Savaş devam ediyor, Kaoralar sırayla düşüyordu. Bir Kaora’nın soyu ne kadar yüksek ise topraklarına saldırıldığında aldığı içsel yaralar o kadar az olurdu. Erthyo gibi topraklarının tam ortasına, yani can damarlarına vurulmadığı sürece çok yara almazlar.
Ancak düşük soyu olanlar için bu geçerli değildir. Onlar gelişmek ve yaşamak için topraklarına bağlıdır. Ölümlü insanların şah damarının çok önemli ve ölümcül olması gibi, Kaoralar için toprakları o kadar önemli ve ölümcüldü.
Tabii ki, içsel yara almalarına rağmen, kimse düşmana kaybetmek ve ellerine düşmek istemiyordu. Karşılık verdiklerinde ordudaki ölümler giderek artıyordu, bu durum Liderleri tedirgin etmeye başlamıştı.
Ordu bilmiyor olabilirdi fakat Liderler biliyordu ki Erthyo’nun Onur Puanı yüksek değildi, 500 biraz geçiyordu. Her saniye bir puan artmasına rağmen kaybedilen Onur puanı, kazanılanın yanında çok fazlaydı.
Ordularının çoğu 2. ölümlerinden dönüyorlardı.
Alev puanı kontrol ettiğinde 300 puan kalmıştı. Sayıları 150’ye ulaşan maceracı ve ordu grubundaki her kişi sadece 2 kere ölebilirlerdi. İşin aslı Erthyo’nun çok fazla Onur Puanı vardı, tüm orduyu 20 kere canlandırabilirdi. Wiar’ı öldürmesi ile 1500 Puan kazanmıştı bile.
Fakat Krallık yapılanması çok fazla puan gerektiriyordu, gelişmiş evler, açık tarım arazileri, ordu kampları, güçlendirilmiş surlar, eğitim alanları. En son Lucifer’ın bir yere ışınlanma portalı kurma isteği de eklenince puan suyunu çekmişti. Savaş başlangıcındaki puan 600 idi.
Ayrıca moralleri de vardı. Kimse ölmek istemezdi, bunu bilerek orduya katılmışlardı fakat şimdiden 2 kere ölmüşlerdi ve savaşa geri gelmişlerdi. İkiye bölünmeler, kan kaybından ölmek, kafanın gövdenden ayrıldığından dolayı ölmek, tüm kemiklerin kırılıp, yine de ölmemen.
Bu tür etkiler kişiyi delirtebilirdi. Çoktan deliren beş maceracı, yedi asker vardı. Bu kişiler farklı ölümler yaşadıklarından dolayı delirmişlerdi. Herkes farklı, cehennem gibi acıyla yaşanan ölümlere baş edecek kadar çelik gibi bir iradeye sahip olamazdı. Delirmeler normaldi.
Ancak son 6 Kaora Kalmıştı, 4 Bilgeden bir tanesi bile düşmüştü. 3 Bilge, 3 Büyük Usta seviyeli kaora kalmıştı. Ceko öldürdüğü Kaora’dan sonra diğerlerine yardıma gitmişti bile.
Durum böyle olunca en yetkili kişilerden biri olan Alev geri dönmek istemiyordu. Lii ve Gözcüde aynı fikirdeydi. Hepsi gücünü geliştirmek için bu şansı kullanmak istiyordu. Güçleri geliştiğinde kendilerine ikinci bir hayat bahşeden Lordlarının yanında savaşabilirlerdi.
Boomm!!
3 Lider bunu düşünürken büyük bir patlama gerçekleşti. Patlamanın olduğu yere döndüklerinde Mira’nın yumuşak kılıcı ile bir Kaora’yı indirdiğini gördüler.
Hiori, Lucifer, Ateş gibi savaşabilecek kadınlar şu anda Elizabeth ve Sakurayı şehirde gezdiriyorlar, Erthyo’nun yaptığı yenilikleri gösteriyorlardı.
Mira ise bu tür şeylerle pek ilgilenmediği için savaşa katılmaya karar vermişti. Savaşın başından beri 2 Kaora’yı yenmişti bile.
‘’Sonuncuyu bana bırakın.’’ Mira yumuşak kılıcını tuttu ve bir adım ileri gitti.
Liderler tereddüt etti. Mira’nın pozisyonu düşük değildi, Erthyo’nun en yakın arkadaşıydı kendisi. Eğer ona zarar gelirse, Lordlarına nasıl hesap vereceklerini bilmiyorlardı.
