Terden sırılsıklam olmuş, kahverengi gözleri acıyla yanmaya başlamıştı. Çıplak üstü dallar ve taşlar yüzünden her bir yandan çizilmişti. Boğazı yorgunluğun getirdiği ufak bir hissizlikle yanıyordu. Yavaşça yutkundu, az biraz ilerisindeki çocuğa baktı. Kesik bir sesle ''Ater yavaşla lütfen! '' diye bağırdı. Yavaşça üzerindeki kendisine bir boy büyük gelen şalvarı yeniden kaldırdı. Ater, simsiyah uzun saçlarını savurarak aşağısındaki çocuğa baktı, güldü. '' Az kaldı az dayan. ''
İkisininde nutku gördükleri bu manzara karşısında tutulmuştu. Enrir bir defa daha yutkundu. Gözün görebileceği her yer turuncunun yeşilin ve mavinin tonlarıyla sarılıydı. Yaşadıkları köy ufak bir karınca yuvasını andırıyordu. Yeni batan güneş halkını son bir defa uğurluyor, tatlı sıcağını yüzlerine yansıtıyordu. Köylerinin az ilerisindeki tatlı sazan gölünün üzerindeki eski taş köprü bütün ihtişamıyla karşılarında dikiliyordu. '' Burada sözümüzü verelim. '' diye seslendi Ater Enrir'e. Hızlıca arkasını döndü, gülümsedi. '' Bundan yirmi yıl sonra yirmi yedi yaşımıza girdiğimizde yine bu dağda tan ağarırken buluşacağız! '' bu söylediğinden oldukça gururluydu. Zira ailesinin kesin ve katı kuralları bile bu sözü yerine getirmeye engel olamayacaktı. Kendi başına en ünlü ve en güçlü mezheplerden birine girecek, bir kahraman olarak ayrılacak ve kötüleri Enrir'le birlikte cezalandıracaktı. Tabi, bu kısa sürede en yakın dostu olan Enrir'in planları çok daha başkaydı. Bir kere o dövüşmekten korkardı. '' Belki... '' diye düşünürdü. '' Belki Ater büyük bir savaşçı olurken bende onu destekleyecek bir simyacı olabilirim. ''
Vereceği sözün onurunu düşünen Enrir'in küçük kalbi gittikçe heyecanlanıyordu. Gülümsemesine engel olamıyordu. ''EVET!'' diye bağırdı. ''YİRMİ YIL SONRA BURADA YENİDEN KARŞILAŞACAĞIZ!''
İki çocuk hemen berilerindeki eski çınara yöneldi, kendilerinin bildiği en köklü kardeş ritüelini uygulamaya doğru serçe parmaklarını uzattı. Bu son günlerinde kendilerine söz verdi. İkisi de artık birer öz kardeşti.
Elbette Ater'in bu uzun süren yokluğu sonucu köyü bir telaş sarmıştı. Gezgin ve karun kadar zengin bir tüccar aileye birde tatlı mı tatlı ufak bir kız kardeşe sahip Ater'in koruyucuları bütün köyü alt üst etmiş, bir türlü Ater'i bulamamıştı. Bu akşam köyde geçirecekleri son akşamdı ve Ater'in ailesi seyahatlerini bir gün daha uzatmak istemiyordu. Altı yıl boyunca geçirdikleri bu leş gibi yerden sonunda kurtulabileceklerdi. Bu fırsatı tepmek istemiyorlardı.
Ater ve Enrir köydeki durumlardan habersiz biraz yuvarlanarak birazda bir taraflarını çizerek dağdan hızla indi, köye yöneldi.
Elbette bu ikilinin arkadaşlığı bütün köy tarafından bilinirdi. Ater'in yokluğu her seferinde Enrir'in cezalandırılmasıyla sonuçlandırılırdı. Bu seferki durum ise normalden bile daha kötü bir cezaya sebebiyet verecekti. Heleki Ater'in vücudundaki yer yer çizikler ve yaralar bu durumu daha kötü bir hale getiriyordu.
Enrir'in sakat babası Viar nasırlı elleriyle sert bir tokat geçirdi. Küçük çocuğun bütün yüzünü kaplayacak kadar büyük eli Enrir'i bir köşeden başka bir köşeye fırlatmıştı. Ama ağlaması yasak olduğundan gıkını bile çıkartamamıştı.
'' Sen ne hakla..! '' diye bağırmaya başladı babası. Sinirden bütün yüzü kızarmıştı. Saygıdeğer Reinfard ailesi acaba bu sefer onları nasıl cezalandıracaktı? Enrir'e bir tokat daha attı.
Zaman hızla geçmiş, günler birbirini kovalamış, köy nice şenlikler nice kötü günler görmüş, sonunda Enrir o yaşa gelmişti. Artık on yaşındaydı. On yaş ne demekti! Artık kendi mesleğini yapabilirdi. Hemen gidip bir simyagerin yanında çırak olarak başlamak istiyordu ama tabi babasının planları çok daha farklıydı. Doğum gününde zorla yakasından tuttu, tekerlekli sandalyesini köyün demircisine doğru sürdü. Agop Usta'yı selamladı.
''Bizimkinin yaşı geldi Agop Usta! Kabul edersen ellerinden öper. '' diye söylendi. Agop Usta uzun gri sakallarını sıvazladı, karşısındaki ufak çocuğa baktı. Zavallıya üzüldü. '' Çok zayıf! '' diye gür bir sesle konuşmaya başladı. '' Bu çocuk demircilik yapamaz! ''
Viar'ın yüzü ekşidi. Kabul etmeyeceğini tahmin etmişti ama başka bir işe vermeye de niyeti yoktu. Acemice kesilmiş gür saçlarını geriye doğru aktardı. Gülümsedi. ''Hadi ama Agop üzme şu çocuğu. Akşamdan beridir 'demirci olucam' diye kafamın etini yiyip duruyor. Hem zaten on yaşında daha çok yolu var. Yanında güçlenir o. '' Hemen Enrir'in boynundan tuttu, yanına çekti.
Agop Usta elbette aptal değildi. Bu karşısındaki ayyaşın yalanları bütün köyü deli ederdi. Heleki tohumunu seveni hiç yoktu. Gerçi acıyanı da çoktu.
Agop Usta elindeki çekici tezgaha koydu, yarım dövülmüş kılıcı hiç sönmeyen ocağına soktu. Elindeki eldivenleri çıkartarak yavaşça Enrir'e yaklaştı. Acılarla yoğrulmuş yanıklarla dolu nasırlı elini çocuğun yağdan ve kirden birbirine girmiş saçlarının üstüne koydu. Sağırlaşmış kulakları neticesinde artık bir fısıltıdan çıkmış fısıltısıyla çocuğa '' Bu ayyaş doğruları mı söylüyor? '' diye sordu. Elbette bu ''ayyaş'' lafı Viar'ın hiçbir zaman hoşuna gitmez, her duyduğunda kavga çıkartırdı. Ama bugün kavga çıkarmaya, heleki köyün delisiyle uğraşmaya hiç niyeti yoktu. Aklındaki tek şey yalnızlığın getirdiği finansal rahatlıktı.
Enrir çekingen bir sesle '' Evet. her zaman demirci olmak istemiştim. '' diye ekledi. Agop elini kafasından çekti. '' Bu incecik kollarla nasıl demircilik yapacaksın sen? '' Enrir koluna baktı. Kesinlikle yaşıtı çocuklardan çok daha inceydi. Ah ah, eğer Denis'in kollarına sahip olsaydı babasını bile dövebilirdi. Gerçi o kavgayı sevmezdi. '' Yok '' diye düşündü. Babasını kesinlikle dövemezdi.
Yavaşça kafasını kolundan yere indirdi. Agop gülümsedi. '' Noldu, tam doğru noktaya mı bastım ? '' Enrir birazda gönülsüzlükle cevap verdi. '' Yeteri kadar çalışırım olur biter! '' Gözleri Agop'un yaştan solmuş gözleriyle buluştu. Hemen gözlerini yere çevirdi. Agop doğruldu, sakallarını yeniden sıvazladı. Evinde zaten fazladan aş vardı. Bu yetime yardım etmek boynunun borcu sayılırdı.
'' İyi o zaman! Yarın güneş doğmadan gelip dükkanı temizle. Sonrasına bakarız. ''
Viar'ın sevincine diyecek yoktu.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..