Karaborsa Alanı’nın bir adı yoktu, sadece varlığı biliniyordu fakat birçok kişi buradan Papatya Karaborsa Alanı veya Papatya Borsası olarak isimlendirilmişti.
Alastair girişi olarak gösterilen ağaca bakarken derin bir nefes aldı, hiç de iç açıcı bir görüntü sunmuyordu kendisine ve içinden bir ses kendisine girmemesi konusunda ciddi uyarılarda bulunuyordu. Kendisinin ilerleyebilmek için her şeyi yapabileceğine dair olan azmi ve inancı hâlâ yerindeydi lakin gereksiz bir risk de almak istemiyordu.
‘Çok sıkıntılı bir görüntüsü var,’ diye düşündü ve ardından kafasını iki yana sallayarak kendisine gelmeye çalıştı, düşüncelerini başka yerlere yönlendirdi. ‘Hiç kimse yok girişte. İlginç… İnsanın cesaretini kırıyor ve aynı zamanda daha şüphelenmesini sağlıyor.’
Alastair derin bir nefes aldı bir kez daha ve duruşunu koruyup ağaca iki kere tıkladı. Çıkan metalik ses, kendisinin kaşlarının çatılmasını sağlarken merakını arttırdı. Yüzünü düz tutmaya özen gösterirken bir karşılık bekledi.
“Kim o?” dedi yaşlı, pürüzlü bir ses.
“Ben…” diye devam etti ancak bir şey demedi, onun yerine ağacına altına eski pusulayı koydu. “Ben bunun için gelmiştim.”
Ses homurdandı, sonrasında da bir anda pusulanın olduğu yerde bir delik açılarak pusulayı hızlıca yutup ortadan kaybolmasını sağladı.
“Geçebilirsin.”
Alastair adamın dediğini bir süre idrak edemese de ormanın içindeki ağaçlardan birinin yaydığı ışığı fark edebildi. Girişin başka bir yerde olduğunu görünce karşısındakilerin karaborsa alanının gizli olması için verdikleri uğraşı daha iyi anladı.
Alastair ışıldayan ağaca ilerledi, atının dizginlerini sıkıca tutmaya devam ederek kendisiyle birlikte onu da götürüyordu.
Işıldayan ağaca ulaştığında ağacın bulunduğu toprağın anormal bir şekilde orada olmadığını gördü. Ağacın havada gözüküyormuş gibi görünen görüntüsüne bakarken kaşları çatık bir şekilde inceledi bir süre, sonra da dikkatlice ilk adımını attı.
‘Merdiven mi?’ diye sordu kendisine, zihninde büyüyen merak meşalesinin ışığı gittikçe daha da aydınlandı.
Geniş merdivenlere bir bakış attı ve ardından atının dizginlerini sıkıca tutmaya devam ederek merdivenleri inmeye başladı, atının korkup kendisine sıkıntı çıkarmadığından da emin olmaya çalışıyordu.
Merdivenlerin sonunda uzun bir koridor bulunuyordu, şüpheyle kaşlarının çatılmasına sebep oldu ama ilerlemesini durduracak bir şey değildi ve nihayetinde de kendisini karşılayan manzarayı tecrübe etme şansını verdi.
Koridorun sonunda gördüğü ışık, karaborsa alanının meydanına aitti. Yer altında kurulmuş bu alan Alastair’in beklentisinin aksine oldukça iyi durumdaydı. Yeryüzündeki yapılardan bir farkı yoktu, yerin altına adeta bir kasaba kurulmuştu ve Alastair buna şahit olurken ne diyeceğini bilmiyordu.
Büyücüler gerçekten de doğayı ellerinde oyunca niyetine kullanabiliyorlardı.
Birçok büyü enerjisinin havadaki tatlı veyahut acı fark etmeksizin çarpışmalarına şahit olurken titrek bir nefes aldı, heyecanlanmıştı. Böylesine bir ortama ilk defa girmek, ağzının kurumasına ve acı dolu bir şekilde yutkunmasını sağladı.
‘Sakin ol, sakin ol!’ diye aklından geçirdi. ‘Önce elimdeki işe odaklanayım, ardından da büyülenmeye geri dönerim.’
Alastair sabit bir ifade yerleştirerek ilerlemeye devam etti, kısa bir süre içinde atların bulunduğu bir ahır buldu ve atını oraya belli bir miktar altın karşılığında teslim etti.
Burada insanların da bulunduğunu görmek kendisini şaşırtmıştı, aynı zamanda kendi mekânıyla burasının farkına şahit olmuştu.
‘Ben kurulu bir düzenin üstünde minik değişiklikler yaptım ancak burası sıfırdan kuruldu. Merak etmemek elde değil. Her neyse, atı da teslim ettiğime göre elimdekileri satabilecek bir yer bulmam lazım.’
Gruplar hâlinde toplanan büyücüler özel olarak yapılmış toplanma alanlarında birbirleriyle konuşuyorken bazı yalnız büyücüler de etrafta geziniyorlar veya bir banka geçip oturuyorlardı.
Alastair onları izlemenin kendisine bir yararı olmayacağını farkına vardığında yeraltında kurulmasının nasıl olduğunu anlamadığı restorana doğru ilerledi.
Birçok büyücü orada bulunuyordu, içiyorlar ve gönüllerince eğleniyor gibi duruyorlardı.
Alastair içeridekilerle pek ilgilenmedi, bir hanın lokanta bölümünden farkı yok gibiydi ve ayrıca zaten bir şey almak gibi de bir planı yoktu. Hızlıca tezgâha ilerledi ve önündeki taburelerden birine oturdu, göz ucuyla birazdan kendisine doğru gelecek olan garsonu izliyordu.
“Buyurun efendim, ne istersiniz?” diyerek Alastair’in beklediğini gerçekleştirdi genç kadın, yirmili yaşlarının ortalarında gözüküyordu.
Sevimli bir yüzü vardı ancak Alastair ondan büyü enerjisi dalgaları hissetmiyordu, ahırla ilgilenen adamı görmeseydi kesinlikle şaşırırdı.
“Yakınlarda bir müzayede olup olmayacağı konusunda bilgi arıyorum aslında,” diye direkt olarak niyetini belli etti Alastair.
Kadın küçük bir duraksama yaşadı, önündeki kişiyi inceledi bir süre. Yüzündeki yara izleri korkutucu gözükse de kadınsı yüz hatları onun güzelliği konusunda kendisine farklı işaretler veriyordu.
“Pazar Binası’nda yarım saat kadar sonra bir müzayede başlayacak,” diye kısaca cevapladıktan sonra kendisine başka bir şey demeden kendisini işaret eden bir başka müşterisine ilerledi.
Alastair taburesinden kalktı ve aceleci adımlarıyla gördüğü büyük binaya doğru ilerledi.
Yeraltı alanı ilk başta büyük gözükse de aslında olmadığını da anlamış olduğu bu sayede. Yine de gayet başarılı bir kurulum yapmış olduklarını övmeden geçemeyecekti, kesinlikle sevmişti burayı.
Binanın göz alıcı bir tarafı yoktu, gayet de sıradandı ancak yeraltında bulunan diğer binalardan daha büyük olduğu için öne çıkıyordu. Bina, Alastair yaklaştıkça garip, korkutucu bir baskı içerisinde olmasına sebep olmaya başladı, kalbinin hızlıca atmasını sağlamıştı bile.
‘İlginç… Ve de dehşet verici!’ diye düşündü.
Alastair içeri adım attığı anda kendisini otuzlu yaşlarda bir adam karşıladı.
“Merhaba, ben müzayede hakkında birkaç soru soracaktım da,” diyerek isteğini belirtti Alastair kibarca.
“Tabii, ne sormak isterdiniz?”
“Müzayedeye birkaç malzeme koymak istiyorum,” deyip sırtındaki çantayı gösterdi. “Bunu nasıl yapacağım?”
“Tabii!”
Alastair adamın arkasından izlemeye devam etti.
Adam önce resepsiyon masasına ilerlemiş, ardından da masaya gelen bir kadın ile konuşmaya başlamıştı. Yüzlerinde ciddi ifadeler takınmışlardı. Alastair’in kendisine çekidüzen verme isteğiyle dolmasını sağlamışlardı.
“Size buradan sonra yardımcı olacak kişi,” deyip daha demin masanın orada konuşmaya yaptığı kadını işaret etti. “Bayan Appren.”
“Tanıştığımıza memnun oldum,” dedi Alastair ancak ismini söylemedi, ardından kadın kendisini takip etmesini işaret etti ve giriş bölümünden beraber ayrıldılar.
Resepsiyon masasının arkasında bulunan merdivenden çıktılar, ardından da uzun, birçok kapının bulunduğu bir koridora giriş yaptılar.
“Bu taraftan,” diyerek kadın bir kapıdan içeri girdi. “Evet, koyacağınız malzemeleri gösterir misiniz?”
Oda küçüktü ve sadece bir masa ve iki de sandalye bulunuyordu.
İşlevinin müzayedeye konulacak malzemelerinin değerlerinin ölçülmesi olduğu göz önünde bulundurulunca aslında gayet de işe yarayan bir odaydı. Sadeydi, abartılacak bir şeyi yoktu.
Alastair çantasından malzemeleri tek tek çıkardı, hepsi özenle şeffaf paketin içinde muhafaza edilmiş ve sıkıntı çıkmaması sağlanmış bir şekilde getirilmişti.
Kadın malzemelere bakarken bir yandan da masanın çekmecesindeki fiyatlandırma çetelesine bakıyor, Alastair’in malzemeleri konusunda bir fiyat belirlemeye çalışıyordu.
“Getirdiğiniz malzemeler müzayede çıkacak kadar değerli değiller,” dedi kadın yüzündeki düz ifadesiyle, gözleri çetelesinde gezinmeye devam ediyordu.
“Pekâlâ.”
“Ancak bu malzemeleri sizden satın almak isteriz,” dedi kadın, sesi soğuktu ve bu tür bir duruma alışıktı. “Malzemeleriniz gayet de işe yarar ancak müzayedeye çıkacak kadar değerli değiller.”
“Anlıyorum… Pekâlâ, öyle yapalım o zaman,” diyerek cevapladı Alastair.
Hayal kırıklığına uğramış ve biraz da öfkelenmişti ancak elinden gelen bir şey yoktu.
“450 büyü kristali,” dedi kadın ve üstüne tartışılmayacağını anlatan kararlı, soğuk sesiyle ekledi. “Son fiyat. Ne aşağısı ne de yukarısı…”
“Tabii,” dedi Alastair ancak ses tonu pek de hoşlanmadığını gösteriyordu.
Ne Alastair bunu saklama girişiminde bulundu ne de kadın bunu umursadı.
Kadın masadan bir kâğıt çıkardı, üstüne hızlıca bir şeyler karaladı ve Alastair’e uzattı. “Bunu resepsiyon masasındakilere gösterin, onlar size anlaşılan miktarı teslim edeceklerdir.”
“Teşekkürler ancak bir şey sorabilir miyim?”
“Elbette.”
“Çırak Seviye İlerleyiş Tekniği’yle alakalı bir müzayede yapılacak mı yakın zamanda?”
Kadın bir süre durdu, gözleri kısık bir şekilde düşüncelerine daldı ve kısa bir süre sonra yüzü aydınlanarak cevapladı, “Evet, üç gün sonra büyük bir müzayedemiz olacak. Bunu buraya gelen herkes bilmektedir.”
“Oh, teşekkürler ve iyi günler.”
“Size de iyi günler.”
Alastair aldığı bilgiyle alt kata indi ve büyü kristallerini teslim aldı ancak pek de hoşnut değildi. Eğer şu ana kadar getirmiş olduğu hiçbir şey müzayedeye çıkacak kadar değerli değilse o zaman tekniği elde etmeyi unutabilirdi.
‘En azından bir şey müzayedeye çıkabilmeli!’ diye düşündü ve umut etti.
Alastair atını aldıktan sonra ilk karaborsa tecrübesiyle birlikte alandan ayrıldı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..