Havada birkaç ıslık sesi yankılandı. Hemen ardından sağ omuzunda bir acı ile geriye doğru sendeledi, ama daha ne olduğunun bile farkına varamadan kucağında Soner'in boyundan büyük bir okun sol göğsüne saplandığını gördü. Birkaç saniye önce ölümden kurtulan balanın nefesini sol göğsüne saplanan bir ok kesmişti.
''Hayır, Hayır, Hayır, HAYIIRR!''
Acı, hüzün, isyan, nefret, intikam dolu bir kükreme yankılandı meydanda.
Daha yaşayalı ne kadar oldu ki! ne gördü bu hayatta, bu şekilde ölmek için ne suç işledi, bitmek bilmeyen savaşın olduğu acunda doğdu, aynı savaşın ortasında öldü...
''olamaz, şimdi olamaz. Erken, daha erken, çok çok erken, Soner hadi aç gözlerini kardeşim''
Daha birçok hayalleri vardı. Yaşı geldiğinde ata binmeyi, silah kuşanmayı ve ok atmayı öğretecekti. Savaş oyunları oynayıp akınlarda cenk edip dosta güven düşmana korku salacaklardı. Zaferleri kımız ile kutlarken yağıya kök söktürüp acunu dar ederek intikamlarını alacaklardı. İki kahraman kardeş bir olursa kim durabilirdi' ki karşılarında.
Saliseler içinde aklından bir sürü şey geçti Gürol'un
Gözlerinden akan yaşlara mâni olamadı. Vücudu anlık titrerken kucağındaki kardeşine bakamaz hale geldi. Koruyamadı, koruyamamıştı. Küçücük balanın göğsünden giren ok kalbini parçalara ayırmış. Toprakla birleştirmişti.
Oysa Berkit Alp'in altından çıkardığında abisini gören Soner ağlamayı kesmişti. Karşılıksız sevgi ve güvenin verdiği bu duyguyu nasıl unutabilirdi. Son nefesinde abisinin onu kurtarmasını bekliyordu. Yerde yatan balaya baktıkça aklına ruhuna bir acı saplandı. Vücudundaki tüm kan çekilmiş gibi titremeye, üşümeye başladı. Tininin en derin kısımlarından başlayan bir üşüme...
Rahatsız edici bir kahkaha sesi kendine getirdi Gürol'u.
Yerde yatan kardeşine bakan gözlerine 50 metre kadar ilerde bir düzine Tang askerinin zevkle onu izlediğini gördü.
Hakaretler yağdırırken suratlarındaki eşsiz bir zevk görüntüsü vardı.
En önlerinde duran KOİ balığı işlemeli bir zırh giymiş, sırtında esen rüzgarla beraber dans eden çeşitli figürlerin işendiği bir pelerin giymiş 1.90 boylarında bir adam duruyordu. En öndeki pelerinli adamın aralarındaki en yüksek orunlu kişi olduğunu anlaması zor olmadı. Koi balığı figürüne sahip yağının Tang devletinde yüksek oruna sahip olduğunu küçük yaşta her Göktürk eri öğrenir. Direkt Tang imparatoruna bağlı olan bu kişiler sadece imparatordan emir alırlar. Ejderha kapısından geçmeden önce sadakatlerini ve bağlılıklarını imparatora göstermeleri gerekmektedir.
Hafifçe etrafı izleyince Çalık, Erki, İlker ve Ogün Alp'in çeşitli yerlerinde bulunan ok, kılıç ve mızrak yaraları ile yerde cansız yattığını, umursamaz Göklerin üstlerine hiçbir şey olmamış gibi beyaz bir örtü çektiğini gördü. Boysan Tarkan ve diğerleri ise çoktan gözden kaybolmuşlardı. Kalabalık Tang Askerleri fırsat verme niyetinde değillerdi. Alpagut beyin verdiği buyruk ile Boysan Tarkan elinden geldiğince çok hayat kurtarmak zorundaydı.
Düşünmeden edemedi.
O zaman yaşamanın ne anlamı kaldı?
Karşısında onu öldürmek için bekleyen Tang askerlerine aldırmadan kanlı elleri ile sildi göz yaşlarını. Omuzuna saplanan oku artık hissetmiyordu. Nasıl hissedebilirdi ki acısını?
Yavaşça incitmeden elleriyle sarıp kucakladı kardeşini. Kucağında cansız yatan kardeşi varken gözleri Tang komutanı ile bir araya geldi.
Onca can almış bu komutanın gülmesi Gürol’un gözleri ile kesiştiğinde kesildi. Ciddileşmeden edemedi ama kısa bir süre sonra suratında kötü bir gülümsemeyle karışık nefret oluştu. Küçücük bir çocuk onu bir anlığına korkutmuştu. Onuruna yapılmış bir saygısızlığı yapacağı işkenceleri düşünerek bastırdı.
Bundan sayısız yıl önce ataları gibi bu çocuğun kollarını ve bacaklarını kesip bir bataklığa atmalı ama bu sefer çocuk ölene kadar beklemeli ve bu kanlı davayı bitmesi gerektiği gibi bitirmeliydi.
Gürol adım adım yürüdü usulca akan karlar tüm kötülüğü kapatmaya çalışırken. Kanlı çarşafın üstüne basarak kucağında kardeşi ile adım adım yürüdü. Her adımda gözünden akan yaşlar değdiği yerdeki kanı eritiyor, her adımda gök daha çok kızıp gürlüyor. 15 adım attı, tam 15 adım ama attığı her adım, sanki sırtında bir dağ varmış gibi zorluyordu.
Ama dindi göz yaşları. Gözünden yaş akmıyor artık. Yavaşça diz çöktü bir ağacın dibine. Elleriyle kazıdı karla kaplı toprağı. Dakikalar sürdü kazımak, derince kazdıktan sonra yavaşça yerleştirdi kardeşini, yavaşça incitmeden kapattı üstüne geri.
Arkasında bekleyen Tang askerlerine aldırmadan kapattı gözlerini. Bir his, sadece bir his
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..