“Efendim!”
“Bay Grag!”
İki şövalye endişeyle bağırmaya başladı, zihinlerine akın eden ihtimallerin hiçbiri de hayra alamet eden türden değildi.
İkilinin ağır bir şekilde yaralandıklarını, hatta belki de daha kötü durumda olduklarını akıllarından geçiriyorlardı. Ölseler şaşırmazlardı, bir büyücünün yapabileceklerine tam anlamıyla şahit olmamışlardı ne de olsa.
Emin olamamanın oluşturduğu rahatsızlık bedenlerinin yıldırım tarafından çarpılmış gibi olmasına sebep olup anında kendilerine gelmesini sağladı ancak kısa sürmüştü, aynı hissiyat kendilerinin uyuşma hissiyatıyla dolmasına sebep oldu.
Yutkundular, oldukça sesliydi ve rahatça herkes tarafından duyulabilirdi.
Toz ve dumanın görüşlerini kapatması düşüncelerinin daha da çılgınlaşmasını ve karşı konulamaz bir çığ gibi gittikçe büyümesini sağladı.
Şövalyeler birbirlerine baktılar, ikisinin de gözlerinden okunuyordu şu anda hissettikleri ve karanlık, baskıcı bir umutsuzluk prangalarını geçirmişti kendilerine.
Başlarına gelenler konusunda hemfikir olduklarını anladılar.
“Oh…”
“Ef-efendim… Si-siz mi…”
Şövalyeler dilleri tutulmuş bir şekilde yerlerini korumaya devam ettiler.
İki figür yükseldi dumanların arasında: biri uzun, biri kısa. İkisi de şövalyelere doğru sabit bir hızla ilerlemeye başladı ve nihayetinde dumanın azaldığı bir noktaya ulaşıp görüntülerinin kime ait olduğunu gösterdiler.
Alastair ve Grag’in üstü kan, kemik ve organ parçalarıyla kaplanmıştı. İkisinin de surat ifadesinde bulundukları duruma karşı olan iğrenti ve hoşnutsuzluk oldukça barizdi fakat sebepleri farklıydı.
Alastair adamın canlı yakalanamamış olması yüzünden mutlu değildi çünkü karanlık taraftan bir büyücü olan bu adamın karanlık elementi için gerekli bilgilere sahip olduğuna inanıyordu.
Tabii bu sonradan aklına gelmişti ve pek de olası gözükmüyordu. Nihayetinde karanlık tarafta olanların hepsi sadece karanlık elementine yatkınlığı olanlar değildi ama yine de öğrenebileceği birçok bilgiye sahip birinin ölmüş olduğu gerçeği değişmiyordu.
Adamdan bilgileri aldıktan sonra onun acılar içinde ölüme yollayabilirdi. Eğer durumlar bu şekilde ilerleyiş göstermeseydi bunu yapacağından kesindi. Öylesi bir adamın yaşamasına izin verecek değildi.
Grag de adamı kendi elleriyle öldüremeyip adalete kavuşturamamış olduğundan dolayı sinirliydi.
Acı çektirerek öldürürken adamın atacağı çığlıkları, affedilmek için bulunacağı aciz yalvarışlarını duyacak ve bunlarla onu adalete teslim edecekti fakat yapamamıştı.
Adam kendisini patlatarak ellerinden sıyrılıp gitmişti.
“Bay Grag! Bay Alastair! İyi misiniz? Yaralı mısın? Bir şeyiniz var mı?” diyerek şövalyelerden biri tereddütle öne çıktı, ikisinin de surat ifadesi kendisinin cesaretini biraz da olsa kırmıştı.
“Biz iyiyiz. Bir sıkıntımız yok,” diyerek ikisinin de adına cevap verip etrafına bir bakış attı Grag, yüzündeki hoşnutsuzluk gittikçe daha da artıyordu. “Burayı yerle bir edip defolalım buradan. Burada durmaya devam ettikçe midem kalkıyor.”
“Hayır!” deyip anında karşı çıktı Alastair.
“Nedenmiş o?”
“Adamın burada bir şeyler saklamış olabileceğine inanıyorum. Bundan dolayı düzgün bir araştırma yapmak istiyorum,” dedi düz bir sesle, üstündeki mide bulandırıcı kemik parçalarını ve organları üstünden atmaya çalışıyordu bir taraftan da.
“Sonunda yok ettiğin sürece önemi yok,” dedi Grag, Alastair’in önerisine hiç şaşırmamıştı. Çocuğun işini olabildiğince titiz bir şekilde yapmaya çalışması bu sırada bile gün yüzüne çıkıyordu.
“Öyle yapacağım.”
“O zaman kasabamıza dönelim ve rahat bir nefes alalım!” diyerek merdivenleri çıkmaya başladı Grag, ardından da diğerleri onu takip etmeye koyuldu.
---
Ilık suyun içinde vücudunun rahatlamasına izin verirken yüzünde düşünceli ifadesi çoktan yerini almış, gözlerini de tavana dikmişti Alastair.
Görevin kendisini oldukça yormuş olmasına rağmen bunu tamamıyla giderecek kadar zamanı yoktu, daha yapacağı birçok iş vardı ve düşünmesi bile başına ağrılar girmesi için oldukça yeterliydi.
Öte yandan kendisinin bütün bunların sonunda iyi bir dinlenme hakkı kazanacağından da emindi.
“Az kaldı, dedi kendi kendine, ela gözlerinde hırsın parıltıları vardı. “Az kaldı. Sonra rahata ereceğim.”
Yarın büyücünün ininde son bir araştırma yapacak, ardından da açık arttırmaya gidecekti ancak hâlâ tam olarak ne zaman istediği eşyanın satışa çıkarılacağına dair bir bilgisi yoktu. Bu da kendisinin göreve ne kadar süre daha devam edebileceği konusu gibi problemleri de beraberinde getiriyordu.
Görevi açık arttırmaya gidebilmek için almıştı fakat şimdi de konaklama sıkıntısı yaşayacak gibi görünüyordu çünkü görev düşündüğünden daha hızlı bir şekilde sonuçlanmıştı.
Suçlu büyücüyü yakaladıklarında bir tür sorgulama yapılacağını düşünerek kalacağı günlerin sayısının uzayacağını zannetmişti, aksine adam kendisini havaya uçurarak kendisinin zamanının kısalmasına sebep olarak Alastair’in planlarını mahvetmişti.
‘Elimde 2750 büyü kristali bulunuyor,’ diye düşündü Alastair gözlerini kısarken, hâlâ tavana bakmaktaydı. ‘O diğer elementlerin kadının bana söylediği fiyat olan altı binden satıldığını düşünmeye devam edersek… Yok, tahmin etmeyi bile düşünemiyorum. Gerçekten de karanlık elementini alabilecek miyim ki?’
Alastair yenilgiyle küvette biraz daha çöktü, bakışları bıkkınlıkla bezenmiş olup hafif bir öfkeyle resimlendirilmiş hâldeydi. Morali hiç de iyiye doğru yol almıyordu.
“Bir dakika!” dedi sesli bir şekilde, sanki kendisinin dikkatini kendine yöneltmeye çalışıyor gibiydi.
‘Orada bir sürü malzeme bulunuyordu! Eğer onları elime geçirebilirsem muhtemelen iyi para kaldırabilirim. Özellikle de o araştırmalar…’ diye düşündü ancak kaşları tekrar çatılmaya başladı, aklı olası berbat senaryolar ile dolmaya başlamıştı. ‘Eğer o eşyaları satan kişinin ben olduğum anlaşılırsa kesinlikle karanlık taraf peşimde düşer ve işimi oracıkta bitirir, onlar olmazsa bile aydınlık taraf nihayetinde bitirir işimi. Bir dakika! Elimde Imlyin’in verdiği büyü var! Belki de onun sayesinde kurtulabilirim ama ne olursa olsun dikkatli olmaya devam etmem lazım.’
Alastair hızlı değişen ruh haline ayak uydurmaya çalışıp derin bir nefes aldı ve kendisini sakinleştirmeye çalıştı.
Elindeki malzemeleri satabileceğini düşündü. Görevlere çıktığı sırada birçok malzeme toplama şansı bulmuştu nihayetinde; bitkiler, hayvan derileri ve organları gibi sayısız türde malzemeyi elinde bulunduruyordu. Hepsini de yanında getirmiş olup odasında saklamıştı.
“Şanslıyım. Grag veya odaya giren hizmetçiler o kadar eşyanın neden benimle birlikte olduğunu bir an bile sorgulamadı,” dedi rahatlamasını sürdürürken, ses tonu kısıktı ve hatta kendisi bile zor duymuştu. “Muhtemelen ellerindeki sorunlarla uğraşmaktan benim anormalliklerimi göz ardı ettiler. İşime gelir! Hahaha…!”
Alastair gevşeyip rahatlayışının tadını yeterince çıkardığını karar verdi ve ayağa kalktı, bornozunu hemen giyip banyodan çıktı. Üstünü iyice kuruladıktan sonra hızlı bir şekilde kıyafetlerini giyindi, saçlarını tarayıp şekillendirerek kendisine çekidüzen verdi.
“An,” diye seslendi pencereye yaklaşıp, sonrasında canavar zarif bir şekilde gökyüzünden geldi ve pencerenin kenarına kondu. “Hazırlan, küçük bir gezi için dışarı çıkacağız.”
An başını salladı ve Alastair’in omzundaki yerini aldı.
Alastair ona kısa bir bakış attı ve yanında getirdiği iki sandıktan birini açtı. İçindeki bitkisel malzemelere bakarken dudakları iki yana genişledi ve ardından derin bir nefes alarak özel bir çanta hazırlamaya başladı.
Bütün sandığı bu çantaya sığdıramayacağının bilincindeydi fakat en azından doldurabildiğini koyup yavaştan satma işlemlerini başlatabilirdi.
“Ayrıca oraya gidip ortam hakkında bilgi sahibi de olmam lazım, her türlü kazançtayım!”
Tap! Tap! Tap!
Alastair’in yüzündeki geniş gülümsemesi dondu. Hızlıca sandığı kapattı, çantayı da göze çarpmayacak şekilde köşeye yerleştirdi ve ardından da kapıyı açtı.
“Oh, bir yere mi gidiyordun?” diye sordu Grag, yüzünde rahatlamış bir ifade vardı ancak sorgulayıcı bakışları deliciydi. “Akşam vakti orman pek de tekil değil. Ne kadar büyücünün icabına bakılmış da olsa hâlâ tehlikeli.”
Alastair onun değişen yüz ifadesine bakarken omuz silkti ve gülümseyerek eklerken onu rahatlatmaya çalıştı, “Pek de uzun bir süre dışarıda kalmayı planlamıyorum ve ayrıca yanımda birisi var. Gece vakti ormanda gözüken değerli birkaç bitki olup olmadığını öğrenmek istiyorum. Görevi tamamen bitirene kadar elimden geldiğince çok araştırma yapmam lazım nihayetinde, değil mi? Belki de o büyücünün kullandığı bir materyale denk gelebilirim ya da kullandıklarıyla bağlantılı olabilecek başka bir şeye.”
“Seni bundan öylece savabilecekmişim gibi gözükmüyor ama yine de kendine dikkat ettiğinden emin ol. Her daim arkana bakmayı unutma. Görevden dolayı enerjini tam olarak kazandığından şüpheliyim. Hâlâ yorgunsun, değil mi? Dışarıda başına bir şey gelirse soruşturmacıların beni suçlamasını istemiyorum veya kasabamı. Dikkatli ol ve bol şans!”
Nasihatleriyle birlikte Grag odadan anında ayrıldı, pek de uğraşmak istemediği belliydi ve nezaketen burada olduğu barizdi.
Alastair odasında bir süre durduktan sonra derin bir nefes aldı. Eldivenlerini taktı, kısa kılıcını ve yayını da aldıktan sonra oklarını da kontrol etti. Sonrasında yanına haritasını aldı ve her şeyini hazırladı.
Yola çıkmamak için bir sebebi yoktu.
Ayrıca kendisinin ardından birinin gönderileceğini de düşünmüyordu. Şövalyeler korkmuş durumdaydı, kasabada bulunan tek büyücü kendisi ve Grag idi ve Grag de son olan olaylardan sonra kolay kolay kasabadan ayrılacak gibi de gözükmüyordu.
---
Kasabadan ayrılan Alastair gülümseyerek ormanın içinde ilerlemeye devam etti. At üstünde ilerleyişini yarım saat kadar ortalama bir hızda sürdürdükten sonra durdu ve etrafına baktı, kimsenin olmadığını onaylamasıyla gözlerine gökyüzüne dikti ve sağ kolunu uzattı.
An ağaçların arasından sessiz bir şekilde yükseldi ve omzuna kondu. Renkli gözleri oldukça dikkat çekici gözüküyordu ve gece vaktinde bir çift sanat eseri gibiydiler. Mükemmellerdi.
“Kimse var mı etrafımızda?”
Soruya karşılık An kafasını iki yana salladı, Alastair de bununla birlikte rahatlayıp gülümsedi. Atından indi ve yelesini okşadı, mutlu bir kişneme aldı karşılığında.
“Şimdi gelelim büyüye,” diyerek derin bir nefes aldı.
“Başka Olum!”
Alastair’in vücudunun etrafında iki katlı bir enerji katmanı oluşmaya başladı. İlk başlarda transparan gözüküyorlardı ancak yavaşça renkleri koyulaşarak belirginleştiler. Kâğıt gibi görünen katmanlar yavaşça üç parmak kalınlığında bir genişliğe ulaştılar.
Oldukça garip bir his kendisini sarmalarken yeni görüntüsünün hayalini kurmaya başladı.
Siyaha boyanmış kısa, düz saçları yavaşça kırmızıya dönüştü ve omuzlarına gelene kadar uzadı. Yüzünde, sağ gözünden çenesine kadar uzayan bir kılıç yarası ve sol yanağında da bir ok saldırısı sonucu oluşmuş göçük izi oluştu. Kaşları daha da inceldi ve kırmızının canlı tonlarındaki dudakları pembeye döndü. Vücudu hafif genişledi ancak boyu aynı kaldı.
Hayal etmiş olduğu görüntü kadınsı bir figüre sahipti lâkin bir erkekti ve yüzündeki yaralar ile tecrübe sahibi korkunç biri havası katmaya çalıştı.
Garip bir tercih olduğunu kendisi de fark etmişti ama büyüyü ilk defa deniyordu, biraz farklı şeyler denemekten zarar gelmezdi diye düşündü.
“Pekâlâ, artık gidebiliriz.”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..