Damasis’in kendisini onaylamasının ardından Alastair, Damasis’in çalışma odasındaki işlerini yerine getirdikten sonra odadan çıktı ve rutin bir şekilde geçireceği günün başlangıcını yapmış oldu.
Birkaç kişiye özel derslerini vermiş, ücretini almış ve sonrasında da odasına giderek İlerleyiş Tekniği’nde ilerlemeye çalışmıştı ancak umduğu kadar da ilerleyememişti.
Yarın, haftanın sonu günü olan pazardı ve bu da Alastair’in boş günü olacağı anlamına geliyordu.
Boş gününü nasıl değerlendireceği konusunda çoktan bir plan yapmıştı: aldığı büyülerin alıştırmasını yapmak. Onları satın almıştı ancak hiç kullanacak vakti olmamıştı.
Büyü hafızasına entegre etme işlemini bitirerek büyüleri öğrenmişti ancak onlarla olan deneyimi sadece teorik olarak görülebilirdi. Hangi durumlarda ve nasıl kullanılması gerektiğine dair düşüncelerinden ileri gidemiyordu.
Göreve çıkacak olursa kendisinin ölümüne sebep olabilir veya bir şekilde kendisini komik duruma düşürebilirdi ve bunların gerçekleşmemesi için elinden geleni yapardı.
Özellikle de son olayın gerçekleşmemesi için her şeyini verirdi çünkü bu, kendisinin sahip olduğu toz tanesi kadar olan itibarın da tamamen ortadan kalkarak hiç var olmamış gibi olmasına sebep olurdu.
Kaldırması oldukça zor bir durumdu.
Bütün bunlara ek olarak, Alastair büyüleri entegre ederken bir yanlışlık yapmadığını da bilmiyordu. Kendisinin de fark edemediği bir hata yapmış olabilirdi ama bunun olasılıksız olduğunu düşünüyordu. Sadece içinde bunun kanıtlanması gerektiğine dair bir kuruntu bulunuyordu.
Sonuç olarak da bütün pazar gününü pratik odasında geçirmeye karar vermişti.
‘Büyü kristali…’ diye düşündü aklına gelen pratik odalarıyla birlikte.
Elinde 35 büyü kristali vardı. Bugünkü verdiği özel dersler sayesinde hızlıca birazcık bir kazanç sağlayabilmişti ancak yine de azdı.
Pratik odalarının ücretini hatırlayınca Alastair’in yüzü düştü ve kaşları hafif çatıldı.
Akademinin kuralları gereğince pratik odalarının dışında tehlikeli sayılabilecek büyülerin kullanılması tamamen yasaklanmıştı. Eğer ki biri bu kuralları çiğnemek gibi bir düşünceye sahip olup bunu uygulamaya koyarsa yüzleşeceği cezaların sertliği ve kesinliği için kimsenin yorum yapmaya hakkı yoktu.
Akademi, kuralları konusunda oldukça sert ve kesin olan yıkılmaz bir kale kadar soğuk ve acımasızdı.
Alınabilecek cezaların en hafifi suçlu olan öğrencinin akademiden atılmasıyla sonuçlanırdı ve bunu kimse istemezdi.
Eğer bir öğrenci dışarı atılacak olursa onu karşılayan tek şey dışarıdaki vahşi hayatın dehşet verici tehlikeleriydi.
Atılan öğrenci ya vahşi hayvanlara yem olur ve acı bir şekilde can verirdi ya da karanlık tarafın akademilerden birinin eline düşüp deneyleri için kobay faresine de dönüşebilirdi. Veyahut direkt olarak herhangi bir büyücü tarafından yakalanıp köle pazarına da satılabilirdi.
Krallığın bulunduğu toprakların aksine, Sekiz Yaprak Adası’nın sıkıntıları bambaşka bir seviyedeydi ve akademideki tecrübesiz öğrencilerin hayatta kalma olasılığı da bundan dolayı neredeyse imkânsızdı.
Özellikle de kış mevsiminde olmaları, bu durumun kelimenin tam anlamıyla imkânsız olmasına sebep oluyordu çünkü ada mevsimsel olarak oldukça büyük değişimlere maruz kalıyordu.
Dışarısının soğuk olması, adada gerçekleşebilecek mevsimsel değişikliklere kıyasla en son düşünülmesi gereken şeydi.
Ancak Alastair için bu durum daha rahattı, kendisinin pratiğini yapacağı büyülerden ikisinin çevresine zarar verebilecek bir ölümcüllüğü yoktu ve odasında pratiğini yapabileceğine inanıyordu. Kimsenin bu tür büyülerin kullanılmış olmasına karşın laf yapacağını düşünmüyordu.
Odasından çıkmadığı sürece, istediği gibi davranabilirdi!
Aldığı bir tane saldırı büyüsü için de pratik odasını kullanmaktan çekinecek değildi, bu ahmaklık olurdu. Ayrıca bir tane olmasından dolayı da aşinalık kazanma konusunda harcayacağı zaman daha azdı.
Alastair’in yüz ifadesi düzelip normal hâlini alırken gözlerini An’a çevirdi. Baykuş kendisi için ayarlanan yerden iştahla pencereye bakıyordu.
“Başını belaya sokmadığın sürece dışarıya çıkabilirsin ancak fazla uzaklaşma, tamam mı?”
“Hoot!”
Baykuşun çıkardığı küçük ötüş Alastair’e olan olumlu bir cevaptı, ardından sevinçle kanatlarını çırptı ve Alastair’in omzuna konup başını sürterek teşekkür etti. Sonrasında da zarif bir şekilde pencereden çıktı ve gökyüzünün mavi özgürlüğüne doğru uçarak gözden kayboldu.
Alastair onun arkasından baktı bir süre ve ardından, kılıcını alıp odadan çıktı.
“Ah… Pardon! Çok özür dilerim.”
Fakat kapıyı açtığı gibi kendisini karşılayan kişiyle birlikte hareketlerini durdurdu. Oldukça beklenmedik bir durum yaşanıyordu şu an önünde ve tam olarak ne tepki vermesi gerektiği konusunda küçük bir zorluk yaşıyordu ancak bunu düşünmeyi bir kenara bırakıp odaklandı.
Sarı saçlarını balıksırtı şekilde örmüş olan güzel bir kız vardı önünde. Paisley’nin ta kendisiydi.
“Önemli değil,” diyerek gecikmeli bir şekilde cevap verdi. Kaşları çatık, dudağı hafif büküktü, Paisley’nin amacını anlamaya çalışıyor gibi görünüyordu ancak anlaşılmazlık yüzünün her bir zerresinde geziniyordu.
“Şey… İçeri girebilir miyim?”
Paisley’nin karakterine hiç uymadığını düşündüğü utangaç görüntüsünü incelemeye devam ederken yavaşça kenara çekildi ve içeri geçmesi için ona yol açtı.
Paisley’nin bir anda kapısının önünde belirmiş olması onu içten içe şaşırtmıştı ama altında bir hinlik olduğunu görebilecek durumdaydı ya da belki de basit bir şey isteyecekti ancak Alastair’in karşısındaki kişi konusundaki kararı kesindi.
Sınavların sonucunda Damasis’in öğrencisi olmuş ve hemen ardından da Paisley’nin, kendisinin ayağına kadar gelip bir istekte bulunmuştu. Aynı şekilde şimdi de karşısındaydı.
Alastair bunun bir tesadüf olmadığını düşünüyordu. Büyülerini almasının üstünden fazla geçmemişti ve Paisley yine karşısındaydı.
Bu gerçeğin farkında olarak Alastair kendisini hazırladı ve kafasındaki çarkların son hızda dönmesine izin verdi.
Paisley’nin ne diyeceğine dair bir tahmini elbette vardı ve bunun doğru olacağından da yüzde yüz emindi: görev için grup kuracaktı veya kurmuştu ve kendisinin de bir parçası olmasını istiyordu.
Alastair işaret etti ve Paisley eteğine dikkat ederek onun yatağına oturdu, kendisi de çalışma masasındaki sandalyesine geçti ve gözlerini önündeki güzel görünüşe sahip kıza çevirdi.
Paisley ilk başlarda bir şey demedi, gözleri Alastair’in üstünde gezdi kısa bir süre ve ardından da odada gezindi.
Alastair’in kılıcı sırtında olan görüntüsü kendisinin yapacağı konuşmanın amacı yüzünden korkmasına sebep oldu ancak geri adam atacak değildi elbette. Odasının düzenli görüntüsüne bakınca Alastair’in titizliğine bir kez daha şahit oldu. En son geldiğinde de düzenliydi.
Kendi odasını düşününce utandı. Karşısındaki erkek bile kendisinden daha iyi temizlik yapıyor gibi görünüyordu.
Daha fazla bu düşüncelerin arasında vakit kaybetmemeye karar verip konuşmaya başladı.
“Seni kurduğum görev takımına davet etmeye gelmiştim ama…” diyerek sözlerini söylemeye başladı ancak kasıtlı olarak devamını getirmedi, gözleri de o sırada Alastair’in hazır görüntüsündeydi.
“…”
Alastair ağzını açmadan beklemeye devam etti, tek kaşı kalkmıştı ve kendisinin ilgilendiğini göstermeye çalışmıştı.
Bundan sonra aralarında oldukça can sıkıcı bir sessizlik oluştu. İki tarafta konuşmayı reddederek birbirlerinin konuşmasını bekliyordu ve bu, Paisley’nin rahatsız olmasına sebep olmuştu.
“Senden kurduğum görev takımına gelmeni istiyorum!” diyerek sessizliği kırdı Paisley, artık canına tak etmişti. “Önceki takımının sana ne sunduğunu bilmiyorum ama seninle bir anlaşmaya varabileceğimizi düşünüyorum.”
Son söylediklerin hepsi Alastair’in ilgisini çekmek içindi ve kendisinin bir takıma sahip olduğunu görünüşünden ilerleyerek tahmin etmişti.
“Benim, senin kurduğun görev takımı için uygun olduğumu düşündüren etken nedir peki? Ayrıca benimle yapacağın anlaşma konusunda ne kadar ileri gidebileceğin özgürlüğü sadece senin elinde olan bir şey mi?” diye sordu Alastair yüzünde oluşan uğursuz gülümsemesiyle ve Paisley’e konuşma hakkı tanımamaya kararlı bir şekilde devam etti. “Sonuçta burada bir takımdan bahsediyorsun. Yani… Tek başına böylesi sıkıntı oluşturabilecek bir karar verebiliyor oluşunun sebebi ne? Sadece takımı senin kurmuş olman sana bunu vermiyordur bu yetkiyi, değil mi?”
Alastair’in dediklerinde haklı olması onu kısa bir süre durdurmuş olsa bile yine de yüzündeki gülümsemeyi koruyarak konuşmaya başladı.
“Bir Canavar Bilgini olarak, Yıldızkanat Baykuş’u ile anlaşma yaptın. Yani bu senin oldukça iyi bir gözcü olabileceğin anlamına geliyor. Bu da bizim ihtiyacımız olan kişisin demek. Sorduğun etkenin cevabı bu,” diyerek gururla açıklamasını yapmış ve yüzünde bir gülümseme oluşmuştu.
‘Anlaşılıyor ki dedikodular gayet de hızlı yayılıyor.’
“Pekâlâ, dediğin konusunda oldukça haklısın. Peki ya ikinci sorum? Her şeyi elinde tutan bir diktatör müsün ya da herkesin fikrini alarak mı hareket ediyorsun?”
“Elbette bir takım olarak bu kararı aldık. Asla ama asla takımıma sormadan bir şey yapacak değilim. Umarım bu senin cevabını yeterli bir şekilde cevaplamıştır,” dedi ve ardından gerinerek Alastair’e cezbedici bir bakış attı. “Şimdi anlaşma yapmamız gerektiğini düşünüyorum.”
Alastair onun bu ani değişimine karşılık karizmatik bir gülüş sunarak, oturduğu sandalyesine yaslanıp eliyle işaret etmişti devam etmesi için.
“Sana görevlerden elde edilecek olan büyü kristallerinin %30’unu vermeyi planlıyoruz ve bu her görevde geçerli.”
Paisley’nin sunmuş olduğu teklif oldukça ağız sulandırıcıydı. Ancak Alastair için pek de öyle değildi.
Paisley, kendisinin bir grup ile anlaşma yapıp yapmadığını bilmiyordu ve bu kendisi için gayet de iyi bir kozdu. Bu sayede makul seviyede bir açgözlülük ile daha fazlasını koparabilecekti.
Alastair’in kaşları hafiften çatıldı ve hoşnutsuz bir ifade ile düşünmeye başladı ki Paisley tarafından açıkça görülmüştü. Alastair’in bunu gizlemek gibi bir gayesi de olmamıştı zaten.
Paisley hafiften endişelendi çünkü takımında keşif görevini üstlenebilecek birinin olması gerekiyordu; her takım için geçerliydi bu.
Kış mevsimindeydiler ve etraflarındaki tehlike oldukça ürkütücüydü. Bu sözü edilen tehlikelerden olabildiğince kaçınmak ise keşif eri tarafından sağlanabilecek bilgilerin doğrultusunda gerçekleşebilecek bir şeydi.
Keşif eri, her takımda bulunması gereken yegâne kişilerdendi.
Maalesef ki takımında bir keşif eri bulunmayan Paisley, önündeki Alastair’i ne pahasına olursa olsun almak zorundaydı. Bir başkasını daha aramaya kalkışmak kendisini aksatacak ve geride kalmasına sebep olacaktı.
“O zaman şöyle yapalım,” dedi ve Alastair’in dikkatini çekti cübbesinin altından büyü kristali dolu kese çıkararak. “İçinde 50 büyü kristali bulunuyor. Bu, sana bizimle yapacağın anlaşmanın sonucunda vereceğim avans. Biraz önceki yapmış olduğum %30 teklifi de hâlâ geçerli.”
Alastair gülümsedi ve elini Paisley’e uzattı.
“Anlaşman kabul edilmiş olarak görebilirsin.”
“Görev alındığı zaman sana haber yollayacağım,” dedi Paisley ve ayağa kalktı.
Onun ayağa kalkmasını işaret alarak Alastair de onu uğurlamak için ayağı kalktı ve kapıyı açtı.
“Seni orada göremezsem…” diyerek tehdidin açık olduğu cümlesini kurdu Alastair’i uyarma amacıyla ve ardından teşekkür ederek ayrıldı odadan.
Alastair onun tehdidini umursamadı. Onun yerine yapmış olduğu anlaşmanın kendisine vermiş olduğu mutluluğa odaklanmaya çalıştı.
Eğer başka bir gruptan anlaşma gelirse değişim yapabileceğinin farkındaydı çünkü Keşif Eri görevi çok da kolay yapılabilen bir görev değildi.
Özellikle de kış mevsiminde hiç kolay değildi.
Bu grup sayesinde yeteneklerini göstererek daha iyi gruplara geçebilirdi ve bu, onun yapması gereken şeydi ama yine de dikkatli olması gerektiğinin de farkındaydı.
Nihayetinde fazla dikkat çekerse kendisini indirmeleri de kısa sürmezdi.
Burası soyluların kaynadığı bir ortamdı ve onların entrikalarına düşerek kendisini cehennemin derinliklerinde bulmak gibi bir niyeti yoktu.
En başından beri planlıyor olduğu gibi pratik odasına gidip saldırı büyüsüyle ilgili alıştırmaya yapmak için odasından çıktı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..