Erthyo yeni tekniği keşfettiğinde devam etmedi. Bu yöntem yararlı ve en etkili yöntem olsa da, aynı zamanda çok yavaştı. İlk deneyişinde, nispeten küçük bir parça karanlık almıştı bu yüzden hızlı bir şekilde onu yok edebilmişti. Ancak ikinci deneyişinde daha büyük bir parça almıştı ve onu yok etmesi tam 4 saat sürmüştü. Bunu yaparken de 2 kere hava değiştirmişti.
Eğer hava içinde çok fazla kalır ve karanlık elementi ile temas ederse, çürüyor ve karanlık elementine karışarak rüzgara karşı savaşıyordu. Bu yüzden bu yol içindeki karanlık elementini yok etmek için çok yavaş ve tehlikeliydi.
Ayrıca içinde bekleyen, kümelenmiş kara bir su vardı. Erthyo bunun son saldırıyı hatırlayınca kafasını salladı.
'' Gerçekten güzel bir teknikti. Normalde bana hafif yaralar veren diğerlerinin aksine, bu sağlam bedenimde başta güçlü bir saldırı yaparak küçük bir çatlak oluşturdu, sonra da yaptığı saldırılarla çatlağı genişletti, ardından son saldırıyla da bana ağır bir yara verdi. Eğer şans benden yana olmasaydı kurtulamazdım. ''
Şanstan bahsederken, gerçekten saf şans ile oradan kaçabilmişti. Ağır yaralanacağını düşünmediği için, saldırıyı bilerek almış ve saldırıdan oluşan ivme ile kaçmayı hedeflemişti. Fakat ağır yaralandığı için dengesini kaybetmiş ve gidişini durduramamıştı.
Bu olurken zihni hâlâ çalışıyordu. Ölüm kalım anında zihnini meşgul etmeye cüret edememişti.
Ancak zihni ne kadar hızlı çalışsa da bir kaçış yolu bulamamıştı. Rakiplerinin aksine o sistem ile bağlantı kuramıyor, ruh enerjisini bile kullanamıyordu. Yani kaçması için büyük bir bedel ödemesi gerekiyordu.
Ancak şans perisi ondan yana olmuştu. İlk ağaç kırıldığında, sırtına bir taş çarpmıştı. Bu taş normal bir taştan biraz daha büyüktü fakat neredeyse Erthyo'nun gövdesi ile aynı boyuttaydı.
İkinci ağaç yıkıldığında küçük, kafa boyutunda bir taş daha bulmuştu. Bu taşla beraber beden silüeti oluşmuştu. Erthyo üçüncü ağaca çarptığında ivme kaybolmuş ve durmuştu. Dingin sesli adam çok sakin görünse de, diğerlerinin önünde hava atmak için birkaç saniyeliğine ruhsal algısını geri çekmişti. Erthyo da bu fırsatı kullanarak taşlarla yerini değiştirmiş ve kaçmıştı.
Saf şans burada devreye girmişti. Erthyo ağacın arkasından kaçmak için hareket ettiğinde, güçlü ruhsal enerjiler, güçsüz suikastçıların ruhsal enerjilerini baskılamıştı. Suikastçılar bu yaşandığında gözlerine güvenmek zorunda kalmış ve aldatılmışlardı. Güçlü ruhsal algılar ise, Erthyo gibi ruh enerjisi, mana veya sisteme bağlı olmayan birinin bu kadar dayanamayacağını düşünmüş ve onu önemsememiş ya da hedefleri olarak görmemişlerdi. Sadece gitmesine izin vermişlerdi.
Aralarından herhangi bir tanesi olmasaydı Erthyo ağır bir bedel ödemek zorunda kalırdı. Ama ölmeyeceğini biliyordu. En kötü durumda mühürleri devre dışı bırakırdı, nasıl yapılacağını bilmiyordu. Ancak ölümle burun burunayken neler olabileceğini kimse bilemezdi.
Erthyo mağaradan çıktı ve güneşli bir yer aramaya başladı.
Dışarıda kalmak kendini suikastçılara sunmak olurdu, ancak kapalı bir yerde işine yaramazdı.
Erthyo bir süre arama yaptı fakat hiçbir yer bulamadı. Ormanın kendisi güneşi geçirmiyordu, güneşin olduğu tek bölge, yani şelalenin etrafı ise çok açıktı. Erthyo hisleriyle, suikastçıların yakında dolaştığını hissedebiliyordu. Eğer temizleme aşamasında bulunur ve saldırıya uğrarsa çok sıkıntı olurdu.
Erthyo ne yapacağını düşünürken, mızrağının ucu ışıldadı. Bu saldırı yaptığındaki ışıltıdan farklı olarak, güneş ışığının yansıması gibiydi. Erthyo ışığın geldiği yere baktı.
Şelalenin aktığı yer dışındaki yüzeyi düzdü. Bu düzlük, güneşten gelen ışığı mızrağa yansıtıyordu.
'' Neden Dünya'nın bilgisini kullanmıyorum? '' Erthyo bu dünyada mana, dövüş ve silah sanatlarının çok gelişmiş olduğunu kabul ediyordu. Ticarette çoklu ve gelişmişti ancak teknoloji değildi. Eğer Dünya halkı buraya gelmeseydi, birkaç yüz belki de bin yıl boyunca hiç ilerleme kaydedemezlerdi.
Dünya halkı gelmiş olmasına rağmen, teknolojide ilerlemek o kadar kolay değildi, siyasi ya da kişisel sebepler, Erthyo bunu umursamıyordu. Ancak şu anda aklına gelen yöntemleri, suikastçıların bilmediğini biliyordu.
Erthyo şelalenin etrafına baktı ve istediği şeyi buldu. Bu Kristal Kabuk adı verilen, ayna yapımında kullanılan bir taş türü canavardı, genel olarak hiç saldırı gücü bulundurmuyorlardı, onları öne çıkaran şey savunmalarıydı. Şaşırtıcı derece saçma savunmaları onların soyunun tükenmemesinin tek sebebiydi, fazla hareket etmemelerinden dolayı ölmelerinin yolu yoktu. Bunları avlayan avcılarda çiftleşme zamanlarında avlamayı tercih ederdi. Soylarına zarar vermeyecek kadar avlarlar ve gerisini kendi hallerine bırakırlardı.
Erthyo hislerine güvenerek, suikastçılara yakalanmadan etrafı araştırdı. Sarı benekli, turuncu bir bitki bulduğunda fazlaca topladı ve geri döndü. Bu Bitki Sarı Benekli Bitki olarak bilinirdi ve Kristal Kabuk canavarının en nefret ettiği kokuya sahipti.
Erthyo planını uygulamak için 2 saat harcadı. Sonunda tatmin olmuş bir şekilde mağaraya geri girdi.
Mağara hâlâ soğuktu, kemiklere işliyordu ve burada normal insanların yaşamasını zorlaştırıyordu. Suyun çarpma sesi tüm mağarada yankılanıyor ve büyüyordu. Ancak belirgin bir farklılık vardı, mağaranın tam ortasında, büyük bir alanı kaplayan güneş ışığı vardı.
İşte Erthyo'nun planı buydu, kristal kabuklar yardımıyla, ışığı yansıtarak mağaraya güneş ışığı oluşturmaktı. Şansına çiftleşen bir Kristal Kabuk ikilisi bulmuştu, onları öldürmüş ve kabuklarını almış, projektör etkisi yaratmak için önemli yerlerde kullanmıştı.
O kadar çok Kristal kullanmıştı ki, bir süre boyunca ayna satışları düşecek, fiyatlar tavan yapacaktı. Ayrıca Kristal Kabukların korunması için yasalar oluşturulacak, son olarak da Kristal Kabukların özgürce çifteleşebilmesi için alanlar oluşturulacaktı. Ancak bu Pylos Dünyasının sorunuydu ve Erthyo bunu umursamıyordu.
Gelişmesi için bir ulusun ekonomisi sarsılacaksa bırakın sarsılsın, umrunda olmazdı.
Erthyo hızlıca ışık çemberinin içine girdi, içindeki karanlık elementi güneş ile temasa geçtiğinde huysuzlanmış ve saldırmaya başlamıştı. Pasif durumunu bırakarak, agresif bir canavar gibi onu saran rüzgarlara atılmıştı.
Erthyo içindeki havayı gözeneklerinden çıkardı. Siyah hava duvarlarda cızırtılar çıkararak havaya karıştı, dışarıdan gelen taze hava onu mana ile temizleyerek arıttı ve elementlerine ayırarak yok etti.
Erthyo gözeneklerini açtı ve nefes aldı. Burnundan nefes alırken, aynı anda ağzından da almıştı. Hava içinde bir girdaba dönüştü ve birleşti. Önceki hava topluluğunun aksine bu seferki hafif bir sarı parıltı yayıyordu.
'' İşe yaradı. '' Erthyo'nun planı karanlığa karşı ışığı kullanmaktı, bu ikili birbirleriyle savaşırken rüzgâr elementi ile saldırmaktı.
Erthyo parlak sarı rüzgarı, kaslarını hareket ettirerek kontrol etti ve karanlık elementine gönderdi. Hareketsiz karanlık elementi, can düşmanını gördüğünde saldırganlaşmaya başladı. Durmuş olduğu bölgede hareketlendi ve savunmasını güçlendirdi. Ancak biraz geç kalmıştı. Saldırı çoktan çarpmış, ışık elementi can düşmanıyla kanlı bir savaşa girmişti.
Bom!
Bom! Küçük patlamalar savaşın başlangıcıyla gelmişti, sarı ve siyahın karışımı olan bu patlamalar küçük bombalar gibiydi, patladıklarında ortaya çıkardıkları güç rüzgarları geri itmişti. Işık ve Karanlık birbirine girmiş durumdaydı, birbirlerine dolanıyorlar, ayrılıyorlar ve tekrar birleşiyorlardı. Işık, karanlığın üstüne atladı, Karanlık patlayıp tekrar birleşerek savaşı dengeledi.
Işık bir oka dönüşerek, karanlığı deldi. Karanlık ortadan delindiğinde, siyah yağmura dönüşerek ışığa yağdı ve onu sardı. Işık anlık bir parlamayla üstündeki karanlık elementini attı. İki element savaşa kaldığı yerden devam ettiler.
Bu savaşı izleyen Erthyo sanki büyülenmişti. Savaş çok acımasız olsa da bir sanat eseri gibiydi, yaptığı hiçbir savaş bu kadar güzel ve etkileyici değildi. Savaş doğal bir ahenk ile ilerliyordu. Erthyo savaşı izlerken mızrak yolunun ilerlediğini hissedebiliyordu. Eğer kalkabilseydi şu anda mızrağını sallardı.
Erthyo her şeyin pürüzsüz gittiğini düşündü. Dışarıdan çektiği rüzgar sürekli olarak içine akıyor ve zaten kenarda duran rüzgarları çoğaltıyordu. Ayrıca içlerindeki ışık elementi, savaşın yakınına yaklaştığı anda rüzgarı terk edip savaşa katılıyordu. Böylelikle ışık elementi sonsuza kadar savaşabiliyordu, dayanağı olmayan karanlık elementi ise zamanla güçsüz düşecek ve savaşı kaybedecekti.
Savaşın en yüksek anında, içinde gizlenen kara su harekete geçti. Devasa bir dalgaya dönüşerek ışık elementini kaplamak için saldırdı.
'' İttifak mı? '' Erthyo biraz düşününce bunu mantıklı buldu. Muhtemelen sürekli gelen ışık elementi akışından dolayı hayatının tehlikede olduğunu düşünmüş ve saldırmıştı. Böyle düşününce gerçekten mantıklıydı.
'' Sana kaybedeceğimi mi zannediyorsun? '' Erthyo ağzını derince açtı. Ciğerlerini nefesle doldururken aynı anda burnundan da nefes aldı, ayrıca tüm gözeneklerini açarak hava akışını kontrol etti.
Tüm rüzgarı koyu suya gönderdi. Rüzgarı direkt suya yollamadı, devasa dalgaya dönüşmüş olan siyah su rüzgarı tek bir saldırıda yok edebilirdi. Bu yüzden aslana saldıran çakalların taktiğini kullanmaya karar verdi, direkt saldırmayacaktı. Onu rahatsız etmek ve zamanla öldürmek için vur kaç taktiğini kullanacaktı.
Su Dalgası kendine çarptığında, Işık zorla geri çıkmak zorunda kaldı. Fırsatı yakalayan Karanlık ise onun kaçmasına izin vermemek için saldırılarını daha da acımasız hale getirdi. Her saldırısı, eskiden bomba etkisi yaratıyorsa şimdi mayın patlaması etkisi yaratıyordu. Aradaki fark açık gözle görülebilir şekildeydi.
Erthyo'nun bedeni titredi, fakat daha fazlası olmadı. Normal bedenleri olan ya da eğitilmiş bedeni olan bir savaşçı bununla kan kusardı. Ancak Erthyo'nun bedeni bunun için çok güçlüydü. Titreme dışında hiçbir etki olmamıştı.
Erthyo rüzgarı kontrol etmeye devam etti. Aynı zamanda gözeneklerindeki hava akışını devam ettirdi, hatta hızını arttırdı. Işık desteğini bulduğunda cüretkârca ikiliye karşı savaştı. Erthyo ise rüzgarı, suyun arka kısmına hareket ettirdi ve arkadan sardı.
Fuupp!!
Sanki hortumla emilmiş gibi, birkaç bölgeden kara su parçaları çıktı ve rüzgâr yardımıyla hareket ederek, Erthyo'nun bedeninden çıktılar. Gözeneklerden çıkan su, fazla ilerleyemeden düştü ve Erthyo'nun bedenini ıslattı. Bu belli bir şeydi, Erthyo rüzgarı bedeninde kasları yardımıyla hareket ettirebiliyordu. Bedeninden çıktığı anda onları kontrol edebilme yeteneği kaybolmuştu.
Rüzgâr emme, içinden su çıkarma ve beden temizleme olayı tam bir gün boyunca devam etti. Erthyo kadar iyi duyulara sahip olmayan suikastçılar, şelalenin arkasında bir mağara olduğunu bilmediği için Erthyo'yu bulamamıştı. Su akışı arkasını görmeyi imkânsız hale getiriyor ve kısık olan yankı sesini tamamen yok ediyordu.
Ertesi gün Erthyo son saldırıyı yapmaya hazırlanıyordu. Tüm gün boyunca yaptığı eğitim yüzünden etraf erimiş kayalarla doluydu. Altında, kara bir su birikinti oluşmuştu. Ayrıca bedenindeki hafif yaralar iyileşmişti, ağır yaraya gelince. Onu iyileştirmek için manaya ihtiyaç duyuyordu. Eğer mana kullanamaz ise, birkaç değerli bitkide işine yarayabilirdi.
Erthyo derin bir nefes aldı ve son bir kez içindeki rüzgarı yeniledi. Cızırtılı sesi kaç kere duyduğunu hatırlamıyordu ancak artık buna aşina olmuştu. Dışarıdan havayı çekerek, 2 gündür onunla savaşan Işık elementini yeniledi, ayrıca ona yardım eden Rüzgâr elementini de tazeledi.
İki günlük savaşın sonunda, Karanlık ve Kara Su çok az bir miktarda kalmıştı. Erthyo'nun son bir saldırısına gideceklerini bildiklerinden, onlar da son bir saldırı için güç biriktirmeye başlamışlardı. İki taraf sözsüz bir anlaşmaya girmiş ve son bir saldırıda bu işi bitirmeye karar vermişlerdi.
Sanki son saldırı sinyaliymiş gibi iki taraf bir patlama ile ayrıldı. Rüzgar suyu bıraktı ve ışığın yanına geçti. Erthyo derin bir nefes vererek tüm odağını bu saldırıya odakladı.
Vhoşşşş!!!
Şiddetli rüzgarlar, Erthyo'nun bedeninden fırladı. Uzun saçları havalanarak, yılanlar gibi etrafa yayıldı.
Vhoşş!!!
Bir ışık stünu bedenini kapladı. Odayı kaplayarak Erthyo'yu, Işığın Çocuğu gibi göstermişti.
Vhoşş!!
Ondan aşağı kalmak istemeyen Karanlıkta kendini gösterdi. Işığın karşısına geçerek Erthyo'nun bedenini Karanlığın Evladına benzetmişti.
Blop! Blop!!
Büyük su damlaları bedeninden düştü. Her su damlası yere çarptığı anda mağarayı daha fazla su altında bıraktı, son su damlası yere çarptığında o da tamamen su altında kalmıştı, Erthyo'nun bedeni bile su ile hareket ediyordu.
Erthyo bunların gerçek olmadığını biliyordu, ancak hepsini hissedebiliyordu da. Sanki gerçek ve sahte yer değiştirmiş, sahte gerçek, gerçek sahte olmuştu. Bedeninde herhangi bir zarar yoktu ancak savrulan saçlarını, hareket eden bedenini ve nefes almak için can çekişen ciğerlerini hissedebiliyordu.
Bunu hissedebilse bile bir şey yapamazdı. Tek yapması gereken dayanmak ve iki elemente güvenmekti...
Normal birisi böyle düşünürdü. Doğal olan buydu, doğaya boyun eğmek her canlının kemiklerinin içinde vardı. Evrenin özünden oluşmuş elementler birbirleriyle savaşırken, arada kalan insan ya da herhangi bir canlı nefes almaya bile cüret edemez ve savaşın bitmesini beklerdi.
Ancak Erthyo böyle değildi. O kaderini başkalarının eline bırakmaktan nefret ederdi, o yüzden bu yolda yürüyordu, bu kanlı, katliam dolu ve gerçeği inkâr edip, kendi kafasına göre hareket ettiği yolu takip ediyordu. Hepsi kaderini kontrol etmek ve ne isterse onu yapmak içindi.
Böyle bir yolda, kaderini iki elemente bırakırsa, Antik Hükümdar ve diğer soylarının yüzüne bakamazdı.
İllüzyon olduğunu bilse bile mızrağını sapladığı yerden çıkardı. Mızrak tepki olarak heyecanla titredi, bu zor zamanında Erthyo'ya yardım edebildiği için seviniyor gibiydi. Titremesinde hiçbir mızrak niyeti bulunmuyor olsa da, Erthyo'nun mızrak yoluyla frekansa girmiş ve sahteyi titretmişti.
Sahte titredi, akıntı Erthyo'nun bedenini hareket ettirmeyi durdurdu. Tüm elementler bir saniyelik durmuştu. Bir İmparator ortama giriş yapmış gibiydi.
Erthyo mızrağını sıkıca tuttu, mızrak bu yaşamda güvenebileceği kişilerden biriydi, içindeki ruh ve mızrağın kendisi.
Erthyo mızrağı ileri sapladı. Tek bir saplama yapmıştı, bu sade saplama gerçeklikte hiçbir şey oluşturmamıştı ancak sahte de olaylar farklıydı.
Ortam gümüşi bir ışıkla parladı, mızrağın saplandığı ikiye ayrıldı, ortaya su bile olmayan kurak bir mağara içi çıktı. Erthyo mızrağını sadece bir şekilde sağa doğru süpürdü, bu süpürmeyi ince bir çizgi izledi ve sahte ikiye ayrılmış gibi çarpıldı, bir saniye sonra tamir olsa da yarattığı etki peşinden gelmişti.
Sanki peşinden gelmelerini istiyormuş gibi mızrak titredi, iki element anca o zaman hareket etmeye cüret edebildi. Bir saniye düşünmeden iki düşmana saldırdılar.
Rüzgarlar tüm ortamda bir hortum yarattı, su hortumun etkisi ile toplandı. Bir girdap Erthyo'nun bedeninde oluştu. Girdabın etkisiyle Erthyo'nun bedeni havaya kalkıyordu, ancak ne zaman kalksa yeni bir saplama onu yere indiriyor ve hiçbir şey olmamasını sağlıyordu.
Işık, avına atlayan kaplan misali, karanlığa atladı. Onu tamamen sardı ve tüketmeye başladı. Karanlık karşı koymak istese de, Erthyo'nun yaptığı süpürmeler sanki saldıracağı kişiyi biliyor gibiydi, Işığa hiçbir şey olmasa da karanlık acı çekiyor ve her saldırıda yavaşça yok oluyordu.
Saplamalar devam etti, Erthyo'nun gerçekteki bedeni de, sahtedeki bedeni de yavaşça mızrağı itiyordu. Bu saldırıyı bir çocuk bile atlatabilirdi. Ancak arkasındaki güç sahtede dünyaları yok edebilecek kadar fazlaydı. İki element baskıdan dolayı atlatmayı bırak hareket bile edemiyorlardı.
Üç saatin sonunda, Erthyo mızrağını tuttu ve itti. Mızrağın bu saldırıda titremesi Erthyo'ya bile ulaşmıştı. Ne kadar heyecanlı olduğu belliydi.
Erthyo itmesine güç verdi.
Bom!!
Hortum, Erthyo'nun mızrağına toplandı. Girdap Erthyo'nun mızrağına ulaştı, Karanlık akıma katılarak sürüklenmeye başladı. Işık ise mızrağı sararak mızrağa güç verdi.
BOM!
Tekrar patlama sesi duyuldu. Mızrağın yolunda duran ikili büyük bir hasar almıştı. İki element titremeye başladı, mızrağın heyecan titremesinden tamamen farklıydı bu titreme, bu son anlarını yaşayan birinin titremesiydi.
BOM!
Son patlama duyuldu, Erthyo'nun mızrağı amacına ulaşmış, itilmesinin sonuna varmıştı. Bu aşama normalde en güçsüz aşama olurdu, fakat sahte aleminde bu en güçlü kısmıydı. Dağlar titremiş, ormanlardaki tüm ağaçlar yok olmuş, Ölüm Ormanı silinmişti. Tüm yaşamlar ölmüş, evren yok olmuştu. Son mızrak saldırısı tüm evreni tamamen silmiş ve boşluğa kavuşturmuştu.
Erthyo parlak gözleriyle etrafa baktı, başlangıçta olmayan bir derinlik gözlerinde vuku buldu. Gözlerine olmayan bir çekicilik katmış, bazı hakikatleri anlamış gibi göstermişti.
Erthyo boş ortama baktı. Orada sadece o ve mızrak vardı. İkisi boş evrende kalan tek canlılardı, başka bir şey yoktu. Hiori, Ermy, Mira, Küçük Beyaz, Amy/Mia, önemsediği kimse yoktu, mızrağın içindeki ruh bile yoktu.. O evrende sadece o ve mızrağı vardı.
Bu mızrak yolunu isteyen herkesin isteyebileceği bir evreydi, ismi ''Gerçeklik yok, sahte yok, sadece mızrak ve ben varım.'' Evresiydi. Bu evrede sadece kişinin mızrağı ve kendisi olur. Büyük bir anlayış kazanabilirdi.
Ancak Erthyo bunu istemiyordu. Sevdiği kişiler için mızrak sallıyordu, sevdiği kişileri korumak için kan döküyordu. Neden onların olmadığı bir şeyden dolayı mızrağında anlayış kazanacaktı ki?
Erthyo mızrağını aldı ve ileri sapladı. Ortama hiçbir şey olmamıştı ancak o saplamaya devam etti. Bazen süpürdü, bazen çapraz saldırı yaptı, bazen de etrafında döndü fakat durmadı.
'' Madem bu gerçeklikte istediğim şey yok. O zaman bu gerçekliği yok edeceğim. '' Belki ileride bundan dolayı pişman olacaktı, belki de bu ruh haline girmek için sabah, akşam meditasyona girecek ve hayatlar alacaktı. Fakat şu anda bu aşamayı istemiyordu.
'' Eğer gelecekte böyle bir aşama için pişman olacaksam, gelecekteki kişiyi kesmek için mızrağımı kaldıracağım. '' Erthyo iki eliyle mızrağını tuttu. Bu, sahteye girdiğinden beri ilk kez iki elle tuttuğu seferdi.
Erthyo duruşun düzeltti, eline güç verdi ve iki eliyle ileri sapladı.
BOOOOOMMM!!!
Sahte, belki de gerçek. Sarsıldı, tüm dünya titredi, mızrak ağlamaya başladı. Ancak bu ağlama bir saniye sürdü. Ardından güçlü bir Ejderha kükremesi onu bastırdı.
Arğhhhhh!!
Mızrak sustu, Ejderha kükredi. Kükreme ortamı titretti, siyah boşluk yavaşça döküldü ve renk kazanmaya başladı. Kırmızı, Mavi, Sarı, Kahverengi, Yeşil, Mor, Turuncu... Tüm renkler buradaydı.
Mızrak, tek saplamayla dünyayı sonsuz bir karanlığa sokmuştu. Aynı zamanda mızrak tek bir saplamayla dünyaya renk getirmişti.
İşte Erthyo'nun mızrağı böyle bir şeydi. İstediğini yapardı, Kan döker, can alır. Aynı zamanda birini kurtarır ya da hayatını geri kazandırırdı. Kılıcı evren oluşturabilirdi, ancak mızrağı bundan daha yüksek bir şeydi. Onun Mızrağı istediğini yapardı. Mızrağı gerçekliğe kadirdi, isterse gerçekliği kesebilirdi.
Erthyo yavaşça gözlerin açtı. Gözleri açıldığında iki mızrak oku gözlerinden fırladı ve havayı delerek karşı önündeki duvara saplandı.
Crack!
Crack! İki hava akışı duvarda derin izler oluşturmuştu, ok deliklerinden farklı olarak, sanki bir mızrak duvara zorla sokulmuş ve biri oradan çıkarmış gibi bir iz vardı.
'' Demek... Bu Mızrak Kalbi. ''
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..