verdikten sonra pozisyonunu tekrar aldı ve incelemesine devam etti.
Oldukça tehlikeli bir durumun ortasındaydı ama şu anda alabileceği kadar bilgi alması, onun için daha önemliydi.
Dün gece kilisenin kapanmasında rol alan erkek rahip yanında asker Joe ile tekrar acı çeken adamın yanına gelmişti.
Joe’nun yüz ifadesi duruma karşı olan memnuniyetsizliğini açıkça ifade ediyordu.
Rahip telaşla ellerini yaralı adamın omuzlarına dokundurmuş ve adamın acıyla bağırmasına, sonrasında da takip eden iniltilerine sebep olmuştu.
Rahip adamın omuzlarındaki yaraları kısa bir süre inceledikten sonra askerlere aceleyle bir şeyler söylemiş ve Joe ile diğer askerin hızlıca olay yerinden kaybolmasına sebep olmuştu.
“Bu mezar soygunu…” dedi endişeyle rahip ama cümlesinin devamını getiremedi. Gözleri yerdeki, kirli kıyafetler içinde yatan adamın üstünde geziniyordu. “Senin… Yok, hayır. Sana sormak istediğim soruları kafanı sallayarak cevaplayabilecek durumda mısın?”
Yaralı adam kafasını onaylayarak salladı.
“Güzel, çok güzel! Ama lütfen, lütfen kendini zorlama. Tamam mı?” diyerek onu rahatlatmaya çalıştı rahip gözlerindeki acımanın parıltılarıyla. “Teker teker sorularımı soracağım o zaman.”
Adam onaylayarak başını salladı bir daha.
“Bunları yapanın kim olduğunu biliyor musun?”
Adam bir süre bekledi. Gözlerinde tereddüt belirmişti ama ardından gözlerini kapatıp rahibin dediklerini onayladı.
“Kimler olduklarını iyice görebildiğinden emin misin?”
Tekrar bir baş sallamasıyla onaylandı rahibin sorusu.
“Şu anlık başka sorum yok. İş birliği yapmayı tercih ettiğin için sana teşekkür ediyorum. Yaralarına bakıldıktan sonra tekrardan bir sorgu yapılacaktır.”
Adam bu sefer cevap vermedi çünkü acı artık dayanılmaz bir hâle gelmiş ve bayılmasına sebep olmuştu.
“Zavallı ruh bunu hiç hak etmemişti. Caniler…”
Asker gözlerini baygın adama dikmiş ve ardından rahibe dönmüştü.
“Bu adamın mezar soygunlarıyla olan ilgisini hemen öğrenmemiz lazım. İyileşmesi ne kadar sürer?”
Rahip kafasını iki yana sallamış ve acıyarak adama bakmıştı tekrardan.
“Her zamanki gibisin.”
“…”
Adam cevap vermedi ve gözlerini kendilerine doğru gelmekte olan sedyeye dikmişti.
Rahibin adama söyledikleri hakkında Alastair’in hiçbir fikri yoktu. Rahibin sesini duyamamış oluşu kendisinin suçu değildi ve elinden bir şey gelmezdi ama içinde yara içinde bıraktığı adamın bir işler çevireceğine dair bir korku vardı.
Bir süre sonra, rahip ve yanındaki şövalyeler yerdeki adamı sedyeye koymuş bir şekilde ormandan çıktıklarını gördü.
Bir süre bekledi ve dinlemeye devam etti. Ormandan çıktıklarına kanaat getirmesinin ardından rahat bir nefes aldı.
“Sonunda!”
Yavaşça ve dikkatli bir şekilde ağaçtan indikten sonra gerindi. Uçsuz bucakmış gibi görünen ağaçları izledi düşünceyle bulutlanan gözleriyle.
‘Bu sefer düzgün yaşa.’
Anıları arasında gezinti yaparken onu eleştiren adamın son sözlerini hatırladığında rahatsız hissederek ensesini kaşıdı.
Nedenini tam olarak anlayamadığı ve nasıl olduğunu bilmediği bir şekilde ölümden geri dönmüştü ama geldiği anda birini öldürmüş, elini kana bulamıştı.
Bir insanın canını almış olması onun canını pek sıkmamıştı. Onun için pek de gerçekdışı bir olay değildi. Lâkin annesinin ve babasının mezarlarının açılmış oluşu ve hatta üstündekiler de dahil soyulmaya çalışılıyor oluşu, onu doğal olarak öfkelendirmiş ve sonucunda oldukça ciddi bir suç işlemesine sebep olmuştu.
Herkes böyle bir durumda sinirlenip gözü dönerdi.
‘Bakın, dediklerime iyi kulak verin ve kulağınıza iyice küpe edin. Dikkatli dinleyin, tamam mı? Gerçekten ama gerçekten iyi bir sebebiniz olmadığı sürece hiçbir şekilde kimseyi öldürmeyeceksiniz! Hiçbir şekilde onların yaşamlarının sonunu getirecek eylemlerde bulunmayacaksınız! Eğer dediklerime uymayıp öğrettiklerime ihanet ederek tam tersini yaparsanız değil yakınıma gelmek, varlığınızı dahi bana belli etmeyin. Hayatımdan çekip gidin ve yok olun! Anlaşıldı mı?’
Büyükbabasının Ephios ve kendisine yapmış olduğu bu sert uyarının zihninde tekrardan gün yüzüne çıkıp yankılanmasıyla birlikte kalbinin sıkışmasına sebep olan rahatsızlık uyanmıştı.
‘Onların ölümü…. Haklı olan taraf benim. Annemin mezarını kazıp onu ebedi uykusunda rahatsız ettiler.’
Büyükbabasının zihninde yankılanan sesine kulak vermiş, sonucunduysa onların hak ettiğine karar vermişti ve bunun üstünde daha fazla durup çevresinde gelişen olaylara kör kalmamayı tercih etti ama bir sorun daha doğmuştu zihninde.
Şu an kendisine verilen şansın bir anda alınıp alınmayacağını veya bir dahaki ölümünün sonucunda bunun şiddetli bir cezası olup olmayacağını düşünmeye başladı.
Eğer bunun kendisine bir cezası olacaksa bile nasıl gerçekleşecekti veya kendisini ilk başta nasıl bulacaktı ki?
Bunlar, Alastair’in kafasına dönüp dolaşan, kendisini endişeyle dolduran düşüncelerdi ve rahatsız ediciydiler.
Alastair derin bir nefes alarak çevresine odaklandı.
‘Rahibin ve yanındaki şövalyelerin gittiği yönü hesaba katarsam…’
Alastair’in gözleri kısıldı ve kendisinin bulunduğu bölgeyi ayarlamaya çalıştı ve kısa bir düşünce zincirinin ardından amacına ulaşmıştı.
Evin nerede olduğuna dair kesin bir tahmin öne süremeyecek de olsa artık kabaca nerede olduğuna dair bir fikir edinebilmişti.
Kesin bir fikre sahip değildi çünkü evlerini çevreleyen devasa ormanın bu tarafında hiç bulunmamıştı.
Şu an kendisinin daha fazla gezi yapmış olmasını dilemesine sebep olmuştu.
‘Şimdi o iki şerefsizin ellerini kollarını sallaya sallaya hareket edebildiği gerçeğini göz önüne alırsam bizimkilerin artık kasabada olmadığını söylemem pek de yanlış olmaz,’ diye düşündü gözlerinin önünde canını almış olduğu hırsız adam ile korkunç bir şekilde yaralamış olduğu adamın figürleri gözlerinin önüne serilirken.
İlk adımını attı ve karar verdiği yönden ilerlemeye başladı. Gardını aldı, her an elleri kılıçlarını çekmeye hazırdı ve gözleri tamamen çevresine odaklanmıştı.
Yarım saatlik bir yürüyüşün ardından ağaçlarla çevrilmiş bunaltıcı manzara arka bahçelerinin duvarıyla değişmiş ve kendisinin rahat bir nefes almasını sağlamıştı.
En son hatırladığı haliyle kıyasladığında duvarın şimdiki görüntüsü oldukça kötüydü.
Duvar, sadece bir ay içerisinde çökmeye başlamış ve tamamen restore edilmesi gerekecek derecede yıpranmıştı. Yine de işlevini yerine getiriyormuş gibi görünüyordu.
İçeriden herhangi bir vahşi hayvan sesi veya bir insan sesi duymamıştı.
Hayata geri döndükten sonra eve dönebilmenin verdiği heyecan ile kalbi hızla atmaya başlamış, yüzünde özlem dolu bir gülümseme belirmişti.
‘Evim, güzel evim.’
Evin ön girişine ulaştığında büyük kapının kapalı olduğunu görmüştü ama bu onun mutlu yüz ifadesini bozacak değildi.
Ön girişteki kapının kapalı olması evde artık tamamen kimsenin olmadığına dair olan şüphelerini tamamen yok etmiş ve kendisinin daha da emin bir şekilde ilerlemesine yardımcı olacaktı.
Derin bir nefes aldı ve içinde tomurcuklanmaya başlayan boğucu hissiyat ile yönünü üstünde A ve S harflerinin kazındığı ağacın yer aldığı bölgeye tarafa doğru çevirdi yönünü.
Ephios’un gülümseyen yüzü ve o anın şiddetli acısı sıcak demirle zihnine işlenmişti.
Dişlerini sıktı ve başını kaldırıp gökyüzüne çevirdi.
Whissh!
Esen soğuk rüzgâr kendisini hazırlıksız yakalamış ve iliklerine kadar titremesine sebep olup hedefine odaklanmasını sağlamıştı.
‘Ephios…’ diye geçirdi içinden ama devamını getirmeyip adımlarını gitmesi gereken yere doğru zorladı.
Kısa bir sürenin ardından da hedefine ulaşmıştı.
Bulmayı umduğunun aksine ne ağacın üstünde ne de yerde düşündüğü kadar kan izi bulunuyordu. Tamamıyla yenilenmiş ve herhangi bir suçtan geriye fazla bir iz kalmamış gibi gözüküyordu ama tabii ki ağacın gövdesinin küçük çıkıntılarında biraz kan izleri bulunuyordu ve dikkatli bakıldığında rahatça görülebiliyordu.
Beceriksiz bir şekilde temizlenmiş diyemezdi ama usta birinin elinden çıkmadığı da aşırı barizdi.
‘Bir gün…’ diye düşündü.
Sağ eli içgüdüsel olarak kalkmış ve kalbinin üstünde durmuştu. Sanki hayatta olduğundan emin olmak istiyor gibiydi Alastair. Silkelenerek kendisine geldi ve kendi özel çalısına ilerleyip aşağıya inmeye çalıştı ama bu eylemini yerine getirememişti.
Normalde tünelin sonunda duvara yaslanmış bir şekilde durması gereken merdiven artık yerinde yoktu. Parçalara ayrılmış bir şekilde yerde yatıyor gibiydi.
En azından Alastair’in çalılar aracılığıyla içeri girmesini sağladığı ışıkla görebildiği şey buna benziyordu.
Aşağı inmek onun için sıkıntı teşkil eden bir durum değildi. Fakata asıl sorun buradan geri çıkmak için katlanmak zorunda kalacağı başka bir problemdi.
Aşağıya atlamak ve atlamamak arasında birkaç saniyeliğine gidip geldi ama sonunda sıkıntılı bir yüz ifadesiyle nefes alıp sesli bir şekilde verdi ve kafasını iki yana sallayıp durumundan ne kadar hoşnutsuz olduğunu dile getirmeden göstermiş oldu.
Alastair silkelenerek kendine geldi ve çalıların arasındaki yerde aşağıya inmeye çalıştı ama isteğini yerine getiremedi. Tünelin sonundaki duvara yaslanmış olan merdiven tamamen çökmüştü. Aşağıya atlayabilirdi bunda bir sıkıntı yoktu ama burayı çıkmak için kullanmak sıkıntı olacak gibi gözüküyordu.
Alastair atlamadan önce yeleğini çıkartmış ve yüzünün etrafına dolamıştı.
Ne kadar kötü kokuyor olduğunu bir kere daha anlamış olsa bile bu sayede yüzünü bir nebze de olsa çalılardan koruyabilecekti.
Tomp!
Yere indiğinde yükselen tozlar yüzünden kafasına doladığı yeleği hemen çıkartmamış, tam aksine bir süre o şekilde durmaya devam etmişti.
Elleriyle yükselen tozdan kurtulmaya çalıştıktan sonra tozların artık kendisine rahatsız etmeyeceğine karar vermiş ve yeleği başından çıkarıp yere atmış, gözlerinin karanlığa alışmasını beklemeye başlamıştı.
Karanlık tünelde bir değişiklik yok gibi gözüküyordu ve bu, buranın hâlâ diğerleri tarafından hiç keşfedilememiş olduğunu veya girmeye dahi tenezzül etmedikleri anlamına geliyordu.
‘Onca zamandır ben yokken kimse mi bulamamış burayı?’ diye düşünürken kaşları çatıldı ve ciddi bir surat ifadesi yerini aldı yüzünde.
Ne kadar zamandır ortalıkta bulunmadığına dair bir bilgiye sahip olmadığı gerçeği zihninde belirdiğinde gözlerini ovalamaya başlamış ve bulunduğu durumdaki cahilliğinin kendisine büyük bir sorun oluşturacağını düşünmüştü.
‘Neyse, şu an kendimi temizlemeye ve evden, eğer varsa tabii, bir şeyler koparmaya ve elde edebilirsem bilgi toplamaya çalışacağım.’
Gözleri yavaş yavaş karanlığa alışmaya başlamışken önünde bulunan birkaç şeyin belirginleşmiş ve bu da kendisine ilerlemesi için işaret olmuştu.
Tünel boyunca ilerlemeye devam ederken kendisini karşılayan merdivenlerle birlikte tünelin başına doğru ilerlemiş olduğunu fark etmişti ve yüzünde geniş bir gülümseme oluştu.
Etrafındaki duvarlara baktı ve ardından elini sağ duvara atıp hissetmeye başladı. Elini aşağıya ve yukarıya doğru yavaşça indirip kaldırıyor ve bir yeri kaçırmadığından emin olmaya çalışarak anahtar aramaya başladı.
‘Nerede? Nerede?’ diye düşündü. ‘İyi ki buraya yedek anahtar koymayı akıl etmişim. Tam benlik bir hareket! Ama nerede? Lanet karanlık! Görülmüyor düzgün.’
Ölümünden sonra muhtemelen anahtarın keşfedilmiş olacağına dair bir düşünce geçti kafasından ama buraya ilk girdiğinde kimsenin burada olduğuna dair bir iz görmediği için tamamen zihninden bertaraf edilmiş ve çürütülmüştü.
Bunun için ailesine teşekkür etmeliydi. Sonuçta evde bulunan diğer üyeler evin tarihinden çok içindeki kişilerle ilgilenmiş ve sonucunda bu tür bir yerin gözlerinden kaçmasına izin vermişlerdi.
‘Muhtemelen çalışma odasındaki sığınağı bile bilmiyorlardır,’ diye düşündü kafasında diğerlerinin figürleri canlanırken.
Alastair’in aklından geçirmiş olduğu sığınak, herhangi bir isyan veya saldırı karşısında ailenin kendi güvenliğini öne koyup rahatça saklanabilmeleri için inşa edilmiş olan gizli bir sığınak odasıydı.
Önceki aile üyeleri oldukça tedbirli veya paranoyak olmalıydılar böyle bir şey yapmaları için. Bu da Alastair’in daha bilmediği yerler olup olmadığı konusunda kendi içinde merak duygusunun tomurcuklanmasına sebep olmuştu.
‘Neyse, boş ver bunları. Şu anlık hedefim eve girebilmek!’ diyerek zihnini ana hedefine yönlendirmeye çalıştı.
Neredeyse bütün bir sağ duvarı aramasının ardından derin bir nefes alarak üstünde kümelenmeye başlamış olan toprağı silkeleyip attı.
Yedek anahtarı düşünebilmiş olmasının getirdiği rahatlık için kendisini tebrik ediyordu ama aynı zamanda yerini bu kadar gizlemiş olması yüzünden kendi işini daha da zorlaştırmıştı.
Bir ara kendinden şüphe duyup dikkatini solundaki duvara bile yönlendirmişti ve bu da duvarda tamamıyla baştan bir daha arama yapmasına sebep olmuştu.
Tamamıyla boşa vakit kaybıydı.
‘Sonunda!’ diye bağırdı zihninde sevinçle elindeki bronz anahtarın soğukluğunu hissettiğinde.
Karanlık yüzünden tam olarak seçemiyor olsa da eliyle hissettiği hisse güvenecek olursa sıradan bir kapı anahtarından bir farkı yokmuş gibiydi.
Bu sorgulamayı bir kenara atarak eliyle tekrar bir arama işine girişti ama bu sefer kapıyı açmak için gereken kilidi arıyordu.
Kilit için gereken girişi bulduğundan anında anahtarı içeri soktu ve hafifçe sağa tarafa doğru çevirmeye başladı.
Klik!
Anahtarı çevirmesinin hemen ardından çıkan sesle birlikte, yüzünde tatmin olmuş bir gülümseme oluştu. Kapıyı yavaşça yukarı itti ve etrafına kısa bir bakış attı.
Çevrenin güvenli ve kimsenin olmadığına dair kanaat getirdikten sonra yavaşça dışarı çıktı ve kapıyı ardından aynı şekilde kapattı. Merdivenin altından yavaş ve dikkatli adımlarıyla çıkıp gerindi.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..