Bölüm 10: Kuçkar Şehri

avatar
610 6

En Güçlü Olacağım! - Bölüm 10: Kuçkar Şehri


***

 

“Hadi biraz daha hızlı olun! Oraya ulaşmamıza yarım saat kaldı sadece! Dayanın!”

 

Üç yüz kişiden oluşan büyük soy tüm köyü sırtlamış bir şekilde kızgın güneşin altında ilerliyordu. En güçlü soy üyeleri en arkada ilerliyor, şef ise en önde başı çekiyordu.

 

Alkan alnındaki teri sildi ve yanındaki kardeşine baktı.

 

“Ne kadar yolumuz kaldı?”

 

“Yarım saatlik bir yolumuz var. Eğer dinlenerek gidersek kırk beş dakika sürer.”

 

“Huh, nedense bugün ekstra bir sıcaklık var.”

 

“Doğrudur.”

 

Güneş öyle sıcaktı ki Buyan Enerjisi yetiştirmeyen insanlar birkaç kez bayılmıştı. Neyse ki su depoları fazlaydı. Aksi takdirde ölümler olacaktı.

 

Akhan yukarıdaki güneşe baktı ve içinden küfürler etti.

 

Bu ne sıcak pezevenk.

 

Vücudundaki enerji miktarı çok az olduğundan dolayı kendini sıcaktan koruyamıyordu. Bu yüzden sürekli Alkan’ın yanında ilerliyordu.

 

Alkan bu sıcak atmosfere rağmen soğuk muhabbeti alevlendirmek için ağzını açtı.

 

“Savaşçılığın temellerini kavradın mı?”

 

“Kısmen. Söylediklerinin hepsi aklımda bir güneş gibi belirgin. Ancak uygulama çeşitli sıkıntılarım var. Sanırım elementim ile alakalı! Suyun ileri sınıfı olan buz… keşke şuan buz çıkarabilsem. En çok ihtiyacım olan zamanda!”

 

“Hahaha, kılıç olduğunu söylemiştin değil mi?”

 

“Evet.”

 

“O zaman buzunu ancak öldürmek için kullanabilirsin.”

 

Akhan bunu duyunca yüzünü ekşitti. Alkan bunu görünce kahkahalara boğuldu ve onun yüzüyle dalga geçti.  

 

İki kardeşin birbirlerine sataşarak ilerlediğini gören Alçatun tatlı tatlı gülümsedi.

 

“Sanırım onun ölümünü kolayca aştılar.”

 

Yanındaki Bükte yaramaz bir gülümsemeyle araya girdi. “Alkan’ın sana bakışları daha da derinleşti. Dün ne yaşadınız?”

 

Alçatun’un kaşları bu soruyu duyunca titredi ve atını mahmuzlayarak oradan kaçtı. Onun gidişini gören Bükte ve arkadaşları kahkahalara boğuldu.

 

“Ne olduğu belli!”

 

“Gelecekte ki hanım belli oldu!”

 

“Ona şimdiden ‘hanımım’ mı desek?”

 

Hava sıcak ve insanlar yorgun olsa da soyun hareketleri gençleri onların yorgunluklarını alıyorlardı. Ancak bütün gençlerin götünde kurt varken, Akhan oldukça bitikti.

 

“Sonra dedim ki siz kimsiniz de benim avımı çalıyorsunuz! Onlarda benim beyin oğlu olduğumu fark edince özür dileyip kaçtılar. Yüzlerini görmeliydin! Hahaha!”

 

Alkan hâlâ askerlik anılarını anlatan mahalle abisi gibiydi. Akhan’ın dinleyip dinlememesini umursamadan konuşuyordu. Onun her cümlesinde Akhan daha da yoruluyordu. Çok bir hareket yapmamış olmasına rağmen, hem güneşin verdiği sıcaklık hem de bilmediği bir yorgunluk ile çekilmez bir durumdaydı.

 

Gözleri ağırlaştı.

 

“Ağabey, ben biraz dinleneceğim. Sıkıntı olmaz değil mi?”

 

Alkan ona bir süre baktıktan sonra eliyle bir at arabasını gösterdi.

 

“Orada balyalar var. Gidip uyuyabilirsin. Üstüne battaniye örtmeyi unutma, yoksa pişmiş tavuğa dönersin.”

 

“Sağ ol ağabey.”

 

Akhan atının iplerini çevirdi ve dinleneceği arabaya doğru gitti ve balyaların arasına kuruldu. Garip bir şekilde oturduğu anda uyudu.

 

Akhan uyuduktan sonra derisinin üzerinde mavi çiçek desenleri belirdi ve tüm vücudunu bir MR Makinesi misali taradı. Eğer birisi dikkatli bir şekilde baksaydı; Akhan’ın vücudunun yanında oluşan donları fark edebilirdi.

 

Bu işlem kendisini birkaç defa daha tekrarladıktan sonra Akhan’ın vücudu sıradan bir insanın dayanamayacağı kadar soğudu. Ancak Akhan buna rağmen hiç uyanmadı. Aksine daha da rahatlamıştı.


Bu işlem Alkan’ın, Akhan’ı uyandırmaya gelesiye kadar sürdü. Alkan birkaç metrelik çevreye girdiğinde akıllı bir canlı misali kendisini gizledi ve hiçbir şey olmamış gibi yok oldu.

 

***

 

Kuçkar Boyunun vilayeti olarak bilinen Kuçkar Şehri oldukça geniş bir yapıya sahipti. Gökyüzü Kağanlığı’nı birleştiren Bilge Hakan’ın emri ile, antik zamanlardan kalan şehirler restore edilmiş ve kullanıma hazır hale getirilmişti.

 

Kuçkar Şehri ise bu şehirlerden birisiydi.

 

Onlarca metreye ulaşan büyük surlar şehrin etrafını kaplıyordu. Ancak buna rağmen yeterince uzaktan bakılırsa içeride ki yüksek yapılar görülebilirdi. Doğu surlarının tam ortasında büyük bir kapı şehrin içini ve dışını bağlayan bir geçit görevi görüyordu. Orayı koruyan denetçi muhafızlar ise, cennete girecek olan günahkarları yargılayan melekler gibilerdi. Öyle ki geçmişi şüpheci olan kişiler geri çevriliyordu.

 

Yoban Soyunun vatandaşlarının eşlik ettiği büyük konvoy, kapılara yakın bir yerde durdu. Etraftaki tek Soy onlar değil gibiydi. Onlardan çok uzakta olmayan bir yerde başka bir grup dinleniyordu. Muhafızlar ellerinde kalemler ve kağıtlarla dikkatli bir şekilde onları sorguluyordu.

 

Kapıdaki muhafız grubundan iki kişi Yoban Soyunu görünce oraya doğru yol aldı.

 

“Esenlikler dilerim, kardeşim.”

 

Liderlik eden Muhafız Alkan’ın önüne gelince sağ elini göğsüne götürdü ve kafasını hafifçe eğerek selam verdi. Arkasındaki muhafızda onu takip etti.

 

“Esenlikler dilerim Muhafız Kardeşim.”

 

Alkan’da iki muhafıza dikkatle selam verdi.


Liderlik eden muhafız Alkan’dan biraz daha büyük gösteriyordu. İnce bir figürü ve yeni oluşmaya başlamış sakalları vardı. Saçları bir kurdun yelesinden farksızdı. Belinde uzun, ince bir kılıç bulunuyordu. Giydiği kırmızı üniformanın göğsünde çift başlı bir kartal rozeti vardı.  

 

Arkasındaki muhafız çok daha gençti. Eşsiz kırmızı saçları ve kırmızı gözleri vardı. Akhan’dan çok büyük göstermiyordu. Aynı diğer muhafız gibi giyinse de kartal rozeti bulunmuyordu. Yüzü Yoban’a bakarken ekşimişti.

 

Alkan bunu gençliğine verdiğinden dolayı görmezden gelip, liderlik eden muhafıza baktı.

 

“Benim adım Alkan. Yoban Soyunun şefiyim. Buraya Kuçkar Şehrine yerleşmek için geldik.”

 

 Muhafız kafasını salladı. “Benim adım ise Bangu, yanımdaki genç ise Dolpay. Pek fazla zaman geçmeden denetlemelere geçelim.”

 

“Peki.” Alkan kafasını salladı ve muhafız ile soy hakkında üstünkörü bilgileri anlatmaya başladı.

 

Akhan ise o sırada surların büyüklüğüne ve atmosfere dalmıştı. Kalemin kılıçtan keskin olduğu bir yerde siber dünya, fiziksel dünyadan daha önemliydi. Bu yüzde Çin Seddi haricinde böyle büyük bir duvar görmemişti.

 

“Böyle büyük bir sur olduğuna göre, bu suru örmelerinin büyük bir sebebi var. Bildiğime göre bu taraflarda canavar saldırıları fazlasıyla sık…”

 

Akhan savaş sanatlarına aşıktı. Bu yüzden savaşabileceği kişilerin olduğu bir yer onun için cennetten farksızdı. Kalemin üstün olduğu bir yerde onun gibi iyi dövüşebilen kişilerin pek bir önemi yoktu. Bir RPG’den kaçabilirdi, ancak hasarını alırsa ağır yaralanırdı. Teknoloji daha üstündü ki teknoloji için sağlam bir zihin gerekirdi. Onun gibi yumruklarını kullanmayı bilen kişiler pek güçlü olamazdı. Çünkü onun gibiler kendilerinden daha zeki insanlar için çalışıyordu.

 

“Acaba nereden geliyorlar?”

 

Akhan etrafa bakınırken Alkan ile muhafızın arasındaki konuşma bitmişti. Bu yüzden Akhan oraya döndü.

 

“Sizi Doğu Bölgesindeki bir yerleşkeye atayacağız. Doğu Bölgesi çeşitli okulların bulunduğu ortalama bir yer. Genellikle memur kesimi olarak adlandırdığımız orta sınıf vatandaşlar orada buluyor. Yoban Soyu henüz merkez bölgeye girebilecek kadar güçlü ve nüfuzlu değil. Bunun için yeterince liyakat yapmanız gerekiyor.” Bangu elindeki kağıda çeşitli bilgiler yazarken konuştu. Ardından arkasındaki Dolpay’a işaret etti ve ondan bir rozet istedi.

 

“Dediğim gibi; Yoban Soyu henüz yeterince güçlü değil. Ancak birkaç kişiyi Merkez Bölge’deki akademiye yazdırabilirsiniz. Eğer yeterince yetenekliler ve sadıklar ise ücretsiz bir şekilde destek alabilirsiniz.”

 

Alkan kafasını salladı ve konuştu. “Doğu Bölgesindeki iş durumları nasıl? Her ne kadar savaşçı bir soy olsak da çeşitli icraatlarımız var. Örneğin aramızda çok güzel yarlıglar söyleyebilenler var. Oymacı ve terzi bakımından da zenginiz.”

 

Bangu, Dolpay’ın uzattığı rozeti alırken Alkan’ı süzdü. “Genç yaşına rağmen yönetim konusunda bilgili gibi gözüküyorsun. Yoban Soyunun önü açık.”

 

“Övgüleriniz için teşekkür ederim.” Alkan alçakgönüllülükle kafasının arkasını kaşıdı.

 

“Hahaha, dert etmene gerek yok. Doğu Bölgesi dediğim gibi memur kesimin fazla olduğu bir bölge. Okuma yazma bilen kişi sayısı fazla. Bu yüzden suç oranları son derece düşük. Terzilik ve oymacılık gibi zanaat alanlarına son zamanlarda yoğun bir ilgi var. Her ne kadar batı ülkeleri gibi aristokrasi sistemini benimsemiş olsak da aramızda kendilerinin özel olduğunu düşünenler ve buna göre davrananlar var. Bunlar sizin ekmek kapınız olabilir.” Bangu elindeki rozeti Alkan’a uzattı. “Bu rozet senin kimliğinin bir işareti. Bununla birlikte ayda bir kereliğine mahsus valiye durum bildirmek için toplantılara katılabilirsin. Bu oldukça önemli bir şeydir. Önünüze açılacak kapılar için bir merdiven olabilir. Ne kadar çıkabildiğine bağlı.”

 

“Hahaha, teşekkür ederim.” Alkan rozeti kabul etti ve arkasındaki kişilere hazırlanmaları için işaret verdi. Soyun üyeleri hiçbir şey söylemeden toparlandılar ve harekete hazır hale geldiler. Öyle çabuklardı ki Bangu ve Dolpay bile afallamıştı.

 

“Önceden şüphelerim vardı ancak anlaşıldı ki Yoban Soyu yükselmeye mahkum! Hahaha!” Bangu doğru bir karar verdiğini düşünerekten sevindi.

 

Alkan bunu duyunca içten içe sevindi ve Bangu’ya ısındı. Yeni bir şef olduğundan dolayı böyle şeyler konusunda hassastı. En ufak bir övgüye dahi utanıyordu.

 

“O zaman müsaadenle Kardeş Bangu, malumumuz yerleşmemiz ve alışmamız gerekli.” Dedi Alkan. Ardından elini uzattı.

 

Bangu’da onun elini sıktı. “Hahaha, tabii ki! Doğu Kütüphanesi’nden kılavuz almayı unutmayın. Ortama uyum sağlarken büyük faydası dokunur.”

 

“Teşekkürler.” Alkan kafasını minnetle salladı ve soy ile birlikte oradan ayrıldı.

 

Onlar gittikten sonra Dolpay kaşlarını çatarak Bangu’nun yanında durdu. “Son zamanlarda çok fazla kişi buraya geliyor. Bir umuda tutunabilecek kadar ahmaklar. Neden onlara tehlikelerden bahsetmedin?”

 

Bangu gülümsüyordu. “Hahaha, aptal yoldaşım benim. Henüz çok gençsin. Bir kez bile savaşa katılmamış olduğundan dolayı fark edemiyorsun.”

 

“Beni aşağılıyor musun? Soy bakımından senden çok daha üstünüm.” Dolpay’ın alnı kırıştı ve gözlerinde gizli bir iğrenme ortaya çıktı.

 

Bangu’nun gülümsemesi dondu. “Şuan da en çok ihtiyaç duyduğumuz şey taze kan ve güç. Yoban Soyu’nun gençlerinden gelen tehlike bir onbaşıdan daha az değil. Ölümle yıkanmışlar.”

 

“Orada sadece bir tane 2. Seviye var. Ben bile dişimi sıkarak onu alt edebilirim.” Dolpay, Alkan’ın sırtına doğru baktı.

 

“Evet, haklısın. Sadece bir tane 2. Seviye vardı. Ancak 2. Seviyedeki kişiler kadar tehditkâr ondan fazla kişi var. Her şey seviye değil.” Bangu konuştu. Dolpay hiç savaşa katılmamış olabilirdi, ancak Bangu birkaç savaşa katılmış, onlarca kişi öldürmüştü. Bu yüzden kanın kokusunu sağlam bir şekilde alabilirdi. Güçlü insanları duruşundan dahi tanıyabilirdi.

 

“10 kişi mi? Peh. Orta seviyeli bir soydan başka bir şey değiller. Bu imkansız.”  

 

“Ahahaha! Seninle tartışmayacağım! Hadi işimize dönelim.” Bangu tartışmayı kazanamayacağını anladığından dolayı konuşmayı bıraktı ve kapıya yöneldi.

 

Orta seviyeli küçük soya bakınca yükselen kan dondurucu hissi aklından çıkaramıyordu. En ufak bir düşmanlık gösterseydi, onun canını alabilecek on tane kılıç boğazına tutulmuştu. Üstelik bir kişi aklından çıkmıyordu. Sadece bir bakış atmış olmasına rağmen hissettirdiği baskı inanılmazdı.

 

Daha 16 yaşlarındaki bir çocuk böyle bir şey hissettiremez. Başka güçlü bir kişi onu koruyor olmalı!

 

***


Çeşitli sebeplerden ötürü kafam dağınıktı. Bu yüzden biraz daha dağıttıktan sonra tam hız devam ediyoruz...







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46953 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr