Karşısındaki sandalyede oturan çocuğun yorgun suratına baktıkça, içindeki şaşkınlık artıyor ve kafasında birçok yeni soru işareti peyda oluyordu.
Alastair hakkındaki bilgisi yüzeyseldi ve köleler ne kadar biliyorsa o da o kadar biliyordu en başta. Alastair’den ve diğer varisten olabildiğince uzaklaşmaya çalışmış ve kendisine bir grup kurmuştu, orada kendisini bu şekilde korumaya başarmıştı. En azından bu onun düşüncesiydi.
Soyluların bu tür durumlardaki sahip olduğu duruşları hakkında gayet bilgiliydi ve soylularla bağlantısı olan birçok kötü olayın da yaşanışına şahit olmuşluğu vardı. Alastair’in önceki gözlemciye ne yaptığına dair etrafta dolanan dedikoduları da biliyordu ve bu, onu o zamanlarda aşırı korkutmuştu.
Tabii, bu kötü ününe rağmen onun Khan ile olan yakınlığını da biliyordu. Alastair Khan’a yardım etmiş ve onun oldukça büyük bir parayı kazanmasını sağlamakla kalmamıştı sadece, tavsiyeler de vermişti.
Jade Khan’dan bunların hepsini öğrenmişti.
Alastair konusunda tam olarak ne düşünmesi gerektiğine karar verememiş de olsa ona yardım eli uzatmaktan da kaçınacak değildi çünkü Khan onu oldukça değerli bir arkadaşı olarak görüyordu ve kendilerine yardım etmiş olduğu gerçeği de eklenince yardım etmemesi oldukça kötü bir duruş sergilemiş olacağı anlamına geliyordu.
“Pekâlâ, sormak kaba olacak gibi hissediyorum ama nasıl hayattasın?” diye sorabildi sonunda Jade ama şok durumu hâlâ devam ediyordu. “Khan senin öldüğünü söylemişti ve hatta biz senin mezarına bile uğradık.”
Alastair gizemli bir gülümseme sundu ve bir süre bir şey demeyerek bu durumu sürdürdü. Üstüne bir şeyler daha ekleyip hazmetmesini zorlaştıracağından dolayı Jade’in şok durumundan çıkmasını bekledi.
Jade’in şok olmasına rağmen zihni Alastair’in hayatta kalmasına dair muhtemelen senaryoları düşünmekle uğraşıyordu ama herhangi bir şey bulamıyordu. Büyücülerin varlığından haberdar olsa bile, ölü birini tekrar yaşayanların arasına katılmasını sağlayan bir hikâye hiç duymamıştı. Ölenler hep ölü olarak kalıyordu.
Öte yandan, mutlu olduğunu itiraf da etmeliydi. Alastair’in ölüşünü kendi gözleriyle gören Khan’ın, artık kocasıydı, şahit olduğu şeyi kendisine anlatışını ve ardından tamamen kasabadan ayrılmaları gerektiğine dair söylediği cümlelerini düşününce, onun şu an rahatlamış olduğunu düşündü.
Alastair’in ölümü yüzünden Khan ilk günlerinde tamamen içine kapanmış ve çoğunlukla konuşmayı reddetmişti. Özellikle de konu Alastair’e gelince tamamen konuşmayı bırakıyor ve konuşmanın olduğu mekânı terk ediyordu. Birkaç gün içinde biraz da olsa bu durumdan kurtulmaya ve daha iyi olduğunu göstermeye başlamış da olsa yine de hâlâ biraz kasvetli bir hava taşımaya devam ediyordu.
Böylesine acı verici bir deneyimi yaşamak ikisini de etkilemişti.
“Umarım şoktan çıkmışsındır,” dedi Alastair nazik bir tonda gülümsemeye devam ederken ve ardından ekledi. “O gece ormanların yakınlarında bir büyücü beni fark etti. Şükür ki, kendisi iyi bir büyücüydü. Eğer kötü niyetli bir büyücü olsaydı… Düşünmesi bile korkutucu.”
“Evet… Yaratıcıya şükür!” diye destekledi Jade onun düşüncesini.
Alastair devam etti, “Kendisinin eski bir rahibe olduğunu ve iyileştirici birkaç ot aramaya çıktığını söyleyip beni kulübesine götürdü. Yaralı birini gördüğünde yardım etmeden duramayacağını ve bunun için yemin ettiğine dair birçok şey de söyledi. Beni iyileştirdi ve birçok da hikâye anlatmayı ihmal etmedi tabii. Oldukça tatlı ve nazik, yaşlı bir hanımefendiydi. Eğer o büyücü olmasaydı ne olacağını söylememe gerek yok sanırım,” diyerek açıkladı inandırıcı olması umuduyla.
“Yaratıcının sevgisi! Kesinlikle özenle yaratmış olduklarından olmalısın,” diyerek şaşkınlığını ve neşesini dile getirdi.
‘Kesinlikle onlardanım!’ dedi alaylı bir tonda ama zihnindeydi. Jade’in inancıyla dalga geçmek, kötü bir imaj çizmesine sebep olurdu.
İkili bunun ardından bir süre sessiz kaldı. Jade açıklamayı ve karşısındaki çocuğun varlığının gerçek olduğunu sindirmeye çalışıyorken Alastair de söylediği yalana inanılmasının kendisine hissettirdiği rahatlıkla gözlerini etrafta gezdiriyor ve Khan’ın evini düşünüyordu.
Hanın en üst katında olmasından dolayı tek katlıydı ama birçok odaya sahipti ve geniş bir yerdi.
Şu an ikili mutfaktaydı.
Mutfağın köşesinde küçük, meşeden yapılma küçük bir masa bulunuyordu ve çevresinde de aynı maddeden yapılma dört sandalye bulunuyordu. Dikdörtgen mutfağın tezgâhı duvardan duvaraydı ve oldukça büyüktü. Tezgâhın sonunda yemeklerin pişirimi için bir kazan yeri ve duvarın içine kurulmuş olan geniş bir taş fırını bulunuyordu.
Taş fırınının yanında ise büyük bir un torbası patates ve soğan için ayrılan iki farklı büyük sepet bulunuyordu. Tezgâhın üstünde de tabak, bardak ve tencere gibi eşyaları içinde barındıran mutfak dolapları ve baharatların bulunduğu raflar bulunuyordu. Tezgâhın altında da ayçiçek, zeytin ve mısır yağlarının bulunduğu bidonlar ve birkaç eski kap vardı.
Alastair mutfağı oldukça beğenmişti. Hayata dönmeden önce yaşıyor olduğu malikânenin mutfağıyla karşılaştırdığında oldukça küçük kalıyordu ve kendisini biraz sıkışmış hissediyordu ama içerisi sıcaktı, kişinin rahatlamasını sağlıyordu.
Bu yüzden malikâneden daha iyiydi.
“Hey! Ben geldim!”
Jade Khan’ı karşılamak için ayağa kalktı ve Alastair de onu takip etti. Alastair mutfağın kapısına yaslanmışken evlenmiş olan ikilinin çiftin birbirlerine sundukları aşkı ve şefkati incelemeye başladı.
Onların birbirlerine olan bu sevgisi onun yüzünde sıcak bir gülümseme oluşmasına sebep olmuştu. İkili birbirlerini güzelce tamamlıyor gibi görünüyorlardı.
Babasını ve annesini bu şekilde düşünmeye çalıştı ama başarılı olamadı. Babasının davranışlarını ve kişiliğini göz önüne alınca annesi pek de sevgi görmemişti ama bu onun nefret edildiği anlamına gelmiyordu. Babası sadece annesiyle pek ilgilenmemişti ve tamamen kendisine odaklanmıştı.
‘Böyle bir aile kesinlikle bir kutsama,’ diye düşündü.
Aklına amcası ve eşi geldi. Onların da böyle anları oluyordu ve bu anlar aşırı fazlaydı ki Alastair’in bazen kusası geliyordu o anlarda ama eğlenceli de buluyordu. Yine de genelde midesini bulandırıyordu.
“Hoş geldin ama ben gitmek zorundayım,” demiş ve Khan’ın yanağına hızlı bir öpücük kondurarak hızlı adımlarla kapıdan çıkmıştı. “Görüşürüz!”
Alastair kısa bir el sallamayla onu uğurlarken gözleri, aşkın şerbetinden bolca içmiş olan Khan’ın sarhoş ve aptal gülümsemesiyle evden çıkmış olan kadının arkasından iç çekişine takıldı. Bu görüntüyle birlikte Alastair’in midesi bulanmış ve yüzünde tiksindiğine dair bir ifade oluşmuştu ama Khan’ın görmesine izin vermeden oturma odası olarak kullanılan bölüme geçmişti.
Aşıkların bu garip görüntüsü kendisi için usandırıcı, aşırı tatlı bir şekerden farksızdı.
Oturma odası direkt kapının karşısındaydı ve iki basamaklı küçük bir merdiven ile ayrılıyordu. Ortasında diz boyuna gelen küçük, tahta bir masa bulunuyordu. Masanın üstüne bir örtü serilmiş ve küçük bir vazo konulmuştu. Vazonun içinde farklı renklere sahip üç farklı göz doyuran güzel çiçekler bulunuyordu. Masanın etrafında da iki tane iki kişilik, bir de üç kişilik koltuk bulunuyordu.
Alastair ikili koltuklardan birine geçmiş ve ardından gözlerini masanın üstündeki çiçeklere dikmişti. Khan’ın üstündeki zırhtan kurtulmasını ve yanına gelmesini bekliyordu.
Konuşacakları birçok şey vardı ve özellikle de yaşadıklarını düşününce, kesinlikle uzun bir konuşma onları bekliyordu.
---
Özenle ayırarak taramış olduğu kısa siyah saçlara sahip çocuk, gündüz vakti tek tük olan handaki taburelerden birine oturmuş kendisine verilen meyve suyunu içmekle meşguldü.
Çocuğun kusursuz yüzünde düşünceli bir ifade vardı. Baldan farksız ela gözleri hafif kısılmış, ince siyah kaşları da çatılmıştı. Dilini dişlerinin arasında acıtmayacak bir şekilde sıkıyordu. Önüne bakıyor ama görmüyordu, aklı tamamen başka yerdeydi.
Tabii ki, bu genç çocuk Alastair idi.
Kasabadaki ve ilerde gideceği akademideki insanlar tarafından tanınmamak amacıyla imajını değiştirmeye karar vermişti ama bu konuda yapabileceklerinin oldukça sınırlı olmasından dolayı elinden geleniyle yetinerek bir şeyler yapmaya çalışmışmıştı.
Saçının ve kaşlarının doğal rengi olan kızıl-kahverengi, koyu siyah renge değiştirmişti. Kısa ve dağınık tutmaya alışkın olduğu saçlarını özen göstererek taramış ve farklı bir şekil vermeye çalışmıştı ama pek de becerebildiğini düşünmüyordu.
Elindeki imkânlarla yapabileceği en iyi şey buydu ve onu da yapmıştı. Gerisi artık kendisinin hâl ve davranışlarına kalıyordu.
Saçlarının rengini değiştirmek için gerekli boyayı kasaba meydanında bulunan bir güzellik ürünleri satıcısından satın almıştı. Daha doğrusu, Khan onun için yapmıştı bunu ve Jade de boyama konusunda yardımcı olmuştu.
Lakin bununla birlikte görüntüsünü değiştirmiş de olsa bu durum geçici bir süreliğineydi. Çünkü boyanın tamamen akıp gitmesi yaklaşık iki hafta sürecekti ve bu da onun devamlı olarak saçını boyaması gerektiği anlamına geliyordu. Oldukça sıkıntılı bir durumdu ama katlanacaktı.
Hiç yoktan iyiydi.
Geçen iki gün içerisinde Jade ve Khan’ın şu anki durumları hakkında da bilgi sahibi olmuştu. Ne kadar onların adına sevinmiş de olsa oldukça ilginç ve şaşırtıcı bir rastlantı ve tamamen bir şans olduğunu düşünüyordu.
Kendisinin Ephios tarafından canice öldürüldüğü o gecede Alastair’in dediği bahsi oynayarak devasa paralar kazanmıştı Khan ve Alastair’in verdiği parayı da aynı şekilde oynamıştı.
Bu, onun yüksek miktarda bir parayla kumar oynan gizli yerden ayrılmasını sağlamıştı. Üstünde hem Alastair’in devasa miktardaki parası hem de kendi birikimiyle kazanmış olduğu devasa parası bulunuyordu.
Yarın parasını verme amacıyla kendi yerine giderken o mukadder karşılaşmasını yaşamıştı Alastair ile. Duyduğu sesleri takip etmiş ve Alastair’in kanlar içindeki mide bulandırıcı görüntüsünü görmüştü.
Khan, Alastair’in o geceki görüntüsünü hiç aklından atamamış ve unutamamıştı. Hem korkutucu görüntü yüzünden hem de kendisine yapılan yardım sayesinde… Alastair kendisine paranın hepsini hediye olarak vermişti ve kabul etmesi konusunda da ısrar etmişti, Khan minnettardı ve öyle de kalacaktı.
O gece, Alastair’in dediklerine uymuş ve ikili hemen o gece gizlice özel yerlerinde bulaşmuştu. Hiçbir iz bırakmadıklarından emin olduktan sonra, buldukları ilk konvoy ile oradan hızlıca ayrılmışlardı ama bir kereliğine Alastair’in mezarına geri dönüş yapmışlardı.
Şanslılardı ki, kafalarına bir ödül konmamıştı çünkü Alastair’in o geceki ölümünden dolayı bütün ailenin dikkati o tarafa çekilmişti.
Alastair’in önerileriyle oynamış olduğu kumardan kazandıkları binlerce altını kullanarak şu anki sahip oldukları hanı, ailesi olmayan yaşlı bir han sahibiyle yaptıkları ortaklıkla satın almışlardı ama adam kısa bir süre sonra buralardan çekip giderek her şeyi Jade’e bırakmıştı.
Yaratıcı her adımlarında onları izliyor, koruyor gibi görünüyordu.
Birkaç yenilik de katarak tamamen yepyeni bir hâle getirmişlerdi hanı ve eskisinden daha güzel, daha iyi bir hâldeydi. Bunlar tabi Jade’in zekâsının getirileriydi, ki Alastair oldukça şaşırmıştı buna.
Bu vesileyle birlikte Alastair Jade’in arka planıyla ilgili de bilgi sahibi olma şansını yakalamıştı.
Jade eskiden gayet de zengin bir tüccarın kızıydı ve babasının birkaç şehirde kendine ait restoranları bulunuyordu. Ek olarak birçok yeri gezdiğinden dolayı birçok eşyayı da görme ve satın alma şansı yakalamıştı. Bunu fırsat bilen adam bunu işe çevirmiş ve restoranlarını açmıştı.
Ancak bir gece vakti babası evindeyken suikasta kurban gitmiş ve bütün evleri tamamen yağmalanmış, restoranları da yakılmıştı. Ellerindeki her şeyleri bir gecede kaybetmelerinin yanı sıra babasının birçok suçu ortaya çıkmış ve aile tamamen her şeyine eline konulmuş bir şekilde ortada kalakalmıştı.
Jade’in annesi intihar ederken kardeşleri de kendisi gibi köle pazarında satılığa çıkmıştı. Kardeşlerinin aksine Jade şanslıydı ve Faeler tarafından satın alınmıştı ama kardeşlerinin nerede olduğunu hiç bilmiyordu.
Köle tabakasında gerçekten türlü türlü insan olduğunu işte o an kabul etmişti Alastair.
Khan’a gelince o da iri yapısı ve bunun kendisine sağladığı korkutucu görüntüsü sayesinde kasabadaki şövalyelerin kaptanının ilgisini çekmeyi başarmış ve onun tarafından iş teklifi almıştı. Khan bunu kabul ettikten sonra ilk başta bir aylık sert bir eğitimden geçmişti ve bundan canını dişine takarak başarılı bir şekilde geçmiş, kaptanın güvenini de kazanmıştı sonunda.
Onların bulunduğu durum ile kendisinin şu anki durumunu göz önünde bulundurduğunda ikiliye imrenmeden edemiyordu. Uçurumdan itilmiş gibi soylu sınıfından son hızda düşmüş ve her şeyi elinden alınmışken iki köle sınıfından insan özgürlüklerine kavuşmuş ve oldukça da iyi bir hayata sahip olmayı başarabilmişlerdi.
Elinde olmadan hafif bir kıskançlıkla iç çekerek tabureden kalktı ve gerinirken bar masasının arkasında bardakları kurulamakla meşgul olan orta yaşlı adam bir baş selamı verdi ve handan çıkmaya hazırlandı.
Geçen iki gün içerisinde yaptığı tek iş görüntüsünü değiştirip aylaklık etmek değildi. Aliena’nın kendisine vermiş olduğu bilgiyle büyücü akademisine gidebilmek için gereken yol hakkında bilgi toplamaya çalışmak ile de uğraşmıştı. Han aracılığıyla elde ettiği bilgilerin hepsinin işaret ettiği yön, kiliseyi işaret ediyordu.
Yaklaşık beş dakikalık bir yolculuğun ardından da gösterişli devasa kilisenin önünde varmıştı.
Kiliseye bakarken Küçüktoz’daki kilisenin bir çadır gibi göründüğünü hissetmeye başlamıştı. Küçüktoz’da bulunan kilisenin boyutu ne şu an önündeki kadardı ne de bu kadar gösterişliydi. Her iki klasmanda da açık ara farkla kaybetmişti.
Uzun zamandır bir kiliseyi ziyaret etmiyordu. Hatırlayabildiği kadarıyla, en son büyükbabası Ephios ve onu ziyaret amacıyla götürmüş, din hakkında birçok şey anlatmıştı. O sıralarda Alastair hiç büyükbabasını dinlemekle uğraşmıyordu.
Eskileri hatırlarken derin bir nefes aldı ve o anda gözleri, tanıdık bir figürü görmesiyle birlikte kısılmış ve kaşları çatılmıştı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..