Erthyo gözlerini açtığında garip bir manzara ile karşılaştı.
Tavşan, orman tilkisi, yavrukurt gibi canlılar üstünde uyuya kalmışlardı. Dilleri dışarıda bir şekilde, yüzlerinde rahat bir ifade ile Erthyo’nun üstünde uyuyorlardı.
Sahne cennetten bir kesit gibiydi. Tatlılık Cenneti!
Ancak ne kadar güzel olsa da Erthyo kalbine taş bastı ve kalktı.
Wu, Wu, Wu,
Hayvanlar inlemeler çıkararak ormana kaçmaya başladı. Erthyo bu sahneyi görünce buruk bir şekilde gülümsedi.
‘’Fufufu… Bu kadar üzülme, sen uyuduğunda tekrar geleceklerdir.’’ Liss’in hoş sesi ortamı doldurdu. Ağaçların hafif hışırtısı Erthyo’nun kulaklarının etrafından geçti.
‘’Umarım.’’ Erthyo başka bir şey söylemeden Vip alandan çıktı.
Gözlerini açtı ve derin bir nefes verdi. Vücudundaki tüm mana yenilenmiş, yorgunluğu gitmişti. Ruhu, eğitimden dolayı küçük bir gelişme yaşamıştı.
Erthyo ayağa kalktı ve ileri sıçradı. Havada bir basamak oluşturarak ikinci bir sıçrayış yaptı. Havada bedenini düzeltti ve yere düzgün bir iniş yaptı.
Yere indiğinde anında suya girmedi. Düşüncelerini mutlak sakinliğe getirdi, kafasında hiçbir şey kalmamalıydı. Tüm odağını bu araştırmaya vermeliydi.
‘’Savaş ne durumda bitti?’’ Tüm odağını bu araştırmaya verebilmesi için aklındakileri boşaltması gerekiyordu, şu an Erthyo’nun en çok merak ettiği konu da savaşın ne durumda bittiğiydi.
‘’Lordum, 150 askerimizin her kişisi en fazla 3 kere öldü. Tüm Kaoraları ele geçirmeyi başardık, Alev 1 Bilge, Lii 1 Bilge, Ceko 1 Bilge ve 1 Büyük Usta, Bayan Mira 3 Büyük Usta yendi.’’
‘’Oh? Mira öyle bir şey mi yaptı? Durumu ne?’’
‘’Son savaşında ağır bir yara aldı fakat rakibini etkisiz
hale getirdi. Şu an inzivada. Hem yarasını iyileştiriyor, hem de yaşadığı
aydınlanmanın üstüne düşünüyor.’’
‘’Güzel! Eğer sizden bir şey isterse, istediklerini verin. Ben bir süreliğine tehlikeli bir bölgeye gireceğim. Savaş çıkmadığı müddetçe beni rahatsız etmeyin.’’
‘’Lordum yardım lazım mı? Lider Hiori, Ateş, Lucifer, Alev, Lii gibi Liderler hâlâ iyi durumda yardım ister misiniz?’’
‘’Hayır. Tek başıma yapacağım.’’
Erthyo başkalarını kendi fırsatlarını bulmak için çağırmıyordu. Bunun sebebi cimri olması ya da açgözlü olması değildi.
Bu fırsatın kendi kaderinde olmasıydı. Erthyo kader kavramına inanıyordu, kişinin kaderinde bir fırsat varsa bu onun önüne çıkardı. Karşısındaki meteorda kendi fırsatıydı. Eğer diğerleri kendisi çağırmamasına rağmen buraya gelip bir şeyler bulursa bu onların kaderinde olan bir fırsatın bulunduğunu gösterirdi.
Erthyo bu yüzden kimseyi yanına çağırmadı ve yerini söylemedi. Eğer burayı bulup içeri girerler ise bu onların fırsatı olacaktı.
Her şeyi hallettiğini düşündüğünde suya daldı.
Splashh!!
Erthyo suyun altına indi ve meteorun arkasına doğru yüzmeye başladı. Gece olduğu gibi mor bir parıltı yayıyordu ancak güneşin ışığında biraz sönük kalıyordu.
Erthyo çatlağın önüne geldiğinde Mızrağını eline çağırdı ve sol elinde tuttu. Böylelikle içeri girdiğinde bir şey ona saldırırsa, anında karşılık verebilecekti.
Çatlağa yaklaştı ve adımını attı.
‘’Ughh!!’’ Güçlü bir hava akışı suratına vurdu, mor ışıkla etkileşime girdiğine ufak bir baskı hissetmişti.
Çatlak bir kişinin zar zor geçebileceği kadar büyüktü. Erthyo ilerlerken karnını içe çekmesi, bedeninin bazı parçalarını oynatması gerekiyordu.
5 dakikanın ardından sonunda çatlaktan çıkmaya başladı.
İçerisi mor kristallerin olduğu bir mağara gibiydi, mor kristallerin içinde sıkıştırılmış mavi bir enerji vardı.
‘’Mana Kristalleri. Hem de bu kadar çok.’’ Mana kristalleri kişinin manasını yenileyebilecek bir kristaldi, ayrıca bazı müzayedelerde para olarak kullanılabilirdi.
Buradakiler düşük seviyeli mana kristali olsa da, içindeki mana çok fazlaydı. Yıllar boyu meteorun içindeki mana ile harmanlandığı için bu mana kristalleri daha değerliydi.
Erthyo etrafı ruhu ile taradı. Hiçbir tehlikenin olmadığını anladığında bir Mana Kristalinin yanına gitti ve onu almayı denedi.
Tehlike!!
Eli mana kristaline değdiği anda tehlike algıları çanlar çalmaya başladı. Çok güçlü bir tehlike değildi, fakat çok sinsiydi.
Erthyo elini çekti ve boşluğa saldırdı.
Bam!!!
Saldırısı boşlukta yankılandı ve mağaranın derinliklerinde patladı. Kesilme sesi ya da çığlık sesleri gelmedi. Saldırısı boşa gitmişti.
Erthyo tekrar mana kristaline dokunmadı. Tüm algısı ve ruhu yayarak etrafı taramaya başladı.
Bir saat boyunca olduğu yerde durarak etrafı taramasına rağmen saldırı olmadı. Tehlike hisside gitmişti. Sanki hiç var olmamış gibiydi.
Erthyo mana kristaline dokunduğunda sinsi tehlike hissi geri geldi. Eli kristalde durdukça bu tehlike hissi kaybolmuyordu.
‘’Acaba tehlike hissini yayan canlı, Kristalleri mi koruyor?’’ Fikir aklına geldiğinde daha da mantıklı olmaya başlamıştı.
Erthyo’nun dudakları yukarı doğru kıvrıldı. Tuttuğu kristali yerinden söktü ve depolama yüzüğüne attı.
‘’Bakalım sınırın ne?’’ Erthyo kristali aldığında tetiğe geçti. Bir saldırı olmadığını görünce rakibinin sınırlarını zorlamaya karar verdi.
Tehlike hissi öldürücü değildi, bunu yerine sinsi idi ve vardı. Bu da rakibinin kendiyle yakın bir güçte olduğunu gösteriyordu.
Erthyo mızrağını salladı. Büyük miktarda Mana kristali havalandı ve depolama yüzüğüne girdi.
Erthyo temposunu arttırdı. Mana Kristalleri bir nehir gibi depolama yüzüğüne giriyordu. Mızrağı her mana kristaline değdiğinde keskin tehlike hissi tekrar ortaya çıkıyordu.
Düşmanın sabrının sınırlarını zorlamak isteyen Erthyo hiç cömert davranmadı. Süpürme hareketleri ile onlarca kristal depolama yüzüğüne akmaya başladı. Yaklaşık yarım saat sonunda mağaradaki tüm kristaller kaybolmuştu. Mağaradaki mor ışık tamamen gitmişti.
Ancak mağaranın derinliklerine giden koridoru daha derin bir mor ışık akışına sahipti.
‘’Daha fazlası mı var?’’ Erthyo bunu inanılmaz buldu. Daha derin mor renkli büyük ihtimalle orta aşama mana kristali olduğunu gösteriyordu.
Erthyo diğer mağara odasına girdiğinde buranın önceki odadan iki katı küçük olduğunu gördü.
Ancak morali bozulmadı. Düşük mana kristallerinin aksine orta mana kristallerinin oluşabilmesi için daha uzun zaman ve mana gerekiyordu. Bu kadar oluşması bile muhteşem bir şeydi.
Erthyo bir mana kristalinin yanına gitti ve dokundu.
Tehlike! Hem de İki katı!
Daha güçlü bir tehlike hissi Erthyo’yu sardı. Erthyo anında tetiğe geçti ve etrafı taradı. Yine saldırganı bulamayınca etraftaki kristalleri almaya başladı.
Crack! Crack!
Kristaller göklerden inen bir nehir gibi depolama yüzüğüne girmeye başladı. Çeyrek saatin ardından bütün oda ışığını kaybetmiş, kristallerin hepsi depolama yüzüğüne girmişti.
Oda mor parıltısını kaybetti, karanlık odanın sonunda başka bir mor ışık yoktu. Ancak Erthyo moralini bozmadı. Yüksek seviye Mana Kristalleri kolay oluşmazdı, artık mana kristallerinin içine yenileme yasaları girmesi gerekiyordu, yenileme yasası ise doğada kolay bulunabilecek bir şey değildi. Binlerce, belki de on binlerce yıllık özel arazilerde oluşabilirdi.
Erthyo bunu bildiğinden kafasına takmadı ve derinlere yürümeye devam etti.
Meteorun içi dışının aksine siyaha çalan taşlarla kaplıydı. Metal elementi ile yıllar boyunca metal elementi ile etkileşime girdiği için böyle bir renk tonuna sahip olmuştu.
Erthyo ilerlemeye devam ederken gardını indirmedi. Keskin tehlike hissinin tekrar ortaya çıkmasını bekliyordu, bu yol dar ve karanlıktı, birinin saldırması için en iyi bölgeydi.
Erthyo bir saniye bile ruhunu ve algısını geri çekmedi. Her seferinde bir adım atarak ilerliyor, adım attığı anda etrafını tarıyordu.
Yol giderek genişlemeye başlamıştı.
Ancak Erthyo sevinmedi. Yolun büyümesi belirsiz düşmanın saldırabileceği daha büyük alan vermişti. Yoğun mananın baskısı altında yaydığı ruhu fazla uzağa gidermiyordu. Ayrıca yoğun mana ruhunu baskılıyordu.
Erthyo ilerlemeye devam ettiği sırada yer titremeye başladı. Çok büyük bir titreme değildi, sanki duvarlardan bir şeyler çıkıyormuş gibiydi.
Erthyo titremenin geldiği yöne baktığında taşların duvarlardan söküldüğünü ve meteorun derinliklerine doğru gittiğini gördü.
Depolama yüzüğündeki meteor parçaları bile hareketlenmeye başladı. Farklı bir uzayda olmasalardı diğer meteorlar gibi uçup gideceklerdi.
Erthyo elini duvara koydu ve ruhunu içine gönderdi.
‘’Meteorun Kalbinden bir çağrı mı?’’ Bir meteor doğumundan önce çekirdeği doğardı, sonsuz uzayda seyahat eder, kendi elementini bulur ve değişmeye başlardı. Meteorun kalbi yavaşça kenti elementinin şeklini alır ve büyürdü. Sonunda çekirdek evrim geçirir ve meteor kalbine dönüşürdü.
Meteor kalbi, tüm meteorun kralıydı. Canlı olmasa bile Kral olarak görülürdü. Tek bir emir tüm meteoru hareket ettirmek için yeterliydi. Ayrıca yaydığı hava diğerlerinden daha yaşlı ve asil olurdu.
Erthyo hızını arttırdı ve Meteorun derinliklerine gitmeye başladı.
Bir meteor kalbi kolay kolay emir vermezdi. Eğer emir veriyorsa ya çok tehlikeli bir şey oluyordur, ya da evrim geçirme eşiğinde olup, taşlarla kendinin korunmasını istiyordur.
5900 Yaşındaki bir meteorun kalbi en fazla 6000 yaşında olabilirdi. Bir meteor 10.000 yaşına gelmeden başka evrim geçiremezdi.
İlk ihtimal yaşından dolayı elenmişti.
İkinci olasılıkta pek mümkün görünmüyordu, Erthyo etrafta hiç ceset görmemişti. Bu yüzden meteorun kalbine saldırabilecek birilerinin olması mümkün değildi.
Tabii…
‘’Meteorun çağrısının içine karışmış bir Ölüm Elementi vardı. Eğer meteora saldıran kişi bir Ölüm Büyücüsü ise bu ihtimal daha gerçekçi olur.’’
Erthyo yolun sonuna ulaştığında geniş bir mağaraya geldi. Etrafı inceledikten sonra buranın Meteorun en geniş kısmı, yani bel kısmı olduğunu anladı. Eğer bu odayı geçebilirse meteorun ucuna yani çekirdeğin olduğu kısma varacaktı.
Ancak önündeki olay çekirdeğe ulaşmasını önleyecekti.
Önünde büyük bir savaş oluyordu.
Savaşta temel iki canlı vardı. Ruhlar ve kaya canavarları.
Ruhların saydam bir bedeni vardı, keskin tırnakları ve geniş ağızları ile iki temel ruh saldırısını yapabiliyorlardı. Ağızlarından zehirli miyasma akıyordu, gözlerinin olması gereken yerde siyah alevler vardı.
Kaya Canavarları ise normal kaya canavarlarından farklı bir yapıya sahipti. Bu kaya canavarların insana benzer dış hatları vardı, dış görünüşü insana benzese de insanda olması gereken ağız, göz gibi dış organları yoktu.
İki taraf birbiri ile acımasızca savaşıyordu. Normal bir savaşta bunun zehirli miyasma kullanan ruh canlılarının kazanması gerekiyordu.
Ruhların bir bedeni yoktu, fiziksel saldırılar bedenlerine işlemezdi, ayrıca ağızlarından akan zehirli miyasmalar bu taş canlıların bedenlerini yok etmeliydi.
Ancak Mor Mana tarafından kaplanmış taş canavarlar, ruhlar ile eşit bir savaş verebiliyordu. Erthyo yerde yatan 8 taş cesedi, 9 bozulmuş ruh görmüştü. Önde olan tarafın kim olduğu belliydi.
Ancak asıl sorun bu değildi. Asıl sorun savaşın arkasındaki hareket etmeyen 2 hayalet idi.
Toplam 6 hayalet general vardı. Bunların 4’ü taş canavar generalleri ile savaşmak için kendine bir savaş alanı oluşturmuştu.
Ancak daha hareket etmeyen 2 general daha vardı. Bu generaller ikiz kardeş gibi gözüküyorlardı. Siyah dumandan zırh setleri ile arkada dimdik duruyorlardı. Birinin sırtında Yarım Ay Bıçağı varken, diğerinin elinde bir mızrak vardı.
Erthyo’nun 150 metre ötesinde taşlar bir bölgeye hareket ederek ikiye bölündü, taşlar zeminde iki dairesel alan oluşturduktan sonra bacakları oluşturmaya başladı.
Ancak Erthyo biliyordu ki bu oluşum hızı çok yavaştı. Hayalet Generallerden gelen saf öldürme niyetini hissettiğinde daha fazla durmayacaklarını anladı.
Bunu bilmesine rağmen hareket etmedi. O bir kahraman ya da doğruluk adamı değildi, sırf zor duruma düştükleri için meteorlara yardım etmeyecekti.
İki taraf birbirini yok etse bile dokunmayacaktı, bu onu ilgilendirmiyordu.
Giyahhhhh!!
Sonunda iki general harekete geçti. Ruhları sarsan bir kükremeyle sırtlarındaki silahları çekip ileri atıldılar.
Siyah gazlar silahlarından çıktı, siyah, yeşil zehirli miyasma silahlarının ucundan akıyor, önüne çıkan rakipleri eritiyordu.
Pat! Pat!
Bazı taş canavarlar tek saldırıya bile dayanamıyordu, silahlarını salladıkları anda siyah, mor, yeşil bir göle dönüyorlardı.
Erthyo tüm hayat göstergelerini bastırdı. Ruhlar hayata karşı çok hassastı, çoktan 3 hayalet onun olduğu tarafa dönmüştü.
Ancak zamanında baskılaması sayesinde, ona dönen 3 hayalet kafalarını çevirdiler ve savaşa devam ettiler.
Erthyo tam meteorun derinliklerine doğru hareket edecek iken gözünün kenarına bir parıltı ilişti.
Bu parıltı hafif bir metalik hava yayıyordu, ayrıca hoş bir kokusu da vardı.
Erthyo ışığın geldiği yöne döndü.
Savaşın döndüğü arazinin arkasında yerde mağaranın tavanından aşağı sarkan beyaz bir taş vardı. Bu taş ortamın aksine süt gibi beyazdı.
Bu süt beyazı meteorun etrafında yapışkan bir sıvı meteorun altına doğru akıyor, sonunda ucuna geldiğinde aşağı damlıyordu.
Taşın tam altında altın, beyaz renkli bir su havuzu vardı. Havuz avuç büyüklüğünde olmasına rağmen yaydığı saf mana ve hoş koku Erthyo’yu etkilemeye yetmişti.
Erthyo o tarafa bakınca, arada bir duvar olduğunu gördü. Bu duvar bir oluşum ya da doğal oluşum değildi. Mana Kalite Duvarıydı.
Bir ortamda iki farklı seviyede mana kalitesi varsa, arada mana kalite duvarı oluşurdu. Erthyo’nun durduğu bölgedeki mana, beyaz taşın olduğu bölgedekinden daha düşük olduğunu sadece bakarak söyleyebiliyordu.
Ayrıca mana duvarı çok çarpıktı. Algının ve ruhun içine girmesine izin vermiyordu. Bu yüzden Erthyo yumruk büyüklüğündeki havuzun içindeki suyun ne olduğunu söyleyemiyordu.
‘’Demek bunun için savaşıyorlardı. Çok İlginç.’’ Erthyo 6 hayalet generalin, her beyaz sıvı damlasında beyaz taşa baktığını görebiliyordu.
Bundan yola çıkarak bu beyaz sıvının onların istediği bir şey olduğunu söyleyebilirdi.
Erthyo’nun dudakları yukarı doğru şeytanice kıvrıldı.
Bütün varlığını baskıladı, vücut ısısını en düşüğe indirgedi, kalp atışlarını sınıra kadar bastırdı ve ileri doğru bir hayalet gibi hareket etmeye başladı.
Aynı anda ruh gücünü yaydı ve bir kıyafet gibi üstüne geçirdi.
Artık Erthyo sadece bakılırsa görünebilecek bir hale gelmişti.
Gölgelerin arasında sudaki bir balık gibi hızlı ve çevikçe hareket ediyordu, savaş patlamalarından özenle kaçınıyor, üstüne doğru gelen canlılara görünmemek için daha gerilere gidiyordu.
Erthyo ilerlerken bir hayalet sanki bir şey fark etmiş gibi aniden Erthyo’nun olduğu bölgeye döndü.
Erthyo nefesini tuttu ve olduğu yerde kaldı. Bu hayaletin gücü kendisinden düşük olsa da eğer kendisini görürse yeri belli olacaktı. Başıboş 2 generalde oldukları yerde durmayacak ve saldıracaklardı. Onları yenebileceğini düşünüyor olsa da boşa güç harcamak istemiyordu.
Gitmesi gereken çekirdek vardı ve orada neyin onu beklediğini bilmiyordu.
Düşüncelerini sabitlerken öldürme niyeti tavan yaptı. Yerini belli etmeden bu hayaleti öldürmeliydi.
Hayalet havada süzülerek Erthyo’ya doğru uçmaya devam ediyordu. Arada derin nefes alarak yolunu Erthyo’ya doğru çeviriyordu.
Erthyo söyleyebilirdi ki bu hayaletin güçlü bir koku duygusu vardı. Ancak özeldi de. Muhtemelen mana dalgalarını algılayabilecek bir koku duygusuna sahipti.
Hayaletin özelliğini anlayınca onu öldürme isteği daha da arttı. Bu hayalet büyük ihtimalle o havuzun içindeki kokuyu almıştı. Eğer suyu alırken üstüne herhangi bir koku yapışırsa bu hayalet kendini koklayarak bulacaktı.
Erthyo’nun bakışları giderek çöktü. Bu hayaleti öldürebilse bile bundan birkaç tane daha olacağını biliyordu, eğer hayalet grubundaki tek koku algısı olan olsaydı, özellikle korunurdu. Fakat bu hayalet öncü olarak kullanılıyordu.
‘’Muhtemelen derinlerde bundan daha güçlü koku duygusuna sahip bir hayalet olacak. Vücudumdaki kokuyu özellikle baskılamalıyım, havuzdaki suyu alabilirsem vücuduma sinmediğinden emin olmam gerekiyor.’’
Erthyo mızrağını eline çağırdı ve beklemeye başladı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..