''Gulp... Hmmm, Güzel fakat eksik. Kendini biraz daha geliştirmelisin. Sıcaklık ayarı ve aroma yaymada sıkıntın var. Bunları düzelttiğinde gel. Sana yeni tavsiyeler vereceğim.''
''Teşekkürler Lordum.''
Erthyo önünde koyulan yeşil çaydan bir yudum aldıktan sonra yanındaki orta yaşların sonundaki adama döndü. Bu adam, Ateş tarafından yetiştirilen, çay ustalarından biriydi.
Ateşin çay sunumunun ardından Erthyo, çay sevdiğini fark etmiş ve bir tanesini yanına çağırmıştı. Çayı içerken ise birkaç tavsiye vermeyi ihmal etmemişti.
''Çay yaparken, ortamın durumu, yapanın ruh hali, yaptığı kişiye karşı niyeti, kullandığı aletler gibi bir sürü değişken vardır. Usta bir Çay Ustası olmak bunların hepsini aklında tutmak ve iyi bir çay yapmak demektir.'' Adamın yaptığı çaylar güzeldi. Erthyo bu adamın başka ülkelerde çay yapacağını düşündükçe morali bozuluyordu. Böyle güzel çay yapan kişileri elinin altında tutmak istiyordu.
''Git ve bugün söylediğim şeyleri düşün. Benim önemli bir toplantım var.'' Erthyo elini salladı, adama daha fazla bakmadan önündeki çaydan yudumlamaya devam etti.
''Emredersiniz.'' Orta yaşlı adam eğildi ve odadan çıktı.
Erthyo, Yokedilemez bedeni çalıştırdı ve bedenindeki son içsel yaraları da iyileştirdi. İçsel yaraları, ağırdı fakat kötü denecek kadar değildi. Sadece yaraların üst üste tekrar yaralanması sonucu oluşmuş bir yaraydı.
Erthyo son yarayı da iyileştirdiğinde, dudağının kenarından akan siyah kanı sildi ve peçeteyi yok etti.
Gözlerini kapattı ve gelecek kişileri beklemeye başladı.
Tak! Tak! Tak!
Odanın kapısı üç defa ritimle çalındı. Bu çalınma, özellikle Erthyo'nun Kioza söylediği çalma şekliydi. Böylelikle At Prensini getirdiğini anlayabilecekti.
''Gel.'' (Erthyo)
Erthyo konuştuğunda odanın kapısı açıldı. İçeri ilk giren kişi Kioz idi. Selam verdikten sonra odadan çıkmış ve kapıyı kapatmıştı.
Odaya Kioz'un ardından iki kişi girmişti. Bu ikili bir insan görünümlü kişi ve yarı-at adamdan oluşan, At Prens ve yardımcısıydı.
At Prens odaya girdiği anda bağırmaya başlamamıştı. Sakince ilerledi ve Erthyo'nun önüne oturdu. Yardımcısı ise ona çay döktü.
Bu hareket Erthyo'yu şaşırtmıştı. Erthyo son günlerde krallık ile pek ilgilenmese de, Kiozdan aldığı bilgilere göre, At Prens patlamaya hazır bir bomba gibiydi. Eğer kralları ile görüşürse, ona ayaklarını öptüreceğim gibi şeyler söylüyordu. Erthyo bundan yola çıkarak, odaya girdiği anda ona saldıracak ya da en azından bağırıp, etrafı dağıtacağını düşünüyordu.
Fakat böyle bir şey olmamıştı.
Aslında normal bir krallık olsaydı. At Prens bunu yapabilirdi. Krallarını asar, kadını ve cariyelerini kendine alır, krallığı yakıp yıkardı. Fakat Erthyo normal bir kral, Krallığı normal bir krallık değildi.
Geldiği gün, huzuruna o iki kadını istemişti, tahta oturmuş ve krallarını beklemeye başlamıştı. Bu her zaman yaptığı şeydi. Fakat karşılaştığı tutum, tekmelenmek ve astının ağır yaralanmasıydı.
Geldiği yeri sorduğunda, hepsinin kafaları karışmış bir ifade takınmıştı. Bir astlarını araştırması için göndermişlerdi, astı ertesi gün geldiğinde ve her şeyi açıkladığında, kendine af dilenmek için yalvaracaklarını zannediyordu. Ancak yine istediği tepki ile karşılaşmamıştı.
Tek olan şey, ona lüks bir oda verip, günlük ihtiyaçlarını karşılamışlardı. İlerleyen zamanlarda ise astının bir olay yüzünden dört uzvunu paramparça etmişlerdi.
Genelde salak olan At Prensi bile burada bir sıkıntı olduğunu fark etmişti. Sanki bu krallık daha dün oluşmuş gibi kendi krallığı hakkında bilgiler yoktu.
Bu da onun bugün neden bu kadar sakin olduğunu gösteriyordu. Krallıktaki astları böyle ise Krallarının nasıl olacağını bilmiyordu.
Fakat karşılaştığı kişi 20 yaşında bile olmayan bir gençti. Bu sinirlerini bozmuştu.
''Bana kralını çağır. Onun köpekleri ile yeterince uğraştım. Artık kendisinin görmek istiyorum.'' At Prens emreder bir tonda konuştu. Bu onun hayatı boyunca başkalarının hayatını yöneten biri olduğu için, kemiklerine yerleşmiş bir şeydi.
''Oh, Öyle mi? Astlarım aslında çok medeni kişilerdir. Sadece kendilerine davranıldığı gibi davranma huyları var. Üzgünüm.'' Erthyo yüzündeki gülümsemeyi hiç bozmadan konuşmaya devam etti.
Laf yediğini anlayınca At Prensin alnındaki damarlar attı fakat dişlerini sıkarak bunu yuttu. Şu an patlarsa rakibine bir avantaj vermiş olurdu.
''Bana sadece efendini çağır. Onunla konuşmak istiyorum.''
''İster inan ister inanma çok umrumda değil fakat bu krallığın kralı benim.''
''Sen mi? Tamam o zaman. Sen ol ya da olma, seninle bir kralmışçasına konuşacağım.'' At Prens boğazını temizledi ve konuya girdi.
''Buraya iki kadını takip ederek geldim. Geçtiğim yol kilometreler ile hesaplanıyor, ki normalde böyle bir şey yapmam. Geldiğimde, tek yaptığım şey buraya saklanmaya çalışan iki mülteciyi istemekti fakat böyle bir karşılama alıyorum.'' At Prensi bunu söylerken, astının bandajlar ile sarılı kol ve bacağını, ayrıca burnunu göstermişti.
''Konumunu kullanamadığını anlayınca, kendini acındırmaya başladı demek. Bu kadar dayak yemeni umursamıyorum, demek ki çok güçsüzmüşsünüz.'' Erthyo iki omzunu kaldırarak, umrumda değil anlamında bir hareket yaptı.
At Prens uzlaşma yolunun da işe yaramadığını görünce sonunda patlamıştı. Depolama yüzüğünden bir plaka çıkardı ve Erthyo'ya fırlattı.
Bu plaka altın bir plaka idi. Üstünde bir sürü harf oyulmuştu ve sonunda kılıçla yapılmış gibi bir imza bile vardı.
Erthyo havada plakayı tuttu ve üstündekini okumaya başladı. Bilmediği bir dilde olsa bile, tercüme yeteneği bunu çevirebilirdi.
''Ben Kral Fenrir bu plakaya sahip olan kişiye bir kereliğine mahsus, benim ağzım olmasını bahşediyorum. Bu plakaya sahip kişi her ne derse, benim sözüm olacak. Bunu gören kişi buna itaat etmek zorundadır. Kral Fenrir''
Erthyo kafasını yana yatırdı, bunu neden gösterdiğini pek anlamamıştı. Kral Fenrir, At Prensin babası olduğunu düşündü, ancak bu plaketi neden attığını bilmiyordu? Bu plaketi görünce dizlerinin üstüne falan çökeceğini mi zannediyordu?
''Bunu neden bana gösteriyorsun?''
''Bu plaket bir kraliyet emridir. Diz çök!'' At Prens lafa girmeden yardımcısı kükremişti. Tüm gücünü dışarı yaydı, arkasında mavi su balonları oluşmaya başladı.
''Peki bunu bana neden söylüyorsun? Ben babanla tanışmadım, ona boyun eğmedim ya da astı değilim. Olmayı da düşünmüyorum.''
''Senin neden böyle kibirli olduğunu anlıyorum. Sonuçta kendine bir krallık kurmuşsun, güçlü insanları altına toplamışsın ve bu kadar gelişmişsin. Gerçekten çok başarılısın fakat bazen boyun eğmen gerekir. Eğer yapmaz isen bu yaptığın her şey bir günde, tek bir ordu ile yok edilebilir. Anlıyorsun değil mi?'' At Prens sakinlikten vazgeçmiş ve kibirli havasına geri dönmüştü. Kötü bir gülümseme ile Erthyo'ya imali laflar etmeye başlamıştı.
Demek istediği açıktı. Kadınları buraya getir ve benden özür dile, bende bu olayları görmemiş gibi yapayım.
Ancak Erthyo o kadar kolay baş edebileceği biri değildi.
''Demek sonunda gerçek yüzün ortaya çıkardın ha. Doğru, bazen boyun eğmen gerekir ancak bu benim ve krallığım için geçerli değil. Özellikle sana ve krallığına karşı.'' Erthyo'nun sesi derin bir buz göleti kadar soğuk ve dondurucuydu. Sesleri kemiklere işliyordu.
''Hmhp, Kendine çok güvenme. Gördüğüm kadarıyla gücün sadece BüyükUsta seviyesinde, krallığında bulunan en büyük güç Bilge yarım adımda. Krallığımdan gelen tek bir usta burayı yok etmeye yeter. Vall indir onu.'' At Prens elini salladı ve astına emir verdi.
''Emredin.'' Vall denen adam başından beri bunu bekliyordu. Emir geldiği anda ileri sıçradı, havada oluşan balonlarda, bir ok gibi hızlı bir şekilde onu takip etti.
Vall havada hareket ederken, elinde büyük bir asa oluştu. Bu asanın normal asalardan farkı, ucunda keskin bir bıçak olmasıydı, bıçak iki parmak büyüklüğünde ve üç parmak uzunluğundaydı. Bu bıçak, normal asa saldırılarını daha agresif ve keskin yapıyordu.
Erthyo asaya bakarken gözleri daha da soğudu. Muhtemelen bu adam, Hiorinin kulaklarını ve kuyruğunu koparmak için bu asayı kullanmıştı.
Erthyo elini havaya kaldırdı.
Ding!
El ve asa çarpıştığında, Vall'ın beklediği kanlı sahne gerçekleşmedi. Aksine asa, iki dağın arasında sıkışmış gibi bir santim bile hareket etmiyordu.
''Bu asa ile kaç kişi öldürdüğünü bilmiyorum fakat bu asayı uzatmaman gereken birine uzattın.'' Erthyo elini sıktığında asa yavaşça kırılmaya başladı. Kırıklar bir örümcek ağı gibi tüm asaya yayıldı. Erthyo avucunu yumruk haline getirdiğinde tüm asa parçalandı.
Bam!
İleri doğru bir yumruk attığında, havadan düşen tüm asa parçaları bir şarapnel yağmuru şekline ilerledi ve Vall'a saplandı.
Pu çi! Pu çi! Pu çi!
Vall havada şaşkın bir şekilde kalsa da, durmadı. Bedenini düzenledi ve arkasına doğru kaçarken, su balonlarını önüne doğru gönderdi.
Blomb! Blomb!
Su topları hiçbir engelle karşılaşmadan patladı. Sayısız şarapnel parçası havada sayısız mızrak gibi ilerledi ve Vall'ın tüm bedenini deşti.
AHHHHH!!
Vall delinmiş bir fıçı gibi kan saçarken arkasındaki duvara yapıştı. Tek bir kası bile hareket etmiyordu, ölümü canlı mı olduğu belli değildi.
At Prensi tedirgin oldu, yerinden sıçradığı gibi kapıya koştu. Bedenine ve aktivitelerin göre çok çevik hareket ediyordu.
Erthyo'nun kendini durdurmadığını görünce sevinmedi, hızını daha da arttırdı. Kapıya ulaştığında hızlıca açtı ve çıktı.
Beng!
Kapıdan çıktığını düşündüğüne, bir duvara çarptığını hissetti. Hızından dolayı çarptığı yerden geri sekerek, oturduğu sandalyenin hizasına kadar düştü.
Kafasını şaşkın bir şekilde çevirip, kağıya baktığında, onu buraya getiren Kioz'un tüm bedeni ile kapıyı örttüğünü gördü. Suratsız bir şekilde kapıda duruyor, hiçbir tepki vermeden At Prense bakıyordu.
Erthyo birkaç adım attı ve At Prensin yanına geldi, elini dostça omzuna koydu.
''Sen... Bana ne yapmayı düşünüyorsun? Bana dokunmamanı öneririm, yoksa babam peşini bırakmaz.'' At Prensi titrerken konuşmaya ve tehdit savurmaya başladı. Erthyo onun tekliflerine göz yummasa da babası yüzünden ona dokunmayacağını düşünüyordu.
''Hey Kioz, biliyor musun benim geldiğim dünyada bazı milletlerin çok ilginç bir damak tadı vardır. Öğrenmek ister misin?'' Erthyo yüzünde bir gülümseme ile Kioza döndü. Sesi çok ilginç bir hikaye anlatacakmış gibiydi.
''Bu astınız öğrenmek ister.'' Kioz, hafif meraklı bir şekilde kafasını eğdi.
''Bazı yörelerde, boğaları avlarlar ve tüm etini yemeklerde kullanırlar. Buna genital bölgeleri de dahildir. Neden yediklerini tam olarak bilmiyorum, hiç ilgimi de çekmiyor. Ancak babasının ilgisini çekeceğine eminim sen ne dersin?'' Erthyo, konuşurken parmağıyla At Prensi gösterdi.
''Eminim, sizin dünyanızdan bir yöresel yemek yediği için onur duyacaktır.'' Sesinde belli etmese de, Erthyo'nun bu teklifi Kioz'u içten içe titretmişti. Erthyo çok acımasızdı, aklının bir kenarına onu kızdırmaması gerektiğini not etti. Ayrıca buradan çıktığı anda Alevi bulup, ondan özür diletecekti.
''Hayır...Lütfen...Yapma...''
Ahhhhhhh!!
Geri kalan birkaç saat boyunca, tüm şatoda acı çığlıklar atılmaya başladı. O kadar acı şekilde bağırılıyordu ki, duyanlar buraya kederli ruhların dadandığını düşünecekti.
***
Erthyo 2 saatin sonunda işini bitirmiş bir şekilde odadan çıktı. Ellerini bir mendile silerken yanda bekleyen birkaç hizmetçiye dönerek konuştu.
''İçeride, masanın üzerinde duran şeyi alın ve çorba olarak kaynatın. Sıcaklığın dağılmaması için, ısı büyü çemberi ile kaplanmış, cam fanusa koyun. Sonunda üstünü siyah bir örü ile örtün ve Ateşe yollayın.''
''Anlaşıldı.''
Erthyo emirlerini verdikten sonra Ateş ile iletişime geçti.
''Ateş, sana yakında siyah örtü ile örtülmüş bir paket gelecek. Ne olursa olsun onu açma. Hioriden gittikleri krallığa ulaşmak için yardım iste, bu şeyi bir şekilde bir açık arttırmada sat, bir hikayede yazmayı unutma. Özellikle Krallarının aldığından emin ol.''
''Anladım fakat nasıl bir hikaye yazayım.''
''Antik bir Fenririn genital bölümünden yapılan özel bir çorba olduğunu söyle. Abartarak, tüm hikayeyi ülkeye yay. Soyu andırması içinde, Göksel Tilkiden bir aura parçası almana izin veriyorum.''
''Anladım. Hemen harekete geçeceğim.''
Kioz tüm olayları kenardan izliyordu fakat sonunda merakını içinde tutamamıştı.
''Lordum biliyorum sizin işinize karışmamam gerek fakat bu uygun mu? Krallıkla çarpışabilecek kadar güç sahibi miyiz?'' Kioz biliyordu ki Erthyo aptal değildi, aslında oldukça zeki olduğunu söylemeliydi, eğer birisinin arkasından iş çevirecekse bunu tam anlamıyla yapardı, Wiar buna bir örnekti. Ancak yaptığı bu hareketi anlayamamıştı.
''Bence yeterince güçlüyüz, sadece ordu gücünde bir eksikliğimiz var. Sence bir ordu ile saldırmaya kalkarlarsa, aramızdaki mesafeyi hesaba katarsan ne kadar sürer buraya gelmeleri?''
''Eğer, küçük bir birlik ve taburla gelirlerse bir haftaya gelirler. Ancak bunu kolaylıkla engelleriz. Büyük bir ordu ile gelirlerse, birkaç ay alabilir, eğer devasa bir ordu ile gelirlerse, ki bunu yapabileceklerini düşünmüyorum. Yarım yıl sürer. Aramazıdaki Kaora Ormanının temizlendiği bilgisi yayılmadı. Bu yüzden dolanarak gelecekleri için en büyük tahminlerim bu.''
''Eğer birkaç ay sürer ise sıkıntı yok. O zamana kadar gücümüz çarpıcı bir şekilde artacak. Ordu sıkıntımızı çözmek için elimden geleni yapacağım. Yani endişelenmene gerek yok.''
''Anladım. Peki lordum şimdi ne yapacaksınız?'' (Kioz)
''Zindana gidiyorum, emirleri ver, At Prensini de oraya getirsinler. Birkaç eski dostu ziyaret etmek istiyorum.'' Erthyo, artık Wiar ve diğer prensesleri ziyaret etme vaktinin geldiğine karar verdi. Uzun süredir onlara yaptıklarının bedelini ödetmek için bekliyordu. Bu isteği artık aklından atmak istiyordu.
Kioz kafasını salladı ve olduğu yerden yok oldu.
Erthyo rahat bir kafa ile zindana gitmeye başladı.
Kral Fenrir'e gelince, o gerçekten güçlüydü. Sadece plakete bakmak bile, Büyük Bilge seviyesinin sınırındaki gücünü hissetmesine neden olmuştu. Bu güç ile şu anda savaşamazdı. Çok ağır yara alsa bile anca onu yaralayabilirdi.
Ancak ona zihinsel bir yara verebilirdi. Savaşma zamanı geldiğinde ise bunu kullanabilirdi.
Oğlunun parçasından yapılmış bir çorbayı içtiğini öğrendiğinde ne kadar ilginç bir surat ifadesi yapacağını çok merak ediyordu. Belki sinirden kan kusar, ya da orada kusmaya başlardı. Akıl sağlını kaybedip, saldırması bile ihtimal dahilindeydi.
[Çok kötüsün. Böyle bir hareketi yapmak, en sapkın şeytanların yapacağı bir şey]
Klara kıkırdarken konuştu. Onu ayıplasa da, yaptığı şeylerden dolayı eğlendiğini göstermekten çekinmiyordu.
''Neyse bunu daha fazla düşünmeyelim. Olan oldu. Şimdi yeni oyuncakları deneme vaktı.'' Erthyo elinde bir mühürü atıp, tutarken, şatonun derinliklerine inen merdivenlerde yürümeye başladı. Elindeki mühür, garip şekilde sadeydi fakat etrafındaki uzay, içindeki uzay ile etkileşime giriyor ve çarpılıyordu.
Üstünde ise üç kelime yazıyordu.
Ruhsal Eziyet Hapsi!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..