1.Bölüm - Abyss'e Atılma

avatar
28516 74

Kara Büyücü - 1.Bölüm - Abyss'e Atılma


O gün Veussia Malikanesi tamamen heyecanlıydı. Evin küçük oğlu Paul Veussia iki gün önce mana algısını uyandırmış, gerçek bir Sihirbaz olmuştu.

Mana algısını uyandırdığı an hemen odasına çekilmiş, mana çekirdeği oluşturmak için mana absorbe etmeye başlamıştı. Paul küçüklüğünden beri sakin biri olmuştu ve şimdi de heyecanlanmamıştı. Yatağının üzerinde sakince manayı vücuduna emiyor, kalbinde yoğunlaştırıyordu. Her geçen saniye mana dahada yoğunlaşıyordu. İki gün içinde çekirdeğinin yarısı yoğunlaşmıştı bile. İki gün daha beklerse Büyücü olabilecekti. Bir kez Büyücü seviyesine ulaştığında manayı kontrol etmesi mümkün olacaktı.

O düşüncelere dalmışken birden odasının kapısı açıldı. Paul gözlerini açtı. İçeri gelen babası George Veussia'ydı. Paul'e baktı. 

"Nasıl gidiyor evlat, manayı iyice kavramayı başardın mı?"

"Mana çekirdeğimin yarısını çoktan yoğunlaştırdım."

Bunu duyunca babasının ağzı bir süre açık kaldı.

"Şey, bir savaşçı olduğumdan pek anlamıyorum ama bunun normalde daha uzun sürmesi gerekmiyor mu?"

"Ben de öyle sanıyordum ama yapabiliyorum, yani yapacağım."

Babası gülmeye başladı.

"Hahaha, Ben 14 yaşında Sihirbaz olduğun için mutluydum ve sen kısa sürede Büyücü olacağını söylüyorsun. Veussia ailem gerçekten bir dahi çıkardı."

Babasının gülmesine eşliken Paul de gülümsedi.

"Bu arada herhangi bir şey mi oldu? Muhafızlara önemli bir şeyin olması durumu hariç kimseyi sokmamalarını söylemiştim."

"Evet,kendi oğlumun odasına girerken kendi ailemin muhafızları tarafından uzun süre tutuldum zaten." George somurttu ancak daha sonra aklına bir şey gelmiş gibi Paul'e döndü.

"Büyücü seviyesine ulaşmanın yarısındasın değil mi?"

"Evet,çok az kaldı."

"Bir hafta içinde ulaşabilir misin?"

"Kolay iş, ama cidden bir şey mi oldu?"

Normalde bir Sihirbaz'ın Büyücü olması için en az bir yıl gerekirdi ama babası onun bir hafta içinde ulaşmasını istiyordu.

"Aslına bakarsan Şehir Lordu bizi tebrik etmek için bir hafta sonra pazar günü malikanesine akşam yemeğine çağırdı. Aramızın pek iyi olmadığını sen de biliyorsun ve sen Sihirbaz olunca bize yakınlaşmaya çalıştığını düşünüyorum. Bu nedenle bizim dükkanlarımızla olan rekabetini azaltacaktır ancak eğer oğlumun bir haftada Büyücü olduğunu görürse rekabeti tamamen kaldırıp şehirdeki ticareti tamamen bölüşebiliriz. O bir aptal değildir. Bir haftada Büyücü olan birinin potansiyelini anlayacaktır. Bu yüzden Büyücü olmanı istiyorum."

Babası konuşmayı bitirdiğinde Paul başıyla onayladı.

"Lütfen bu bir hafta boyunca beni kimsenin rahatsız etmesine vermeyin. Bu şekilde Büyücü olabileceğime güvenim tam."

Babası gülümseyerek odadan çıktı. Paul yeniden meditasyon haline geçmeden önce babasının muhafızlara bağırışını duydu.

"Eğer ki Paul'ü rahatsız edebilecek herhangi biri veya bir şey içeri girerse hepinizi hadım ederim anladınız mı?"

Paul meditasyona girerken gülümsüyordu.

-----Bir Hafta Sonra-----

Paul odasından çıktı. Güneş tam tepedeydi. Gülümsedi ve muhafızlara selam verdi.

"Eski yerlerinize geri dönebilirsiniz ve merak etmeyin kimse hadım edilmeyecek."

Paul'ün sözlerini duyan muhafızlar hafif bir gülümsemeyle eski pozisyonlarına geri döndü. Paul avluya yöneldi. Orada açık kahverengi saçlı ve gözlü bir kadın dikiliyordu. Etrafında yoğun miktarda mana toplanıyordu. Mana beraberinde rüzgarı da getiriyor ve avluda ufak bir hortum oluşturuyordu.

"Anne, abimin çiçeklerine zarar veriyorsun."

Kadının etrafındaki mana ve rüzgar birden durdu. Kadın Paul'e baktı. "Küçük Paul, meditasyondan çıkmışsın. Ne kadar geliştiğini annene göstermeye ne dersin."

Kadın bir savunma pozisyonu aldı. Manayı etrafında topladı. Paul gülümsedi. Elini annesine doğrulttu ve manayı parmağına odaklayıp fırlattı. Manadan oluşan bir çizgiyi annesine fırlattı. Annesi saldırıyı manasıyla baskıladıktan sonra şaşırmış bir ifadeyle Paul'e baktı.

"Mana kontrolü , bu Büyücü seviyesi! Küçük Paul bir Büyücü olmuşsun!"

Annesi koşup Paul'e sarıldı. Paul'ü boğulmanın eşiğine getirirken kadının yüzünden mutluluğu okunuyordu.

"Sylvia, mümkünse oğlumu boğmayabilir misin? Oğlumun ölü bir Büyücü olmasını istemiyorum." George Paul'ün ardından avluya gelmişti. O da gülümsüyordu.

Sylvia gülümsemesini bozmadan Paul'ü bıraktı. "Şehir Lordu bunu öğrendiğinde yüzünün alacağı ifadeyi merak ediyorum. Oğlu 2 yılda Savaşçı olduğu için havalara uçuyordu."

George Paul'e yaklaştı. "Tam zamanında bitirdin. Bu iyi, şimdi gidip istediğini yapabilirsin. Akşama doğru sana giymen için birkaç kıyafet yollayacağım."

Paul bu sözlerin üzerine avludan ayrıldı. Evin girişine yöneldi. Girişte mavi-beyaz cübbeli bir adam dikiliyordu. Vücudu güçlü gözükmüyordu ama sadece duruşundan bile zeki biri olduğu anlaşılıyordu. Siyah saçları ona bir asillik havası katarken gök mavisi gözleri bu dünyadan değilmişçesine bir hava taşıyordu.

"Oh, küçük kardeş. Meditasyondan çıkmışsın. Görebildiğim kadarıyla Büyücü olmayı da başarmışsın. Tebrik ederim."

"Gözlerinden hiçbir şey kaçmıyor büyük kardeş. Gerçekten de Büyücü seviyesine ulaştım. Ayrıca artık gözlerinin yaydığı garip aurayı da hissediyorum."

"Benim Meleğin Gözleri'm apayrı bir oluşum. Hissetsen bile anlaman zor olacaktır. Her neyse, madem bir Büyücü oldun büyük kardeşin sana bir hediye verecek." Elini cübbesinin içine attı ve bir kese çıkarıp Paul'e fırlattı. Paul keseyi yakaladı.

"O halde ben biraz dolaşmaya çıkıyorum büyük kardeş." Paul adamın yanından geçerken gülümsedi ve şehrin içine gitmeye başladı.

"Ah, diğer çocuklardan cidden farklı. Çok sakin, fazla sakin." Kapıdan girerken muhafızlara döndü.

"Selamlar Bay Aguille." Yüzünde hoş, masum bir ifade vardı.

"Selamlar Genç Efendi Luke."

O anda Paul Luke'un ona verdiği keseye bakıyordu. Kesenin içinde 10 altın duruyordu. Ayda 20 gümüş gibi bir harcama yapan Paul için bu oldukça yüksek bir miktardı. Ne de olsa 10 altın 1000 gümüşe eşdeğerdi.

Abisi bilgin olsa bile bu para kolayca verilebilecek bir şey değildi. Abisi hediye konusunda cidden cömert davranmıştı. Bu düşüncelere dalmışken sonunda gitmek istediği yere, pazar bölgesine ulaşmıştı.

Her köşede farklı bir dükkan vardı. Paul ilerideki küçük bir dükkana girdi. Dükkan sanki hiç temizlenmemiş gibi duruyordu. Etraf örümcek ağlarıyla doluydu. Raflar o kadar eskimişti ki üstlerindeki Ruh Taşları hafif olmalarına rağmen onları çökertecekmiş gibiydi.

Tezgahın arkasında kirli sakallı, şapkalı bir adam duruyordu. Eskiden olsa Paul bu dükkana girmeyi bırak buraya bakmazdı bile. Ama bu dükkanda bir şey vardı. Bu şey neydi bilmiyordu ama Paul'e hem rahatsız edici hem de çekici bir his veriyordu.

Biraz etrafta dolaştıktan sonra tezgaha yaklaştı. Bu hissi verenin ne olduğunu bilmiyordu ama bu şeyin nerede olduğunu biliyordu. Tezgahın arkasındaki siyah bir kutunun içindeydi. Paul eliyle kutuyu işaret etti. "Onun ne olduğunu söyleyebilir misiniz?"

Yaşlı adam isteksizce kalktı ve kutuyu alıp tezgaha koydu ve açtı. Kutunun içinde kan kırmızısı bir taş vardı. Taşı gördükten sonra daha da çekici gelmeye başlamıştı.

"Bu şeyi bir Büyü Ustası'ndan aldım. Görünüşe göre onu bir canavar kalıntısında bulmuş ama ne olduğunu çözememiş. Aynı şekilde ben de bilmiyorum."

"Ne kadar istiyorsun?"

"İki altın."

Fiyatı duyunca Paul'ün gözbebekleri büyüdü. İki altın, 200 gümüş ediyordu ve bu Paul'ün 10 aylık harcamasına eşitti.

"Ne olduğunu bile bilmediğin birşey için fazla istiyorsun. Bana bir neden verebilir misin?"

Adamın gözlerinde bir kurnazlık belirdi. "Bir Büyü Ustası'nın bile ne olduğunu anlayamayacağı bir şey bu yani değerli olma şansı var. Hemde kimse rastgele gelip tezgahın arkasındaki bir kutuyu sormaz yani o Büyü Ustası bir şey bilmese bile sen biliyorsun. Yoksa özellikle sormazdın."

Paul hafif bir üzüntüyle başını eğdi. Adam haklıydı. Hangi müşteri gelip tezgahın arkasında duran ve içinde ne olduğu bile bilinmeyen bir kutuyu sorar ki?

"Bir altın. Fazlasını vermem."

"Peh, cimri."

Adam söylendi ama kabul ettiğini destekler bir şekilde avucunu uzattı. Paul kesesinden bir altın çıkarıp adamın eline koyunca adam kutuyu kapatıp Paul'e verdi. Paul kutuyu göğüs cebine yerleştirdi. Paul dükkandan çıktıktan sonra hava kararmaya başlayana kadar pazar yerinde dolaştı. İlgisini çeken başka bir şey bulamayınca eve geri döndü. Babası evin kapısında volta atıyordu. Paul'ü görünce yüzü aydınlandı.

"Sonunda gelebildin Paul. Geç kalacaksın diye korkuyordum. Hemen içeri geçip üstünü değiştir. Kıyafetler odanda."

Bunları söyledikten sonra babası da içeri yöneldi. O da kıyafetlerini değiştirmeye gidiyordu.

Paul avludan geçerek odasına ulaştı ve yavaşça içeri girdi. Yatağının üzerindeki kıyafetleri üzerine geçirdi ve aynanın karşısına geçti. Altında altın renginde işlemeleri olan beyaz bir pantolon vardı. Gömleği de aynı şekilde altın işlemeliydi ve beyaz renkliydi. Göğsünde Veussia ailesinin arması olan altın renkli bir anka kuşu vardı.

Paul elleriyle koyu kahverengi saçlarına şekil verdi ve pazardan aldığı siyah kutuyu göğüs cebine koyarak odadan çıktı. Evin girişine gittiğinde ailesi onu bekliyordu. Babası aynen onun gibi giyinmişti. Belinde kırmızı bir kın duruyordu ve içindeki kılıcın kırmızı kabzası görünüyordu.

Abisinin üzerinde hala beyaz-mavi cübbesi vardı. Annesi gümüş renginde göz alıcı bir elbise giymişti.

Birlikte at arabasına bindiler ve konuşmaya başladılar. Şehir Lordunun vereceği tepki, ticaretin bölünmesi ve daha fazla Şehir Lordunun vereceği tepki...

At arabası malikaneye yaklaştığında Paul camdan dışarı baktı. Paul normalde evden fazla çıkmazdı ve çıksa bile anca pazar alanına giderdi yani bu bölgeler onun için yeniydi.

Dışarıda etrafındaki 6 askerden başka herhangi bir formasyon veya mühür koruması olmayan dipsiz bir delik görünüyordu. Babası Paul'ün baktığını görünce açıkladı.

"Dipsiz delik Abyss. Binlerce yıl önce Tanrıların göklere karşı çıkan ejderhaları infaz ettikleri yer olduğu söylenir. O delik sonsuz bir boşluğa açılır ve çıkmanın yolu yoktur. Ejderyiyen Şehrine ismini veren de o zaten. Şu aralar idam aracı olarak kullanılıyor."

"Bu kadar tehlikeli bir yerin etrafında neden hiç formasyon yok?"

"Etrafına yakınlaşıldığında tüm mekanik büyüler etkisizleşiyor. Önceden hazırlanmış simya ve efsun ürünleri hariç."

Paul babasını dinledikten sonra koltuğuna geri oturdu ve düşünmeye başladı.

"Ejderhaların infaz edildiği yer. Ejder yiyen sonsuz boşluk..."

O düşüncelere dalmışken at arabası Şehir Lordunun malikanesine gelmişti.

Not : İlk kez yazıyorum yani hatalarım olacaktır. Onları görünce uyarırsanız sevinirim.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr