Bölüm 16: Çay Ninesi vs. Akhan
Çay Ninesi bir insansı canavar olarak bilinirdi. Yaşam yerleri büyük dereler ya da akarsular olurdu. En güçsüz olanlar bile üçüncü seviye olurdu – ki Akhan daha önce hiç üçüncü seviyeli bir yaratık görmemişti. Ayrıca bu yaratıklar çok zararsızdı. Yaşadığı akarsuyu yok etmediğin sürece düşmancıl bir davranış sergilemez, sadece yanında çok uzun durduğundan rahatsızlığını belli ederdi. Bunlar da hafif bir baş dönmesi ya da mide bulantısı olurdu.
Bu yüzden Çay Nineleri, çok nadir olmaları bir kenara dursun bu kadar saldırgan olmazlardı.
Akhan bunları ‘Zararsız Canavar Rehberi’ isimli bir av rehberinde görmüştü. Bu yaratıklara kötü bir şey yapmadığında basit bir uyarı ile biterdi. Çay Ninesi’de bunlardan biriydi.
Akhan hızla birkaç adım geriye kaçtı. Bu yaratıkla savaşamazdı, bu yüzden dengesini topladığı anda geriye doğru kaçmaya başladı. Herhangi bir saldırıya hazırlı olmak için dereye dönüktü.
Ancak saldırı dereden gelmedi. Ayaklarının altında bir oynama olduğunu hissettiğinde kendisini hemen yana attı ve yer altından gelen saldırıdan kaçındı. Çay Ninesi, kökleri andıran su saldırısını toprağın altından yapmıştı. Akhan toprağı delerek yaptığını anlamıştı ama anlaması bir şeyi değiştirmezdi.
O anda aklına bir bilgi geldi. Kendini topladığı gibi olabildiğince dereden uzaklaştı. Bunu yaparken birkaç kere daha yeraltından saldırı gelmişti ama bunları kolaylıkla hissetmişti. O zaman bu bilgini doğruluğunu kanıtladı.
“Bir Çay Ninesi, bağlandığı akarsudan ayrılamaz! Kendimi güvenceye aldığımda kaçabilirim ve buraya su içmeye gelen canavarları gafil avlayabilirim.” Akhan gülümsedi. Kendi bilgisini takdir ettiğinde içine kötü bir his doğdu.
Derenin üzerinde dalgalar oluştuğunu fark etti. Dalgalar yayıldı ve su bir yerde toplandı. Derenin suyu yavaşça bir silüet oluşturdu ve dönüşmeye başladı. Akhan bu manzarayı ağzı açık bir şekilde izlemeye fırsat bulamadı. Çünkü kaçış yolundaki ağaçları fark etmişti.
“Şansımı sikeyim! Ne şansız bir adamım! Önce Gökalp’ten dayak yiyem ve tüm soya rezil olam, çaba harcadığım çekirdek elimde patlasın! Bir de bu! Bozuk Çay Ninesi!” Akhan hızla konum değiştirmeye başladı. Arkasında ağaçlardan oluşan bir doğal bir duvar bulunuyordu. Buradan kaçabilirdi ama uzun sürerdi. Birkaç saniyelik bir fark bile bu canavar tarafından öldürülmesi demekti.
Akhan konum değiştirirken, derenin oluşturduğu su kütlesinden bir varlık dışarı adım attı. Silüetin oluşturduğu mavimsi güzellik yeşil saçlı, kambur çirkin bir yaşlı kadınla bozuldu. Kadının vücudu oldukça kamburdu ve sağ elindeki bastonla destekliyordu. Üzerinde yeşil bir deriden yapılma bez vardı. Buruşuk derisi ile çirkin kelimesinin soyut haliydi.
Bu kitaplarda anlatılan Çay Ninelerini andırmıyordu! Bu canavarlar yuvaları olan akarsular ile birleşir ve derin bir uykuya dalardı. Bu yüzden görünüşleri pek takılmazdı. Akhan’da kitaplarda görünüşü hakkında bir şey okumamıştı. Bu da gösteriyordu ki bu canavar değişik bir türdü.
Çay Ninesi karaya adım attığında iğrenç bir sesle çığlık attı ve bastonunu Akhan’a doğru savurdu. Bunu yaptığında arkasındaki deredeki sular patladı ve bir mermi misali Akhan’ı delmek için indiler. Bu ani saldırı da Akhan afallamaya zamanı olmadığı anlıyordu. Bir saniyenin 5/1’i bir sürede su damlaları ona bir yaylım ateşi misali geldi. Bunlar bir kurşundan daha yavaş değildi ve Akhan’a çarptığında kesinlikle öldürürdü.
Akhan elindeki sopayı o kadar hızlı çevirdi ki, birkaç su damlasını yok etti. Ancak birkaç değil, onlarca su damlası vardı. Akhan’ın ölümle sonuçlanması muhtemel mücadelesi o anda başladı.
***
“Sadece bir nefes çok şey görmene olanak sağlayabilir.” Mavi saçlı, siyah gözlü bir adam önündeki çocuğa söyledi.
Önündeki çocuk altı yaşlarındaydı. Parlak kestane saçları ve yemyeşil gözleriyle sıradan yüz hatlarına sahipti. Ancak vücudundan yayılan patlayıcı aura, büyük ustaları bile hayrete düşüren bir güce ev sahipliği yapıyordu. Siyah dövüş kıyafeti vardı üstünde. Ellerinde ise bir çift escrima sopası vardı.
Vücudu mavi saçla adama değil, kendisinden beş metre ötedeki tenis topu makinelerine dönüktü. Beş adet top atma makinesi bir hilal şeklinde dizilmişti. Mavi saçlı adam çocuğa bir bakış attıktan sonra tekrar konuştu.
“Melih, Japonya’da öğrendiğin o aşağılık nefes tekniklerini unut. Sana öğrettiğim dokuz nefes tekniğinden ilkini kullan. Bu sana eşsiz bir keskinlik ve görüş sağlayacaktır. Unutma! Ne kadar nefes aldığın değil, nasıl aldığın önemli. Anladın mı?”
Çocuk yanıtladı. “Anladım Ba-Usta!”
“Güzel, şimdi seni hedefleyen tenis toplarından birisini bile arkana geçirme. Eğer yapamazsan seni Yeşim Ejder’in yanına eğitime bırakırım.” Mavi saçlı adam alayla gülümsedi.
Bu sözler çocuğun vücudunu titremesine neden oldu. Yeşim Ejder, onun çok yakından tanıdığı bir ustaydı. Eğitimleri çok acı verici ve can sıkıcıydı. Bir çocuk için en dayanılmaz şeylerdi.
“Anladım!”
“Tamam başla! Yüz toptan birisi bile arkana geçmeyecek!”
***
Akhan, aklına gelen sıcak anının etkisiyle gülümsedi. Nasıl unutmuştu bunları? Babası ona sadece bir dövüş sanatı bırakmamıştı, birçok eğitim yöntemi ve teknik bırakmıştı.
Dokuz Nefes Tekniği, İlk Nefes.
Nefes ritmi tamamıyla değişti. Zaten iyi gören gözleri daha da iyi görmeye başladı. Silik gözüken su damlaları daha da netleştiğinde, elindeki sopa daha da hızlandı.
Yayından çıkan bir ok misali demir sopa kritik yerlerini hedefleyen tüm su damlalarını savuşturdu. Birkaç saniye sonrasında su damlaları durakladı ve Çay Ninesi tekrardan saldırdı.
Akhan zaman kaybetmeden harekete geçti ve Çay Ninesi’nin saldırısından kaçındı. Bu öncekiler gibi bir su köküydü. Dokunaç ve köklerin kırmasıydı. Bunu neredeyse parçalanmak üzere olan sopası ile atlatmıştı.
İ
Durmadı ve devam etti. Kaçmaya çalıştı ama ne yaparsa yapsın Çay Ninesi tarafından yolu kesildi. Kaçabilirdi ama kaçarken kesinlikle ölürdü. Bunu bildiğinden dolayı kesin bir yer arıyordu. Hayatını bir kumara yatırmak istemiyordu.
“Bu neden benimle bu kadar ilgileniyor? Bir şey de yapmadım ki?”
Akhan Çay Ninesi ile uğraşırken nefes almak için mesafeyi açtı. O sırada aklına düşünceler doldu ve sorular sordu. Bu canavar hiçbir şey yapmamıştı. Dereye bir zarar vermemiş, çevreyi kirletmemişti.
“Bende onun için önemli bir şey mi var?” diye düşünse de bu düşünceyi hemen çürüttü. Çünkü üzerinde önemli bir şey yoktu. Canında başka.
Savaş boyunca Akhan, Çay Ninesi’nden gözünü ayırmamıştı. Garip bir şeyler fark etmek için sürekli onu inceliyordu. Ama o da Akhan gibi bu süreyi dinlenmek için kullanıyordu. Bu yüzden basit dürtmeler haricinde bir şey yapmamıştı.
“Seni aptal yaşlı karı, ne kadar can sıkıcısın!”
“KEE-EEK! KEOHK! KİYAAA! KE-KO-KE!”
“Ne diyorsun? Cadıca bilmiyorum.” Akhan çığlıklar atan yaşlı karıyı umursamadan saldırıya başladı. Henüz seviye ölçmeyi bilmese de, karşısındaki canavar kesinlikle üçüncü seviyede değildi. Çünkü o güçte olsaydı Akhan’ı ilk saniyede öldürmüştü.
Ayrıca rol yapmadığını da biliyordu. Çünkü saldırıları karşılarken bilinçsiz hareketler görmüştü. Çok kez kalbinin delinmesine yol açacak saldırılar yemişti. Eskrima bilmese büyük ihtimalle bu saldırıları savuşturamayacaktı.
Bacaklarına verdiği güçle Çay Ninesi’ne doğru koşmaya devam etti. Çay Ninesi’de bunu bekliyormuş gibi küçük bir su duvarı oluşturmuştu. Akhan hızla yön değiştirerek sola yöneldi. Kavisli bir yol izleyerek Çay Ninesi’ne yaklaşmaya çalıştı. Lakin çalışmaları başarısızlıkla sonuçlandı. Bu can sıkıcı durum Akhan’ın sinirlerini bozmaya başlamıştı.
Tekrardan yön değiştirdi ve tam tersi istikamete yol aldı.
Nefesinin daraldığını hissediyordu. Bacaklarında güç, akciğerinde oksijen kalmamıştı. Ancak elindeki sopayı daha da sıkı kavrayarak devam etti. Can sıkıcı ve zor olmasaydı bir değeri kalmazdı. O anda güçlü bir silahın önemini anladı. En iyi kullandığı silah sopa olduğundan dolayı bunu seçmişti ama sopanın etkili olmasını sağlayan o güçten yoksundu.
Akhan üzerine gelen su köklerini yönlendirdi ve koşmaya devam etti. Cadının oluşturduğu su duvarı, bir depo görevi görüyordu. Dereden gelen saldırılar daha dolambaçlı bir yol izlerken, bu duvardan gelen saldırılar daha kesin ve hızlıydı. Uğraşması daha zordu.
Zaman yavaşça geçmeye devam etti ve Akhan ile Çay Ninesi arasındaki savaş garip bir çıkmaza girdi. Ne kadar denerlerse denesinler karşılarındaki kişiyi öldürememişlerdi.
Akhan acı ve yaraların etkisiyle titreyen vücudunu dik tutmaya çalıştı. Yavaşça kapanan gözleri ise iradesine karşı çıkıyordu. Şuan en çok istediği şey uyumaktı. Yorgunluk bir balyoz gibi zihnine iniyordu. İnsani sınırlara bile dokunmamış vücudu, dayanıklılığın son demlerini yaşıyordu.
On dakikalık hareketli savaş onu bitirmişti.
Çay Ninesi çok daha iyi durumda olsa da o da yorulmuştu. Kamburu daha da düşmüştü ve yaydığı aura dengesizleşmişti. On dakikalık yoğun yüksek tansiyonlu bir savaş herkesi yorardı. Özellikle başarısızlığın verdiği psikolojik etkiler devreye girince…
Akhan dişlerini parçalamak istercesine sıktı ve içindeki savaşma isteğini ateşlemeye çalıştı. Çay Ninesi’ni hiç incelemediği kadar dikkatli inceledi.
Buruşuk teni kahverengimsi bir renk tonundaydı. Omuzlarından diz kapaklarına kadar kaplayan yeşil bez parçası kapatıyordu tenini. Akhan savaşın yorgunluğundan dolayı çirkinliğini kafasına takmadı. Korkutucu aurasını bile umursamadı. Sadece bir açık bekliyordu.
Gözleri canavarın vücudunda dolaşırken çığlık attığını fark etti. Dikkatini çekmek istediğini anladığı anda gözleri parladı ve sonunda bir hata buldu.
“Hahaha! Önceden yaralanmışsın! Bittin!”
****
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..