Bölüm 138: Sinir Bozucu İşaret

avatar
253 3

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 138: Sinir Bozucu İşaret


Papatya Gölü Kasabası oldukça sakin ve durağan bir hayata sahip olup adadaki güvenli olarak nitelendirilen birkaç kasabadandı. Yöneticileri sıradan insanlardı, hiç büyücüleri yoktu ancak verdikleri görevler sayesinde bir tehlike olmadan yaşamaya devam edebiliyorlardı.

Kasaba aynı zamanda tarafsız bölge olarak belirlenen mekânlardan biriydi. Karanlık veya aydınlık tarafından olup olmadığın fark etmeksizin herkesin bulunabildiği, kendilerine konaklayabilecek yer ayarlama konusunda fazlasıyla yardımcı olan bir yerdi.

Tarafsız bölge olma konusu sadece kasaba sınırları içerisinde geçerliydi elbette. Kasabanın içindeyken kimse birbirleriyle savaşamaz veya diğer kışkırtıcı hareketlerde bulunarak bir sorun çıkartmaya cüret edemezdi.

Böyle bir durum gerçekleştiği takdirde iki tarafın da büyücüleri toplanarak sorun çıkartan kişiyi ortadan kaldırır ve sorunun ebediyen çözülmesini sağlardı.

Oldukça acımasız ancak kendilerine doğru olduklarını düşündükleri bir yöntemdi.

Böyle bir işleyişe sahip olabilmesinin yegâne nedeni yakınlarda yer alan karaborsa alanından kaynaklıydı.

Karaborsa alanı gizliden gizliye kasabayı güvenlik konusunda yardımlarda bulunarak yardım ediyor ve kasaba da bu karaborsa alanı konusunda herhangi bir şikâyet hareketinde bulunmadan göz ardı etmeye devam ediyorlardı.

Eğer ki karaborsa ile alakalı bir sözü kendilerinden dışarı çıkarsa ve araştırılmak için aydınlık tarafın akademilerinden yüksek yetkili büyücüler gelinirse de kasabanın o anki yöneticisi karaborsaya bir bildiri de bulunuyor, onlar da kendi yollarıyla bu sıkıntılarını çözerek gizliliklerini korumaya devam ediyordu.

Aydınlık tarafın büyücülerini buradan kurtulmaya çalışmasının tek sebebi, büyücü adayı olan kişilerin kendilerinden bağımsız bir şekilde ilerleyebilecek oluşundan dolayıydı.

Nihâyetinde akademiler ne kadar çok büyücüye sahip olursa o kadar güçlü bir statüye sahiplerdi.

Öte yandan bu gizlilik bilinmesiyle ilgili değildi, sadece mekânıyla alakalıydı çünkü birçok kişi biliyordu ve son birkaç yüzyılda kimse de bundan ötürü artık yakınmıyor veya laf çıkartıp yetkilileri çekmiyordu.

Sık sık ziyaretçisi olan karaborsa alanının asıl problemi, kendilerine bela olabilecek insanların da dikkatini çekmek ve onların kendilerine getirebileceği felaketlerin de olmasıydı.

Böyle şeylerle başa çıkmak onların için bir önem arz etmiyordu, rahatlıkla her türlü bu sıkıntılardan kurtulabiliyordu ancak yine de böyle bir şeyle uğraşmak hiç de istenen bir yaşantı değildi.

Kim isterdi ki?

Karaborsa, herkes tarafından özgürce kullanıldığı için bu tür bir problem son yüzyıllarda hiç yaşanmamıştı, ufak tefek birkaç sıkıntıların dışında tabii ki.

Neticede hiçbir şey kusursuz bir işleyişe sahip değildi.

Açık arttırma sırasında sinirlenerek ortalığı savaş alanına çeviren büyücüler, haksızlığa uğradığını düşünerek karaborsa alanında yaygara çıkartıp huzursuzluk yaratanlar ve başkalarını rahatsız ederek onları kışkırtmak veyahut en nihayetinde bir başkasını öldürmek…

Bunlar yaşanmış ve tecrübe edilmiş yaşantılardı.

Hepsinin sonucunda elbette net bir ölüm oluyordu ya da bazı zamanlar ağır bir finansal ceza verildiği de oluyordu fakat bunlar sadece alanın içerisinde geçerli olan kurallardı.

Alanın dışına çıkıldığı anda herkesin canı kendisinin sorumluluğundaydı. Bundan ötürü genelde karaborsa yakınları ciddi anlamda savaş alanından farksızdı.

Karaborsa dışarıdaki izleri silme konusunda da çaba sarf ediyordu çünkü yeni gelenleri korkutmak istemiyorlardı, potansiyel müşterileriydi sonuçta.

---

Papatya Gölü, etrafını kızıl renkteki doğal olmayan papatyaların sardığı küçük, yeşilimsi mavi renkte olan bir göldü. Büyü enerjisi yüzünden kaynaklanan birkaç anormallikten biri olan bu gölün göz alıcı gözükmesinin yanı sıra, aynı zamanda canavarlar için de bir toplanma alanı olarak görüldüğü de oluyordu.

Bu yüzden yakınlarından geçerken çoğu kişi genelde olabildiğince dikkatli bir şekilde ilerliyordu ya da rotalarını buna göre değiştiriyorlardı çünkü orada ölen kişilerin sayısı gözle görülür şekilde yüksekti.

Alastair etrafına kısa bir bakış attı, ortalıktan bir canavarın gözükmemesi kendisini sevindirdi. Kasım ayının soğuk rüzgârlarının yüzünü yalayıp geçişi kendisinin fazlasıyla titremesine sebep oldu, yüzünün öfkeli bir ifade almasını sağlamıştı.

Soğuktan iliklerine kadar nefret ediyordu, hoş iliklerine kadar da donmuştu zaten.

Sırtındaki büyük çantanın içindekilerin durumundan emin olduktan sonra beş dakikalık uzaklıkta olan kasabaya doğru ilerlemeye devam etti. Gece yapılan yolculuklardan hiç hazzetmiyordu ve her an bir yerden bir tehlikenin üstüne atlayıp kendisinin işini zorlaştıracak oluşuna dair bir hissiyat da vardı içinde.

“An kasabaya girme ve gölün yakınında beni bekle,” dedi omzundaki An’a bakış atarak, baykuşu şaşırtmıştı ilk başta ama hemen kendisini düzeltişine tanık oldu. “Senin gizli kalman lazım, tamam mı?”

“Hoot!” diyerek sessiz bir şekilde karşılık verdi, sağ kanadını selam verir gibi başının üstüne koymuştu ve Alastair’in dediğini yaparak onunla yolunu ayırdı.

Alastair gülümsedi, şu ana kadar her şey gayet sakin ve sıkıntısız bir şekilde ilerliyordu ve böyle de devam etmesini umdu ama böyle bir şey mümkün değildi.

O da büyücü dünyasında neler yaşanabileceğinin farkındaydı ve her an bir yerden bir sürpriz kendisinin planlarını bozarak kendisinin bütün işleyişi sarsarak hayatını mahvedebilirdi.

Kısa bir sürenin ardından kasabanın girişinde bekleyen zırhlı şövalyeler görüş açısında girdi, hepsi ciddi ve gayet de hazırlıklı görünüyordu.

Alastair’in içinde minik bir özlem ateşi yandı, uzun zamandır Sarıparıltı’ya mektup göndermemiş oluşunu hatırlatmıştı.

‘Bir ara gerçekten onlara mektup göndermem lazım. Belki direkt kendim de oraya gidebilirim ama şu anki ilerlememi riske atabilecek durumda da değilim,’ diye düşündü olasılıklarını fakat planlarının önemi daha başta geliyordu. ‘Bir süre daha bekleyebilirler.’

“Dur!” diyen şövalyeyle gerçekliğe dönen Alastair yüzüne bir gülümsem kondurarak şövalyeleri inceledi.

“Bir sıkıntı mı vardı?” diyerek atından indi ve şövalyeleri selamladı.

“Çantanızda ne var?” diye sordu öteki şövalye, yüzündeki düz ifadeyi korumaya yeminliymiş gibi görünüyordu.

Alastair çantasının ağzını açtı ve şövalyelere uzatıp birkaç şeffaf poşet çıkardı, “Bilirsiniz… Açık arttırmada satmak için birkaç malzeme getirmiştim.”

Şövalyeler birbirlerine kısa bir bakış atıp onaylayan bir ifadeyle başlarını salladılar, geçiş iznini vermişlerdi. Ardından Alastair’in içeriye girdi ve bir şövalye başka bir büyücünün açık arttırma için geldiğin söylemek için görev yerini terk etti.

---

Alastair içeri girdikten sonra kasabanın bir diğer ucuna doğru yavaşça ilerlemeye devam etti.

Kasabanın ortasında at ile koşturmak fazlasıyla dikkat çekerdi ve muhtemelen yönetici tarafından bir suç işleyip işlemediği konusunda soruşturma başlatılır, kendisinin sonunu getirebilirdi.

Kasaba gece vakti tamamen boş gibi gözüküyordu. Birkaç taverna ve hanın ışıkları dışında kasaba tamamen karanlığa gömülü durumdaydı. Nispeten iç karartıcı ve moral bozucu bir sahne gözler önüne seriliyordu ancak Alastair bunu düşünmeye uğraşmadı bile, onun odağı tamamen aklına kazımış olduğu haritadaydı.

“Kasabanın diğer ucuna git, kapıdan geç ve işaretli ağacın altındaki girişi bul. Karaborsanın girişini bu şekilde bulmuş olacaksın. İşaretli ağaca giden yol gizli bir şekilde gösterilmektedir. Gözlerini dört aç.”

Alastair haritada yazılanları aklından tekrar geçirirken atı ile yoluna devam etti, kasabanın bu tür bir manzaraya alışık olduğu belliydi.

Kasabanın diğer ucuna ulaştı ve ardından da şövalyeler kendisine verdiği izinle kapıdan geçerek ormana girdi, etrafına dikkatlice bakmaya başladı ancak bir süre sonra hayal kırıklığına uğradı.

Gece vaktiydi ve göz gözü göremeyecek durumdaydı. Özellikle de karanlıkta pek de bir iş yapamayacağının da farkındaydı. Karanlıkta görüşünü geliştirecek büyüyü de öğrenmemiş olduğundan düzgün bir şekilde görebilme ihtimali yok gibiydi.

‘Yanımda meşale falan mı getirseydim acaba?’ diye düşündü ancak kafasını iki yana salladı, hayal kırıklığı yüzünde yerini almıştı bile. ‘Getirsem bile nasıl yakacaktım ki? Ayrıca aşırı dikkat çekerdi.’

Alastair etrafını incelemeye bir süre daha devam etti, atından inmiş ve ayak üstünde aramaya devam etmeyi tercih etmişti. Atını da kendiyle birlikte sürüklerken yarım saat boyunca dolaştı ancak bulamadı, kasabadan da fazla uzaklaşmamaya dikkat ediyordu.

“Oh…”

Gözleri o sırada parıldayan bir objeyle karşı karşıya geldi, ağacın hemen dibinde öylece yatmaktaydı.

Alastair dikkatli bir şekilde ilerlerdi, atı da beraberine sürükledi ancak onun pek de isteği yokmuş gibi gözüküyordu. Alastair objeye bir dal parçasıyla dokundu ancak bir şey olmadı, güvenli olduğunu düşünse de yavaşça eline aldı ve dikkatlice incelemeye devam etti.

‘Gösterilen yönü takip edin.’

Parıldayan obje, üstünde talimatın yazılı olduğu bir kutuydu ve içinde de bir pusula yer almaktaydı. Sıradan, eski ve tamire epeyce bir ihtiyacı varmış gibi gözüküyordu.

“Bu muydu işaretler dediği şey?”

Alastair içindeki yükselen nefretle birlikte patlamaya hazırlanan bir volkan gibi hissediyordu, yüzünde hiç hoş olmayan bir ifade vardı. Zihniyse bundan daha saçma bir yol gösterimi olup olamayacağına dair düşüncelerle dolmaktaydı.

Hayatının değerli dakikalarını böylesine saçma bir şekilde yerleştirilmiş bir işaret için harcamıştı, kesinlikle utanç verici ve aynı zamanda oldukça da sinir bozucuydu.

“Daha saçma bir işaret koyamamışlar mı ki?” diye sordu kendi kendine, kafasını iki yana sallıyor ve öfkesini bastırmaya çalışıyordu. “Her neyse… Umarım malzemelerden iyi büyü kristali alırım yoksa bütün yol tamamıyla bir hiç uğruna gelmiş olacağım.”






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 47106 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr