1. Bölüm | Yetişim Yapamayan Çocuk

avatar
799 4

İnsan Tanrı - 1. Bölüm | Yetişim Yapamayan Çocuk


Kutsal Çağ'da 990 Yılı, Therris Krallığı Başkenti



-



Güneşin gökyüzünde tam ortadaydı, gökyüzü masmavi bir rengindeydi ve bulutlar güzel bir görsel şölen oluşturmuştu. Bu sırada, diğer tüm evlere kıyasla orta boyuttaki bir evin içerisinde iki kişi bir yatağın önünde duruyordu. Bu iki kişiden birisi orta yaşlı görünen bir adamdı. Kısa siyah saçları ve siyah gözleri vardı. Boyu yaklaşık olarak 1.80 civarıydı. Ve bu adamın yanında, genç gösteren, kafasını adamın omzuna yaslamış, sarı saçları omzuna kadar gelen yeşil gözlü oldukça güzel bir kadın bulunuyordu. 



İkisi de siyah bir çarşafı olan yatağın önünde duruyordu. Bu yatağın üstünde ise üç tane bebek vardı. Dışarıdan bakıldığında bu bebekler bir-iki yaşında gibi görünüyordu. Hepsinin saçları yavaşça çıkmaya başlamıştı, ilk bebeğin siyah saçları ve yeşil gözleri bulunuyordu. Yüzünde bir gülümseme vardı ve heyecanlı olduğu anlaşılacak hareketlerde bulunuyordu. Oyun oynamak istiyor gibiydi.



İkinci bebek ise siyah saçlara ve siyah gözlere sahipti. Yanındaki bebeğin aksine daha sakin duruyordu. 



Ve üçüncü bebeğin ise sarı saçları ve yeşil gözleri vardı. İlk bebekten daha sakin, ikinci bebekten daha heyecanlı görünüyordu. Ve bu bebeklerin başında duran adamla kadın, güler yüzle bebekleri izliyorlardı.



-



Kutsal Çağ'da 998 Yılı, Therris Krallığı Başkenti



-



Üç bebek, sonunda büyümüştü. Siyah saçlara sahip ve yeşil gözlere sahip erkek bebek, yedi yaşına gelmişti. Ve elindeki küçük bir bıçakla önündeki bir metre büyüklüğünde ve genişliğindeki tahtayı oyup bir şeyler yapıyordu.



Siyah saçlara ve siyah gözlere sahip erkek bebek sekiz yaşına gelmişti. Etrafında kimsenin olmadığı bir odada gözlerini kapatıp meditasyon yapıyordu. Enerjiyi bu yaşında hissedebilmeye başlamış ve özümsemeye çalışıyordu.



Sarı saçlara ve yeşil gözlere sahip kız bebek ise yedi yaşına girmişti. O da, elindeki küçük bıçakla tahtayı oyan kardeşini izliyordu. Kardeşi bıçakla işini bitirdiğinde yaptığı şeye bakmıştı.



Küçük bir heykel yapmıştı, küçük bir kız figürü ve bu kızın omzuna kadar gelen saçları belli oluyordu. Hatta heykel o kadar güzel yapılmıştı ki, erkek kardeşin, yanındaki kız kardeşinin heykelini yaptığı anlaşılabiliyordu. Kız kardeşi de bu heykele parlayan gözlerle ve büyük bir gülümsemeyle bakıyordu.



-



Kutsal Çağ'da 1000 Yılı, Therris Krallığı Başkenti



-



Siyah saçlara ve yeşil gözlere sahip çocuğun ismi Rien'idi. Dokuz yaşına gelmişti ve gözleri kapalı bir şekilde meditasyon pozisyonundaydı. Ama yüzünde mutsuz bir ifade vardı.



Siyah Saçlara ve siyah gözlere sahip çocuğun ismi Rowan'dı. On yaşına gelmişti ve evde yoktu. Çoktan enerjiyi özümseyip çekirdeğini oluşturmuştu ve eğitim için bir akademiye katılmıştı.



Sarı saçlara ve yeşil gözlere sahip çocuğun ismi ise Rebekah'idi. O da dokuz yaşına gelmişti ve meditasyon yapıyordu. Yüzünde bir gülümseme vardı. Rien'in aksine enerjiyi hissedebilip yavaş yavaş özümsemeye başlamıştı.



-



Kutsal Çağ'da 1003 Yılı, Therris Krallığı Başkenti



-



Rien meditasyon pozisyonundaydı. sekiz-dokuz yaşları arasında ara ara sürekli meditasyon yapmaya çalışıp enerji hissetmeye çalışıyordu ama başarısız oluyordu. Ve yine başarısız olacağını bilse de deniyordu.



Diğer iki kardeşi, Rowan akademideydi. Rebekah'ta bu yıl çekirdeğini oluşturmayı başarmış akademiye katılmıştı. Rien her gün evde tek başına kalıyordu. Diğer kardeşleri akademideydi ve eğitim görüyordu. Rien'de onlarla birlikte olmak istese de daha enerjiyi bile hissedemiyordu.



-



Kutsal Çağ'da 1005 Yılı, Therris Krallığı Başkenti



-



Rien artık on dört yaşına gelmişti. Diğer iki kardeşi yine akademideydi ve çoktan büyü kullanmayı öğrenmişlerdi. ve enerji kullanımında bayağı gelişmişlerdi.



Normal insanların 10 yaşlarında enerjiyi hissedebilip 11-13 yaşları arasında çekirdeklerini oluşturabildiği biliniyordu.



Dahi olarak adlandırılan kişiler 8 yaşında hissetmeye başlayıp genelde 9-11 arasında çekirdeklerini oluşturuyordu. Rien, dahi olmayı geç, normal insanların yapabildiğini bile yapamamıştı.



-



Yüzünde üzgün bir ifadeyle Rien meditasyon yapmayı bıraktı. On üç yaşındayken zaten yavaştan ümidini kesmişti ve babasından demircilik öğrenmeye başlamıştı. Babasının küçük bir demirci dükkanı vardı ama oldukça iyi işler başarıyordu. Evin geçiminin %90'ını o sağlıyordu. Annesi ise bahçede bazı birkaç şifalı bitki yetiştiriyordu ve onları satıyordu. %10'luk kısmı ise o sağlıyordu. 



Babası, Rien'e ilk başta orta büyüklükte bir kitap vermişti. Bu kitabın içinde genel olarak basit malzemeler hakkında bilgi içeriyordu. Nerede bulundukları, neler yaparken kullanılabilecekleri tarzı basit şeyler içeriyordu. Rien, on üç yaşından beri günün bazı kısımlarında bu kitabı okuyordu. Diğer kalan zamanında meditasyon yapıp enerji hissetmeyi denese de başarısız oluyordu. Ama artık on dört yaşında, günde sadece maksimum bir buçuk saatini meditasyona ayırıyordu.



Hiçbir şekilde enerjiyi hissedemiyordu. Ümidini tamamen kesmişti ve kendisini direkt olarak demirciliğe yöneltmişti. Babası ona sürekli kitaplar veriyordu ve onun içindekileri okuyup ezberliyordu. Bu konuda yeteneği vardı, babası sürekli ona kitaplardan soru soruyordu, Rien ise biliyordu ve sonraki kitaba geçiyordu.



Bu süreçte yavaş yavaş babası ile birlikte her gün dükkana gidip basit şeyler yapmayı öğrenmeye başlamıştı. On dört yaşında basit temel ve başlangıç seviyeli ekipmanları yapmayı öğrenmişti.



Ama sadece bu kadarla kalmamıştı. On üç yaşından beri demirciliğin yanında, simya, tılsım gibi diğer dallar hakkında da kitapları okuyup bilgiler ediniyordu. Fakat elindeki imkanlar yüzünden sadece demirciliği uygulamaya dökebiliyordu. On dört yaşında tamamen demircilik, simya, tılsım, iksir gibi alanlarda çoğu basit-orta seviyeli malzemeyi ve teorik olarak çoğu şeyin nasıl yapıldığını öğrenmişti.



Her ne kadar enerji konusunda kendisini geliştirip, insanlara yardım eden, bilinen bir kahraman olma hayali olsa da, pes etmemişti. Bunu başaramayacak olsa da, yine bu dallarda bilinen bir kişi olmayı istiyordu. Enerji ile savaşan bir kahraman olmak yerine, yaptığı ekipmanlarla insanlara destek olan, yaptığı haplarla, iksirlerle insanları iyileştirebilen bir kahraman olmak istiyordu. Yeni amacı buydu ve bunu başarabilecek gibiydi. İki yılda çoğu basit ve orta seviyeli malzemeleri ezberlemiş nerelerde kullanılabilip neler yapılabileceğini öğrenmişti.

 


Geriye kalan tek şey bunları gerçekten denemesini sağlayabilecek bir ortamdı. Daha sonrasında yüksek sınıf malzemelere geçecekti. Ama, bu hayali de çok uzun sürmemişti. Çünkü bir gün yatağından kalktığında evinin yarısı yıkılmıştı ve yanıyordu. Dışarıdan çığlık sesleri geliyor ve kılıçların birbirine çarpmasının sesleri yankılanıyordu. Yukarıdan gelen bazı büyü tekniklerinin etrafa verdiği zararlar yüzünden yıkılan evlerin sesini duyuyordu.



Bir anda yatağından fırladığında hızlıca kapısı açıldı. Onun odasına gelen Rowan'dı. 



"Rien, çabuk gel!" diye bağırmıştı endişeli bir sesle. Rien hızla yatağından fırlayıp, üstündeki pijamaları ile koşmuştu. İkisi evden dışarıya çıkmıştı. Evlerinin yarısı yıkılmıştı ve alevler tüm evi kaplamak üzereydi. Rien'in odasının bulunduğu bir kısım da ondan yaklaşık beş-altı saniye sonra çökmüştü ve yanmaya başlamıştı.



Dışarıda annesi, babası ve Rebekah'yı görmüştü. Tüm aile birlikte toplanıp kaçmaya başladı. Savaşın arasından sıyrılıp başkentten zarar görmeden çıkmayı başarmışlardı. Fakat durum Rien için böyle değildi. Diğer tüm aile üyeleri etrafına bakınmadan kaçmaya çalışsa da, Rien etrafındaki insanlara, yıkılmış evlere bakıyordu. Çığlık seslerini duyuyor, hemen birkaç adım ötesinde savaşıp ölen kişileri görüyordu. 



Buna rağmen yüzünde duygusuz bir ifade vardı. Hiçbir tepki vermiyordu, ne yapması gerektiğini bilmiyordu. İçinde hep bir kahraman olma duygusuyla yaşayan Rien bir şeyler yapmak istiyordu ama yapacak gücü bulunmuyordu. Daha sonra teker teker tüm aile üyelerine ve özellikle Rowan'a baktı. Rowan dahi olarak adlandırılan bir kişiydi ve potansiyeli yüksekti.



Fakat buna rağmen hiçbir şey yapmıyor, etrafına bakmadan kaçıyordu. Rien anlamıyordu, neden bir şey yapmıyordu, neden ölen kişilere yardım etmiyordu, tüm bu olan her şeye göz yumuyordu?



Daha sonra Rien'in ayağı takıldı ve düştü. 



"Rien!"



Rowan'ın bağırmasıyla kendisine gelen Rien ayağa kalktı ve etrafına bakmadan koşmaya devam etti. Az önceki tüm düşünceleri tamamen kaybolmuştu. Ne düşündüğünü bile hatırlamıyordu. Eğer etraftaki savaş atmosferi olmasa neden kaçtığını bile hatırlamayacak durumdaydı. 



Sonuçta hayatı boyunca savaşın ne olduğunu bilmeyen, ciddiyetini bilmeyen on dört yaşında bir çocuktu. Bu yüzden olayın ciddiyetini kavrayamadığı için az önce hatırlamadığı saçma düşüncelere kapılmıştı.



Ormana yaklaşmışken, Önlerine iki kişi çıktı. Bu iki kişinin üstünde zırh vardı ve ellerinde kanlı kılıçlar bulunuyordu. Ailesi bunu görünce durdu. Önlerinde bu iki kişi varken kaçamazlardı.

 


Kanlı kılıçları tutan bu iki kişiden birisi küçümseyici gözlerle Rien'in ailesine baktı ve gülerek,



"Şuna bak, üç-beş böcek sürüsünden ayrılmış koşuşturuyor." 



Yanındaki arkadaşı buna güldü ve kılıcını hareket ettirdi. Burada bir savaş dönecekti. Babasının elinde birden uzun bir kılıç belirdi. Kendi yaptığı kılıçlardan birisiydi ve usta seviyeli bir kılıçtı. Demirci olsa da kılıç kullanmayı biliyordu. Tüm ailesini koruyabilmek istiyordu. Kısa bir süre başını çevirdi ve gülümsedi. Sakin bir şekilde sadece



"Kaçın." dedi.



Annesi, çocuklarının elini tutarak koşturmaya başladı. Yine arkalarına bile bakmıyorlardı. Sadece kaçmaya odaklanmıştı. Şu an nasıl bir duygu içerisinde olduğunu Rien, kendisi bile bilmiyordu. Daha neler olduğunu anlamadan yataktan kalktığı anda kaçmaya başladığı için şaşkınlık duygusu, korku duygusu, vücudun aşırı adrenalin salgılamasından dolayı oluşan heyecan, tüm duygular bir aradaydı. Ama hiçbirisi nedense ağır basmıyordu, tüm duyguları teker teker, sıra sıra bir döngü içerisinde hissediyordu.



Ama gözü aynı şekilde babasındaydı. Ama hiçbir şey görmüyordu. Sadece bakıyordu. Etraf kararmış gibiydi, sadece önündeki iki adam ve onlara karşı kılıç çekmiş baba figürüne odaklanmıştı.



Ama tek bir ses ile tekrar geri dünyaya dönmüştü. Elini tutan annesi yere yığılmıştı. Vücudunun her yerinden kanlar akarken hareket etmiyordu. Cansız gözleri açıktı ve ışığı kaybolmuş gözlerinden yaşlar akıyordu.



Rien duygusuz bir yüzle yere düşen annesine bakarken soluna doğru dönmüştü. Annesini öldüren büyücü bir sonraki saldırısını yapmak üzereydi. Saldırısını yapmadan önce şehri savunanlardan bir kişi ona saldırmıştı ve engellemişti. Rowan, Rien'in elini tutmuş koşturuyordu. Eşinin öldüğünü gören baba, bir anda kafasını o yöne çevirmişti. Ama bu savaş alanında yapılabilecek en kötü hataydı.



Savaştığı iki askerden birisi kılıcını onun göğsünden saplayıp çıkarmıştı. İki dizinin üstüne çöken baba göğsündeki kılıç yarasına baktı, daha sonra kılıcı saplayan adamın aşağılayıcı ve gülen yüzüne, daha sonra da ölen eşine ve arkasından kaçan çocuklarına. Ondan sonra da bir darbe daha aldı ve cansız vücudu yere düştü.



Rien, Rowan ve Rebekah ile ormana girmeyi başarmıştı. Ormanda koşuyorlardı. Ama hiçbirisi nereye gittiklerine dair bir şey bilmiyorlardı. Sadece koşup uzaklaşmak istiyorlardı. Rien kardeşlerinin yüzlerini görmediği için nasıl duygular içerisinde olduklarını bilmiyorlardı. 



Kendisi de aslında nasıl bir duygu içerisindeydi bilmiyordu. Her şeyi özetleyecek tek bir kelime vardı. Karmaşık.



Ormanda bir süre ilerlediler ve karşılarına bir kişi çıktı. İlk başta karşılarına çıkan iki asker ile aynı zırhı giymişti. Elinde ise yine bir kılıç bulunuyordu.



Rien ve kardeşleri durdu. Kaçacak yerleri yoktu. Hangi yöne kaçarlarsa kaçsınlar bu kişinin onları yakalayabileceği çok belliydi çünkü. Adam düşünceli bir ifadeyle üç çocuğu incelerken konuştu.



"Üç küçük cevher demek. Dış görünüşleriniz epey iyi gibi." Bunu derken kılıcını Rebekah'ya doğrulttu. Yüzündeki büyük gülümsemeyle konuşuyordu.



"Özellikle sen, oldukça güzel görünüyorsun, eminim ki diğerlerinden daha iyi bir paraya satılırsın." Gülümsemesi daha da büyüdü ve onlara doğru adım atmaya başladı.

 


"Saçma sapan zorluk çıkaracak bir şey yapmayın, uslu uslu gelin gidelim, olur mu?" dedi.



Bunu dedikten birkaç adım daha attıktan sonra Rowan ona rüzgar elementi ile küçük bir saldırıda bulundu. Fakat adamın zırhına dokunduğu anda kaybolan bu saldırıdan sonra adamın güler yüzlü ifadesi bir anda bozuldu ve sinire dönüştü, Rowan’a doğru koşmaya başladı.



Hiçbir şey demeden Rowan'ın önüne gelip ona bir yumruk atmıştı. Rowan karnına isabet eden bu yumruktan sonra nefesi kesildi ve yere düştü. Yerde zar zor nefes almaya çalışıyordu. 



Daha sonra tüm ilgisini Rebekah'ya verdi. Diğerleri ölse de çok umursamazdı. Çünkü içlerinde en çok para edecek kişi Rebekah'idi. Ona doğru hamle yapmak üzereydi.



Rien o sırada ise olanları izleyip kenarda duruyordu. Hiçbir şey yapamayacağını biliyordu. Ama bir şeyler yapmak istiyordu. Annesi ve babası ölmüştü, geriye tek kardeşleri kalmıştı. Onları da kaybetmek istemiyordu. Ölecek olsa bile kardeşleri ile ölmek istiyordu. Şu an aklına sadece bu duygular gelmişti. Kaçma düşüncesi bile gelmemişti. 



Yerde bulduğu bir avuç büyüklüğündeki taşı kavrayıp adama doğru koşmaya başlamıştı. Fakat adam kraliyet ordusundaki bir askerdi. Arkasında koşan bir çocuğu fark edebilirdi. Bu yüzden Rebekah'yı bırakıp arkasına döndü ve ona doğru saldıran çocuğa baktı. Tek bir tekme ile Rien'i geriye doğru fırlattı. Rien başladığı yere kadar geri uçtu ve bir ağaca çarpıp yere düştü.



Ağzından kanlar akıyordu ve büyük ihtimal kırılmış birkaç kemiği vardı. Silahlı adam Rien'in işini bitirmek için ona doğru yürüyordu.



Rien önce adama baktı, görüşü bulanıklaşmıştı. Etraf kararmaya başlamıştı. Ağzından sadece zorlayarak iki kelime çıkarabildi.



"R-Rowan, Re-rebekah.."



Sadece kardeşlerinin ismini söyleyebilmişti. Önündeki ona doğru yürüyen adamdan sonra kardeşlerine baktı. Gördüğü şeye tepki bile veremedi. Kardeşleri Rien'i bırakmış, arkalarına bile bakmadan koşup kaçmaya başlamışlardı. 



Rien'in gözleri iyice bulanıklaştı ve karardı. Gözleri kapandı, zorla gözünü açık tutabiliyordu. Adam ise ona iyice yaklaşmıştı.



Galiba ölüm böyle bir şeydi. Ölümün ellerinin vücudunda gezdiğini hissedebiliyordu. Kendisini ona teslim etmesi için gereken tek şey son hamleydi. Daha sonra ölümün onu alıp götüreceğini biliyordu.



Bir anda tüm hayatı gözlerinin önünden geçmeye başladı. Hiçbir şey başaramadan ölecekti. Hayallerine ilk adımını bile atamamıştı. Bunun yüzünden üzülüyordu. Herhangi bir acı hissetmiyordu ama gözlerinden yaşlar akıyordu. Üzgün olduğu için ağlıyordu. Hiçbir şey başaramadan öleceği için. 



Gözlerini zorla açmayı bıraktı ve tamamen durdu. Gözleri kapalıydı. Adamın ne kadar yakın ya da uzak olduğunu bilmiyordu. Belki bir saniye sonra adam bitirici hamleyi yapacaktı.



Canı şuan acıyordu ama acıyacak mıydı? Canının yanmasını istemiyordu. Hiçbir şeyi istemiyordu. Ölmek istemiyordu. Sadece rahat, huzurlu bir hayat yaşamak istiyordu. Hayallerini gerçekleştirebildiği bir hayat istiyordu.



Bunlar yüzünden gözlerinden akan yaşlar daha da artmıştı ve çoktan bilinci kapanmıştı.



Asker son hamleyi yapmak üzereyken bir anda karanlık olan hava aydınlandı. Tüm gökyüzü sanki güneş açmış gibi masmavi aydınlıktı. Savaşan kişilerin hepsi birkaç saniyeliğine gökyüzüne bakmıştı. Güneşin aydınlattığından daha fazla aydın bir gökyüzü vardı. Birkaç saniye durduktan sonra bu gökyüzü eski karanlık haline döndü. Bu süreçte insanlar istemsizce diz çökmek üzereydi. Bu asil, büyük bir imparatorun havasına karşı başlarını yukarıda tutmaya cesaret edemiyorlardı. Kendilerini aciz bir böcek gibi hissetmişlerdi. Ama ışığın kaybolup havanın eski haline gelmesiyle birlikte herkes eski durumuna geri dönmüştü.



Bunlara sebep olan tek şey bir ışıktı. Sapsarı, parlak bir ışık Rien'in bulunduğu bölgeye doğru ilerliyordu. Asker tam Rien'in işini bitirecekti ki bu sarı ışık Rien'e çarptı ve kayboldu.



Işığın Rien'e çarpmasıyla birlikte oldukça sert bir enerji dalgası etrafa yayıldı. Metrelerce yayılan bu enerji dalgasına maruz kalan adam bir anda geriye fırlayıp bir ağaca gömülüp direkt ölmüştü.

 


Fakat onu asıl öldüren şey ağaca çarpması değildi. Büyük ihtimal enerji dalgası ona isabet ettiği anda tüm kemikleri kırılıp, organları parçalanıp ölmüştü. 



Ama bu enerji dalgası başka hiçbir şeye zarar vermemişti. Ne yerde dolaşan bir karıncaya, ne de etraftaki herhangi bir ağaca. Herhangi bir ağacın yaprağını en ufak bile oynatmamıştı.



Rien ise yerde hareketsiz bir şekilde yatıyordu.



O anda bir olay daha olmuştu. Bu sefer de karanlık gökyüzü, tamamen zifiri karanlığa boğulmuştu. Etrafta olan ışık kaynakları hiç ışık saçmıyordu. Ne bir meşale, ne bir yıldız, ne ay, hiçbir ışık kaynağı ışık saçmıyordu. İnsanlar gözünün önünü göremez olmuştu. Ve bu da aynı şekilde birkaç saniye sürmüştü. Fakat bu birkaç saniyelik olayda, tüm insanların kalbine bir korku kazındı. Ne olduğunu, neyden kaynaklandığını kimse bilmiyordu. Ama korkuyorlardı. Korkuyorlardı ama neden? Titriyorlardı, kaçmak istiyorlardı. Ama koşarak kaçmak değil, bu histen kendilerini öldürerek kurtulmayı istiyorlardı.

 


Bir saniye bile tecrübe etmek istemiyorlardı. Herkesin eli titreye titreye ellerindeki silahları kendilerine doğrultmak üzereydiler ki, bir anda bu zifiri karanlık son buldu. Yerini eski normal yağmurlu akşama bıraktı. Ama ondan tek farkı, gökyüzündeki her bir yıldız belli oluyor ve parlıyordu. Dolunay da tüm parlaklığı ile gökyüzündeydi. Yıldız kayması yaşanıyordu. Oldukça güzel bir görsel vardı gökyüzünde.



İnsanların bu korkusu yerini huzura bıraktı. Herkes gökyüzüne bakarak bu huzurun tadını çıkartıyordu. Öyle bir huzurdu ki, öyle bir sessizlikti ki, o anda en büyük acıyı yaşayan bir adam olsa bile tüm acısını unutup kendisini bu huzura bırakırdı. Herkesin kafasını tek bir düşünce doldurmuştu. Bu huzur onları öldürmek istiyordu. Ama o kadar güzel bir duyguydu ki, kimse bu teklife karşı çıkmazdı. Bu huzura karşı kendilerini bırakırlardı ve sesleri çıkmadan ölürlerdi. Nasıl diğer korkudan kaçmak için ölmeyi istiyorlarsa, bu huzura daha da yaklaşmak için yine ölmeyi istiyorlardı. Fakat tüm bu olaylar da üç-dört saniye içerisinde bitti. Ama yaşayan kişilere saatler gibi gelmişti ve aynı şekilde bunun kaynağı da bir ışıktı. Yarısı gri, yarısı beyaz olan bir ışık.












Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46885 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr