Bölüm 146: Dönüş Yolunda(1)

avatar
291 3

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 146: Dönüş Yolunda(1)


İki adam da yaralıydı ve bitap düşmüş olup acı içinde handaydılar ve bir kapının önünde durmaktaydılar.

İkisinin de ne olduğunda dair hatıraları fazlasıyla bulanıktı ve bir şey hatırlamaya çalıştıklarında ise başlarına giren ağrı dışında ellerinde bir şey yoktu fakat bildikleri bir şey vardı ki o da hayal kırıklığıyla dolu bir sonuçla geri dönmüş olmalarıydı.

Bu da kendileri için pek de iyi sonuçlanacak gibi durmuyordu, ikisinin de içinde korkunç bir ölüm soğukluğu hissiyatı yayılıyordu.

İkiliden biri derin bir nefes alıp ötekine baktı ve kapıyı yavaşça tıklattı ancak ikisinin de içinde korku filizlenmiş durumdaydı çünkü çalıştıkları çocuk, Loer ailesi tarafından arka çıkılan biriydi, hayatlarının onun elinde olduğunu farz ediyor oluşları yanlış olmazdı.

“Gir!”

İkili içeri girdiğinde çocuğun memnuniyetten yoksun surat ifadesiyle karşılaştılar. Kendilerine sokaktaki sıradan bir çöpmüş gibi bakıyordu ve onun haklı olduğunu düşünüyorlardı, işi bir şekilde berbat etmişlerdi ve bunun nasıl olduğu konusunda ise hiçbir fikirleri yoktu.

Tamamen çaresizlerdi ve müthiş bir acizlik içerisindeydiler.

“Alabildiniz mi?” diye sordu Ephios ancak ikilinin tereddüt edip cevap veremeyişlerini gördü, yüzündeki ifade kararırken daha zalim bir hâl aldı. “İki kişi, bir kişinin icabına bakmayı beceremediniz mi?”

“Pa-patron!”

“A-açıklay---”

“Kes!” diyerek kesti sözlerini, iyice bilenmiş bir bıçaktan farksızdı bakışları. “İkiniz de bir haltı becerememiş çöp parçalarısınız! Ben size boşa mı para ödüyorum? Size diyorum! Cevap verin bana!”

Çocuk ardından kendi başına hakaretler yağdırmaya devam edip arada bir kendilerine ölüm niyetiyle dolu bakışlar atıyordu. Öfkesi bir volkan gibi patlamaktaydı.

Hedefi olan adamlar da ellerinden bir şey gelmeden duruyor ve kendilerine sarf edilen sözleri sindiriyor, yerlere atılan gurularının parçalanışını izliyorlardı.

“Huh?”

Ephios’un kaşları çatıldı çünkü adamların üstünde gri renkte büyü enerjisiyle parıltılarını saçan runik formasyon ortaya çıkmıştı.

“Siktir!”

“N-ne ol---”

“B-bu d---”

BOOM!

Ephios’un bulunduğu oda ve onun yanındaki odaya bir anda bütünüyle havaya uçtu.

Oldukça hızlı ve ani bir şekilde gerçekleşmiş, arkasında da oldukça ciddi bir hasar bırakmıştı.

Sahne, hiç de kolayca bakılabilecek türden değildi. Her yere kan sıçramış, patlamış ve her yerin küçük organ parçalarıyla dolmasını sağlamıştı. Hem hanın bulunduğu meydana hem de hanın içini doldurmuşlardı.

Ephios ise son anda kendisini pencereden atıp meydana düşerek kendisini kurtarmıştı ancak bunun sonucunda kolunu da kırarak kendini yaralamıştı, can havliyle büyü kullanmayı bile aklından geçirmemişti.

Öte yandan Ephios bunu umursamıyordu, gözleri önünde gerçekleşen sahnedeydi. Adamlarının havaya uçuşlarını en önden, detaylı bir şekilde izlemişti.

‘Neredeyse ölüyordum!’ diye bir düşünce geçti zihninden, bütün bedeninin buz kesilmesine sebep olmuştu.

“Hay sikeyim! Kahretsin!” diyerek acıyla inledi.

“E-ep…Ephios!”

O sırada duyduğu ses ile dikkatini o tarafa çevirdi, midesi kalkmıştı.

Acı içinde, gözlerinde yaşlarıyla kendisinin yanında odada kalan kız, kendisinin yanındaki odada kalıyordu ve şu anda ise yukardan kendisine bakıyordu. Sanki kendisini kurtarmasını ve yardım etmesini bekliyor gibi görünüyordu Ephios’a.

Ephios ona bakarken anında gözlerini kaçırdı, gördüğü sahne hiç de beklentileri içinde değildi. Etrafındaki şaşkın dolu bakışlara aldırmadı, aklı tamamen farklı bir yerdeydi. Dişlerini sıkmaya başladı, o büyücü her kimse kendisine iyi bir ders vermişti.

‘Hay şansıma!’

---

Alastair elindeki minik, yeşil renkteki bilyeleri elinde gezdirdi. Gece vakti içlerinde mavi renkte alevler yanan bilyeler, toz tutmuş gibi mat bir renge bürünmüştü ve artık alevleri içinde bulundurmuyordu.

Bu, o büyücünün notları arasında bulduğu bir tür teknikti.

‘Patlayan Vücut’ olarak adlandırdığı bu teknik, kişinin runik büyüyü insanın vücuduna kazıyarak kullanmasını sağlıyordu ve runun kazındığı kişinin patlayarak ancak acı çektirmeden hızlı bir ölüme götürüyordu.

Bilyelerin amacı bir tür uzaktan kontrol içindi, kişinin patlamayı isterse anında yapmasını sağlıyordu fakat Alastair böyle bir şey yapma ihtiyacı hissetmemişti. Beklemiş, run büyüsünü kendi akışına bırakmıştı.

O zaman Alastair bir şey daha öğrenmişti.

Bu, aynı zamanda büyücünün kendi üzerinde kullandığı runik büyü formasyonuydu ve asıl amacı bütün mekânı yerle bir edip kendisiyle birlikte herkesi tarihe karıştırmaktı ancak yanlış bir kombinasyon yapmasından dolayı inindeki diğer runlar ile bağlantı kuramamış, sadece kendisinin ölümüyle sonlanmıştı.

‘Güzel bir ders olmuştur,’ diye düşündü, yüzünde zalim bir memnuniyet ifadesi vardı ve ela gözleri verdiği zararın keyfiyle gece parlamakta olan ay gibi lezzetli bir ışıltı yayıyordu.

Alastair ayağa kalktı, bilyeleri iç cebine ve duruşunu düzeltip üstüne çekidüzen verdi. Odasının içindeki üç sandığa ve iki küçük çantaya baktı. Bunların hepsi büyücünün ininden aldıklarını içeriyordu ve akademiye gitmesi gerekiyordu fakat bunu nasıl yapacağı konusunda pek de emin olamıyordu.

“Kış vakti… Üstüne üstlük gece de yolculuk yapmak zorunda kalacağım!”

Alastair sesli bir şekilde yakınsa da çaresizlikle kendisinin elinden bir şey gelemeyeceğinin farkına vardı ve durumunu sinir bozucu bir iç çekmeyle kabul etti. Yapabileceği tek şey, Grag’in kendisinden ekstra bir at satın almak olacaktı.

“Daha kar yağmaya başlamadı ama soğuğu kendisini güzel hissettiriyor, geleceğinin haberini gayet de iyi veriyor.”

Tak! Tak! Tak!

Çalınan kapıyla birlikte Alastair bakışlarını çevirdi, sonra da dudaklarını yalayıp kapının ardındaki kişi için giriş izni verdi.

Grag yüzündeki neşeli ifadesiyle içeri girdi, son zamanlarda oldukça mutlu gözüküyordu ve Alastair tam olarak nedenini çözebilecek vakte sahip olamamıştı.

“Gidiyor musun?” diye sordu ancak cevabı zaten biliyordu.

Alastair de bunun farkındaydı ancak yine de hoşgörüden ötürü cevapladı, “Evet ama senden ekstra bir at almam lazım. Bunların hepsini tek bir ata yükleyemem.”

“Tabii, tabii!” deyip ardından içeri şövalyeleri çağırdı, zaten kapının önünde hazır bir şekilde beklemekteydiler. “Sandıkları Alastair’in atına ve bir başka ata daha yükleyin. O atın güçlü olduğundan emin olun yoksa arkadaşımıza yolda sıkıntı olur, bu da bizim başımıza patlar.”

“Emredersiniz!”

Üç şövalye sandıklardan başlayarak Alastair’in işaret ettiği eşyaları taşımaya başladı.

Alastair arkalarından onlara kısa bir bakış atıp yayını ve sadağını sırtına taktı, kısa kılıcını da kınına geri soktu. An’ın da omzuna konmasıyla birlikte her şey hazırdı.

“Gidelim o zaman!”

---

Daimhayat Büyü Akademisi’nin cübbelerini giyinen iki genç, hızlı bir şekilde atlarını dört nala koşturmaktaydılar. Gençlerden biri kızdı, yüzünde küçümseyici bir donukluk bulunuyorken diğerinde düz bir ifade vardı ancak kurşuni gözleri şüpheyle parıldamaktaydı.

İkili, akademi tarafından bir adayın peşinden gitmeleri için görevlendirilmişlerdi. Bu görevin verilmesinin sebebi, peşinden gittikleri adayın akademilerine hâlâ ulaşamamış olmasından kaynaklıydı, kendisine verilen süreyi üç gün kadar aşmıştı ve bu akademinin gözünde ciddi bir soruna işaret ediyordu.

Akademinin böyle bir görev vermesinin sebebi, o adayın aldığı görevin asıl içeriğinin bilinmesinden kaynaklanıyordu. Normal bir durumda sadece tek bir kişi gönderilir ve adayın durumu hakkında bilgiler edinilirdi ancak bu seferki öyle değildi.

Durum daha ciddi ve önemliydi bu sefer. Adayın aldığı görev sırasında öldürülmüş olması, bu görevi bütünüyle riske sokabilecek etkili bir etkendi ve akademi yetkilileri de böyle olduğunu düşünüyordu.

Eğer ki adayları öldürülmüşse bu da akademilerinin araştırmaya başlamış olduğuna dair işaretlerin ortaya çıkışını göstermekteydi, bir başka sıkıntıya işaretti bu da.

Karanlık tarafın yaptıklarını öğrenmek, akademilerin işiydi ama bunu gizli bir şekilde yapıyorlardı ve hiçbir akademi bu tarz görevlerde öğrencilerinin akademi tarafından verilen simgeleriyle bezeli cübbelerini giymelerine izin vermezdi.

Bu sayede gizlilikleri bir dereceye kadar korunmuş olur, diğer taraf sadece bir başka tarafın kendilerine saldırmış olduğunu düşünürdü ve aralarında anlaşmazlıklar tekrar vuku bulurdu.

Karanlık tarafın sonu gelmeyen çatışmaları da ünlerine katkı sağlamaktaydı ne de olsa.

Şu anki sadece kurtarma ve minik bir soruşturma görevi olduğundan dolayı öğrencilerinin akademi cübbesi giymesine izin verilmişti. Asıl ekip, şu anki ekipten sonra yollanacak ve görevi devralacaklardı.

“Ölmüş olma olasılığı nedir?” diye sordu genç kız, yeşil gözlerindeki küçümseyici parıltılar bir an bile durmadan parıldamaya devam ediyordu. “Acemi 3. Seviye olan, hatta daha başında olan, bir adaydan bahsediyoruz.”

“Alastair kolay kolay ölecek biri değil,” dedi Arashi, karşısındaki soylunun sözlerini düz ifadesini koruyarak parçalarken. “Onun yaptığı görev sayısını gücüne rağmen yapabilen kişi sayısı çok az. Ayrıca kendisi zeki biri, kolay kolay düşecek biri değil.”

Genç kız kafasını çevirip onun kurşuni gözlerine baktı, sert bir inanış bulunuyordu orada. Daha fazla konuşmadı ve görevine odaklanmayı tercih etti. Ne de olsa öğreneceklerdi Alastair ismindeki adayının sonunun ne olduğunu.

“Yavaşla,” dedi olabildiğince sessiz bir şekilde, yeşil gözleri uzaktaki kamp ateşindeydi. “Birileri var.”

“Bu yol kasabaya giden yol, ondan olamaz mı?” diye sorarak bir olasılık sundu Arashi.

İkili yaklaştıktan sonra atlarını ağaca bağladılar ve birbirlerinden ayrı bir şekilde ilerlediler.

Genç kız, Arashi’ye uzaktan izlemesini ve işler tehlikeli bir hâl alırsa karışmamasını emretti. Ağaçların arasında bir yılan gibi sinsi bir şekilde hareket etti, görülmediğinden emin oldu çünkü ateşin başındaki kişi başını dahi kaldırmamıştı.

‘Belli ki uyuyor,’ diye düşündü ve ardından elini kaldırdı, elinin etrafında sudan oluşma bir kırbaç belirdi.

Tang!

Seri adımlarla kamp ateşine ulaştı ve kırbacını savurdu.

Kırbaç havayı keserek ilerledi ve figüre ulaştı ancak genç kızın istediği sonucu vermemişti. Bir insan etine vurmak ve kan çıkarmak yerine, bir ağacın gövdesine vurmuş gibi hissettirmişti.

Sert ve tok bir ses çıkmıştı.

Fheesh! Fheesh!

Çalılıkların arasında cübbeli bir figür fırladı, gece olduğundan yüzünü çıkartamamıştı ancak ela gözlerini görmüştü. Hızlıca kırbacını çekip tekrar savurdu ancak o gözlere baktığı anda bütün dünyası dönmeye başladı ve dengesini anlık olarak kaybetmesine sebep oldu. Hızlıca kurtulabildi bu durumdan ancak figür çoktan dibine kadar gelmişti.

Figür direkt üstüne atlamak yerine yana kaydı ve bacaklarına hızlı bir tekme attı, dengesini tamamen kaybetmesini sağladı. Yere düşmeden hemen önce kılıcını savurmayı denedi ancak başarılı bir saldırı gerçekleştiremedi, güçlü bir kuvvet kendisini anında engellemiş, elinin hareketini durdurmuştu. Hemen ardından diğer eliyle kırbacını savurmayı denedi ancak o da hızlı bir şekilde engellendi.

Ağzını açmıştı ki bir anda boğazına dayanan kısa kılıçla birlikte geri kapandı, sesli bir şekilde yutkundu.

Ne olduğunu anlayamadan bir anda tutsak durumuna düşmüştü.

“Ortağını çağır ve cübbesini çıkarmasını söyle.”

Genç kız bir süre ağacını açmadı, kurtulmaya çalıştı onun yerine ancak kısa kılıç boğazına daha da yaklaştı ve hatta birkaç damla kan boğazından akarken kılıcı da kirletmişti.

Derin değildi, yüzeysel bir kesikti ama kanın akışını hissetmesi kalbinin hızlıca atmasına sebep olmuş, korkutmuştu kendisini. Düşünceleri tamamen panikle dolmuştu.

“Arashi… Dediğini yap!”

Arashi şaşkınlıkla öne çıktı, genç kızın bu kadar kolay bir şekilde yenileceğini düşünmemişti ve hâlâ neden başka bir büyü de kullanmadığını anlayamıyordu. Yine de bir şey demedi, belki bir planı olabileceğini düşünüyordu.

“Arashi mi?” diye sordu ses, ardından kılıcını çekti ve kızı serbest bırakıp cübbesinin başlığını çıkardı. “Burada ne işiniz var sizin?”

Arashi gördüğü tanıdık yüz ifadesiyle rahatladı, gülümseye başladı, “Akademiye geç gelmenden dolayı ne durumda olduğunu öğrenmek için bizler gönderildik. Cübbelerimizi de mi fark etmedin?”

Alastair omuz silkti sadece.

Genç kız ise ikilinin konuşmalarına kulak misafiri olurken kendi dehşete düşmüş durumunun şokundaydı. Karşısındaki Acemi 3. Seviye aday kendisini kolayca zapt edebilmişti.

Kendisi bir Çırak 1. Seviye adaydı, bunu kaldıramıyordu ve sonuç olarak hazmetmesi de kolay değildi.

“Görev basit bir canavar musallatından daha farklı bir şeye dönüştüğü için geciktim. Göreve dayalı baya bir materyal topladım ancak getirmesi oldukça zor olduğundan dinlenerek gidiyorum.”

“Artık o zaman sıkıntı çıkmaz herhalde, değil mi?” diye sorup kıza döndü Arashi, genç kızın gözlerini öfkeyle Alastair’e diktiğini gördü. “Sana demiştim. Alastair kolay kolay düşecek biri değil.”






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 47022 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr