At arabası birden durduğunda Paul düşüncelerinden ayrıldı. Abisinin ardından arabadan çıktı. Şehir lordunun malikanesi oldukça büyüktü. Bembeyaz malikanenin girişinde iki düşük seviye Savaşçı dikiliyordu. Paul ve ailesi girişe yaklaştıklarında bir kahya onları karşıladı.
"Oh , hoşgeldiniz, hoşgeldiniz efendim. Lütfen içeri buyurun. Efendim sizi bekliyor."
Paul ve ailesi kahyayı takip ederek malikaneye girdi. İçeri girdiklerinde güçlü bir auraya sahip, mavi kıyafetli bir adam orada dikiliyordu. Siyah karışık saçları vardı. Paul'ün babasını görünce kollarını açıp yaklaşmaya başladı.
"George Veussia, eski dostum. Seni görmeyeli epey oldu."
"Ford Guilla, aynı şekilde. Nedense Şehir Lordu olduktan sonra seni pek göremedim."
Ford George'un sözlerindeki imayı anlamıştı ama görmezden geldi. Paul'e döndü.
"Böyle genç bir yaşta Sihirbaz oldun. İnanıyorum ki birkaç yıla bir Büyücü olmayı başaracaksın küçük adam." Yüzünde hafif bir gülümseme vardı. Paul bunu onunla arasını yapmak için yaptığını anlamıştı.
"Ah, oğlum birkaç yıla herhalde Büyü Ustası olacaktır."
Ford inanmaz ve hafif alaylı bir yüzle George'a baktı. "Fazla büyük konuşmaya gerek yok George. Önce bir Büyücü olmasını bekle istersen."
George'un yüzünde bir gülümseme oluştu. "İki gün önce Büyücü olmasına bakarsak pek imkansız değil."
Ford'un yüzündeki alaylı ifade birden yok oldu. Paul'ün yanına geldi ve elini kalbine koydu. Ford düşük düzey Sabre Savaşçısıydı ve bu yüzden vücudu hissetmek onun için kolay bir işti. Paul'ün kalbindeki mana çekirdeğini hissedince yüzünü bir şaşkınlık ifadesi kapladı.
Bu çocuk bir haftada mana çekirdeğini yoğunlaştırmıştı, hem de sadece 14 yaşında! Elini geri çektikten sonra Paul'e bir canavara bakıyormuş gibi baktı ama daha sonra yine o garip gülümsemeyi takındı.
"Oh, gerçekten muhteşem bir yetenek. Harika bir potansiyelin var Paul. Pekala, Nina! Buraya gel! Valer'ın antrenman sahasında olması gerekiyordu. Genç efendi Paul'ü oraya götür. Ben biraz George ile konuşacağım sen de Valer ile biraz çalışabilirsin umarım. O da benim gibi bir Sabre Savaşçısı ama seviyesi benden yüksek bu yüzden ona daha fazla yardımcı olamıyorum. Bir Büyücüyle dövüş tecrübesi iyi olacaktır."
Ford bu sözleri söyledikten sonra hemen George'un yanına döndü ve onunla konuşurken içeriye doğru yürüdü. Paul yanına gelen hizmetçiyi takip ederek bir antrenman sahasına ulaştı.
Antrenman sahasında 18-19 yaşlarında bir adam duruyordu. Vücudunun yapılı üst kısmı çıplaktı ve altında siyah bir pantolon vardı. Siyah saçları karmakarışıktı ve alnından terler akıyordu. Elinde buz mavisi bir sabre vardı. Sabreyi her savuruşunda çalışma mankenleri parçalanıyor ve saldırıları bitince tamir formasyonları sayesinde tamir oluyorlardı.
Paul'ün geldiğini görünce durdu ve ona baktı. Sonrasında hafifçe eğilerek selam verdi.
"Siz Veussia ailesinin Genç Efendisi Paul olmalısınız. Ben Valer Guilla, Lütfen bana Valer deyin. Tanıştığıma memnun oldum." Yüzündeki gülümseme ona masum bir hava katıyordu.
"Tanıştığıma memnun oldum Valer. Lütfen bana "siz" kullanarak hitap etme. Paul yeterli. Büyüğümün bana karşı bu şekilde konuşmasını istemiyorum."
"O halde Paul, aslına bakarsan antrenman yapıyordum ve mümkünse devam etmek istiyorum. sakıncası yoksa bekler misin?" Valer sözünü bitirdiği anda Nina araya girdi.
"Genç efendi Valer. Genç Efendi Paul'ü buraya Şehir Lordu gönderdi. Sizin Büyücüler ile savaşmaya alışmanızı istiyormuş."
Valer inanmayan bir ifadeyle Paul'e baktı.
"Yani Paul çoktan Büyücü seviyesine mi ulaştı?"
"Ah, birkaç gün önce ulaştım ve mümkünse antrenmanına katılmayı cidden isterim."
"Elbette, lütfen gel Paul." Paul antreman sahasına ilerledi. Valer'in karşısına geçince Valer da ona sabresini doğrulttu.
"İyi bir maç olsun." Valer duruşunu aldı.
"İyi bir maç olsun." Paul dizlerini hafifçe kırdı. Sağ kolunu ileri uzattı. Paul'ün hazır olduğunu gören Valer bir anda ileri atılıp sabresini savurdu. Paul anında geri çekildi ve Mana Salınımı ile Valer'in sağ omzuna vurdu. Sağ omzunda birden bir baskı hisseden Valer sabresini bir anlığına düşürdü. Bu fırsatta Paul hemen geri çekildi.
Valer kendine kızgın bir şekilde sabresini eline aldı ve duruşunu almış olan Paul'e baktı. Sabresini havaya savurdu ve buz soğukluğunda bir dalga Paul'e ilerledi. Paul bunu son anda fark etti ve çekildi. Dalga çıkmadan önce sabreden mana hissetmişti. Valer'a baktı.
"Sabren epey özel görünüyor Valer." Valer gülümsedi.
"Aynen öyle. Benim sabrem bir Buz Kenarlı Sabredir. Üstünde buz efsunları var." Kılıcın üstündeki buz mavisi rünik yazıları gösterdi.
"Şuna ne dersin. Eğer bu maçı kazanırsan sabreyi sana vereceğim." Valer arkadaşça gülümsedi.
"Oh bu iyi bir anlaşma." Paul konuşurken sabrenin son saldırısını düşünüyordu. Manadan oluşan bir dalga ona doğru ilerliyordu. Bu dalga onun Mana Salınımı'ndan farklıydı. Mana Salınımı direkt olarak manayı fırlatıp baskı oluşturmaya dayanıyordu ancak eğer ona sıfatlar kazandırılırsa oldukça güçlü olabilirdi. Örneğin az önceki sabrenin dalgası "soğuk" ve "keskin" sıfatlarını taşıyordu. Paul elini Valer'a doğru uzattı. Bunu denemek istiyordu.
Valer sabresini Paul'e çevirdi ve ilerlemeye başladı. O anda Paul Mana Salınımı uyguladı ancak bu seferki "keskin" sıfatını taşıyordu. Dalga uçan bir kılıçmışçasına Valer'a ilerledi. Valer manayı baskısı olmadığı sürece hissedemiyordu çünkü o bir Sihirbaz değildi ancak içinde birden bir tehlike duygusu oluştu ve sola doğru çekildi.
Tam kaçınamadığından dalga sabreyi tutan sağ eline geldi ve orada kemiğini gösteren bir kesik oluşturdu. O anda Paul biraz soldu. Karşısındaki kişi orta düzey bir Sabre Savaşçısıydı yani derisi ve eti normal bir insandan katlarca güçlüydü ve buna rağmen dalga kolayca kesmişti. Aynı zamanda o bir Sabre Savaşçısının silah tutan elini kesmişti.
"Ah Valer. Cidden üzgünüm. Bu kadar keskin olmasını beklemiyordum." Endişeli bir ifadeyle Valer'ın yanına geldi.
"Endişelenmene gerek yok. Orta düzeye ulaştığım için en fazla iki günde iyileşecektir." Valer canının yanmadığını gösteren bir gülümseme takındı.
"Bu arada, beni silahsız bıraktın yani sabre senindir." Sol eliyle sabreyi aldı ve Paul'e fırlattı.
"Valer bunu kabul edemem."
"Benden bir hediye olarak gör, her neyse, elimi sarsam iyi olacak." Valer arkasını dönüp antrenman alanından ayrıldı. Paul görmüyordu ama yüzünde hain bir gülümseme vardı.
Valer'ın gidişinin ardından Paul bir süre sabreyi inceledi. Sabrenin rengi göz alıcı bir maviydi ve üstünde buz mavisi rünik yazılar yazılıydı. Hafif bir eğimi vardı ve bıçağından soğukluk yayılıyordu. Oldukça iyi bir sabreydi ama nedense Paul'e rahatsız edici bir his veriyordu. Paul sabreyi iyice incelerken bir hizmetçi yanına geldi.
"Genç Efendi Paul. Şehir Lordu sizi ve Genç Efendi Valer'ı bekliyor."
"Ah, hemen gidiyorum. Valer elini sarmaya gideceğini söylemişti. Büyük ihtimalle odasına gitmiştir." Paul hızla malikaneye döndü. İçeriye girdi ve yemek odasına gitti. Masa çoktan donatılmış ve onunla Valer hariç herkes oturmuştu. Paul gidip abisinin yanına oturdu.
"Paul, Valer nerede?"
"Ah, ben buradayım baba." Valer yemek odasının kapısından girdi. Sağ eli bandajlıydı.
"Valer, eline ne oldu?" Paul bu soruyu duyunca yere bakmaya başladı. Yaramazlık yapmış ufak bir çocuk gibi görünüyordu.
"Ah, Paul'ün Mana Bıçağı oldukça keskindi."
Bunu duyunca Sylvia bir anlığına garip bir ifade sergiledi. "Küçük Paul, Mana Bıçağı kullanmayı nereden biliyorsun?"
"Valer'la dövüşürken kullandığı sabre dalgasını kopyaladım sadece."
Sylvia yüzünde şaşırmış bir ifadeyle kaldı. Kendisi Mana Bıçağı'nı öğrenmek için iki ay harcamıştı ama oğlu bunu rastgele bir antrenmanda ortaya çıkarmıştı. Sylvia'nın ifadesinden bu olayın nadir bir şey olduğunu anlayan Şehir Lordu Paul'e yakınlaşması gerektiğini anlamıştı.
Valer masaya oturduktan sonra herkes yemeğini yedi. Şehir Lordu babasıyla konuşuyordu. Annesi Şehir Lordunun karısı Camila Guilla ile sohbet ediyordu. Abisi, o ve Valer sessizdi. Paul sadece kalkıp sabreyi biraz daha incelemek istiyordu. Herkes yemeğini yedikten sonra Paul sabreyi incelemek için eline aldı.
"George, gel biraz dolaşalım. Daha zamanımız var, hem iyi bir sohbet ederiz."
"Paul, Valer! Gelin, sizde bize katılın." Şehir Lordu bağırdı. Paul istemiyordu ama Şehir Lorduna saygısızlık yapacak değildi. Belki fırsat bulurum düşüncesiyle sabreyi de yanına aldı.
Dışarıda bir süre dolaştılar. Şehir Lordu ve babası konuşurken Paul ve Valer onların arkasından geliyordu. Paul biraz sabreyi inceleme fırsatı bulmuştu ama onu rahatsız eden şeyin ne olduğunu anlamadı. O sabreye dalmışken birden garip bir his hissetti ve etrafına bakındığında orayı gördü.
"Ejderyiyen delik Abyss."
Ve asıl önemli olan şu anda onlar oraya doğru ilerliyorlardı. Dörtlü Abyss'e iyice yaklaşınca muhafızlık yapan 6 asker aynı anda selam verdi. Şehir Lordu ve babası yavaşça Abyss'e yaklaştı.
"Sonsuz boşluk Abyss. Şehire gelen gezginlerin çoğunun geliş nedeni bu garip yer. İnfaz alanı olarak kullanılmasına rağmen turistik bir yer diyebilirim."
"Hakkında oldukça efsane var sonuçta."
"Evet, ama buna rağmen sadece bir infaz alanı. Potansiyeli kullanılmıyor ve ben bunu kullanmak istiyorum." Şehir Lordu George'a baktı.
"Bunda ortak olmak ister misin eski dostum George?" sözlerini duyunca George'un gözleri parladı. Bu fikre elbette katılacaktı ama sadece bir deliğin gösterilmeye değmeyeceğini düşünüyordu. Fikirlerini Şehir Lorduna söyleyince Şehir Lordu güldü.
"O işi merak etme. Tek başına olmayacak. Etrafına bir Canavar Salonu açmayı düşünüyorum."
"Canavar Salonu?"
"Farklı canavarları sergileyeceğimiz bir yer. Normalde ayrı bir biçimde yapacaktım ama ikisini tek yerde birleştirmek daha kazançlı olur."
"Peki gösterilecek canavarları nerede bulacaksın?"
Şehir Lordu güldü. "Getirin."
İki Asker ayrıldı ve yakındaki bir binaya girdi. Daha sonra ellerinde zincirlerle dışarı çıktılar. Zincirin diğer ucunda gümüş kürklü iki kaplan duruyordu. Bu kaplanların masmavi gözleri solmuştu ve hançer boyutunda pençeleri parlıyordu.
"Aman tanrım, Gümüş Kar Kaplanı! Bu canavarlar oldukça tehlikelidir!"
"Merak etme George, üstlerinde İtaat Tılsımları var. 40'ının da üzerinde var."
"40!?" George canavarların sayısını duyunca şoke oldu. Gümüş Kar Kaplanları sadece karlı yerlerde yaşayan C dereceli canavarlardı. Onları bulsan bile kolay kolay yakalayamazdın. George yavaşça kaplana yaklaştı ve kürkünü okşadı. Tepki vermediğini görünce İtaat Tılsımı'nın işe yaradığını gördü.
Bu sahneyi gören Paul yavaşça ileri çıktı ama birden kılıçta bir dalgalanma hissetti. Dalgalanmadan hemen sonra iki kaplanında gözleri parladı ve kükremeye başladılar. Ne olduğunu anlayamayan Şehir Lordu birden soldu ve George geri çekilip kılıcını çekti.
"Ford! Burada neler oluyor!?"
"B-b-b-ben bilmiyorum. Uysal olmaları gerekiyordu."
Kaplanlar hala kükrüyorlardı. Üstüne birde onların kükreyişini duyan binadaki diğer kaplanlarda kükreyerek duvara saldırmaya başlamışlardı. Kaplanları tutan askerler korkudan yere düştüler. Askerler zincirleri bırakınca kaplanlar kükreyerek ileri atıldı ve aynı anda binanın duvarı yıkıldı ve kaplanlar dışarı çıkıp saldırmaya başladı.
George ilk gördüğü kaplana saldırırken Şehir Lordu da beyaz sabresini çıkarmıştı. Silahsız ve yaralı olan Valer geri çekildi. Paul kendini korumak için bir pozisyon almıştı ama sabreyi hala bırakmamıştı. Az önceki dalgalanmanın nedenini bulmak için sabreyi hafifçe kaldırdı ama tam bakacakken birden yeniden bir dalgalanma oldu.
Bu dalgalanmanın ardından 8 kaplan aynı anda Paul'e döndü ve kükreyerek atıldı.
"Paul!" George oğlunun içine düştüğü durumu gördü ama kendisi o anda üç kaplanla uğraşıyordu. İstese de yardım edemezdi.
Kaplanların ona baktığını gören Paul hemen Mana Bıçağı kullandı ve kaplanlardan birinin üzerinde bir kesik oluşturdu ama diğer 7 kaplan birden üzerine atıldı. Kaçınmak için geriye atıldı ve birkaç kez daha Mana Bıçağı kullandı. Bu şekilde yapacaktı.
Birkaç kez saldırdıktan sonra geri çekildi ve yine saldırdı. Artık iki kaplan daha eklenmişti. Paul yine geriye atıldı ama bu sefer yere basamadı. Refleks olarak aşağıya baktı yaptığı en büyük yanlışı gördü. Altında derin, karanlık bir sonsuzluk duruyordu. Ejderleri yutan o delik, Abyss.
Paul aşağı düşerken bir anda düşünceleri durdu ama son anda sabreyi Abyss'in içine sapladı. Peşindeki kaplanlar gitmişti yani eğer yeterince dayanabilirse biri onu kurtarabilirdi.
Birkaç dakika bekledi ama yukarıdan hala savaşma sesleri geliyordu. Kolları artık titremeye başlamıştı ve düşeceğini düşünüyordu ama daha sonra yukarıdan ona bakan tanıdık bir yüz gördü. Valer'dı bu.
"Valer bana yardım et!" Paul'ün yüzü artık tamamen kızarmıştı ama Valer'ın yüzünde hala bir gülümseme vardı.
"Paul, biliyor musun? Bir insan ne kadar iyi olursa olsun içinde karanlık bir taraf vardır. Bu taraf onun öfke veya kıskançlık gibi duyguları göstermesini sağlar." Valer gülümsemeyi bıraktı ve ciddi bir ifadeyle Paul'e baktı.
"İşte bu karanlık taraf beni yiyip bitiriyor Paul. Kıskanıyorum. Beni kolayca geçebileceğin o potansiyeli kıskanıyorum ve emin ol kolayca geçilmeyeceğim."
Cebinden toz halinde bir şey çıkardı ve Paul'e doğru fırlatırken konuştu.
"Göklerden beni istediğin gibi yargılayabilirsin."
Valer'ın yüzünde ciddi bir ifade vardı. Paul ona sinirli ve şaşkın bir biçimde bakıyordu. Antrenmanda o kadar arkadaşça davranan Valer şimdi onu ölüme yolluyordu. Tozu soluduğu anda zihni kapanmaya başladı ve etmek istediği küfürleri bile edemeden zihni tamamen kapandı. Sabreyi tutan eli gevşedi ve sonsuz karanlığın içine düştü.
Yarım saat sonra Şehir Lordunun kendi muhafızları gelmişti ve kaplanları baskılamışlardı. Sylvia ve Luke'ta oraya gelmişti. George'un göğsünde ve ayaklarında pençe yaraları vardı. Endişeyle etrafa bakıyordu. Onun bu halini gören Sylvia ve Luke ona yaklaştı.
"Tatlım, ne oldu? Çok endişeli görünüyorsun." Luke onaylarcasına kafasını salladı.
"Paul'ü bulamıyorum. Her yere baktım ama yok." Bunu duyan Sylvia ve Luke'un renkleri solmuştu. Aynı George gibi etrafa bakıyor ve adını sesleniyorlardı ama en ufak bir işaret yoktu. Onlar bu durumdayken Şehir Lordu yanlarına geldi. Sol bacağı kullanılamaz hale gelmişti ve Valer onu destekliyordu.
"George, ne oldu? Paul nerede?"
"Bilmiyorum, onu bulamıyorum."
"Buz kenarlı sabreyi bırakmadı değil mi?" Valer George'a baktı.
"Hayır, onu kullanıyordu." George'un sözlerinden sonra Valer bir tılsım çıkardı.
"Bu Takip Tılsımı buz kenarlı sabreye bağlı. Onu yemekten sonra bozacaktım ama iyi ki bozmamışım."
Valer'ın sözlerini duyan George'un yüzüne renk geldi ve Tılsımı Valer'ın elinden kaptı. Gözlerini kapattı ve tılsımın onu götürdüğü yere ilerledi. Sylvia onu takip etti ama yavaşça Abyss'e yaklaştığını görünce yüzü soldu. George Abyss'in köşesine gelince onu çekerek durdurdu.
George gözlerini açınca Abyss'in kenarında olduğunu gördü, ama sabre görünmüyordu. Endişeyle Abyss'in içine doğru eğildi ve Sylvia ile Luke'ta onu izledi. Üçlü Abyss'in içine saplanmış yalnız sabreyi görünce yüzleri soldu.
Luke hafifçe arkaya doğru düştü. Gözleri yavaşça doluyordu. George dizlerinin üstüne çökmüş ağlıyordu ve dizlerinde sabreyi görür görmez bayılan Sylvia yatıyordu.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..