‘’Bayan Mira, Bu..’’ Bir yardımcı Lider öne çıkarak konuştu. İsteği üzerine tereddüt ettiği belliydi.
‘’Geri çekilin. Gücümün farkındayım, O Kaora’yı yenebilirim.’’ Mira başka bir şey söylemeden ileri hücum etti.
Son Kaora’da Mira tarafından alınınca yardımcı Liderler haritaya göre ilerlemeye devam etti. Kaoralar topraklarını fazla terk etmese de, onların topraklarını ele geçirmeye çalışan canlılar olacaktı. Bu canlılar ellerinde öldüğünde, canavarların bedenlerindeki hazineler, insanları üstlerindeki hazineler onlar tarafından toplanırdı.
Erthyo’da bunu bildiği için onlara, savaşa bittiğinde onlara bir harita vermişti. Bu haritayı takip ederlerse, meteora ulaşmadan tüm 4 Bilge ve çekirdek bölgeye varacaklardı.
**
Erthyo yarım saate meteorun olduğu yere varmıştı.
Meteorun olduğu bir göldü. Gölün tam ortasında mor renkte, metalik bir parlaklık yayan meteor vardı. Meteorun çoğu gölün altında olduğu için ne kadar büyük olduğu gözükmüyordu.
Gölde, meteorun çevresinde toprak parçaları vardı, birkaç kişinin durabileceği basamaklar oluşturuyordu. Element enerjiler istikrarlı olduğu için Erthyo bu toprak parçalarının doğal bir şekilde oluştuğunu anladı.
‘’Sadece su ile dolmamış, elementler artık cisimleşerek bir şeyler oluşturabilecek kıvama gelmiş. Bu meteor kaç bin yıl önce düşmüş acaba?’’
Meteorun etrafında sadece su olsa, Erthyo bunu birkaç on ya da bir-iki yüzyıl önce düştüğünü düşünürdü. Ne kadar büyük ve derin olursa olsun, birkaç yüzyıl onu doldurmak için yeterdi. Ama toprak farklıydı.
Toprağın oluşması için bir bölgede binlerce yıl boyunca zengin toprak elementinin olması gerekiyordu.
Erthyo şaşırsa da meteora gitti ve etrafını incelemeye başladı.
Meteorun üstünde kraterlere ve yaş halkalarına bakarak, meteorun yaşını belirlemeye çalışıyordu. Belirli bir yaşın üstündeyse hazine oluşturulabilecek kıvamda bir metal olabilirdi.
Erthyo araştırmaya devam ettiğinde birkaç bilgi bulabildi.
Meteorda 18 yaş halkası vardı. Üst yüzeyinde 27 Krater, etrafında da 8 çentik vardı. Sadece üst yüzeyi olsa bile kaba bir tahminle bu meteorun neredeyse 1900 yaşında olduğunu gördü.
Bir meteor ya da ağaç gibi yaşını dışından belirleyebilecek cansız nesnelerde halkalar genel yaşını gösterirdi. 18 halka 1800 yaşın üstünde olduğuna işaretti.
Kraterler meteorun yaşanmışlığını gösteriyordu. Yaşı boyunca gördüğü, uzay taş fırtınaları, meteor tarlaları ya da uzaysal fırtınaları gösterirdi. Bu meteorun yaşına göre fazla olsa da anlaşılabilirdi.
Çentik ise meteorun içindeki sıkışmış enerjinin dışarı çıkmak için açtığı küçük çatlaklar olurdu. Çentik sayısı içindeki enerji miktarını gösterirdi.
‘’Bu çentik sayısı, bu yaştaki bir meteor için çok fazla.’’
1900 Yaşındaki bir meteor en fazla 2 çentik oluşturabilirdi. İçindeki enerji çok yoğun ve fazla olmasa da içinden dışarı çıkmak için uğraşması sonucu oluşurdu bu iki çentik.
Ancak 8 çentik bu yaştaki bir meteor için imkânsızdan öteydi.
Bu fikir Erthyo’nun zihnine yerleştiğinde aklına bir fikir geldi.
Ya gördüğü kısım..
Kıç Tarafıysa..
Meteor zaman geçtikçe, etraftan mana ve element emdikçe büyürdü. Yapıları farklı olsa da sürekli büyümeye devam ederdi. Efsanelere göre zamanında küçük bir meteor, o kadar fazla yaşamış ki, bir Orta Dünya oluşana kadar gelişmiş ve element emmiş.
Ancak çoğu meteor böyle bir şey oluşturamazdı.
‘’Eğer zamanla büyümüş ise, diğer oluşturduğu kısımlar gövde ile aynı yaşta olmayacaktır. Sonuçta yeni oluşmuş kısım zamanın yıpratmasına sonradan uğramış olur.’’
Erthyo böyle düşününce daha mantıklı geldi.
‘’Sanırım aşağı inmem gerekiyor.’’
Erthyo üstündekileri çıkardı ve bir toprak alanın üstüne koydu.
Splashhhh!!
Suya girdiğinde aşağı yüzmeye başladı. Dünyada yüzme öğrenmek Erthyo’nun hobilerinden biriydi. Zaten iyi yüzücü olan o, vücudunun tüm kontrolüne sahip olduğu ve bu kadar güçlendiği için sudaki bir sel ejderhası gibi yüzmeye başladı.
Ancak buna sevinecek zamanı yoktu.
Çünkü aşağı indikçe meteor gittikçe kalınlaşıyor ve büyüyordu. Sonu yokmuşçasına aşağı inmeye devam ediyordu.
Suyun üstündeki kısım, 5 kişinin sarılabileceği kadar kalınken, şimdi 20 kişi sarılacak kadar kalındı.
Aşağı yüzmeye devam ederken, derinliği bir süre artmaya devam etti. 1500 kulaç derinliğe ulaşmıştı (1 Kulaç=183 cm). Derinlere indikçe üstüne binen su baskısı arttı.
Neyse ki bedeni bu seviye bir baskıya dayanabilecek kadar güçlenmişti.
10 dakikanın sonunda Erthyo en dibe ulaştı. Bu kısım en yaşlı bölümdü. Kalınlığı 45 kişi el ele verse bile tam kavrayamayacağı kadar kalındı. Metalik parlaklık burada daha fazlaydı.
Erthyo etrafını bir süre inceledikten sonra şaşkınlıkla kala kaldı.
54 Halka, 489 Krater, 15 Çentik!
Bu Meteor 5900 yaşında idi.
Yarım milenyum yaşında bir meteor!
Erthyo bu meteordan yapılacak kılıç ve zırhları düşününce gözleri parladı. Yıkılmaz bir ağır zırh birliği, saldırdığında önündeki kalkan ve surları çamur gibi kesen mızraklı atlı birlik, kuş avlar gibi adam öldüren okçu birlikler gözünün önüne geldi.
Erthyo böyle düşünmesine rağmen gerçeklikten kopmadı. Bu meteor boşuna 5900 yaşında değildi.
Yaşadığı uzaysal fırtınalar, meteor tarlaları, uzay taş bölgeleri, diğer meteorlarla çarpışma ve güneşlerin yanından geçme gibi tehlikeli olaylar yaşadığı kesindi. Eğer bunlardan sağ çıkmışsa yıkılmaz bir dağ olduğunu söylemek garip olmazdı.
Sağlamlığı akıllara sığmayacak kadar güçlüydü.
Fuu!!
Erthyo su yüzüne çıktı ve derin bir nefes aldı.
Mızrağını çıkardı ve koluyla destekledi. Görünmez baskı etrafa yayıldı. Erthyo derin bir nefes verdi ve önüne doğru defalarca sapladı.
Tüm saplamalar farklı bir etki içeriyordu, altı mızrakta altı farklı alev vardı, bir mızrakta görünmez, havayı iten bir güç vardı, bir mızrak turuncu renkte parlıyordu, bir mızrak ruhsal bir baskı içeriyordu. Son olarak altı mızrak vardı.
Ateş, Su, Hava, Yıldırım, Karanlık, Doğa olacak şekilde 6 mızrak saldırısı vardı.
Bu saldırı Erthyo’nun en güçlü saldırısıydı.
15 Mızrak havada birleşti ve tek bir mızrağa dönüştü.
Mızrak birleşince titremeye başladı. Titremesi yüzünden Erthyo mızrağı elinden düşürecekti. Elini sıktı, mızrağı daha sıkı tuttu ve saldırıyı devam ettirdi.
Peng!
Ding!
Mızrak saldırısı meteora değdiği anda mana bir okyanusa değmiş gibi dağıldı. Saldırısı meteorun üstünde derin bir çizik bıraktı. Çizikten dolayı meteordan düşen birkaç taş havalandı.
Erthyo elini salladığında bu meteorlar havada süzüldü ve eline indi.
‘’Demek mana emme özelliği var. Ayrıca büyü ve fiziksel dayanıklılığı çok yüksek. Ahh!!!’’ Erthyo derin şekilde iç çekti.
Bu saldırıyı bu kadar iyi şekilde atlatması, meteoru buradan götürmek ve hazineler yapmayı imkânsız hale getiriyordu.
Erthyo hayallerindeki orduyu düşünerek gökyüzüne doğru baktı. Hayallerindeki yıkılmaz ordu artık oluşturulamazdı. En fazla elit bir birlik oluşturabilirdi.
Erthyo kafasını salladı ve bu düşünceleri kafasından attı.
Splash!!
Erthyo tekrar suya atladı.
Fazla derine inmemeye özen gösterdi. Su ne kadar bu meteoru yok edemeyecek olsa da, suyun aşındırma ve yumuşatma özellikleri vardı. Zamanla suda kalmış meteorun yumuşaması büyük olasılıktı.
Belirsiz yıllar boyunca suda kalmış meteor yavaşça yumuşamıştı. Dayanıklılığı su üstündekinden daha düşüktü.
Erthyo mızrağını kaldırdı ve ileri doğru tek bir saplama yaptı. Mana emme özelliği olduğu için sadece mızrağı ile saldırdı.
Giikkk!!
Metalin metale sürtme sesi suyun içinde yankılandı. Kıvılcımlar sudaki kırmızı noktalar gibi yayıldı ve yok oldu. Mor meteorun üstünde parmak kalınlığında fazla derin olmayan bir mızrak izi belirdi.
‘’Eğer biraz uğraşılırsa, bir birlik yapabilecek kadar meteor çıkartılabilir.’’
Erthyo bunu düşünse de saldırılara devam etti. Bir birlik yapmak istese de kendine de biraz meteor olması gerekiyordu.
Doğal hazineler tek bir alanda kullanılmazdı. Her hazinenin farklı kullanım alanları olurdu.
Bu meteor içinde bu geçerliydi. Erthyo bunun savaş hazinesi arıtmada, formasyon kurmada, silah geliştirme de, hatta hap yapımında bile kullanabilirdi. Biraz zor olurdu fakat içindeki metal elementi, metal elementi içeren bir hap için çok yararlı olabilirdi.
5 saat hızlıca geçti. Erthyo bu zaman boyunca sayısız şerit kopardı. Şeritlerinin depolama yüzüğünde kapladığı alan küçük bir tepe oluşturmuştu. Buna rağmen meteorda sanki hiçbir şey eksilmemiş gibi gözüküyordu.
Erthyo tam sudan çıkma niyetindeydi ki gözüne bir ışık çarptı. Mor ışık Erthyo’nun göremediği, yani meteorun arka yüzünden geliyordu. Bunu görebilmesinin nedeni ise gecenin yaklaşması ve suyun yavaştan kararmasıydı.
Kararan suyun içinde duran Erthyo, suyun diğer tarafında parlayan mor bir ışık gördü. Bu mor ışığın olduğu yerde saf bir mana akışı dışarı çıkıyordu.
Erthyo saf mana akışına doğru gittiğinde orada bir kişinin zor sığabileceği bir delik gördü. Delik yüzeye yakın bir yerdeydi, yüzeyde 100 kulaç (183 metre) derindeydi.
Erthyo içeri girmeyi düşündü fakat bu düşünce aklına geldiği gibi kafasından attı. İçeride ne olduğunu bilmiyordu.
Şu an zirve formunda değildi, 5 saattir aralıksız yaptığı saldırılar yüzünden manasının %70’ini harcamıştı. Ayrıca basınca dayanırken, saldırı yaptığı için kasları ağrımış, ruhu yorgun düşmüştü.
Erthyo biraz karasız kaldıktan sonra kararını verdi. Önce yukarı çıkıp kendine güvenli bir bölge bulacak, ardından sabaha kadar dinlenip manasını yenileyip, kaslarını dinlendirecek ve zirve formuna ulaşacaktı.
Zirve formunda geri dönecek ve deliğe girecekti.
Kararını verdiğinde sudan çıktı. Büyük bir ağacın dalına oturdu, etrafına izolasyon bariyeri döşedikten sonra manasını yenilemeye başladı.
Ellerini havaya doğru bakacak şekilde getirdi.
[Obur Özümseyici]
Ellerinde 2 girdap oluştu ve havadan manayı emmeye başladı.
Mana girdaba kapıldı ve ellerinden girerek meridyenlerinde dolaşmaya başladı. Dolaştığı bölgelerdeki kaslar gevşedi, gergin kemikleri rahatladı. Mana geçtiği bölgelerdeki vücudu beslemeye başladı.
Mana sonunda Mana Ruhuna ulaştığında eksik manasını yenilemeye başladı.
Erthyo aynı anda manayı emmeye başladı. Manayı emdikçe saflaştırıyor, saflaşan manayı bir mana damlasına dönüştürüp ruhuna damlatıyordu.
Ping!
Suyun dalma sesi ile saflaşan mana damlası ruhuna yayıldı. Ruhu gelişirken, yorgun kalmış ruhu yavaşça rahatladı.
Erthyo’nun altındaki dallar yavaşça hareket etmeye başladı. Dallar havada bir yılan gibi süzüldü ve Erthyo’nun iki elini sardı.
Yeşil doğa enerjisi Erthyo’nun ellerini sardı ve onun yaralanmış ellerini iyileştirmeye başladı.
5900 Yaşındaki bir meteorun dayanıklılığı hafife alınmamalıydı. Erthyo her saldırısında hafif bir geri tepme yaşıyor ve elini yaralıyordu. Başlarda önemsiz olan yaralar, zaman ilerledikçe kemiği gözükecek kadar derinleşmişti.
Bu yara Erthyo’nun savaş gücünü düşüremezdi fakta yine de yaralanması Erthyo’nun bu meteoru daha da istemesine yol açtı.
Erthyo bilincini bedeninden ayırdı ve VİP alanına girdi.
Bu Erthyo’nun son günlerde yaptığı bir eğitimdi, bedeni günlük eğitimden dolayı oluşan yorgunluğundan arınırken, bilinci Antik İblis ile savaş antrenmanı yapıyordu. Diğer üç soyuyla da eğitim yapmayı ihmal etmiyordu.
Yarın meteorun içine girmeyecek olsaydı, bugün Yeraltı Dünyası Yılanı ile karanlık elementi üzerine eğitim yapacaktı.
Ancak yarın meteorun içine en zirve formunda girmek istiyordu. İçeride neler olabileceğini bilmiyordu. Ölmektense ihtiyatlı olmayı tercih ederdi.
Bu yüzden bugün Liss’in alanına girdi.
‘’Geri geldin.’’ Hoş bir ses ormanı doldurdu. Çiçekler Erthyo’nun gelmesine sevinmiş gibi rüzgârda dalgalandı. Rüzgâr çiçek kokularını Erthyo’nun burnuna taşıdı ve ona güzel kokular sundu.
‘’Evet. Bugün tek yapacağım şey dinlenmek olacak.’’ Erthyo içten bir gülümseme ile konuştu.
‘’Güzel, gel o zaman.’’ Ormanın ortasındaki Dünya Ağacının gövdesi hareketlendi. Erthyo’nun uzanabileceği büyüklükte bir delik oluştu.
Erthyo her seferinde bir adım attı. Bu dünyadaki her saniyesinin tadını çıkarmak istiyordu.
Sonunda Dünya Ağacının gövdesine ulaştığında kendini ağaç gövdesindeki deliğe bıraktı. Deliğe uzandığı anda ağaç kökleri hareketlendi ve onun gövdesine sarıldı.
Erthyo köklerin nazikliğini ve şefkatini hissetti. Kalbinde sıcak bir his oluşmaya başladı.
Ne zaman başladığı bilinmeyen bir müzik Erthyo’nun kulaklarına doldu. Ses bir şelalenin sesini içeriyordu, kısık ve huzurluydu. Kuşlar şarkılarını söyleyerek sese eşlik etmeye başladı. Ağaçların hışırtısı bu sesleri arka plandan destekledi ve şarkıyı zenginleştirdi.
~~ ~~~ ~~ ~~
Erthyo şarkıyı dinlerken kendini uykunun rahatlatıcı dünyasına bıraktı. Gözleri yavaşça kapanırken yüzünde bir gülümseme vardı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..