Uzun süren bir seferin sonunda Kızıl Dağ Paralı Asker ordusu şehre dönüyordu. Bu dönüş Kızıl Dağ Krallığında yaşayan insanlar için çok önemli bir şeydi. Yüz binlerce insan ordunun şehre dönmesini bekliyordu. İnsanlar orduyu karşılamak için birkaç yıl önce Bilge Kral tarafından inşa edilen meydanda toplanmıştı.
Bu meydan Bilge Kral’ın tahta geçişinden birkaç yıl sonra başlattığı bir dizi projenin sonucunda inşa edilmişti. Şehir planlaması savaşçı Kızıl Dağ halkının uzaktan yakından alakası olmayan bir şeydi. Şehir’in amansız büyümesi Corvus’un önceden tahmin ettiği bir şeydi ve kıtanın bir çok noktasından mimarları ve sanatçıları toplayıp onlarca proje yaptırdı. Bir çok yapının yıkılması gerekiyordu bu yüzden başta problemler oldu ancak Bilge Kral evinden olanlara ücretsiz barınma imkanı sağladı ve yeni inşa edilen evleri ücretsiz bir şekilde bu kişilere dağıttı. Şehirde bir çok inşaat vardı ve bu sayede bir çok insan geçici olsa da iş sahibi olmuştu. Bu da halkın şikayetleri bir nebze daha azalmıştı.
Bu çalışmaların en sonunda Bilge Kral, Kızıl Dağ Sarayına çıkan ana yolun üzerine bir meydan inşa ettirdi. Bu meydan saraydan sadece 600 metre uzaktaydı ve saray tüm ihtişamıyla meydandan gözüküyordu. Kısa süre önce Bilge Kral meydana 15 metre yüksekliğinde bir heykel diktirdi. Bu heykel Bilge Kral’ın babasının heykeliydi ve gerçekten Sakhar Tiamat’ın tüm ihtişamını taşıyordu.
İşte bu heykelin altında büyük bir kalabalık ordunun dönüşünü bekliyordu. Çok geçmeden birkaç afacan meydana çıkan yokuşta göründü.
“Geldiler! Kahraman Kızıl Ordu geldi!”
Çocukların bağırışları meydanadaki kalabalığı iyice heyecanlandırmıştı meydanadaki herkes sevdiklerinin sapa sağlam dönmesini umuyordu. Fazla duygusal olan bazı kişiler çoktan ağlamaya başlamıştı bile. Derken meydandaki kalabalığı daha çok heyecanlandıran bir şey oldu. Yer titremeye başlamış yokuşun aşağısından kalkan bir toz bulutu meydandaki kalabalığın dikkatini çekmişti. İlk defa ordunun geri gelişini izlemek için meydanda toplanan kişiler telaşla çevrelerine bakınıyordu. Hatta bazı kişiler deprem olduğunu sanıp etrafı curcunaya verdi. Ancak daha önce orduyu karşılamış olanların yüreği gururla doldu. Keza onlar yerin titremesinin ve yükselen tozun nedenini biliyordu. Tüm bunların nedeni Kızıl Dağ Ordusunun kuvvetli kadın ve erkek savaşçılarının adımlarından kaynaklanıyordu. Tabi ki ordu normalde bu kadar gürültülü hareket etmezdi. Askerlerin tüm kuvvetleriyle adım atmasının tek sebebi güçlerini sergilemek istemeleriydi ve bu konuda çok başarılıydılar. Ordunun tek bir beden gibi olan haraketi o kadar kuvvetliydi ki yer gök inliyordu. Ordu yükseldikçe ses yükseliyordu. Çocuklar korkudan annelerinin eteğine yapışmış, şehirdeki tüm bebekler ise ağlamaya başlamıştı. Ordunun en önünde yürüyen eski kral ve son on yıldır ordunun başında olan Sakhar Tiamat meydana çıkan yokuşun başında belirdiğinde, meydandaki insanlar sevinç çığlıkları atmaya başladı. Bu çığlıklar ordunun adım sesiyle birleştiğinde kulakları sağır edecek bir gürültü oluştu.
Tüm bu gürültünün ortasında meydandaki kimse saraydan gelen patlama sesini fark etmedi. Doğal olarak kimse saraydan doğruca meydana uçan şeyi, meydandaki insanlarla ordu arasına çakılana kadar fark etmedi. Gerçi kalabalığın arka saflarında kalan çoğu kişi bu “şeyi” kalabalıktan yükselen acı dolu çığlığı duyana kadar da fark etmediler. Bu acı dolu çığlıkların nedeni meydana düşen bu şeyin oluşturduğu patlamanın şarapnelleriydi. Onlarca sivil sağa sola uçuşan taş parçaları yüzünden yaralanmıştı.
Ordu anında teyakkuza geçmişti. Özellikle en öndeki Sakhar, bu uçan şeyin doğrudan saraydan geldiğini açıkça görmüştü. Elini kılıcına atıp hızla patlamanın oluşturduğu toz bulutuna daldı. Sakhar toz bulutunun merkezinde ayağa kalkmaya çalışan birinin olduğunu fark etti ve bu kişi garip bir şekilde tanıdık geliyordu.
“Salamas? Hey Salmas kendine gel! -Salamas gözlerini açtı ve bir ağız dolusu kan tükürdü- Hassiktir! Doktor falan çağırın lan! Hey Salamas ne oldu? Montis’i mi sinirlendiniz yine ne yaptınız!”
Salamas’ın göğüs zırhı içe göçmüş, çakılışının etkisiyle vücudunun bir çok noktasında morartılar ve açık yaralar oluşmuştu. Salamas bayılmadan hemen önce Eski Kralın kulağına iyice yaklaştı ve bilinçsizce birbirinden bağımsız birkaç kelime söyledi.
“Şey… Şeytan. -Bir ağız dolusu daha kan tükürdü- Kraliçe… Flora… -gözleri korku doldu- Çatlak!”
Sakhar bu kelimelerle hızlı bir senaryo geliştirdi. Senaryosuna göre şeytanvari biri Kraliçe Fiora’ya saldırmıştı. Tek anlam veremediği kelime çatlaktı ama bunu düşüncek zamanı yoktu. Kafasındaki tüm senaryolarda birisi saraya saldırmıştı ve eski kralın şu an yapması gereken şey hızla saraya gitmekti. Sakhar, Salamas’ın yaralarını bir kez daha hızla kontrol etti ve ardından saraya doğru harekete geçti. Daha birkaç on metre ilerlemişti ki saraydan gelen korkunç bir aura hissetti ve hızını olabildiğince arttırdı.
Tüm bu hengamenin sorumlusu doğumhanenin ortasında oluşan çatlaktan çıkan kişiydi. Bu kişi iki metreden uzundu. Uzun ve örülü beyaz sakallarının aksine kısa saçları vardı. İri ve nerdeyse her santiminde yaralar olan göğsünü kaplayan hiçbir kumaş parçası yoktu. Gerçi alt bedenini kaplayan bir “kumaş parçası” da yoktu. Keza birkaç parça hayvan postunun birleşiminden oluşan bir kıyafetle alt bedenini kapatmıştı. Elinde devasa bir balta vardı ve balta kan rengindeydi.
Bu iri yarı korkunç adam çatlaktan çıkar çıkmaz Salamas’ın kucağında ölü bir şekilde yatan Flora’ya baktı. Flora’ya doğru birkaç adım atmıştı ki Salamas tanımadığı bu şüpheli adamın karşısına dikildi. Hali hazırda zaten karmaşık duygular içindeydi, üstüne tanımadığı tehditkar bir adam ortaya çıkınca doğal olarak düşünmeden kılıcını çekti.
“Kim..”
Salamas’ın ağzından sadece üç harf çıkmıştı ki ayaklarının yerden kesildiğini fark etti. Bir an sonra Kızıl Dağ’ın önündeki ihtişamlı saray görüşüne girmişti ve saray gittikçe uzaklaşıyordu.
Salamas, iri adamın tekmesiyle sarayın dış duvarını parçalayıp meydana doğru uçtu. Altı Duvar’ın Salamas hariç tüm üyeleri odadaydı ve şok içndeydiler. Hiç biri tekmeyi görmemişti bile. Birkaçı elini silahlarına atmışlardı ki bir anda odadaki herkesin sırtına binlerce kiloluk ağırlık bindi. Bu durum sadece bir Uyanmış’ın aurasıyla baskı yapması sonucu olurdu. Problem şuydu ki böyle bir durum yaratmak için kişinin karşındaki kişiden daha fazla auraya sahip olmaları gerekir ki odada bulunan kişiler sadece Kızıl Dağ’ın değil tüm Roi Kıtası’nın en güçlülerinden sayılıyordu. Bu kişiler üzerinde bu kadar ağır bir baskı oluşturabilecek çok kişi yoktu kıtada.
Baskı yüzünden kimse kıpırdayamıyordu. İri adam yerde yatan güzel Flora’ya yaklaştı. Odadakiler göremiyor olsa da adamın yüzü hüzün doluydu. Yaralarla dolu yüzünü bir çift göz yaşı ıslatırken yerde yatan Flora’nın başına eğildi. Korkunç adamdan beklenmeyecek şekilde şefkatle yerdeki kızın yüzünü okşadı. Bu sefer bir çift göz yaşı adamın yüzünü boydan boya gezip Flora’nın alnına düştü.
İri adam derin bir nefes aldı ve ölü annesinin hemen yanında uyuyan bebeği kucağına aldı ve ayağa kalktı. Kucağındaki bebeğe şefkatle baktı. Elini sallamasıyla odanın ortadında tekrar bir çatlak belirdi. Tam çatlaktan içeri girecekti ki eşinin ölümü üzerine yetmezmiş gibi yeni doğan bebeği de iri yarı garip bir adam tarafından kaçırılan Corvus’un sesi duyuldu.
“Ya beni hemen burada öldür! Ya da çocuğumu bırak! Çünkü eğer çocuğumu bırakmazsan, ben, Corvus Tiamat, bir yolunu bulur, canını alırım!”
Corvus bu birkaç cümleyi kurmak için bile çok acı çekmişti. Gözleri kanlanmış ağzının köşesinden kan sızıyordu. Vücudunun yarısı çatlağın içine çoktan girmiş adam kafasını çevirmeden konuştu. Yüksek sesle konuşmuyor olsa bile odanın duvarları titriyordu.
“Kızıma yaraşır bir cenaze töreni düzenle. Cenazeden sonra torunumla birlikte geri döneceğim. Geldiğimde toparlanmış ol çocuk.”
Sözleri biter bitmez çatlağa girdi ve kayboldu. Aynı anda odadaki baskı yok oldu. Corvus birkaç dakika içinde çok yoğun duygular yaşadı. Yorgun hissediyordu ve son birkaç yıldır yorgun hissettiğinde olduğunda yaptığı gibi eşine sarılmak istiyordu. Eşinin cenazesine baktı ve düşündü. Sevdiği kadına bir daha sarılma fırsatı bulamayacağını biliyordu ve gidip yeni ölen eşine sarıldı.
Her ne kadar meydana çakılan Salamas yüzünden kutlamalar bölünse de insanlar hızla kutlamalara döndüler. Tüm şehir kutlama yaparken Corvus eşinin ölü bedenine sarılmış bir çocuk gibi çığlıklar ata ata ağlıyordu. İlk defa bu kadar umutsuz hissediyordu.
Tüm bu olaylar boyunca Kızıl Dağın en yüksek noktasında hüzünlü bir ifadeyle hareketsiz beklemiş olan Montis’in önünde bir çatlak belirdi.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..