Kızıl meşe ağacından yapılmış, cilalı masasının sol köşesinde duran antika telefonunun ince sesi çalarak dikkatini dağıttı. İnce, uzun parmaklarına geçirdiği beyaz eldivenli eliyle iki uzun, ince çubuk üstünde duran telefonun ses giriş çıkışının olduğu yeri ahşap göbeğinden kavrayarak kulağına dayadı.
"Buyurun."
Telefondan işittikleri beyaz tenli sivilcesiz yüzünde aniden kırışıklıklar oluşturdu, mavi saçını boştaki eliyle kurcalayarak sonuna kadar dinlemeye devam etti.
"Anlıyorum." telefonu kapatıp yerine koyduğunda kara gözlerinde hırstan başka bir şey yoktu. Ancak hareketleri hâlâ çok oturaklı ve sakindi. Önce önündeki evrakları üstünde kendi adı yazılı olan dolma kalemiyle halletti. Geçen birkaç saatin sonunda geriye doğru yaslanıp konforlu, deri makamına sırtını yaslayarak tavana bakışlarını dikti. Zihninde parlayan planlar maliyet, zaman ve lojistik açıdan sıralanıp gereksiz ayrıntılar kesildi, planların son hali ortaya çıktı.
Başkent Sofia'nın Genç Valisi Mei Zhong, telefonunu eline alıp, gümüş kaplı yuvarlak plakanın üstündeki deliklerin içinde yazan rakamlara sırasıyla işaret parmağını sokup yarım tur saat yönünde çevirdi, bıraktı. Kulağına dayayıp karşı taraftan gelen tiz sesin kesmesini bekledi.
"Alo. İblis Avcılarına bir görevim var."
Karlı tarafın prosedür gereği boş laflarını dinleyip devam etti.
"İki iblis Güney sınırımızdaki Prag'dan kaçtılar. Jana bile onları durduramamış. Üstelik diğeri sadece etrafı izlemesine rağmen Jana başarısız oldu."
Karşı taraf boyun eğen bir üslupla kapanış konuşmasını yaptı ve kulağından telefonunu uzaklaştırarak konuşmayı tek taraflı sonlandırdı. Ardından önünde bitmiş evrak işlerine bakarak, "Sanırım Prag Valisine de bir mektup yazsam iyi olacak," dedi.
…
Ateş kusan borularının içini uzun, katlanabilen ince bir çubukla içerisinde kalan tozları süpürdüğü sırada kara ahşaptan yapılma masasının üstündeki avuç içi büyüklüğünde, su yeşili taşı parıldayarak gözünü kamaştırdı.
İnsanın içini ürperten kalın sesiyle, “Açıl,” dedi ve taştan yansıyan ışık süzmeleri bir araya gelerek tanıdır bir simanın siluetini oluşturdu.
“Size yeni bir görev getirdim. Başkent Valisi Mei Zhong, Güney Şehri’nden kaçan iki iblisin yakalanmasını istiyor. Sadece biri bile-” yumruğunu masaya vurarak karşı tarafın sözünü kesti.
“Ne kadar güçlü olduğu hakkında saçmalama. Görmediğim bir şeye inanmam. Parayı hazır et sadece.”
“A, tabii.”
Sol işaret parmağıyla taşa rastgele dokunup görüşmeyi tek taraflı sonlandırınca bir süre daha silahına bakmaya devam etti. Burnundan nefes alıp sağ eliyle pala bıyıklarını eğerek hilal şekline getirdi. Kalın kara kaşlarının altında yatan sol kırmızı, sağ mavi gözüyle önünde masaya bağlanmış tek boynuzlu, on beş yaşındaki bir kızın bedenine sahip, küt saçları omzunun üstüne gelen, ufak kara kanatlı, beyaz tenli iblis kadının oyulmuş boş sağ göz yuvarına bakıp bıyık altından gülümseyerek iblisin diğer mavi gözüne doğru bakışlarını çevirdi.
İblis kız, üzerine dikilen bakışları fark etmemiş gibi önüne eğip nefes almayı kesti. Titreyen göz bebeklerinin şahit olduğu her şey hızla bilinç süzgecinden geçince korkusu katlanarak arttı.
…
Yoru, astıyla beraber ormanın derinliklerine kadar ilerleyip bir ağacın altına oturdular. Xol, yere yığılarak sırt üstü uzanıp ağaçların yemyeşil yapraklarının ardından gözüken gök yüzündeki pofuduk bulutları seyre daldı.
Yoru ise, sargılı ellerine bakarak sargılarının dirsek ve parmak yerlerinden iyice açıldığını sargının altındaki koyu mavi tenini gördü. Gözlerini sargılarından ayırmadan ağzını açıp sakince, “İkimizin de dinlenmesi ve yenilenmesi gerekiyor,” dedi. “Ama hiçbir yerde insanlar bize rahat vermez. Gidebilecek bir yer biliyor musun?”
Xol, doğrularak avuç içlerini yere dayayıp liderinin duygusuz beyaz yüzüne baktı.
“Var, efendim. İblisler, günümüzde yer altı şehirlerinde yaşıyor. Yani… ben yıllar önce yakalanmadan önce öyleydi.”
Yoru başını onaylarmış gibi hafifçe sallarken, “Anlıyorum,” dedi. “O zaman, en yakınımızdaki yer altı şehirlerinden birine gitmeliyiz. Yerlerini biliyorsun değil mi?”
“Aslında kesin bir gidiş yolu yok.”
Yoru duraksayıp kendisine bakan bakışlarla kontak kurdu.
“Nasıl?”
Xol, “Eğer kesin bir giriş olursa bu tüm iblislerin hayatını tehlikeye atacağından her kralın ayrı bir yer altı şehri var,” dedi. “Tabii, bunlar dışında bağımsız yerler veya daha ufak şehirler de var. Hatta insanların bile girebildiği, kara borsanın döndüğü yerlerde var. Ama buralara girmenin tek yolu büyünüzü uygun dalga boylarında etrafa yaymaktır. Anca bu şekilde kapıyı açabilirsiniz.”
Yoru, “Senin bildiğin dalga boyları var ama değil mi?” diye sorduğu anda astı başıyla onaylayıp, “Tabii,” diye ekledi. “Bir karaborsa şehri, iki kuralsız şehir ve bir de iblisler arasında ölümüne dönen dövüşlerin olduğu bir şehrin dalga boylarını biliyorum.”
“Güzel. O zaman, bir an önce gidelim. Burada bulunduğumuz her an insanları üzerimize çekeceğiz.”
Xol, “Evet, bu konuda haklısınız,” diyerek efendisinin fikrine katıldığını belirtti. “Ama, bunu yapmam güvende olacağımız anlamına gelmiyor. Efendisiz yer altı şehirlerinde sadece güçlü olan ayakta kalır.”
Yoru ayağa kalkınca astı da liderini takip etti.
“Hadi, gidelim. Ve bir daha sana sormadıkça emirlerime muhalefet etme.”
Xol, hiçbir şey demeden efendisinin sözlerini kabullenip büyü gücünü ayaklarının atlından etrafa doğru belirli bir ritimde ve yoğunlukta yaymaya başladı. Aniden sertleşen hava ve tepelerinde toplanan kara bulutlara şahitlik eden Yoru şaşkın bakışlarla olan biteni algılamaya çalışırken astının birkaç adım önünde görünmeyen bir şey havayı içine çekerek yoğunlaştı ve karanlıkla bezenip gün yüzüne yetişkin bir erkeğin boyutlarında, tokmağı olan sıradan bir kapı olarak çıktı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..