...
Askerler gerilen ortamın sıcak kokusunu alarak birbirlerine bakmaya başlamışlardı, farklı türden birimler olmaları bir yana kullandıkları silahlar da farklılıklar gösteriyordu.
En dikkat çekenler yine de, krallığın en güçlü birimlerinden olan kraliyet muhafızlarıydı. Zırhları, kullandıkları uzun mızraklar ve aldıkları formasyonlar...
Greaz en ufak korku zerresi dahi göstermeden, sözlerini destekler biçimde bir aura yayıyordu. Kral olmanın getirileri bir yana, vekil olmanın da kral olmaktan aşağı kalır bir yanı yoktu.
Göğsünü kabarttı ve cümlesinin ardından Melina ile İworick' in nasıl bir tepki vereceğini merakla beklemeye koyuldu.
Greaz' ın sözleri ardından oluşan boğucu sessizlikte; havada süzülen kül tanecikleri, birbirlerine düşman kesilen 3 farklı birliğin de üzerine yağmur gibi düşüyordu.
Her bir asker, başlarında bulunan yetkilisinin onayını almak için can atıyordu. Bulundukları krallık olan Fellam Krallığı' nda savaş çok basit bir olaydı, her an birbirlerine saplayabilecekleri silahlarının olması kendi hayat sigortalarını yaratmaları demekti.
Şu anki kralın önderliğinde krallığın geldiği son durum bundan ibaretti.
Bütün askerlerinin doğuştan savaşçı ruhla doğmasının sebebi de bu kötü yönetimdi. Barbarca ama etkili.
Gene de olabilecek bütün savaşlardan daha feci, daha büyük bir savaş dönebilirdi bu alanda. Bunun bilincinde olup da, hala savaşma isteğiyle dolup taşan askerlerin hiçbirinin gözünde korku zerresi dahi yoktu.
Melina' nın askerleri; Greaz' ın söylediklerinden sonra kılıçlarını, yaylarını, aralarında bulunan bir kaç büyücü de asalarını çıkarmış bir şekilde, Melina' dan istedikleri emri beklemeye koyulmuşlardı.
Üstlerine karşı bu kadar saygısızca konuşan bu adamı öldürmek istiyorlardı, yetkili bir insan olup olmadığı kesinlikle umurlarında değildi. Yeşil zümrüt rengiyle süslenmiş, desenlerle dolu zırhlarıyla, ellerinde tuttukları çeşitli silahlarla her türden birime sahip olan Melina, gene de ağzını kapalı tutmaya devam etti.
Gözleriyle Greaz' ı delip geçen bakışlar atarak sadece susuyordu.
'İnanılmaz bir istek, vahşice katledilen onlarca masumun çığlıklarını şimdiden kulaklarımda duymaya başladım... Doğduğum krallığı bu barbarın ellerine bırakmaktansa, kellemi aldırırım daha iyi!'
Aynısı İworick' in birliği için de geçerliydi, her ne kadar Torheum Krallığı düşmanları olsa da, sevdiğinin krallığını bu barbarın istilası altına bırakmayı hiç istemeyen İworick öldürücü bakışlar atıyordu.
"Onurlu bir düşman, barbar bir dosttan her zaman daha iyidir..." Bunu kendisini bizzat eğitmiş olan babasından öğrenen İworick, böyle bir isteğe karşı boyun eğemezdi. Gururunda ve kişiliğinde olmayan aykırı bir durumdu bu.
"Tch!.. Süt bebesi, savaştan bahsediyorsun ama gram onurun yok!" Aslan yelelerinden yapılmış bir omuzluk giyen İworick'in arkasında duran çok yapılı bir asker, zemine tükürürken yerinde duramayarak bağırdı.
Artık general rütbesine atanmış olan üstlerinin isteğini içlerinde hisseden askerler, aslan kürklerinden yapılmış kalın zırh süsleriyle ve gözlerinde biten savaşma istekleriyle karşılarındaki her şeyi parçalamaya can atıyorlardı.
Diğer askerlere göre daha barbar ve yapılı olan İworick' in askerlerine "Dağ Aslanları" da deniyordu. Generallerinden aşağı kalmayan cüsseli yapılarıyla, resmen etten bir duvar gibi duruyorlardı.
Zırhları genelde deriden yapılsa da, çok sağlam çeliklerden yapılmış önemli bölgelerini koruyan zırh parçaları da mevcuttu. Sarı renge boyanmış zırhlarıyla, kuzeyde yanan büyük bir ateş parçası gibiydiler.
Çok büyük baltalar, ikiz baltalar veyahut devasa çift elli kılıçlarıyla adeta isimlerinin haklarını veriyorlardı.
Greaz, alaycı bir şekilde gülerek sadece bakmakla yetindi. Bu hamlesi kendisine hakaret eden askeri daha da öfkelendirmiş olacak ki, Greaz'a doğru atılan askerini ancak İworick kolunu öne atarak durdurmuştu.
Generalinin bakışlarıyla istemeden de olsa sessizce yerine geçen asker, homurdanmalarına devam etmişti.
Melina ve İworick birbirlerinden ayrı kalacak olmanın verdiği endişe yüzünden, yan yana olsalar bile birbirlerine bakmadan duramıyorlardı.
Çardağın birkaç metre ötesinden yaşanacak bu hengamede, Melina ve İworick; askerleriyle, Greaz' ın 50 kişilik muhafız ordusuna karşı duruyordu.
Nyleah, Greaz' ın arkasında şaşkın bakışlarla yeni yoldaşına bakarken bir yandan da elini envanterinde duran yayına uzatmıştı.
Bu kavgada kendi canının güvenliğini alması şart olmuştu. Bir suçu olmasa da, İworick' in öfkeli bakışlarıyla yıkanıyordu.
'Morian aşkına... Bu deli bütün suçu benden mi biliyor!? Neden suçlu tekrar ben oldum!? Götümü yırtmama rağmen gene bir şekilde oklar bana dönecek gibi duruyor...'
Nyleah hiçbir şey demeden sadece bıkkın gözlerle İworick ve Melina' ya bakarken, Greaz' ın yapacağı hareketi beklemeye koyuldu.
Kimse sonraki hamlenin ne olacağından emin bile değildi.
Ya birbirlerine gireceklerdi, ya da pes edeceklerdi.
Kraliyet muhafızları da, generalleri olan Nyleah' ın arkasında pozisyonunu alarak her an atılmaya hazır hale gelmişlerdi.
Klasik olan mızrak ve kalkan formasyonlarını anında alan muhafızların her biri, kaplan gibi hedefinin üzerine atılmayı bekliyordu. Diğer birimlere göre tamamen zırhlanmış olan bu birim, daha öncelerinde anlatıldıkları gibi deli dehşet savunma gücüne sahiptiler.
Olası bir savaşta bu formasyonu parçalamak saatler bile sürebilirdi.
Greaz, yüzünden silinen sırıtışıyla acımasız gözlerle İworick' e üstten bakmaya başladı. Adeta meydan okuyan bir çift göz ile aklındakileri gerçeğe döküyordu.
'Lütfen bir hamle yap... Yap ve kafatasını ayaklarım altında parçalayarak ezeyim!'
İçinden kükreyerek, gözleriyle İworick' i rahatsız etmeye devam etti.
Uzunca bir süre; dakikalar geride bırakılmışken, iki taraf da hala ilk saldıran kişinin rakibi olmasını istiyordu. Greaz dayanamayarak, sinirlenmiş bir halde tam ağzını açmıştı ki kimsenin beklemediği bir olay oldu.
'İhtiyar!?' Aklından geçirdiği cümlesiyle karşılaştığı kişinin bir olması, yüzündeki tedirginlikten bile okunabilecek olan Greaz' ın beti benzi bir anda atmıştı.
Her iki tarafında arası çok fazla gerilmişken; bir kişinin elini sertçe bir defa çırpıp, genç ama yılların getirdiği yorgunlukla çıkan ihtiyarlamış bir sesle konuşmasıyla bütün bakışlar ona dönmüştü.
"Greaz!"
Melina ve İworick' in yanlarına nasıl geldiğini çözemedikleri, beyaz sakallı ve oldukça tatlı bir ihtiyar adam belirmişti.
Yüzünde bulunan siniri; bembeyaz saçları ve kahve gözleriyle, henüz tamamen kırışmamış cildi olan bu ihtiyarın nasıl yanlarına geldiğini hiçbiri anlayamıyordu.
Her halükarda, boyu 2 metreyi bulan diğer yaşlılara göre bir hayli cüsseli olan bu ihtiyar adamın, hiç de güçsüz bir aurası yoktu. Aksine bilgelikle doldurmuş olduğu besbelli olan aurası, etrafındakileri kendisine hayran bırakıyordu.
Asasını iki kere yere vurdu ve derin bir iç çekti. Tamamen odakları kendisine topladığından emin olduktan sonra, kopacak olan bir fırtınayı durdurmuş gibi bir rahatlamayla kendisi saldı.
Sonrasında kafasını hafif eğerek, sinirlendiğini bariz bir şekilde belli eden bakışlarıyla Greaz' a bakmaya başladı. Hafif tempoda yürümeye başlayan ihtiyar adama şaşkınlıkla bakan üç taraf da, neye uğradıklarını şaşırmıştı.
Birkaç saniye önce sahip oldukları gerginlik tuzla buz olmuş ve bunun yerine gelen bu adamın kim olduğunu anlamaya koyulmuşlardı.
Öte yandan Melina ve İworick; gelen bu kişinin kim olduğunu bir kaç saniyelik afallamanın ardından çözmüş ve kocaman açılan gözleriyle bu kişinin gerçekten düşündükleri kişi olduğundan emin olmak için birkaç defa göz kapaklarını kırpıştırmışlardı.
Aynı şekilde bütün askerler, generallerinin ardından silahlarını anında indirirken, utanç dolu bakışlarıyla hızlıca gerileyerek ihtiyardan uzaklaşmaya başlamıştı.
İhtiyarın kim olduğunu anlamayan kalmayacak şekilde, her bir asker teker teker silahlarını indirmiş, emir bile almadan geri çekilerek savaş auralarını söndürmüştü.
Bu kişinin önünde kılıç çıkarmak, saygısızca davranmak, isteyecekleri son şey olabilirdi. Bu dikkatsizlik hayatlarının tek sigortası olan silahlarının bile ötesine geçebilir ve direkt buz kristallerine dönüşerek parçalara ayrılabilirlerdi.
Ne de olsa karşılarında; kıtanın bilinen en güçlü büyücülerinden birisi olan, Kalingrad diğer adıyla Kalingrad Breü-ür Mopetris Greaht vardı.
"Peh... Amma yaşlandım bu şeyler için Greaz..."
Yürürken Greaz' a bakarak konuşmaya başlamış olan Kalingrad, kafasını sağa sola sallıyordu.
Gözlerinden akan bıkkınlık yüzüne yansımıştı, ihtiyar sinirli bir halde asasını kaldırarak yanına geldiği Greaz' ın; büyük, kalın çelik miğferine, asanın kristal tarafıyla sertçe vurdu.
Lafını bitirmesinin ardından, çevik bir hareketle kaskına vurduğu Greaz' ın tedirginliği, korkuya dönüşmüştü.
Hiçbir şey yapamayan Greaz, olacakların neye dönüşeceğini az çok biliyordu ve bundan iç memnun kalmayacaktı.
Ustasına baş kaldırmanın çok büyük bir cezası olduğunu, üstüne üstlük buna da kendisinin sebep olduğunu bilmek de daha çok canını sıkıyordu.
Asadan yayılan çok kuvvetli mavi bir ışıkla beraber, Greaz' ın bacaklarının bağı çözülürken anında dizleri üzerine çöktü.
"Ostreal' in Sadakati"
Greaz korkak bir tonda ağzını açarak cevap vermeye çalışsa da, daha bir kaç dakika önce Lebis' e yaptığını yaşar duruma düşmüştü.
Korku bütün vücudunu salmışken, askerleri önünde küçük düşürülmesi yüzünden bir yandan da utanç duymaya başladı.
"Usta... Bağışlayın, sadece-"
Yüzü daha da sıkılaşan Kalingrad, çırağının ağzından kendisine işe yarayan bir şeyler çıkmayacağını anlamıştı.
Bu yüzden çırağını yeterince dinlediğini farz ederek, asasını bir kere daha kaldırdı ve oldukça değerli bir ağaçtan yapılmış asanın alt kısmını yere vurdu.
Asa ile temas eden toprak; mavi bir enerji dalgası yaydıktan sonra, mavimsi enerji kristalinden yayılan enerji hüzmeleri, bir damar gibi asanın içinde yayılarak alt kısmına doğru hızla aktı.
"Nüfuz Büyüsü"
Kristal tekrar masmavi ışıklar saçarken, asanın sapından aşağı doğru enerji hüzmeleri göndermeye devam ediyordu.
Asanın toprağa değen kısmından yayılan bir başka mavi ışık hüzmesi; hızla toprağın içerisinden Greaz' ın üstüne akın ederek, vücudunun içerisine doğru, dizlerinin iç kısmından geçerek girmeye başladı.
Greaz, vücuduna akın eden enerji dalgalarını önleyemeyerek olduğu yerde kaskatı kesildi. Açılan ağzı hızla kapanırken, sanki bir elin bütün vücudunu sıkarak hareket etmesini engellediğini hissediyordu.
Melina ve İworick' de hayretle olanları seyrederken ne diyeceklerini şaşırmış bir halde kalakalmışlardı. Gözleri önünde krallığın vekili ilan edilen Greaz' ın çok feci bir şekilde bastırıldığına ilk defa şahit oluyorlardı.
Melina ağzını açarak "Y - yüce büyücü..." dese de, ensesinden geçen soğuk bir ürpertiyle o da ağzını kapamak zorunda kaldı.
Daha önce krallığın bir simgesi haline gelmiş olan, yücelerin yücesi büyük Kalingrad' ın sihrine de ilk defa şahit oluyorlardı.
Ne gibi güçleri olacağından bihaber olunan ihtiyarın, bu denli absürt bir yeteneği olacağını hiç düşünmemişlerdi.
İworick içinden 'Ne de olsa krallığın en güçlü büyücüsü değil mi? Yargılamamak lazım... Ama bu kadarını beklemiyordum' dedi.
Diğerleri gibi olmayan Greaz, ustasının gücünü en iyi bilen belki de tek kişiydi. Gözleriyle pişmanlığını dile getirse de, ustası büyüsünü tamamlayana kadar devam etti.
Yaptıkları ve neden bunları yapmak istediğinin sebeplerini belirtmek istercesine ustasına bakan Greaz, sadece tek bir cümle söylemek istiyordu.
'Hepsi Fellam içindi!'
Tabi ustasının kendi üzerinde kurduğu, bağlılık büyüsü ve nüfuz büyüsü yüzünden tek bir parçasını bile hareket dahi ettiremiyordu.
Kalingrad derin bir nefes vererek asasından enerji iletimini keserek, topraktan kaldırdı. Belli ki daha fazla çırağına eziyet vermek istemiyordu.
Kaşlarını çatarak, elinde tuttuğu asasının ucunu Greaz' a çevirdi. "Bütün bunlar! Hepsini açıklayacaksın! Krallıktan sadece 1 aylığına ayrıldım ve... Buna cüret edeceğini aklıma dahi getirmemiştim!" dedikten sonra asasını tekrar geri indirdi.
Yıllar önce; şu anki gücünü borçlu olduğu buz ruhunu, vücuduna zarar vermeden nasıl özümseyebileceğini öğreten ustası, zamanında kendisine büyük bir sadakat yemini de ettirmişti.
Greaz zamanında, böylesi bir gücün karşılığında, gücünün ustası tarafından denetlenmesine göz yummuş ve kabul etmişti.
Tabii küçükken verdiği bu kararın, büyüdüğünde oldukça büyük bir pişmanlığa dönüşeceğini tahmin edememişti.
Ostreal' in Sadakati, yer yüzünde bulunan en güçlü bağlılık yeminlerinden bir tanesiydi. İhlal edenlerin de cezasını her daim çektiği ve kurtuluşunun bu zamana kadar olmadığı tek yasal büyü olabilirdi.
Usta ve öğrenci arasında yapılan antlaşmaya sadık kalmayan kişi, bütün vücudunun cehennem alevleriyle kaplanarak kül olana kadar yanmasıyla lanetlenirdi. Bu derece ciddi bir yemini etmek, herkesin alabileceği bir karar değildi tabii.
Greaz gene de, geçen seferki gibi bir muhabbetleri olacağından şüpheli de olsa, ustasına bir şeyler söylemek istiyordu.
Hedefinin tek amacının; Fellam Krallığı için olduğunu söylemek ve olmadığı zamanlarda neler yaptığını anlatmak. Şuan için bu istedikleri pek de mümkün durmasa da...
Tabii amaçlarından en önemlisi olan, Kuzeyi fethetme isteğini de dile getirmek istiyordu. Bu sayede ustasının onayını almak ve galibiyetini kesinleştirmek.
En sonunda pes ederek kafasını eğdi ve istemsiz de olsa ustasına boyun eğdiğini belirtti. Bütün yaptıklarını; anlaşılan, oldukça gerici geçen bir konuşmanın ardından, eksiksiz anlatması gerekecekti.
Bu pes edişle beraber Kalingrad kaşlarını çatmışken, az da olsa kendisini rahatlattı ve derin bir nefes aldı.
Son bir defa daha çırağına üstten bir bakış attıktan sonra, arkasını döndü.
Arkasını dönünce kendisine bakan çok fazla sayıda insanı aynı anda görmesiyle önce şaşırdı ve daha sonra derinlerden gelen sesiyle gülerken söylendi.
"Ohh, hahaha! Ne kadar çok kişi... Hmm, Melina ve İworick! Çok güzel! Hazır herkes buradaysa aklımdakileri söylememem için bir sebep de göremiyorum..."
Memnun bir gülümsemeyle kafasını sallarken, asasını tekrar kaldırdı ve devam etti.
"Bugün olanları yok sayarak başlayacağım... Sanıyorum burada bu konuyu çok üsteleyecek birileri yoktur?... Güzel, öyleyse İworick!"
Kalingrad' ın gözleri bir anda mecbur bir şeyi yaptırmak üzere olan bakışlara bürünürken, İworick gerçekten de kötü bir şeyin geleceğini anlamıştı.
Cümlesine devam etmeden önce Kalingrad, büyülü bir şekilde parmaklarını şıklattı ve envanterinde bulunan; kocaman, pofuduk gözüken, kahverengi renkteki koltuğunu arkasına koydu.
Memnun bir gülümsemeyle kendisini koltuğa bırakırken, şaşkın bakışlara tekrar maruz kalan Kalingrad, tek kaşını kaldırdı ve "Ne? Daha önce hiç en sevdiği koltuğunu yanında taşıyan bir ihtiyar görmediniz mi?" dedi.
Ortamı biraz da olsa, yumuşatan bu esprili cümlesiyle Melina göz devirirken, İworick yutkunarak zorla sırıtmıştı.
Kalingrad bir iç çekişten sonra devam etti:
"Evlat... Kuzeyde ender görülen bir yeteneğe sahipsin, ateş... Bu bile seni başlı başına daha kuzeye göndermek için en iyi seçim yapar. Bu seçimimizi kınama lütfen, ne kadar zor olsa da bunu bir sürgün olarak düşünmemelisin..."
Koltuğa iyice yayılırken, asasını kahverengi koltuğun kenarlarına dayadı. Asa elinden ayrıldığı gibi daha önce parıldayan masmavi taşın yaydığı ışık hafifçe sönmüştü.
İworick ağzını açarak bir şey diyecek gibi olsa da, bundan vazgeçerek susmayı tercih etti. İçinden fırtınalar kopsa bile gene de Kalingrad' ın sözlerinden birini bile haksız bulamıyordu.
'Ateş mi... Bir lanet veya kutsama mı artık emin değilim bu gücümden... Sadece birisinin onu benden söküp almasına bile razıyım...'
Yüzü düşen İworick, Melina' ya baktı. Simsiyah, bir kuzgunun attığı bakışları aratmayan gözleriyle, sevgilisinin de kendisine baktığını gördü.
"Özür dilerim evlat... Ama bu maceranda yalnız olmayacağına söz veriyorum. Nyleah, ve sadık bir yoldaşımı da yanında sana yardımcı olması için göndereceğim. Eminim ki Greaz' dan bunu çoktan duymuşsundur... Nyleah!"
İworick ile konuşan Kalingrad' ın birdenbire kendi adını seslenmesiyle irkilen Nyleah, yutkunarak ve resmen ayaklarını yerlere sürterek, büyük büyücünün karşısına geçti.
Arkasından yavaşça önüne geçen komutana bakan Kalingrad' ın gözlerinde beklenen kızgınlık yoktu.
Aksine, merakla neden verilen bu önemli görevi, bu kadar büyük bir başarısızlıkla sonuçlandırdığını öğrenmek isteyen Kalingrad, hırsızın nasıl bir gücü olduğunu merak ediyordu.
Nyleah büyücünün kendisine merakla baktığını gördükten sonra ufak bir rahatlamayla ağzını açtı ve olanları sırayla anlatmaya başladı.
Uzunca bir serüvenin kısa bir özetini neredeyse 3-4 dakikada anlatan Nyleah, soluklanarak derin bir nefes aldı.
"Anlıyorum... Bir gölge savaşçı? Hayır hayır, bu olamaz çünkü sana zarar vermek istemediğini söyledin... Hmm? Anlaşılan gitmek üzere koyulduğu bir yolu var... Bu kadar önemli bilgileri bana verdiğin için teşekkür ederim Nyleah, görevini başardığını farz ediyorum. Şimdilik bu kadar."
İçten bir nefes veren Nyleah, göğsüne dolan hafif dumanlı, köz parçacıklı nefesten sonra, derin bir rahatlama duygusuyla tekrardan eski konumuna döndü.
Greaz o sırada gözlerini devirirken, ustasından Nyleah' ı azarlamasını beklediğini oldukça belli ediyordu.
Kalingrad uzunca bir süre, düşüncelere dalmış bir şekilde göğe doğru baktı. Kahverenginin en yoğun rengine sahip gözlerinde, ne düşündüğünü kimse bilemiyordu.
Birdenbire sanki bir şey bulmuş gibi gözlerini Melina' ya çevirdi.
Melina, yoğun bakışların altında zoraki bir şekilde gülümseyerek bakmaya çalışsa da, Kalingrad' ın baskıcı aurası bütün etrafını kuşatmıştı.
"Melina..."
Kalingrad başını hafifçe yukarı kaldırırken sağ elini, koltuğuna yasladığı asayı almak için uzattı ve hafifçe asanın üzerinde bulunan mavi kristali okşamaya başladı.
Kristal titrek ışıklarını; sanki sahibi tarafından sevilen bir kedi yavrusu gibi, mırıldayan bir edada salmaya başladı.
Kalingrad hafifçe gülümserken, Melina' ya doğru konuşmasına devam etti. "Çok zeki, az da olsa kendisine ait bir bilinci var bu ufaklığın... Tabii gücü, bu kadar tatlı ve uysal olmasa da... Melina, senden bu kristali korumanı istiyorum"
Tek kaşını kaldıran Melina, hafifçe kafasını eğerken şaşırdığı bariz bir şekilde cevap verdi.
"Yüce büyücü... Neden sizin gibi bir büyücü varken, böylesi ender bir şeyi bana korumam için veriyorsunuz?"
Greaz konuşamasa bile ustasının bu isteğine şaşırmıştı, tepki vermek istediğinde ona engel olan büyüye bir kere daha sinir olmuş bir şekilde kendisini kastı.
Kalingrad, gülerek Melina' ya cevap verdi. "Hahaha.. Sana sadece bu taşı değil, buna benzeyen bir sürü taşı korumanı istedim. Bir maden yatağı, Pargaus Sıradağları' nda bulunan bir maden ve tahmin et, bu madende ne var?"
Tahmin etmesine bile gerek kalmadığı cevabı Melina, Kalingrad' ın yavaşça ovaladığı bu masmavi taşla almış oldu.
Kafasına dank eden bilgilerle gözleri bir kere daha şaşkınlıkla açılan Melina, Kalingrad' ın cümlesine devam etmesiyle dona kaldı.
"Torheum, doğup büyüdüğün krallık... Bu taşı kullanarak çok güçlü bir şey yapmayı hedefliyor... Ne olduğunu henüz bende çözemedim kızım, bana yardım etmeni istiyorum. Azmin, başarıların ve disiplinin! Bunlar bana şu sıralar çok lazım olan şeyler, lütfen isteğimi gözden geçir"
Krallığın en büyük büyücüsünden böylesi bir yardım talebinin gelmesi, kendisine oldukça fazla gelen olayların üstüne bir tutam tuz gibi olmuştu.
Ne söylemesi gerektiğini düşünürken, ağzından istemsiz çıkan "Ben... Ne yapabilirim ki?" cümlesiyle sertçe yutkundu.
Kalingrad, gülümseyerek bu cevabı vermesini bekliyormuşçasına çok geçmeden yanıt verdi. "Benim hazırladığım büyük bir orduyla, kendi askerlerini de alarak Greaz' ın yanında Torheum' a yürümen... Bir savaş olmayacak, bu ordu sadece dikkatleri dağıtmak için oluşturulacak"
Kalingrad, bu konuşmanın fazla uzadığını düşündü ve Melina' nın cevap vermesini beklemeden kendisi tekrar ağzını açtı.
"Düşüncelerini kendine sakla kızım, birkaç diyeceğim daha kaldı..."
O sırada hala yerde bağlı kalan Greaz, sinirden dişlerini çatlatırcasına İworick' e bakarken, ustasına kendisini bırakması için yalvarıyordu.
Hala içinde bulunan kin gitmemişti, uzun zamandır göz yumduğu İworick' e ağzının payını vermek istiyordu.
Kalingrad' da bunu fark etmiş olacak ki, parmaklarını tekrar şaklatarak Greaz' ın üstündeki büyüyü bozdu.
Diz çöktüğü yerden hınçla kalkan Greaz, yüksek sesle bağırıp İworick' in üstüne doğru yürüdü.
"Neden gittiğini merak ediyor musun ahmak?! Sana söyleyeyim, o çalınan zırh senin şu beş para etmez hayatından daha önemli çünkü! Eski suikastçıların lideri olan Agathri Leo Noimardi' nin zırhı olan efsanevi bir eşya!"
Kükreyerek yürümeye devam ederken, Nyleah fırlayarak, tekrar Kalingrad tarafından bastırılmadan önce Greaz' ı kollarından tutarak, onu geriye çekmeye çalıştı.
Kalingrad arkasında sinir küpüne dönüşmüş olan çırağına bakmadan kafasını sağa sola sallarken tekrar bakışlarını doğrulttuğu Melina' ya cevap verdi.
"Torheum bizim için çok büyük bir tehdit oldu kızım... Çok kötü emellere sahipler, bunu bilmen şimdilik senin için yeterli. İlerleyen zamanlarda amacını daha iyi anlayacaksın. Doğup büyüdüğün krallığın böyle emellere sahip olması üzücü olsa da, bunu önleyecek olan da sen olacaksın kızım..."
Kalingrad, uzun konuşmasının ardından derince bir nefes daha aldıktan sonra, başladığı konuşmasını bitirmek için önce İworick' e yanıt verdi.
"Dünya' da açıklanmayacak şeyler vardır... Ara ve sebebini bul... Sorunun cevabı bende değil, özür dilerim..."
İworick aklından geçirdiği onlarca soruya, Kalingrad' ın, ağzını açmasa bile cevap vermesiyle şaşırmıştı. Aklından geçenleri bu kadar belli ettiğini fark edememişti.
'Gene de... Uzun bir yolculuk olacak, Melina' dan bu kadar süre ayrı kalmışken bir daha hiç görüşemeyeceğiz bile... Kaderimde bu var demek ki'
Düşen yüzünü toparlamaya çalışan İworick, kendisine "Sorun Değil" dercesine bakan Melina' ya hafif bir tebessüm etti.
"Ve sen! Greaz!"
Kalingrad' ın sesini duyan herkes, bir anda sesini yükselterek bağıran büyücüye gergince bakmaya başladı.
Rahatça yerleştiği koltuğundan, asasından destek alarak kalkarken, sesinde bulunan kızgınlık ile çırağına seslenen Kalingrad, oldukça öfkeli gözüküyordu.
Yumuşak, kahverengi koltuğunu tekrar, çıkardığı yere bir hamlede yollarken, arkasını dönerek Greaz' ın gözlerinin içine baktı.
"Küçüklüğünden beri öfke problemleri olan haylazdan başka bir şey değilsin! Büyü artık! Bu davranışlarınla koca bir krallığı yönetebileceğini mi zannettin!? Bu hakkı sana kim verdi!"
Öfkesi sesinden belli olan Kalingrad' ı duyan askerler, içlerinde biten bir titremeyle yutkundular. Adeta kızdırılmaması gereken bir tanrıyı kızdırmışlar gibi hisseden askerler, birkaç adım daha gerilemişlerdi.
Kalingrad' ın öfkeli sesinden sonra, gökyüzü bir anda kapkaranlık olmaya başlarken, etraf buz keserek donmuştu.
Yavaşça çırağının üzerine yürüyen Kalingrad' ın gözlerinden sızmaya başlayan masmavi enerji hüzmeleri, asasının üzerinde bulunan kristalden de yayılmaya başlamıştı.
Esen rüzgarlar hiddetlenmiş, büyücünün bastığı toprak parçaları hızla donarak kristalleşmişti.
Greaz korkuyla bir kaç adım gerilerken, kolundan tutan Nyleah bile ondan hızlıca uzaklaşmıştı.
"Sana tek bir şans daha! Bu krallığa tek bir utanç daha sürmeye kalkarsan! Sonuçlarına katlanırsın! Beni anladın mı evlat!"
Adeta kükreyerek, çırağına yakınlaşan Kalingrad asasını tekrar kaldırarak Greaz' a doğrultmuştu. Bu sefer sadece doğrultmakla kalsa da, verdiği mesaj oldukça açıktı.
"Beni deneme!"
Greaz başını anlayan tonda sallarken, titreyen çenesiyle çaresizlik içerisinde onlarca insanın içerisinde başını eğerek aşağılanmaya göz yumdu.
Karşısında ustası vardı, kadimlerin kadimi bir büyücü, Kalingrad Breü-ür Mopetris Greaht!
"Hayal kırıklığına uğratmayacağım efendim..." diyen Greaz' dan sonra sakinleşen hava ve açılmaya başlayan bulutlarla, Kalingrad sakinleşerek her şeyi tekrar eski haline çevirmeye başladı.
Bir kaç saniye içerisinde normale dönen alan, tekrardan kül bulutları yağdırmaya başlamıştı.
Bir kere daha, büyük bir büyücünün gücüne şahit olan askerler hayranlıklarını gizleyemiyorlardı.
Tabii içlerinde en çok hayran olanlar da, diğer büyücülerdi. Bir gün bu seviyeye ulaşma hayalleriyle yaşamayan büyücü bulamazdınız.
İworick pes eden bakışlarla, sorular sormak istediği Kalingrad' a bir şey diyemiyordu.
'Ne bulacağım? Kuzey... Orada hiçbir şey yok ki!'
İsyanını dile getirse bile değişen bir durumu olmayacaktı. Greaz bir kral vekiliydi, Kalingrad ise krallığın en güçlü büyücüsü.
Elinden hiçbir şey gelmeyeceği bir durumu daha fazla üstelemek, olduğu konumdan bile atılmasına sebep olabilirdi.
'Burada bitmeyecek... Daha güçlü döneceğim!' Öfkeli gözlerle Greaz' a bakmaya başlayan İworick' i fark eden Melina, yanına yaklaşarak omuzlarından tuttu.
Daha fazla durmak istemediğini belirtecek şekilde, gitmek istediğini söylercesine itekledi.
İworick istemeden de olsa, arkasına dönerek Melina' yla beraber çıkışın yolunu tuttu.
Greaz, eliyle Nyleah' ın da gitmesini işaret etti ve ayrılan grubun arkasından, muhafızları da beraberinde sürüklemesini izledi.
Sakinleşen ortam, kül yağmurlarıyla beraber sadece metal ayak zırhlarının çıkardığı seslerle dolmuştu.
Kalingrad, son bir defa daha çırağına hayal kırıklığına uğramış gözlerle baktıktan sonra, asasını kuvvetlice yere vurdu ve bütün vücudunu saran masmavi ışıklarla, birden, ortadan küçük çaplı bir patlamadan sonra yok oldu.
Greaz gözleri önünde ışınlanan ustasının ardından, geride kalmış bir kaç askere, yerde yatan Lebis' i de alarak kendisini takip etmelerini söyledikten sonra, o da yavaşça harabeye dönmüş malikaneden ayrılmak için yürümeye başladı...
------Kuzeybatı Fellam Düzlükleri, Gwarra Dağı Etekleri-----
"Hahh... Hahh... Gwarra Dağı, ulaşabildim!"
Nefes nefese kalmış Veexis, sonunda büyük bir şehri önüne alan dağın, eteklerine ulaşmayı başarmıştı.
Dağın heybeti, eteklerinden fark edilecek kadar büyük ve hayranlık verici duruyordu. Kuzeyde bu şekilde dağlardan sayısızca bulabilirdiniz.
Kar fırtınaları sayesinde oluşacak çığ felaketlerini önlemek adına, şehrin bariyerlerine ekstra güçlendirmeler yapılmış ve her fırtından sonra büyücüler tarafından temizlenen şehrin üst kısımları sayesinde, bu felaketlerin de önüne geçilmişti.
Tabii, şu anda bu şehri bünyesine alan, dağın arka eteklerindeydi. Bu da demek oluyordu ki, koca şehri en üst tepeden gözleyebilir ve hamlelerini ona göre yapabilirdi. Ayrıca ön kısımlardan girebilecek kadar kendisine güvenemiyordu.
Ne de olsa şehre, aranan biri olarak girmesi mümkün dahi değildi. Ayrıca, çok güçlü bir suikastçı damgası yediği yetmezmiş gibi bir de aranan en büyük hırsız olarak başına büyük bir ödül konmuştu.
Bunu civar köylerden işittiği ufak konuşmalar sonucu öğrenmesi çok da sürmemişti Veexis' in.
Veexis bu noktaya gelene kadar; kar fırtınaları tarafından esir edilmiş düzlükleri geçmiş, onlarca tepelik arazilerden sonra vardığı bu yere ulaşabilmişti. Onca yolun ardından şimdi de, büyük bir dağı tırmanacak kadar enerjiyi toplamalı ve en kısa sürede krallıktan ayrılmalıydı.
Kuzeyde bu kadar yol katetmek bile aşırı zorken, krallığın içerisinde olduğuna şükrediyor ve güvenli yollardan geçtiği için şimdilik rahat hissediyordu. Gene de, sonsuza kadar bu şekilde güvenli seyahat edemeyecekti.
Güvenliği için tek sıkıntı, akıl almaz şiddetlerde esen ve kıyameti koparan kar fırtınalarıydı, bunun haricinde yaşadığı Myniir felaketi gibi bir başka duruma düşmemişti.
"Pekala... Buraya kadar her şey kolaydı, havanın müsait olduğu bir vakit dağa tırmanmaya başlasam iyi olur"
Kendi kendine mırıldandıktan sonra Veexis, hızla kafasını sağa sola çevirerek, bir müddet dinlenebileceği bir bölge aramaya başladı.
Gwarra Dağı' nın etrafında çok sık olmasa da tek tük ağaç grupları bulunurdu. Bunlardan birinin içerisine girerek bir ateş yakmak isteyen Veexis, etrafında bu ağaçlıklardan göremeyince yürümeye başlamıştı.
Oldukça ormanlık alanlara sahip dağın eteklerinde ağaç zor bulunuyordu. Bunda tabii en büyük etken gene yakınlardaki büyük şehirdi. Ayrıca civar köylerin kendilerini ısıtmak için düzenli olarak kestikleri ağaçlar, buna başka bir etken daha ekliyordu.
Veexis için bu açıklık alandaki dezavantaj, oldukça büyük bir kötü şanstı.
'Gel de ağaçlık ara şimdi de... Manam neredeyse tükenmek üzere, hızlı olsam iyi olur, bu yeteneği daha ne kadar açık tutabilirim bilmiyorum'
Veexis adımlarını hızlandırdı ve bir yandan etrafını kolaçan ederek tehlike ararken bir yandan ise sırtını yaslayabileceği güzel bir ağaç bulmaya çalıştı.
Bir kaç yüz metre daha ilerledikten sonra önüne çıkan bir grup ağaçlık görmesiyle, o yöne doğru ilerlemeye başladı.
'Huh? Sanırım şans biraz olsun yüzüme güldü gibi ha? Güzel...'
Etrafa inmeye başlayan bir miktar sis, gözünden kaçmamıştı. Kar fırtınaları gelmeden önce, rüzgarlarını şiddetlendirir ve etrafa hafif sisler indirirdi. Bu durumda Veexis, tekrar zamana karşı yarışmak durumunda kalacaktı.
'Biraz ısınmam ve gözlerimi kapatmam gerek, şeytan gücünün beni ölümsüz kılmadığını unutmamalıyım'
Boş durmayıp aklından kendisini tembihleyen Veexis, bir kaç dakikalık hafif tempodaki yürüyüşüyle ağaçlıklara vardı.
Hava oldukça durgundu, fırtınadan eser kalmamış bir şekilde sadece kar tanelerini gökyüzünden bırakıyordu.
Gene de sis, kendisinin kuzeyin loş bölgelerinde olduğunu hatırlatıyordu.
Hızlıca oturduğu alanı ısıtarak karları eriten Veexis, sırtını yasladığı ağacın; bir kuş tüyü kadar yumuşak olduğunu hissetmişti.
Bulduğu ağaç, oldukça yaşlı gözüken ve büyüdükçe eğilmeye başlayan kocaman bir çam ağacıydı. Dalları her an üzerine düşecek gibi gözüken büyük kar birikintileriyle kaplıydı.
'Kafama düşmez umarım...'
Kafasını ağaca yaslarken, yaktığı ateşin vücudunu ısıtmaya başladığını ve etrafını sıcak havayla doldurduğunu hissediyordu.
"Hah, haftalardır yaslandığım tek ağaç... Dinlendiğim mi demeliyim..."
Birkaç dakika daha bu şekilde uzandıktan sonra, envanterini açarak nelere sahip olduğunu tekrar bir gözden geçirdi.
'Hmm... Silahlar, iksirler, yedek zırh parçaları, pelerin ve bir süre daha yetecek kadar yemek... Bir yatak almayı bile akıl etmemişim hay sikeyim! Yumuşak tüylerle kaplı yastıklarda yatmayı özleyeceğim...'
Somurttu ve gözlerini yukarıya dikti.
Oldukça mayhoş hissetse de, tamamen uyuyamazdı. Nerede olduğunu unutmadan hareket etmesi gerekiyordu.
Ve o sırada dikkatini açık tuttuğuna şükrettiği bir olay oldu.
[ÇIT!.. PAT... PAT... PAT...]
Yeni yaktığı ateşinin başındayken, işittiği ayak sesleri ve kırılan dalların çıkardığı hışırtılarla aniden doğrularak elini ateşe doğrulttu. Simsiyah alevler hızla gözden kaybolurken, etraf tekrardan soğuğun esiri olmuştu.
Daha yeni kurulmuş vaziyetteyken işittiği ayak sesleri yüzünden bütün sinirleri hızlı bir şekilde gerilmişti.
'Birileri var!'
Veexis kaşla göz arasında yok ettiği ateşi karlar ile tamamen gizledi. Erimiş karları düzeltmek için elinden bir şey gelmeyeceği için, hızla envanterinden çıkardığı orta boy bir mana iksirini hızlıca içti.
[+4.500 Mana]
Zırhının kamuflaj özelliğini aktif ederek, sırtını yasladığı büyük çam ağacının üstüne doğru tüm gücüyle zıpladı.
10 saniyede bütün her şeyi hallederek, ağacın üzerine pusuya yatan Veexis, gözleriyle sesin nereden geldiğini teyit etmeye çalışıyordu.
Çok beklemesine gerek kalmadan; on metre ötede, ağaçlıkların arasından geçen bir grup insan gördü. İnsanlardan birisi aşırı yapılıyken, diğerleri ona göre biraz daha zayıf kalıyordu.
Ellerinde baltalarla, hafif tempoda güle oynaya sohbet ederek bir yere ilerliyorlardı.
'Huf... Oduncular, boşa endişelenmişim... Biraz daha öteye gitsem iyi olacak, beni görmelerini istemem'
Veexis içten içe rahatlayarak derin bir nefes verdikten sonra, ağaçtan atlayarak karların içerisine doğru sessizce düştü.
Oduncular çoktan geçip giderek biraz daha ötede durmuşlardı. 'Yakınlarda bir yerde köy olmalı, aslında hana gidip konaklamak daha cazip geliyor ama... Boşversene, böyle iyiyim...'
Göz altlarının hafiften, yorgunluktan nasibini aldığını hissetmeye başlamıştı. Bu gidişle yürüyen zombiye dönüşeceğinden korkuyordu.
Veexis hızla birkaç dakika boyunca, hızlandırma yeteneğiyle beraber odunculardan çok daha öteye geçerek nerdeyse ağaçlıkların sonuna geldi ve durdu.
Ateşini tekrar yaktı ve hızlıca başka bir olay daha yaşamadan gözlerini yumdu...
---- 2.5 Saat Sonra ----
[FSSIIUUVV!!]
Veexis, yarı uykuda olduğu zihniyle kendisine doğru esen büyükçe ve sert bir rüzgarla beraber uykusundan uyandı.
Gözlerini açarken, etrafın neredeyse her yerine sislerin çökmüş olduğunu ve havanın aşırı kuvvetli bir biçimde estiğini fark etti.
"Fırtına... Köyü kapsayan bariyerden geçerek bir köşeye sığınmalıyım, fırtına geçtikten sonra direkt olarak dağa tırmanmaya başlayacağım"
Hızla yerinden kalkıp, yönünü, geldiği tarafta gördüğü birkaç köye doğru çevirdi. Fırtına gelmeden önce yarım saati var gibiydi.
"Şeytan Adımları: Beşinci Seviye"
Gitgide hızlanırken, sislerin içerisinde önünü görmekte zorlanıyordu. Ama gene de kaç haftadır bu şekilde yolculuk yapması sayesinde bu duruma da alışmıştı.
20 dakikayı geride bırakırken Veexis, uzaklarda gözükmeye başlamış olan bariyerleri görmesiyle rahatladı ve son hız bu bariyerlerin içerisinden geçerek köye giriş yaptı.
Bariyerlerden 50 metre ötede, odundan yapılmış küçük surların gerisinde bir kayanın dibine doğru yöneldi.
Bariyerlerin ötesinde, hava oldukça sakin ve durgundu. Sis burada da devam etse de, artık soğuk rüzgarlar ve fırtına yoktu.
'Uzun zamandır girdiğim ilk insan yerleşkesi... Umarım adım buralara kadar ulaşmamıştır... Henüz...'
Yutkundu ve kayaya yasladığı sırtını çekerek, kafasını ufak surlara çevirdi. Meşaleler ile sisin içerisinde belli olan ufak tefek köyü savunan askerler ve çokta büyük sayılmayacak gözcü kulelerindeki çanın yanında bekleyen okçular...
'Kolay yerleşke, kamuflajdayken ön kapıdan girsem bile kimsenin fark edeceğini sanmıyorum'
Veexis saklandığı kayanın ardından zırhındaki kamuflaj yeteneğini aktif ederek çıktı.
"Şeytan Adımları: İkinci Seviye"
Yeteneğinin sadece, havada süzülerek ilerlemesini sağlayan kısmını etkinleştirerek, ayaklarının yerden kesilmesini sağladı.
Vücudu; gri ve siyahın birleştiği tonlarda sis bulutlarına dönüşürken, yerden yükselerek surlara yaklaşmaya başladı.
'Karda ayak izi bırakmayı istemem...' İçinden geçirdi ve odundan yapılmış 5 metre yükseklikteki surların üstüne doğru tırmandı.
Kısa sürede kapattığı mesafenin ardından, köyün içerisini görebileceği surların üstünde, artık askerlerin kendi aralarında konuşmalarını bile duyabiliyordu.
Köyün arka kısımlarında daha tenha bölgelerin olduğu yerlere doğru, havadan uçmaya devam etti. Aşağıda oldukça normal bir şekilde günlük işlerini yapan köy halkı, ortalarda oynayan birkaç ufak çocuk ve mallarını satmaya çalışan tüccarlar dışında bir şey görünmüyordu.
Duvarlarda kendine ait bir resim de yoktu. Bu da aranıyor olduğunun henüz bu köye ulaşmadığının kanıtı oluyordu.
'Huff... Fırtına kısa sürer umarım. Başka bir tehlike istemiyorum...'
Veexis hızla köyün arka kısımlarına ulaştıktan sonra, büyükçe bir ahırın açık olan üst kısmından içeri girerek paketlenmiş büyük saman balyalarının üstüne indi.
Derin bir iç çekerken, etrafta kimsenin olmadığından emin olduktan sonra kamuflaj yeteneğini kapattı ve normal formuna döndü.
Mırıldanarak sessiz bir şekilde "Saman... Çok yumuşak... Uyursam ayvayı yerim, toparla kendini!" dedi.
Girdiği boşluktan yukarı baktığında ise, çoktan başlamış olan devasa kar fırtınasını gördü.
'Sanırım uzunca bir süre daha burada kalacağım gibi...' Veexis, ellerini ovuştururken büyükçe yığılmış saman balyalarının en üstünde rahatça bir yer aradı ve sırt üstü yattı.
Eline aldığı bir parça samanla, dişlerinin arasını temizlerken bir yandan da zamanın geçmesini beklemeye başladı...
--1 Saat Sonra—
"Evet, buradan alabilirsiniz" Veexis, bir insanın konuşma sesiyle dikkatini oraya verirken kendisinin görünmeyeceği bir alandan, samanların arasından bakarak, büyük ahır kapısından içeri giren bir grup insana doğru gözlerini kenetledi.
Toplam altı kişilik bir grup, başlarında duran şişko bir adamdan emir alıyor ve saman balyalarını sırtlayarak el arabalarına dolduruyorlardı.
Belli ki, bir iş için dolacak olan bu ahırda daha fazla kalamayacağını anlayan Veexis hızla kamuflaj yeteneğini etkinleştirerek tavanda bulunan boşluğa doğru yavaşça, çömelerek yürümeye başladı.
O sırada balyaların arasına soktuğu ayağının, dikkati dağılmışken yanlışlıkla o balyalara takılması sonucu tökezledi.
Bir anda onlarca sıralanmış balyanın yukarıdan aşağıya doğru düşmeye başlamasıyla, Veexis içinden küfürler ederken ani bir hareketle zıpladı ve boşluktan dışarı çıktı.
Düşen balyalarla harekete geçen köylüler, anlık da olsa bir bulantı olarak gördükleri Veexis' e korkuyla bakarken, olabilecek en saçma düşünceyle bağırdılar.
"Yaratık! Köyde yaratık var! Askerleri çağırın!" Ahırda çalışan işçilerden birinin bağırmasıyla, alarma geçen diğer köylüler de gözlerinde biten korkuyla dışarı fırladılar.
Veexis, çoktan bağıran adamı duymuş bir şekilde bariyerden dışarı doğru çıkmak için çatılardan çatılara sesli bir şekilde atlamaya başladı.
Fırtına az da olsa dinmiş, arkasında bıraktığı kuvvetli rüzgarların kalıntılarından başka bir şey kalmamıştı.
Sokaklara dökülen köylülerin çığlıklarıyla alarma geçen onlarca asker hızla ahıra doğru koşmaya başlamıştı.
'Sikeyim! Burada bana karşı koyacak birisinin olacağından şüpheliyim ama... Arkamdan gelenlere bir iz bıraktığım aşikar!'
Yüzündeki pişmanlıkla, hızla geçtiği büyük odunlardan inşa edilmiş surları arkasında bıraktı. Onu fark eden birkaç asker, bağırış çağırışlarla odağı tekrar onun olduğu tarafa çekmişti.
Tabii, ne kadar faydası olduğu tartışılır olsa da, çoktan gözden kaybolup giden Veexis' in bariyerden çıkmasıyla artık ellerinden bir şey gelmezdi.
"Ne olduğunu görebildin mi? Aşırı hızlı hareket ediyordu herif! Canavar olduğuna emin misiniz?!" Kendisinin yetkili olduğu belli olan ve diğerlerine göre daha iyi ekipmanlar kuşanmış bir adam, surların üzerindeki askerlere bir bir sorular sordu.
Askerlerden verimli bir yanıt alamasa da, kesinleştirdiği bir şey vardı.
'O herifin canavar olmasına imkan yok! Neden kaçıyordu? Sokayım, şu sıralar oldukça fazla sorunla karşı karşıya kalmam yetmezmiş gibi bir de kaçaklarla uğraşıyorum!'
Bıkkınlıkla kafasını sağa sola sallayan yetkili asker, burnundan verdiği derin bir nefesle apar topar geldiği yere dönmeye başladı.
O sırada Veexis, hızla ayrıldığı köyün bariyerlerinden oldukça fazla uzaklaşmıştı. Yüzüne sertçe çarpan kar taneleriyle görüşü aşırı derecede kısıtlansa da elinden gelen tek şey dümdüz ilerlemekti.
Garysa, git ve çevreyi benim için araştır.
{GAAKK!!} Veexis, pelerininin içerisinden çıkardığı büyükçe bir kargayı gökyüzüne fırlattı. Diğer sıradan kargaların aksine Garysa, oldukça kuvvetli kanatlara ve gözlere sahip çok zeki bir canlıydı.
Büyülü canavarlar kategorisine girmesini sağlayan, küçük de olsa savaşma yetenekleriyle, daha da değerli bir konuma yükseliyordu.
Büyülü canavarlar, kuzey kıtasında sıkça tercih edilen bir savaş seçeneği olmasa da, yer yer oldukça kullanan çok fazla hane vardı. Genelde Griffonlar tercih edilirdi.
Büyük cüsseleri, karada savaşabilecek potansiyelleri ve oldukça hızlı bir şekilde seyahat etmelerini sağlayan devasa kanatlara sahip olmaları, kuzeyde kesinlikle paha biçilemez bir hazine olarak görülmelerini sağlıyordu.
Konumuz bu olamasa da, kuzeyin gerçeği bu yöndeydi. Büyülü canavarlar oldukça değerli ve vazgeçilmezdirler.
Garysa' da bu canavarlar arasında pırlanta gibi parıldayan oldukça sadık bir gözcü, oyalama canavarıydı.
Genelde 5 kategoriye ayrılan büyülü canavarlar; Savaş, Savunma, Yolculuk, Gözcü, Oyalama olarak ayrılırdılar. Kategoriye dahil olmasa da Suikast olarak ayrı bir kategoriye dahil olan hayvanlar da mevcuttu.
Garysa, Veexis' in eski zamanlarda loncaya girdiği dönemlerde keşfettiği çok değerli bir canlıydı.
'Umarım fırtınada çok zorlanmaz... Sana güveniyorum dostum, nerede olduğumu söyle bana' Sahibinin düşüncelerini duymuş gibi gökyüzünden sesini yükselten Garysa adeta son gücüyle çığlık attı.
Veexis, kollarını gözlerine siper ederek yavaşça ilerlemeye başladı. Rüzgar aşırı şiddetliydi, fırtına neredeyse dinme noktasına gelse de bu durumda bile baş etmesi aşırı güç bir durumdu.
{GAAĞK!!} Garysa sanki bir yönü tarif edercesine bağırırken, Veexis çoktan işittiği hayvanının sesine doğru yavaşça yol almaya başladı.
Dakikalar birbirini kovalarken rüzgarlar gittikçe yavaşlıyordu. Veexis çok geçmeden evcil kargasının, onu nereye götürdüğünü, az çok beliren Gwarra Dağı' nın tepesinden anlamıştı.
'Akıllı bıdık... Dağın kenarında bir yerlerde oyuk keşfetmiş olmalı'
{GAAKK!!} Sahibine tepki verircesine tekrar kuvvetli bir çığlık atan Garysa' nın peşinden dakikalarca yürüyen Veexis, uzun bir yürüyüşün sonunda geldiği ufak bir oyuğa doğru içeri atladı.
Yere eğimli olarak, daha önce burada yaşayan bir yer altı canlısının kazdığı belli olan ufak bir boşluktu.
Neyse ki içeriye girmesini önlediği fırtına ve rüzgarlar ile şu anda kuzeyde fırtınanın içerisinde bulabileceğiniz en iyi yerlerden sayılıyordu.
Veexis' in hemen ardından, gökyüzünden yere doğru süzülen Garysa' da hızla oyuktan içeri girerek Veexis' in omzuna kondu.
"Hahaha... Aferin kızım, güzel işti... Al bakalım" Envanterinden çıkardığı bir tam balığı, hemen önüne atan Veexis, mutlu bir şekilde bıkbıklayan kargasının afiyetle balığı gagalayarak yemesini seyre daldı.
'Az kaldı... Dağı geçersem hedefime yaklaşmak için büyük bir adım atacağım...'
Derin bir nefes veren Veexis, hemen ardından arkasındaki toprağa yaslanırken, ayaklarını oyuğunun çıkışına doğru uzattı. Küçük bir ateş yakıp tavana sabitledikten sonra, fırtınanın tamamen bitmesini beklemeye koyuldu.
'Sürekli kaçıp durmaktan nefret ettim... Krallıktan çıktığım an özgür olacağım!'
Kendinden emin bir şekilde ve yarı mırıldanır halde düşüncelerinin arasına dalmışken, zamanın akıp gitmesini izledi.
----45 Dakika Sonra----
[FSIUV...]
Veexis son sert rüzgarların da geçip gittiğini fark edince, olduğu yerden doğruldu ve eğilerek oyuktan kafasını uzattı.
Oyuğun ağzına dolmuş birkaç kar kütlesini, elinde yaktığı simsiyah güçlü alevlerle, eriterek yok etti.
Rüzgarlar hafiflemiş, kar tanecikleri daha sakin düşmeye başlamıştı. Dağın tepesine giden yolun daha gözle görülür hale gelmesiyle Veexis, hızla sırıttı ve "Pekala başlıyoruz. Garysa, git ve yolun güvenli olup olmadığını kontrol et!" dedi.
Onaylayan edada ufak bir gaklamayla yola koyulan Garysa, kanatlarını hızla çırparak gökyüzüne doğru yükseldi.
Onun ardından yola koyulan Veexis, yeteneğini aktifleştirerek hızla uçan kargasına yetişmek için koşmaya başladı.
'Dağın çok fazla kar yağmamış bölgelerinden uçarak bana yolumu gösterecek... İyi ki tanışmışım bu ufaklıkla!' dedi içinden hayvanını överek.
Uzunca bir süre dağın eteklerinden yukarı çıkmaya başlayan ikili, bir müddet kolayca geçtikleri yolların artık kocaman kayalar ve çığ tehlikesi yaratacak kadar derin olan kar kütleleri sayesinde, tehlikeli hale geldiğini görebiliyorlardı.
Artık adımlarının yetersiz olduğunu fark eden Veexis, hızla beşinci seviyeye yükseltirken, yeteneğini sonuna kadar zorlayarak süzülmeye başladı.
Her ne kadar süzülse de, önceden yarattığı titreşimlerle altı kaymaya başlamış, devasa bir kar kütlesinin yavaşça kaydığını fark etti. Dağın çok üstlerine kadar uzanan karlar, yavaşça gelecek olan bir çığ felaketinin haberini almışa benziyorlardı.
Veexis sırtından süzülen soğuk terlerin vücudunu ürkütmesiyle daha da hızlandı.
'Pekala, bu kadar kolay olacağını zannetmiyordum zaten...'
[FSSRRR...] Kaymaya başlayan karların çıkardığı seslerle endişesi katlandı.
Karlar kayarken daha fazla titreşim oluşturuyorlar ve sakince yatan dağın bembeyaz olmuş diğer kesimlerini de ayağa kaldırıyorlardı.
Çok geçmeden ciddi bir şekilde artık aşağıya doğru düşüşe geçen kar kütleleri, çok yüksek seslerle beraber, devasa titreşimler yaratarak kaymaya başladılar.
[BRR!!!] [FSSSRRR!!!]
"Garysa! Dikkat et kendine!" Sahibinin uyarısıyla daha da yükseğe çıkan karga, artık hangi tarafın daha az kara sahip olduğunu seçmekte zorlanıyordu.
{GAĞĞKK!!} Öncekilere göre daha sert çıkan çığlığıyla, sahibine yönünü belirtmeye devam etti.
Ayağının altından kaymaya başlayan kar kütleleriyle, ilerilerde biriken kocaman bir dalga gibi gelen karları görmesi bir oldu.
'Siktir! Üzerinden zıplayarak geçmem gerek!' Gerilerek, sıçrama yeteneklerinden birini kullanmaya hazırlandı.
Şehirden aldığı, bir kaçak olmadığı zamanlardan kalma çeşitli yetenekleri, şimdiden ona yardımcı olmaya başlamıştı.
Veexis, büyük kar dalgası hızla kendisine gelirken sıçrayarak, neredeyse 5 metre yükseklikteki dalgayı atlatmak için doğru anı bekledi.
Saniyeler içerisinde büyük bir hızla kendisine gelen dalga, kendisini yutmadan önce hızla ayaklarını kısa süreliğine yere basarak güç aldı ve "Göğe Yükseliş" adlı yeteneğini kullandı.
Birdenbire ayaklarına dolan hava basıncıyla yukarı doğru itilen Veexis, adeta bir tavşan gibi neredeyse 7 metre yukarı zıpladı.
Çok geçmeden aşağı doğru düşüşe geçmişken tekrar "Şeytan Adımları: Beşinci Seviye" yeteneğini aktifleştirdi ve süzülerek yerden 2 metre yukarıda tepeye doğru çıkmaya devam etti.
'Bunu tekrarlamaya devam ederek bütün bir dağı geçeceğim... İçimde uyuyan şerefsiz şeytansa sadece olanları izleyecek! Nerde adalet!'
Yere doğru sinirlice tükürürken, gözünü zirveden ayırmadı. Sinirini hissetmiş olan Garysa da, adeta küfredercesine büyük bir çığlık attı.
{GAĞĞĞĞKKK!!!!!}
----20 Dakikanın Ardından----
"Garysa! Aferin lan sana! Huff... Gebermeye milimler kalmıştı! Hah..."
Kocaman, 15 metre büyüklüğünde bir dalganın kendisine gelmesiyle, Veexis ne yapacağını düşünürken Garysa' nın yeteneklerinden biri olan "Rüzgar Mermisi" yeteneği, kurtuluş için kısa bir aralık açmıştı.
Devasa çığ dalgasının ortasından geçen kuvvetli bir mermi, geçmesi için gerekli olan boşluğu yaratarak hayatını kurtarmıştı.
Bir kere daha içten bir şekilde kargasının gagasının altını okşadıktan sonra, adeta sırıtan hayvanına doğru "Sırıtma be! Alt üst hayatımı kurtardın heh? A-ah! Tamam dur! Dur hahah!" söylenirken, omzundan kulağını ısıran Garysa ile gülerek cümlesini yarıda kesti.
Kargasının girmesi içini simsiyah pelerinini açarken, gülümsüyordu. Uzun süredir bu kadar mutlu olmamıştı, ailesinin kaybını unutmak son derece acı verici olsa da gülmek iyi hissetirmişti.
Garysa'nın girdiği pelerininin ise normal bir pelerinden ayırt edilebilecek olan en büyük özelliği, içerisinde barındırdığı ufak bir uzay boşluğunun olmasıydı.
Canlı varlıkların da girebilmesini sağlayan bu özelliği pelerine ekletebilmek için oldukça yüklü bir meblağ ödemişti.
Hatırlamasıyla yüzü buruşurken içi tekrardan yandı.
'Aman... Her kuruşu değdi ama!' Giden paralarını unutmak için kendisini avuturken, artık dağın zirvesindeydi.
Büyük, görkemli ve Fellam Krallığı' nın en ortasında yer alan kudretli bir dağ. Gökyüzü, fırtınadan sonra açılmış bir halde bütün maviliğini aşağıdaki şehre vuruyordu.
Eteklerden tüten büyük dumanlar ve devasa surlarıyla, altında duran şehir minnacık kalıyordu. Adeta bir tanrıymışçasına hissederken, içine dolan huzurla kollarını iki yana doğru açtı.
Derin bir nefesle göğün yükseklerinden çektiği soğuk rüzgarın ciğerlerinde gezinmesini hissetti. Yüzüne çarpan buz gibi soğuk rüzgarlar, kar tanecikleriyle birkaç dakika bu şekil kaldı.
Ne de olsa normal bir insan değil, güçlü bir askerin bile gelebilmesi zor olan bir bölgedeydi, metrelerce yüksekte aşırı soğuk olan bir dağın zirvesinde...
"Sokayım... Adeta özgürlüğü bulmuş gibiyim be!" Mutluca gerindi ve Hjuras Dağları' nın olduğu taraflara baktı. Konuşurken ağzından çıkan dumanlar, kuzeyin adeta feneri olan büyük dağın üzerlerine doğru düşüyordu.
Karşısında duran Hjuras Dağları'nı daha net görmek için, dağın üstündeki ufak tefek kayaların birisine çıktı ve doğrulurken içinden geçirdi. 'İnanılmaz... Adımımı atsam ulaşacak gibiyim... Çok ama çok uzaklarda olması gerçeği beni geriyor, zaten sadece zirvesini görebiliyorum... O kadar büyük bir dağa nasıl tırmanacağım aklım almıyor! Yaşamın olmaması da cabası...'
Görkemli manzara artık keyfini bozmaya başlamışken kayadan atladı ve hafifçe karların üzerine doğru saplandı. Kaç metre yukarıdaydı bilmiyordu ama... "Siktir... Biraz daha kalırsam buzdan heykele döneceğim! Şehre doğru diğer taraftan sakince insem iyi olur..."
Veexis, sonsuzluğa doğru uzanırcasına duran aşağılara doğru ilk adımını attı. Ayaklarına saplanan karları umursamadan üzerindeki gerginliği alıp götüren manzarasıyla inmeye devam etti.
İlk hedefini başarmış olmanın verdiği motivasyon ve mutluluk ona uzunca bir süre yetecek gibiydi. Şimdi ise önünde başka bir engel daha vardı, Fellam'ı terk etmek.
Arkasında kalan büyük kuzey manzarası ise son ışıltılarıyla parıldıyordu. Gecenin getireceği muhteşem manzaralarını gözler önüne sermeden önce, büyük bir güneşin son demleri dağın üstüne vuruyordu.
Sadece kocaman bir dağın üzerinde, belki de sayılı yerlerde görülebilecek muhteşem bir manzarayı ortaya koyuyordu.
Büyük karlarla kaplı dağlar; adeta pırlanta gibi parıldarken, kuzeyin elleri olan uzaklarda esen büyük kar fırtınaları bir toz gibi gözükürken, buzullarla kaplı düzlükler, ağaçlıklar minyatür bir şekilde dururken, büyük bir hedefi gerçekleştirmek üzere koyulan küçük bir insanın gözleri önünde ışıldıyorlardı.
Sanki veda edercesine, kuzeyin ruhu Veexis'i dağdan uğurluyordu.
Kuzeyin bir yanı da buydu işte. Korkutucu ama muhteşem... Sanki bir meleği cezbeden şeytan gibi, korkutuculuğunu içinde saklıyor ve doğru anı bekliyordu.
Gene de, naifliğinden ödün vermeyerek her işi kusursuzca ve sakince yapıyordu. Belli bir düzeni inşa eden bir usta gibi, bazen dövüp kırıyor bazen ise aklın bile alamayacağı işler başarıyordu.
Belki de, bu insanın yapacağı bir iş gibi. Ya bir çekiç ile duvarlarını yıkacak ya da büyüleyici, çelikten yapılmış gibi yepyeni bir sur yaratacaktı.
Gene de, büyük işler her zaman sorumluluk gerektirirdi. Veexis, ailesi için veyahut dünya için bu maceraya atılmamıştı. O intikam istiyordu, özgürlük ve sonsuz güç...
Her insanın kibrinde olduğu gibi, onunda kendine has bir biçimi vardı. Açgözlülük ve daha fazla açgözlülük.
Yavaşça inmeye başlamış Veexis, yıllar sürecek olan macerasında belki de, ilk ve en büyük adımını atmıştı.
Kuzeyi görmüş ve korkmuştu, korkmayacak ne vardı ki?...
------------------------------------------------------------
Bu Bölüm Toplam 6666 Kelimeden Oluşmaktadır.
Evet... Bittiiiii!
İlk cilt bitti la!?
Valla bitti... Hadi yazarınız az tatile gidiyor byby
Ekgşmrvşöevşr şaka bir yana bitirdiğim için rahatladım, sonuna kadar açık vermeden bir kapanış yapmak aşırı zor bir iş.
Bölüm geç geldi baya geç geldi, ama uzunluğundan anlamışsınızdır zaten nerden baksan 3-4 bölüm ediyor tek başına.
Umarım bu telafi eder... Şimdilik yb yok, editlerle seriyi baştan bir düzene sokacağız editörüm yani kızıllığım ItsMeCharon ile.
Şimdiden buraya kadar takip eden herkese teşekkür ederim, yeni ciltte görüşmek üzere beyler bayanlar!
Hepinize,
İYİ OKUMALAR, GÜNLER VE AKŞAMLAR...
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..