Hırçın dalgalar okyanusta sürüklenen oğlanı hızlıca kıyıya fırlattı. Vücuduyla toprağı hisseden oğlan yavaşça kendine geldi. Gözlerini açar açmaz durmaksızın öksürerek deniz suyu dolmuş ciğerleriyle nefes almayı denedi. Ciğerlerine hava dolar dolmaz sürünerek dalgalardan uzaklaştı. Sonunda kendine gelip etrafını incelediğinde yemyeşil , capcanlı bir orman gördü.
Saatlerdir yüzdüğü için titreyen bacaklarını zorlayıp ormana doğru yürüdü. Size oğlanın kendisini anlatalım biraz. Andre Brun yirmi yaşında genç bir erkek. Kahverengi saçlı , mavi gözlü Andre küçüklüğünden beri heyecanlı ve enerjik bir çocuktu.
On üç yaşında babasını savaşa , annesini zatürreye kaybetmesine rağmen çalışıp ekmek alacağı parayı kazanabilmesini bu enerjisine borçluydu. Fakat on altı yaşında ciğerinde vatan sevgisiyle orduya katılması da aynı enerjinin suçuydu.
Andre dört yıllık savaşında aslında sadece dört ay savaştı. Andrenin taburu düşman birlikler tarafından ezilmiş ve esir düşürülmüştü. Taburdaki bazı yoldaşları esir olmaktansa ölmeyi yeğledi. Düşmanın yüzüne bir parça taş atabilmek için mermilerin arasına atladılar. Andre cesarette yoldaşlarından geri kalmasada yine de onların yaptığı fedakarlığı yapamadı. Yıllar süren esaret hayatında hep o mermilerin arasına atlamadığı için kendine küfretti.
Yoldaşları ölürken korkak gibi saklanıp esir edilen Andre, intikam yeminleri ederek esir kampına girdi. İlk zamanlar intikamı aklından çıkarmayan Andre günler haftalar, haftalar aylar, aylar da yıllar olunca esir hayatının monotonluğuna dayanamadı ve içindeki intikam hissini her gün tekrar eden amelelik hayatına kaybetti. Dört yıldan sonra Andrenin aklında tek bir şey vardı, vatanı.
Evi yıkılmış ve ülkesi savaşta kaybetmiş olmasına rağmen Andre her şeyiyle yurdunu özlüyordu. Sesini çıkaramadığı , gözünü yerden kaldıramadığı , gülümseyemediği bu esir kampında yıllar geçirmek Andrenin yurt hasretini giderek arttırdı. Akşamları yorgun vücudunu yatağa atınca rüyalarında hep annesinin küçükken ona yaptığı mandalinalı tatlıları düşlerken buluyordu kendini.
İşte tam da böyle bir gecede adeta Andrenin dileğini duymuşcasına esir kampında bir çığlık yankılandı. “DÜŞMAN!” Kampdaki herkes korkuyla sığınaklara kaçmaya başladı. Bir kişi dışında herkes. Andre yıllar önceki hatasını tekrarlamamak için düşmanların üstüne doğru koştu. Karşısındakiler kimdi? Düşman bir ülke mi, yoksa dost mu? Hatta kendi ülkesi mi onu bile bilmiyordu. Hiçbir şey bilmesede koştu. Askerlere doğru değil, ormana doğru değil okyanusa , rüyalarında gördüğü vatanına doğru koştu.
Vücudunu hırçın dalgalı okyanusa dua ederek fırlattı . Tanrıya vatanına kavuşmak için dua ederken durmadan yüzdü. Dilekleri gerçek olamadan önce zaten tüm gün yük taşımış olan vücudu hırçın dalgalara karşı koyamayıp sulara teslim oldu. Ciğerleri deniz suyuyla dolarken, gözleri karanlıkla dolarken, aklı umutsuzlukla dolarken dahi dualarını kesmedi. Vatanını ne olursa olsun son bir kere görmeliydi. İşte böyle bir umutsuzlukta adeta dualarına cevap verirmişçesine dalgalar vücudunu kıyıya fırlattı.
Dört bir yanın ağaçlarla dolu olduğu sisli ormanda yürüyen Andre çoktan yön duygusunu kaybetmişti. Yoğun sis önünü görmesini zorlaştırıyordu ve bu yüzden ikide bir ağaçlara çarpıyor, dallara giriyor, bir yerlerini kesiyordu.
Zaten bitkin haliyle saatlerce yüzmüş olan Andre neredeyse ölecek durumdaydı. Tüm bunlara rağmen bir dakika durmadan yürüyordu. Bu bilinmeyen ormandan çıkarsa ülkesine kavuşacakmış gibi kararlılıkla yürüyordu. Bu noktada sadece devam etmek için yürüyordu Andre. Neresi olduğu bilinmeyen bu ormanın ülkesiyle bir bağlantısı olmadığı apaçık ortadaydı ancak Andre bu umududa kaybederse şuracıkta bayılırdı.
İşte böyle umutsuz bir anda adeta onu kendine getirmek için ormanda bir çığlık yankılandı. “İmdat!” Bacaklarını yerde sürükleyerek gitsede Andre koşarak sese yaklaştı. Ormanın ortasında yaşlı fakat dinç adam ağır odunların altında kalmış şekilde çığlık atıyordu.
Andre henüz bilmesede bu yaşlı adam golden ailesinin reisi Abel Golden’dı. Çenesi düşük oğlunu çekemeyen sinirli adam ormanda her zaman yaptığı yürüyüşlerinden birini yapıyordu. Nefes almak için yaslandığı çürümüş ağaç yaslanırken birden üstüne düştü ve adeta pestili çıktı.
İşte böyle tehlikeli bir anda adeta bir melek gibi Andre yardımına yetişti. Yara berelerle dolu vücudunu sürükledi ve kütükleri adamın üstünden öteye ittirdi. Abel teşekkür dahi edemeden Andre sonunda kendini yere attı ve bayıldı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..