Bölüm 136: Dehşet ve Buruk Adalet

avatar
271 3

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 136: Dehşet ve Buruk Adalet


Grup biraz gergin, biraz da heyecanlı bir şekilde ilerlemelerine devam etmekteydiler ancak bu, oldukça şiddetli bir dönüş ile tamamen değişti.

Grup durdu, adeta donakalmışlardı fakat Alastair ve Grag’in ifadesindeki değişiklik şövalyelerinki değildi. Onların beklentileri içerisinde bulunan bir karşılaşmaydı bu.

Şövalyeler korkuyla geri adımlarken derin nefesler almaya başladılar, içlerinde büyümeye başlayan ürpertici dehşet vücutlarını kasıp kavuruyordu.

Önlerindekiyle nasıl baş edip kendilerine gelebileceklerini anlamaya çalışıyorlardı fakat başaramadıkları yüzlerindeki açık korku ifadesi yüzünden gün gibi barizdi.

Hayatlarında hiç bu kadar dehşet verici bir görüntüyle karşı karşıya kalmamışlardı nihayetinde. Alastair’in görevi olmasaydı muhtemelen de böyle bir şeyler karşılaşmayacaklardı. Şimdiyse böyle bir şeyin bir daha yaşanmaması için dua ediyorlardı içlerinden; bunun son olması ve kendilerinin bunu bir daha tecrübe etmemeleri için.

Duvarlarda kurumuş kan lekelerine eşlik eden kemik parçaları, koparılmış etlerle oluşturulmuş kümeler meydan pazarları gibi gösterişe sunulmuştu.

Canavar, hayvan ve insan… Hepsi birbirine karışmış, çorbaya dönüştürülmüş gibiydi.

Toprağın koyu kahverengisini taşıyan duvarlar kan ile sulanarak iğrenç bir kırmızıyla bezenmişti. Oldukça doğal gözükmekteydi ve bu da bunu korkutucu yapan kısımdı.

İğrençti ve yanlıştı.

Kemikler adeta duvara asılan boş tablolar gibiydiler. Bazıları da parça parça idi, yapılmayı bekleyen bir yapboz gibi etrafa dağılmışlardı.

Kesilen ve kopartılan et parçalarından söz edilmeye gerek yoktu, her yerdeydiler.

Masalar tamamen iğrenilesi materyaller, kavanoza koyularak muhafaza edilen türlü organlar ve birkaç da vücut parçalarıyla doluydu; üreme organları ve kadın göğüsleri de bunlara dahildi.

Odanın sağ tarafında bulunan masanın üzerinde birçok farklı türde makas ve içleri garip sıvılarla dolu iğneler bulunuyordu.

Makasların hepsi kanla kaplı olup hiç temizlenmemişti, öylece atılıp bırakılmış gibiydi.

İğnelerin içindeki sıvıların hafif katımsıydı, jöle kıvamındaymış gibi görünüyorlardı ancak bazıları da cıvıktı ve mide kaldırmak için gayet de yeterliydi.

Bilerek bırakılıp bırakılmadığı konusu Alastair’in zihninde bir soru olarak belirdi, cevabını düşünmeye çalışmak istemedi fakat beyni çoktan işleme koyulmuştu bile.

Sahibinin makas temizleyecek zamanı hiç yokmuş gibi göründüğünü etraftan anlayabiliyordu ama etraftaki malzemeleri ve büyücülerin garip huylara sahip olabilme ihtimalinin de olduğunu varsayarak bunun aynı zamanda bilerek yapıldığını da düşünüyordu.

Sol taraftaki masadaysa üstünde değişimler uygulanmış kalpler bulunmaktaydı.

Kalpler canlı kırmızılarını kaybetmiş, yerini soluk yeşile bırakmıştı. Sanki öldüğünü göstermek istemiş gibiydi. Ortasında garip bir büyü çemberi çiziliydi ve ortasında da bir çiçek vardı.

Alastair eskiden karşılaşmış olduğu çiçeği anımsadı anında.

Karşılarındaki masa ise gayet normal olarak görülebilirdi. Ne tiksinç bir madde ne de iğrenç görüntüsüyle mide bulandıran bir organ vardı.

Masanın üstü parçalara ayrılmış bir ton küçük kristal ile doluydu. Kan kırmızısı renkte olmalarının verdiği rahatsız edici duygu göz ardı edilebilse de uğursuz olduğu aşikârdı.

Uzaktan incelemeleri burada son buldu.

Alastair aralarından ilk adımı atıp yakından incelemelerine başladı. Çantasını açıp eline hazır tuttuğu poşetiyle kalplerin olduğu masaya ilerledi. Odayı incelerken gördükleri kaşlarını çatmasını sağlamıştı.

Ne kadar yılanımsı varlıkların anılarında burada neler yaşandığını görmüş de olsa kendi gözleriyle görmek onun da içinin garip bir dehşet ile dolmasını sağlamıştı, aynı zamanda içinde bir öfke de yükselmekteydi.

Suçlunu cezasının kesinlikle verilecekti ve bu konuda en ufak merhameti bile ona göstermeyecekti.

Eldivenlerini kontrol etti, bir sıkıntıları olmadığını onayladı ve kalplerden birini eline aldı ve diğerleriyle karşılaştırdı. Diğerleriyle bir fark bulamayınca poşetine attı ve çantasına yerleştirip bir başka poşet çıkardı, kristallerin bulunduğu masaya ilerleyip birkaç parça topladı. Ardından da sıvıların bulunduğu şırıngaları da poşetlerine yerleştirip çantasına yerleştirdi, başka toplanabilecek bir materyalin olmadığını düşünüyordu.

O sırada diğerleri nispeten uzak bir mesafeden kendisini izlemekteydi, şövalyeler görüntüyü hâlâ hazmetmeye çalışmaktaydı ve Grag ise içindeki yükselen hiddeti yönetmekle uğraşıyordu.

Alastair’in ela gözleri kapıya yöneldi. Kapalı kapının ardındaki odayı merak etmekteydi çünkü yakalaması gereken bir suçlu vardı arkasında, en azından böyle olduğunu umut ediyordu. Geriye ne kadar sadece sebebini bulmak kalsa da daha fazlasını başarmak işine yarayacaktı.

Cezasının erken kesilmesi en iyisiydi.

“Hazırlıklı olun,” dedi Alastair ve okunu yerleştirdi. “Kapının arkasında ne olduğunu bilmiyoruz, belki bizi öldürmek için bekliyor olabilir.”

“Toparlanın!”

Grag’in bağırışıyla birlikte sanki fiziksel bir acıyla mücadele ediyormuş gibi görünen şövalyeler duruşlarını hazırladılar, oldukça beceriksizce olmuştu çünkü hâlâ şoku atlatamamışlardı. Bacakları ve elleri soğukta kalmışlar gibi tir tir titremekteydi.

BANG! TRRRMMM!

Kapı bir anda patladı, duvar yüksek bir sesle çöktü. Daha ne olduğunu bile anlamadan oda karanlık elemental figürlerle dolmaya başlamıştı.

“Kaç tane var bunlardan?” dedi Alastair yerleştirdiği okunu fırlatırken, ardından bırakıp kısa kılıcını çekti ve derin bir nefes aldı.” Yirmi, belki de otuz mu? Öldürdükçe gelmeye devam ediyorlar!”

Grag başını salladı ve kılıcını savurduğu gibi önündeki üçlünün canını aldı, şövalyeler de kendilerine karşı saldırıya geçenlerle mücadele etmekteydi ancak sıkıntılı bir durumun içerisindelerdi.

“Kas Kuvveti!” “Atik Adım!”

Alastair fiziksel özelliklerini arttıran büyülerini kullanmasını ardından rahat bir nefes aldı, önündeki elemental figürleri öldürürken harcadı enerji azaldı ancak sonları gelmiyor gibi görünen varlıklar sinirini bozmaya başlamışlardı.

“Bunların nasıl tek bir hamlede yok edebiliriz?” diye sordu, sesi düşündüğünden de yüksek çıkmıştı. “Büyücüyü yakalamamız lazım, eğer kaçmayı denerse işimiz biter!”

Alastair’in haklılığının farkında olan Grag derin bir nefes aldı, kılıçları dansına devam etmekteydi. Saldırıları usta bir şekilde savuşturuyor, karşı saldırıda bulunuyor ve her bunu yaptığında bir figürün canı ellerinde bitiveriyordu.

“Dağ Adamı Kuvveti!”

Grag’in etrafında kalın bir büyü enerjisi tabakası belirdi, adeta bir kaplumbağanın kabuğu gibi sarılmış durumdaydı. Oldukça korkutucu olup göz dağı vermekte iyi bir görüntüye sahip gibiydi. Durdurulması güç bir kuvvet taşıyan bir çığı andırıyordu.

“HAA!”

Grag bir savaş narası attı ve kılıcını delicesine etrafına savurarak kapıya kadar yaklaşmayı başardı.

Her savuruşunda bir veya iki figür yok olmuş ve kısa sürmüştü ancak bir o kadar da acımasız ve dehşet vericiydi. En ufak merhamet zerresini bile göstermemeden süreci gerçekleştirmişti.

Alastair, Grag’in kullandığı büyüyü bilmiyordu ancak etkilendiği bir gerçekti fakat bir tür fiziksel güç arttıran büyü olduğunu fark etmişti, kendisinin de bu büyüyü öğrenmesi gerektiğini not ettikten sonra aynı şekilde ona katılarak yardım etmeye çalıştı o sırada.

“Siz ikiniz burada durun,” diyerek şövalyelere emir verdi Alastair ve işi biten Grag ile diğer odaya geçtiler.

Geçtikleri oda bir zindandı.

Kanın artık bir boyadan farksızmışçasına her yerde oluşu Alastair’e normal gelmeye başladı.

Parmaklıklar tamamıyla kanlıydı, arkasında bulunan prangalar ve zincirler de öyle. Bunlar da birçok çürümeye yüz tutmuş insan ve canavar, hatta normal hayvan bedenleriyle doluydu. Aynı zamanda birkaç kemik parçası vardı kümelenmiş bir şekilde köşede duran.

Burunlarından içeri giren pis kokular mide bulandırıcıydı ancak çaresiz durumda acı çekip ölmüş insanların kendilerine dayanması için güç verdi.

Alastair’in umursamaz yapısı bile tamamen çözülmüştü.

‘Büyücü dünyasında gerçekten her şey güçten ibaret,’ diye düşündü Alastair, gözleri fetüs pozisyonunda duran bir kadının çocuğuna sarılmış görüntüsündeydi. ‘Savunmasız, hiçbir şeyden haberi olmayan bir çocuk ve onu korumaya çalışan annesini öldürmek… Karanlık taraf gerçekten de amaçları için her şeyi kullanıyorlar. Akademidekilerin onlardan bu kadar nefret etmesine şaşmamalı.’

“S-sen!” diyen bir ses çınladı kulaklarda, dehşete düşmüş ve şaşkınlıkla doluydu. “Demek bu şekilde buraya kadar gelebildin. Tek başına değildin yani.”

“Sen kimsin?” diyerek anında atıldı Grag, öfkesi gözlerinde somutlaşmıştı adeta ve güneş gibi yakıcı olduğu kadar da parlaktı. “Göster kendini!”

Adam yavaşça odayı aydınlatmakta başarısız olan ve neredeyse sönecek olan meşalenin altına adım attı, kendisinin korkutucu bir hava kazanmasını sağlamıştı bu. Çocukları korkutmak için ateşin etrafındayken söylenen korku hikâyelerindeki kötü adamlar gibiydi, birazdan önündeki ikiliyi ortadan kaldırmak için her şeyi yapacak olan bir klasikten farksızdı.

“Tek başınasın! Şimdi teslim ol ki daha fazla zarar görmeyesin!”

Adam kahkaha attı, söylenen gerçekten de kendisini güldürmek için yeterli olmuştu.

“Cidden mi?” diye sordu ancak cevap beklemiyordu, kafasını iki yana salladı. “İkinizi de öldürüp hayatta kalmayı düşünecek kadar hayalperest bir aptal değilim ancak yapabileceğim şeyler de yok değil hani.”

Adam elini kalbinin üzerine koyduğu anda kırmızı renkte parıldamaya başlayan büyü işaretleri ortaya çıkıp gözle görünür bir hâl aldı.

Adam yüzündeki gülümseme uğursuz bir hâl alıp görüntüsünü daha da korkunç bir hâle getirmişti.

Grag ve Alastair’in kaşları anında çatıldı.

“Bay bay!”

“BOOM!”

Kulakları sağır eden bir patlamayla birlikte etraf kan, organ ve kemik parçalarının tekrardan etrafa saçılmasına ve yenilerinin de kümeye eklenmesini sağlayan bir facia gerçekleşti.

Oda tamamen çökerken her yer toz ve duman ile kaplandı, göz gözü görmeyecek bir hâle geldi.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 47022 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr