Bölüm 9: Akhan? (3)

avatar
541 6

En Güçlü Olacağım! - Bölüm 9: Akhan? (3)




Kelebekler Akhan tepki dahi veremeden onun dibine geldiler ve kara deliğe çekilen maddeler gibi vücuduna çekildiler. Yarım saniyeden kısa sürede yüzlerce, belki de binlerce kelebek Akhan’ın vücuduna girdi. Akhan bilincini kaybederken, kelebeklerden bir iz kalmamıştı. Sanki hiç var olmamışlardı. Ortada sadece Akhan’ın küçük, bir o kadar da narin vücudu kalmıştı. 



***

 

Akhan kendini bir anda cennette bulmuştu adeta! Yemyeşil kırların sonsuza kadar sürdüğü, çeşit çeşit parıltıların bir çiçek misali yeşerdiği bir yerdeydi! Renk renk ışıkların boyutu epey farklıydı! Kimisi on santimdi, kimisi on metre, kimisi Akhan’ın tahmin edemeyeceği kadar büyük! Ancak hepsinin ortak bir özelliği vardı. O da hepsinin eşsiz bir güzelliği olmasıydı! Ne olduğunu bilmese de kalbi ve bedeni buradan ayrılmak istemiyordu.

 

Akhan etrafa biraz daha bakındı ve gözleri bir şeye takıldı. Etrafta ki her şey parıldıyordu. Bu yüzden şekilleri belli olmuyordu. Ancak yüzlerce metre yüksekliğe erişen koca ışıklardan birisi opaktı ve herhangi bir ışık yaymıyordu. Akhan oraya döndü ve dikkatle inceledi.

 

Ağaç bir kayın ağacını andırıyordu. En az beş yüz metre boyutundaydı ve dünyadan daha eskiymiş gibi antik bir hissiyat veriyordu. Ağaçları öyle bir yeşildi ki, yeşil rengi buradan gelmiş gibiydi. Kahverengi dalları ve gövdesi, insana sıcak bir hissiyat veriyor, annesine bakar gibi hissettiriyordu. Kökleri bile on metre kalınlığında olan bu ağacın en ince dalı doksan metre uzunluğunda, elli metre kalınlığındaydı.

 

Akhan yavaşça başını indirdi ve ağacın altına baktı. Ağacın altında altın renkli bir göl vardı. Sürekli ağaçtan bir damla damlıyor, tüm çevreyi inletecek bir ses çıkarıyordu. Gölün hemen üstünde sayıları yüze ulaşan ışıltı vardı. Hepsi birbirinden güçlü ve antik aura yayıyor, yüzlerce metre uzakta olan Akhan’ı ürpertiyordu.

 

Akhan bir süre bakındıktan sonra kalbi bir anda daha hızlı kan pompalamaya başladı ve bir şey hissetmeye başladı. Sanki bir şey onu kendine çekiyordu. Bu his biraz garipti, ancak zaten ne yapacağını bilmeyen Akhan takip etmeye karar verdi. Akhan yavaşça yürüdü, ışıkların arasından geçti ve bir yere vardı.

 

***

 

Akhan ne kadar yürüdüğünü bilmiyordu. Burada zaman algısı yoktu. Bir saniye bir saniyeydi, iki saniye bir saniyeydi, üç saat bir saniyeydi. Hiçbir şey hissetmiyordu, zaman konusunda! Yürümeye devam ettikçe etti. Kaç saat, kaç kilometre yürüdüğünü bilmiyordu. O garip hissiyat, bir mağaraya geldiğinde duruldu. Mağara karanlığın esiri olmuştu. Bir aydınlatma yoktu. Ancak Akhan bu hissin oradan geldiğini biliyordu. Bu yüzden oraya yürüdü.

 

Mağaraya girdikten sonra hiçbir şey göremedi. Ancak hisleri ilerlemesini ve karanlığın içinden geçip hedefi bulmasını söylüyordu. Akhan farkında dahi olmadan devam etti ve mağaranın derinliklerine indi.

 

Attığı her adımda vücudunu saran o garip çağrı güçleniyordu. Bu garip bir şeydi. Sanki babasının onu çağırması gibiydi. Onun yanında bulunması gerektiğini hissediyor, eşsiz bir bağlılık duyuyordu. Garip bir hissiyattı. Akhan’ın alışık olmadığı türden.

 

Bir dakika boyunca zifiri karanlıkta yürüdü ve bir ışık görmesiyle durdu. Işık buz mavisiydi. Öyle ahım şahım bir parlaklığa sahip değildi, dışarıda bulunan ağacın altındaki ışıklar ile karşılaştırılamazdı. Ancak garip, bir o kadar da tanıdık bir hissiyattı. Akhan afallamıştı. Öküzün trene baktığı gibi ışığa bakıyordu. Işık yarım metre büyüklüğündeydi. Buz mavisi parıltısı, soğuk bir aura yayıyordu. Ona bakmak kışın çıplak bir şekilde koşmaya benziyordu. Vücudunun içi yanıyordu, ancak teni demir gibi soğumuştu.

 

“Bu… bir ruh mu?”

 

Akhan bu hissiyatın o ışıktan geldiğini anlamıştı. Aklına gelen ilk şey bu ışığın bir ruh olmasıydı. Çünkü okuduğu kitaplarda benzer betimlemeler bulunuyordu.

 

“Hm. Daha hiç gelişmemiş iken eşlikçi ruhum ile bağlantı kurdum. Bu işte bir bityeniği var.” Akhan sazan gibi atlamadı ve durumu değerlendirdi. “En azından tüm vücuduma yayabilecek seviyede olmalı ve bir şaman eşliğinde, eşlikçe ruhumu çağırmalıydım. Ardından ona boyun eğdirmeli ya da antlaşma yapmalıydım… Ancak ben direk ilk adımımı attığımda geldim buraya?”

 

Sıradan gitmeyen bir şeyler arıyordu – ki sıradan bir şeyin olmadığını fark etmesiyle bu işten vaz geçti. İki kişi aynı bedendeydi. Birisi başka dünyadan gelmiş bir dâhiydi, diğeri ise burada bulunan bir dahi… Sıradan bir şey yoktu. O sırada kaşlarını çattı ve düşündü.

 

“O kelebekler yüzünden mi buraya geldim? Babam öldükten sonra göğsünden çıkan kelebeğe oldukça benziyorlardı. Hayır. Aynılardı.” En mantıklı açıklama buydu. “Bu da demek oluyor ki dış bir güç bana yardım ediyor. Bir Tanrı mı?” Ancak bu düşünceyi hızlıca çürüttü. “Eğer bir tanrı olsaydı bu şekilde uğraşmazdı. Ayrıca bir tanrı için çok önemsizim.”

 

İç çekti ve durumu sonraya erteledi. Öncelikle ruhu ile antlaşma kurmalıydı ve buradan çıkmalıydı. Bu yüzden derin bir nefes aldıktan sonra kendini tokatladı ve zihnini uyardı. Ardından ellerini ışığa daldırdı. Eli ışığa temas ettiği anda elinin üzerinde donlar oluştu ve keskin bir acı kolunu sardı. Ancak Akhan için bu acı hiçbir şeydi. Devam etti ve kolunu daha da daldırdı.

 

Tık!

 

Işığın içinde bir şey vardı. Onu kavradı ve kendisine doğru çekti. Sağ kolunun tamamı donmuştu neredeyse, bu yüzden daha çok hareket edebilen; sol elini kullanmıştı. Soğuk hissiyata ve acıya dayanarak kavradığı şeyi dışarı çıkardı.

 

Etraf bir anda dondu. Öyle ki Akhan’ın vücudu dahi işlevini yitirmek üzereydi. Her ne kadar burada bir ruh olarak bulunsa da; bu güç ruhunu dondurmuştu.

 

Dişlerini sıksa da bir işe yaramadı. Zihninde bağı çözülen bir torba gibi açılan bir bölme vardı, oradan bilgiler beynine aktı ve nasıl antlaşma yapacağını öğrendi.

 

“Ayaz!”

 

Bir isim bağırdıktan sonra zihnini bir acı kapladı ve oracıkta bayılarak, dış dünyada tekrardan gözünü açtı. Vücudu erimişti adeta! Elbiseleri bir nehre girmiş ve yıkanmış gibi ıslaktı. Ancak o bunu umursamadı. Derin nefesler alarak kendini sakinleştirdi. Ardından gözlerini kapadı içindeki buyan enerji damlasına dokundu. O soğuk hissiyat tekrardan kendisini sardı ve titremesine neden oldu.

 

Bir ruh ile antlaşma yapmıştı.

 

Garip bir hissiyattı.

 

Akhan onun uzvundan farklı olmadığı hissediyordu. Ruhunda bulunan garip mühre dokundu ve bir damla olan buyan enerjisini kullanarak ruhu çağırdı. Buyan enerjisi bir anda yok olurken Akhan vücudunun hafifçe ürperdiğini fark etti. Ancak herhangi bir ruh ortaya çıkmamıştı. Çağırısı reddedilmişti.

 

Akhan durumu anladı.

 

“Galiba yeterli seviyede değilim. Henüz gerçekliğe çağıracak kadar kuvvetli değilim.” Onu burada tutacak kadar kuvvete, enerjiye sahip değildi. Bundan dolayı olduğunu düşünüyordu. Durumu anladıktan sonra ayağa kalktı ve vücudunu silkti. Gözlerinin altında siyah torbalar ortaya çıkmıştı. Sadece bir gün içinde çok fazla şey kaybetmiş ve kazanmıştı. Haliyle yaşadığı olaylar zihninde sıkıntı yaratmasa da vücuduna yaratıyordu. Bunları düşünen Akhan bir zombi gibi yürüyerek köye gitti.

 

Güneş çoktan batmıştı. Yoban Soyu köyü çoktan toplamış, sadece çadırlar kalmıştı. Sabah uyandıkları anda harekete geçecekleri belliydi. Akhan, yorgunluğunu görmezden gelerek Alkan’ın çadırına gitti. Durumunu öğrenmek istiyordu. Psikoloji oldukça önemliydi, Alkan bu yükün altında ezilebilirdi. Akhan her ne kadar ona güvense de durumu riske atamazdı. O artık bir liderdi.

 

Alkan’ın çadırı köyün en dışındaki çadırdı. Garip bir şekilde çevresi ıssızdı. Bu Alkan’ın sessizliği sevmesinden dolayıydı. Her ne kadar soydaki insanlar bunu istemese, bir baskın olduğunda ilk hedef Alkan olacak olsa da ona duydukları saygı yüzünden izin vermişlerdi.

 

Çadırın girişine gelen Akhan çadırı açmak için uzattığı eli durakladı. Kulakları hafifçe titremişti. Gözleri çadıra dönerken sarkastik bir şekilde gülümsedi.

 

Hoo… Abim ile birlikte olmak istediği kesinleşti. Akhan çadırdan sessiz bir şekilde uzaklaştı ve kendi çadırına döndü. Alçatun ve Alkan içeride özel şeyler konuşuyordu. Akhan bunları anlamak için fazla aptaldı. Bu yüzden kafa yormadı ve kafasını döşeğe koyduğu gibi uyuya kaldı.

 

***

 

Güneş ışıklarının ulaşmak istemeyeceği kadar karanlık bir odada bir yaşlı adam oturuyordu. Yaşlı adam antik zamanlardan kalma bir ağacı andırıyordu. Oturduğu minder bile çağlar öncesinden kalmış gibiydi. Saçları beyazdı ve pörsümüş teni ile tezat bir manzara oluşturuyordu. Yaşlı adam kapalı gözlerini açtığında adeta zaman akmayı bırakmış gibiydi. Çevresini saran mistik aura daha da kuvvetlendi.

 

Bu kişi Akhan’a yardım eden yaşlı adamdı.

 

“9. Olan çoktan kendisine bir eşlikçi bulmuş. Böyle büyük bir yetenekten de bu beklenirdi.” Yaşlı adamın gözleri duvarları ve surları deldi, ondan binlerce kilometre uzaktaki Akhan’a baktı. “Acaba 11 yıl önceki felaket yaşanmasaydı ne olurdu? Belki de 1. Olan kadar güçlü olurdu, ya da 4. kadar zeki… Sadece anneniz ve babanızdan kalan potansiyelin uyanmasını bekleyin. Kader elbet yakında yüzünüze gülecektir.”

 

Yaşlı adam melankolik bir şekilde Akhan’ın uyuyan figürüne bakarken oda bir anda aydınlandı. Yaşlı adamın duyguları bir anda yok olurken antik ağacı andıran suratı eski haline döndü.

 

“Yüce Şaman, bu küçük…” dışarıdan sesinden dahi zekasını belli eden bir kadın sesi geldi. Eşsiz bir cazibesi vardı ve garip bir güç yayıyordu.

 

Yaşlı adam duygusuz bir şekilde sözünü kesti. “10. Olan. 12 Yüce Şaman’dan tek tarafsız olan beni ikna etmek için mi buradasın?”

 

“Yüce Şaman…” kadın şaşkınlıkla tekrarladı. Yaşlı adam da garip bir şeyler vardı. Önceden en azından görüşmesine izin verirdi. Ancak şuan tamamen reddediliyordu. Ancak pes etmeyecekti.

 

“10. Olan. 12 Yüce Şaman ve 12 Yüce Savaşçı sadece Hakan ve Hatun’un emirlerini takip eder. Senin gibi küçükler Altın Dağ gibi büyük bir yere gözünü dikmemeli. Bilge Hatun’un emirleri doğrultusunda tarafsızım. Taht yarışı siz küçüklerin arasında. Yüce Şamanları ve Yüce Savaşçıları kendi yarışınıza alet etmeyin.” Yaşlı adam sakin bir şekilde konuştu. “Eğer Gökyüzü Kağanlığı ikiye ayrılırsa, Yeryüzü Kağanlığı bunu fırsat bilecektir. Bize açgözlü bir şekilde bakıyorlar. Bunun için bizim gibi yüceler savaşınıza dahil olmamalı. Bunu anlamalısın.”

 

“Ama, taraflar eşit değil! Böyle devam ederse kardeşim…” kadın vaz geçmiyordu. Biliyordu ki bu şamanın desteğini almazsa yıkımı yakındı.

 

“Sıradaki Hakan, Bilge Hatun ve Yüce Hakan’ın çocukları arasından seçilecektir.”

 

“Yüce Şaman…”

 

“Ayrılabilirsin küçüğüm.”

 

“Beni bir dinleyin.”

 

“Ayrılabilirsin küçüğüm.” Yaşlı şaman elini salladı ve bir kelebek dalgası dışarıdaki kadını farklı bir yere ışınladı. Yaşlı adam bir kez daha kadını düşünmedi ve Akhan’a doğru bakmaya devam etti. Ona bakarken bir şeyler mırıldanıyordu.

 

“Yüce Hakan sefere gitmiş… Bilge Hatun dokuz doğurmuş…” bir şarkı mırıldanırken yanındaki uzay büküldü ve içinden heybetli bir savaşçı çıktı. Savaşçının sütunu andıran kolları dövmeler ile kaplıydı. Hiçbir şey söylemedi. Şamanın bakışlarını takip etti ve Akhan’ın uyuyan figürüne baktı.

 

“Dokuz oğlan beş yaşına gelmiş…” savaşçı, yaşlı şamana baktı ve derin bir iç çekti. Ancak ona eşlik etti. “Dokuzu birden kılıç kuşanmış…”

 

“Hâlâ bunu söylediğine inanamıyorum. Çoktan on bir yıl geçti.” Heybetli savaşçının gözleri Akhan’a bakarken parladı. Kim olduğunu anlamıştı.

 

“Onu fark edince neler hissettiğimi bilemezsin evlat. Bilgesu benim kızım gibidir.” Dedi yaşlı adam gözlerini Akhan’dan çekerek.

 

Bir süre susan savaşçı sordu. “Ona söyleyecek misin?”

 

 “Hayır,” yaşlı şaman kafasını iki yana salladı ve iç çekti. “Her şeyin bir zamanı vardır. Bilgesu güçten düştü. Eğer onu öğrenirse heyecan yapar ve kendini kaybeder. Bekleyeceğiz…”

 

“Onu sınayacak mıyız?” bahsettiği kişi Akhan’dı.

 

“Bir mücevher nasıl sürtünmeden parlamazsa, insan da sınanmadan mükemmelleşemez. Çeşitli yollar çizin. Ancak kalemi elinizde tutmayın. Bırakın çizdiğiniz yolların dışına çıksın ve kendi yolunu yaratsın. Böylelikle deneyim kazanacaktır.”

 

Savaşçı anladığını belirtircesine kafasını salladı. “Şaman olma şansı var mı?”

 

“Hayır. Ruhları hissedemiyor.”

 

“Anladım.” Heybetli savaşçı bir adım attı ve oraya hiç gelmemiş gibi ortadan kayboldu.

 

Yaşlı şaman Akhan’a bir kere daha baktıktan sonra gözlerini ondan çekti ve minderin üzerinde bağdaş kurdu.

 

“Her şey size kalmış.” 







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46895 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr