En Güçlü Olacağım! - Giriş


Türkiye/Tekirdağ.

 

Tekirdağ’ın ilçelerinden birisi olan Çorlu’da hava her zamanki gibi kirliydi. Neredeyse bir perde oluşturacak toz parçalar gökyüzüne doğru yükseliyordu. İnsanların maske takma zorunluluğunun en büyük sebebi olan bu toz parçaları, fabrika bacalarından çıkan dumanların bir tezahürüydü. Kontrolsüz sanayileşmenin en çok vurduğu yerlerden birisiydi; Çorlu.

 

Çorlu’nun tam merkezinde büyük bir futbol stadyumu vardı. Bu stadyum Çorlu’nun en büyük spor alanlarından birisiydi. Tribünlerin bulunduğu bölgede ise çeşitli dövüş sanatlarının eğitiminin eğitiminin verildiği büyük bir dojo vardı.

 

Dojonun içinde.

 

Yetişkinliğe erişmemiş bir çocuk gardını bozmadan karşısında ki iki hocaya baktı. Bu çocuk  1,80 sınırını çoktan aşmış bir uzunluğa sahipti. Vücudu da oldukça yapılıydı. Bir savaş için biçilmiş kaftan denebilirdi. Çünkü oldukça orantılı ve patlayıcı kasları vardı. Sadece orada durmasına rağmen insana her an saldıracak bir kaplan hissiyatı veriyordu.

 

Bu kişi Akın Melih’ti.

 

Akın Melih gardını en ufak bir şekilde bozmadan karşısında ki iki adama baktı ve gülümsedi, “Hocam… Yıl olmuş 2030 ancak hâlâ Antik Dövüş Sanatlar’ına çalışan birisini arıyorsunuz.  Vücut Sıvıları ortaya çıktığından beri artık dövüş sanatlarına pek ilgi kalmadı. İnsanlar savaşmayı sadece saf güçten ibaret sanıyorlar. İş yakınken vaz geçin. Daha gencim, yaşayacak uzun zamanım ve başarmam gereken çok şey var.”

 

İki hocadan birisi Akın’ın dediklerini umursamadan duruşunu aldı. Bir eli önde, diğer eli arkadaydı. Bacakları da benzer bir pozisyon almıştı. Gözleri bir kartalı andırıyordu. Keskin ve delici. Akın Melih’e kilitlenmişti.

 

Diğer hoca daha rahattı. Kollarını ve bacaklarını sıvadıktan sonra sarkastik bir şekilde gülümsedi, “Akın… Böyle küçük bir dojoda o kadar fazla şey öğrendin ki… buraya gelmememiz imkansız olurdu.  Kempo, MMA, Muay Thai, Savate, Tang Soo Do, Jiu Jitsu, Cuong Nhu, Shuhari, Krav Maga, Pyong Hwa Do, Ba Gua Zang, Taido, Shorinji Kempo, Daito Ryu Aiki, Kali, Escrima, Arnis, Sanshou, Judo, Kuk Sool Won, Pencak Silat, Sambo,  Bojuka, Dim Mak, Hapkido… Bir asker için olabilmek için fazla mükemmelsin. Diğerleri tarafından keşfedilmeden seni almalıyız. Bu kadar fazla şeyin temellerini kaptın ve kendin geliştirdin. Vücut Sıvıları ile geliştirildiğini düşünsene? Ortaya mükemmel bir asker çıkar! Böyle bir şey…”

 

Akın Melih’in babası bir Taekwando ustasıydı. Kore, Çin, Japonya gibi Asya ülkelerinde çeşitli dojolarla üstünlük savaşına girmiş, Akın Melih’i de yanında götürmüştü. Bu yüzden Akın Melih dövüş sanatlarının karmaşık ve engin dünyasında kaybolmuştu. 6 yaşından beri her gün saatlerce antrenman yapmış ve çeşitli dojolara kafa tutmuştu. Ve farkında dahi olmadan bir çok dövüş sanatında uzmanlaşmıştı.

 

Kısaca; Melih dövüş sanatları ile kafayı bozmuş bir manyaktı!

 

“Heh. Beni böyle bir yere kabul etmenizden şüphelenmeliydim. Hızlıca bitirelim.” Melih hızlıca bitirmek istiyormuşçasına saldıracağının sinyalini verdi. Duruşu bir anda değişti ve bir mermi gibi patladı.

 

Her zaman sakin duran kartal bakışlı hoca bir anda panikle geri çekildi. Bu hocanın adı Osman’dı. Ve kendisi Türkiye Cumhuriyeti’nin sahip olduğu en büyük organizasyonu olan; Akıncılar’ın bölük komutanlarından birisiydi. Sadece bölük komutanı olmasına rağmen oldukça prestijli ve ağırlığı olan birisiydi. Ayrıca bir dâhiydi. Savaş sanatlarında usta olmakla beraber, engin bir deneyime sahipti.

 

Osman Akın’ın sıradan gözüken yumruğunun arkasında korkutucu bir güç hissetmişti. Bu yüzden onlarca savaşın törpülediği dövüş sanatlarıyla karşılık verdi. Geri çekildikten sonra tereddüt etmeden karşı saldırıya geçti.

 

Daha reşit olmamış bir çocuğa karşı bile acımıyordu. Çünkü savaş alanında duyulan merhamet, kendi ölümünün habercisi olurdu.

 

Akın Osman’ın saldırısını görünce gülümsedi ve atağını insanüstü bir kontrolle başka bir yöne; Osman’dan birkaç metre ötede duran Mete Hocaya çevirdi.

 

Savaşın yönü bir anda değişmişti. Sadece izlemekle yetinmeyi düşünen Yarbay Mete bir anda bu çocuk oyunu gibi gözüken savaşa dahil olmuştu. Asıl gücü ateşli silahlar olmasına rağmen Mete yakın dövüşte küçümsenemezdi. Bir anda baskın Akın, bastırılan taraf olmuştu.

İki dövüş ustası onun için çok fazlaydı.

 

Ancak Melih korkmadı ya da paniklemedi, aksine yüzüne büyük bir gülümseme belirdi. Öyle bir gülümsemeydi ki, onun işini bitirmek için güçlü bir hamle yapacak Mete’nin kanını doldurdu. Savaş alanında kazandığı içgüdüsü bir anda çığlık atmaya başladı.

 

“Osman! Hemen geri çekil!”

 

Mete Akın’dan uzaklaşırken yoldaşına bağırdı. Ancak geç kalmıştı. Osman daha tepki dahi veremeden Akın’ın stili değişti ve Dim Mak isimli dövüş sanatına geçti.

 

Dim Mak basınçlı savaş olarak bilinen bir dövüş sanatıydı. Çeşitli akupunktur noktalarıyla rakiplerin vücuduna karşı hassas olan yerlere saldırmaya odaklanırdı. Bazı Dim Mak ustalarının bu dövüş sanatını kullanarak düşmanları nakavt ettikleri, hatta öldürdükleri biliniyordu. Ve bunu sadece çıplak elle başarıyorlardı.

 

Akın bir anda bir taştan oluşmuş bir golem gibi göründü. O atik kaplan yerini; yıkılmaz bir taş goleme bırakmıştı. Açtığı elleri geri çekilmeye çalışan Osman’ın göğsüne inmişti.

 

Tık!

 

Boğuk bir iniltiyle beraber tok bir ses çıkmıştı. Zaten dengesini yitirmiş olan Osman iyice dengesizleşmiş ve Akın’ın ardışık saldırılarına karşılık verememişti.

 

Birkaç hamle bir saniyeden kısa sürede gerçekleşti.

 

Bir balyozu andıran eller, orta yaşlı adamın ağzından kanlar gelmesine neden olmuştu.

 

Huuf.

 

‘Heh.’ Akın sırıttı. Osman ayaklarının altındaydı. Dudaklarının kenarından kanlar süzülüyordu. Gözleri kapalıydı. Belli ki bilincini kaybetmişti.

 

Şaşkın bir şekilde Osman’a bakan Mete kafasını kaldırdı. Şaşkın bakışları hafif bir gülümsemeyle zaferini kutlayan Akın’a sabitlenmişti.

 

Onu küçümsemişlerdi.

 

Akın’ın yaptığı ani dövüş stil değişimi çok ama çok zor bir şeydi. Mete daha bu seviyeye dokunamamıştı. Dipsiz bir kuyu misali ustalık gerektiriyor, zihin, duygu, düşünce ve bedeni birleştirmesi gerekiyordu.

 

“Sen… Ruhsal Bütünlük’e eriştin mi?”

 

Akın ellerini silkelerken hiçbir şey söylemedi. Tekrardan duruşunu aldıktan sonra tekrardan saldırdı ve sağ bacağı bir kırbaç misali Mete’nin ensesine indi.

 

Tok!

 

Mete sanki bir tüyü itiyormuş gibi rahattı. Derin bir nefes aldı ve yakaladığı bacağı sıktı. O uzun süredir Vücut Sıvılarından alıyordu. Bu dövüş sanatlarına hakaret olsa da pek umursadığı söylenemezdi. Sonuçta insani sınırları daha da geçecek ve yaşam süresini artıracaktı.

 

Kim ahlakı önemserdi ki?

 

Her zaman sakin olan Akın’ın göz bebekleri küçüldü ve kendini birden geriye bıraktı. Dengesi vücudu yere sert bir şekilde düştü ve kafasını yere vurdu. Ancak pek bir şey olmamıştı. Hem Mete’nin ayağını tutmasından dolayı hafiflemiş düşüşü, hem de yerdeki minderler sayesinde hasarsızdı.

 

Ancak bir anda yerinden fırlamış Osman’ın ifadesi onun mağlubiyetinin fermanı gibiydi.

 

Yenilmişti.

 

Yenilmeyi bekliyordu ancak bu kadar hızlı olmayı beklemiyordu.

 

“Ah… Ruhsal Bütünlük’ü kullanamıyorum.”  Akın iç çekti ve kafasını salladı.

 

Mete alaycı bir şekilde gülümsedi ve bir sigara çıkarıp ağzına yerleştirdi. “Anlaşıldığı üzere hâlâ o seviyeye erişememişsin. Dövüş sanatlarının zamanı geride kaldı. Artık her şey teknolojiye kaldı.” Cebinden çıkardığı çakmakla sigarasını yaktı ve devam etti. “Seni istememizin sebebi hızlı öğrenen zihnin ve çok hızlı uyum sağlayan bedenin. Özel bir eğitime girersen bizi uluslararası arenada temsil edecek bir timin başına geçersin. Merak etmene gerek yok…”

 

Akıncılar Melih’e önem veriyordu. Teknoloji her yıl iki kat daha gelişirken, yakında insanlar etkilerini yitirecekti. Lakin ülkeler arası diplomatik ve ekonomik çatışmalar oluşmaya başlamıştı. Sakin gözüken gökyüzünün altında derin komplolar ve gizli çatışmalar dönüyordu. Türkiye Cumhuriyeti yetenekli savaşçılara hiç olmadığı kadar ihtiyaç duyuyordu.

 

Melih derin bir iç çekti. Vatanına o kadar aşık birisi değildi. Tek isteği dövüş sanatlarını zirveye çıkarmak ve nihayete erişerek ölümü beklemekti. Bu babasının ona verdiği son görevdi. Sırf bunun için bile okulu bırakmış, bir işe girip her şeyini dövüş sanatlarına yatırmıştı.

 

“Beni sonuna kadar destekleyeceğinize ve bir intihar askeri olarak göndermeyeceğinize söz verirseniz neden olmasın? Ayrıca birkaç şartım daha var.” Melih bacağını Mete’den kurtardı ve ayağa kalktı.

 

Osman ona öfkeli bir şekilde bakarken, Mete rahat bir nefes verdi. Akın Melih’in Akıncılar’a gelmesi onun için büyük bir liyakat olacaktı.

 

Akın vücudunu esnetirken bir anda kaşları çatıldı ve Mete’ye baktı. Onunda kaşlarını çattığını görünce içini büyük bir korku sardı. Kalbi taramalı bir tüfek gibi çarpmaya başlarken vücudu çığlık atmaya başladı.

 

O sırada Mete bağırdı ve telaşla Akın’ı yere itip, üzerine yattı.


Neler olduğunu anlamayan Akın’ın gözleri bir nedenden dolayı kapandı. 


***






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46895 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr