Şehrin içinde beyaz-sarı renkte bir at arabası yavaşça ilerliyordu.
Farklı yollardan dolanarak ilerledi yavaşça şehri turladıktan sonra devasa bir binanın önünde durdu. Binanın duvarları sarı renkteki çizgilerle süslenmişti. Sakin bir havası vardı.
At arabasının kapıları açıldıktan sonra Sushie hemen aşağıya atladı. Binayı gösterdi ve gülerek konuştu.
"İşte burası da Altın Şafak Bilgin Birliği'nin ana binası. Nasıl? Çok güzel görünmüyor mu?"
Kızın arkasından ise Luke aşağı indi ve gülümsedi.
"Seni buraya getirmesem Floyd kesin üzülürdü. Hadi gel küçük kardeş."
At arabasından son olarak Paul indi. Hafifçe gülümsedi ve içeriye doğru yürüyen abisini takip etmeye başladı. O sırada ise Sushie onunla konuşuyordu.
"Büyük kardeş Paul, gerçekten bana bir büyü gösteremez misin? Lütfen?"
Sushie Paul'ün aslında bir büyücü olduğunu öğrendiğinde epey şaşırmıştı. Büyücüler Altın Güneş Şehrinde o kadar da nadir kişiler değildi ama büyücülerin geneli eğitimine kapanıp dünyayı umursamayan kimselerdi. Bir büyücüyü büyü yaparken görmek için ya siz de onlarla birlikte canavar avlamalı ya da ailenize bir büyücüyü bağlamalıydınız.
Newelt ailesine bağlı büyücüler vardı ancak bunlar sırf küçük leydi görmek istediği için gösteri yapacak kişiler değillerdi ve Sushie'nin canavar avlaması imkansız olduğu için daha önce hiç gerçek bir büyü görmemişti. Bu yüzden Paul'e arabaya bindiğinden beri yalvarıyordu. Ancak Paul'ün cevabı değişmemişti.
"Büyü kolayca oynayabileceğin bir oyuncak değil, oldukça güçlü bir silahtır. Öyle kolayca yapamam."
Paul'ün cevabını duyduktan sonra Sushie somurttu ve hızlı adımlarla Luke'un yanından yürümeye başladı.
Onun bu halini gören Paul içinden gülüyordu. Aslında burada birkaç büyü göstermesi zor değildi, ne de olsa Sushie daha önce büyü görmediği için sadece bir alev yaksa bile mutlu olurdu. Paul sadece onun tepkileri onu güldürdüğü için yapmayı reddediyordu.
Paul ne kadar onun tepkileri komik olsa da bir ara ona bir büyü göstermeyi aklının köşesine not etti. Küçük kız aslında oldukça samimiydi ve daha yeni tanışmış olmalarına rağmen ona "büyük kardeş" olarak hitap etmeye başlamıştı. Bir başkası bunu yapsa Paul onun sadece kendi çıkarlarını düşündüğünü söyleyebilirdi ama Sushie cidden ona sanki kendi abisiymiş gibi davranmaya başlamıştı.
Paul'de buna uyup ona küçük kardeşi gibi davranıyordu ve o görmek istediği sürece bir veya iki teknik göstermek pek sıkıntı olmazdı.
O bunu iyice düşünürken bir yandan da abisini takip etmeye devam etti ve bir süre ilerledikten sonra neredeyse duvarla bir görünen beyaz-sarı bir kapının önüne geldiler.
Luke hafifçe kapıyı açtı ama içeriye adım atacakken birden Sushie onun önüne geçerek hızlıca koştu ve içeriye girdiği gibi bağırmaya başladı.
"Sen bana bir kadın getirdiğini söylemiştin! Yalancı!"
Luke hafifçe gülerek içeri girdi ve Paul'de onu takip etti. İçeriye giren Paul gördüğü görüntü yüzünden gülmeden duramadı.
Açık kahverengi saçlı, parlak mavi gözlere sahip bir adam Sushie tarafından odanın köşesine sıkıştırılmıştı ve Sushie eline geçen her şeyi ona fırlatıyordu. Adam ise elleriyle başını korurken bir yandan da bağırıyordu.
"Ben sadece ufak bir şaka yapmıştım. Hadi ama!"
Luke güldü ve Sushie'nin yanına ilerledi ve elini omzuna koydu. Sushie eşyaları fırlatmayı bıraktı ve Paul'ün yanına gitti. Daha sonra ise Luke konuşmaya başladı.
"Bunu izlemek eğlenceliydi ama gelmemizin nedeni bu değil. Hey Floyd! Küçük kardeşim uyandı, tanışmak istememiş miydin?"
Floyd Luke'u duyunca ellerini başının üzerinden çekti ve Paul'e doğru ilerledi. Daha sonra elini uzattı ve gülümseyerek konuştu.
"Ben Floyd, Floyd Vial. Altın Şafak Bilgin Birliği'nin başkanıyım, ayrıca abinin bir arkadaşıyım yani bir resmiyete gerek yok. Direkt olarak Floyd diyebilirsin."
Paul gülümseyerek Floyd'un elini sıktı ve konuştu.
"Ben Paul Veussia. Tanıştığıma memnun oldum Büyük Kardeş Floyd."
Paul özellikle "Büyük Kardeş" kısmına vurgu yapmıştı. Floyd ondan istese bile ona direkt ismiyle hitap edemezdi, Floyd yaş olarak ondan büyüktü sonuçta. Elbette bu kişiye göre değişiyordu. Örneğin Valer'da bu sene 19'una girmişti ama çoktan Paul'ün zihninde ağza alınmayacak türden sıfatlar kazanmıştı.
Floyd Paul'ün ona nasıl seslendiğini duyunca iç çekti ve Paul'ün elini bıraktıktan sonra konuştu.
"Abinin bana adımla hitap etmesi için yarım yıl çalıştım ve başardım. Emin ol sen de en sonunda pes edeceksin."
Paul hafifçe gülümsedi. Daha sonra Luke konuştu.
"Yalan söylemeyeyim, kolayca kıdemli bir pozisyon almamın büyük bir sebebi Floyd ile olan arkadaşlığım."
Paul güldü.
"Kalan sebebi de gözlerin değil mi zaten?"
"Sen!"
Luke Paul'ün omzuna hafif bir yumruk attı. Sushie ve Floyd ise güldü. Daha sonra Floyd konuştu.
"Eee, şimdi ne yapacaksınız? Yani buradan ayrıldıktan sonra."
Luke hafifçe somurttu.
"Aslında şehri biraz daha dolaşıp tamamını Paul'e göstermeyi planlıyordum ama epeyce işimin biriktiğini sen de biliyorsun. Ayrıca yarından itibaren yeniden çocuklara ders vermeye de başlayacağım bu yüzden hemen eve döneceğim."
Daha sonra Paul'e baktı. Paul gülümsedi ve konuştu.
"Ben bir süre daha şehri dolaşacağım, oldukça hoş bir yere benziyor. Kaybolsam bile etrafa sorabilirim ve ..."
Elini uzattı ve yanında duran Sushie'nin başını okşadı.
"Zaten Sushie şehirde dolaşmayı sevmiyor muydu? Bana biraz eşlik etmeye ne dersin? Bu arada yürüyeceğimi bilsen iyi olur."
Paul'ün sözlerini duyan Sushie'nin gözleri parladı. Normalde şans bulamadığı için gezisinin bittiğini biliyordu ve aslında oldukça üzülmüştü ama Paul'ün sözlerini duyduğunda yeniden yüzünde kocaman bir gülümseme parladı. Hızlıca başını salladı.
Luke ve Floyd onun davranışlarına gülerken Paul sadece gülümsemekle yetindi. Bir süre daha sohbet ettikten sonra ise Luke binadan ayrıldı ve eve yöneldi. Hemen ardından ise Paul ve Sushie ayrıldı.
Binadan çıktıktan sonra Paul Sushie'ye döndü.
"Pekala, nereye gitmemizi önerirsin küçük hanım?"
Sushie gülümsedi ve hızlıca yürümeye başladı. Paul ise onu takip etmeye başladı. Bir süre sonra mavi renkli bir binanın önüne geldiler. Binanın oldukça göz alıcı bir görüntüsü vardı. Oldukça temizdi ve kapısında iki güvenlik dikiliyordu. Kapının hemen üzerinde üç kelime yazan beyaz bir tabela duruyordu.
"Engin Gökyüzü Salonu"
Bina cidden oldukça göz alıcıydı ve Paul önündeki güvenlikleri bir süre inceledikten sonra onların en azından Orta Seviye Savaşçı olduklarını anladı. Daha sonra ise onun kolunu çekiştiren Sushie'ye baktı.
"Büyük kardeş Paul, Burası Engin Gökyüzü Salonu. Altın Güneş Şehrindeki en büyük alım-satım alanıdır. Burada büyülü hazineler bile bulabilirsin."
Paul bunu duyduktan sonra pek şaşırmadı. Bu kadar büyük ve koruma olarak eğitimli kişiler kullanan bir yer elbette değerli şeyler satmalıydı. Yavaşça ilerledi ve kapıyı açarak içeri girdi. Sushie de hemen peşine takıldı.
Paul içeriye girdiğinde gözleri parladı. Binanın farklı duvarlarında ve standlarda onlarca eşya vardı ve birçok rehber etrafta dolaşıyordu. Eşyaların her biri birbirinden pahalı görünüyordu. Paul bir süre etrafa bakındı ve daha sonra bir standa doğru ilerledi.
Stand'da bir manken duruyordu ve üzerinde bir cübbe asılıydı. Cübbe göğsünde duran kırmızı bir yıldız motifi haricinde tamamen simsiyahtı ve oldukça asil bir aurası vardı. Paul gözlerini kıstı ve cübbenin göğsündeki yıldız motifini incelemeye başladı.
Paul cübbeyi incelerken açık kahverengi saçlı, mavi gözlü bir kadın ona yaklaştı. Kadının üzerindeki mor elbise kıvrımlı bedenine tam oturmuştu ve kadını oldukça çekici kılıyordu. Yüzündeki parlak gülümseme birçok kişinin aklını çelebilecek bir görüntüydü.
Kadın yavaşça konuştu.
"Bu cübbeye Kara Şafak Cübbesi denir. Cübbenin kendisi oldukça sağlam materyallerden yapıldı ve üzerindeki motif..."
Devamını getirecekken birden Paul araya girdi.
"Üzerindeki yıldız motifi mühür sanatıyla yazılmış kelimelerden oluşuyor. Aleve karşı bir miktar koruma sağlıyor ve cübbenin yanmasını engelliyor. Elbette direkt bir büyüye dayanacağını sanmıyorum ama..."
Paul'ün o daha söylemeden motifi anlamasına kadın biraz şaşırmıştı ama bunu belli etmedi. Bir süre sessiz kaldı ve Paul'ün cübbeyi incelemesine izin verdi. Paul ise o sırada zihninden boyutundaki parayı hesaplıyordu.
"On bin, yirmi bin, elli bin, yüz bin... Beş yüz bin gümüş, beş bin altın!"
Paul bu kadar para olmasına şaşırmıştı. Babasının ona verdiği para o kadar fazla değildi ve Ford'dan aldığı parayı hiç hesaplamamıştı bu yüzden bu paranın çoğunun ondan geldiğini biliyordu.
"O şerefsizin o kadar parası varmış yani. İyi birikim."
Kadına döndü ve yavaşça konuştu.
"Bu cübbenin fiyatı nedir?"
Kadın sonunda Paul'ün almaya yeltendiğini duyunca hızlıca konuştu.
"Kara Şafak Cübbesi'nin materyalleri B seviyeli canavarlardan elde edilir ve üzerindeki motif bir Alev Aslanının kanıyla çizilmiştir. Bu koşullarda en alt fiyat 100 altın oluyor."
"100 Altın!"
Paul şok olmuştu. 100 Altın! Bu fiyat 10000 Gümüş'e eşdeğer bir fiyattı. Paul cübbeyi bir kez daha inceledi. Cübbe aslında oldukça hoşuna gitmişti ve almak istiyordu ama ücreti yüzünden bir süre tereddüt etmişti.
O yeniden cübbeyi incelerken birden arkasından ince ama kibirli bir ses yükseldi.
"Sadece 100 Altın için tereddüt ediyorsan Engin Gökyüzü Salonu'na girme bile! Her neyse, zaten alamayacağını biliyoruz, çekil, o cübbe hoş görünüyor."
Paul kaşlarını çattı ve arkasına baktı. Arkasında yavaşça standa yaklaşan bir genç vardı. Genç en fazla 18 yaşındaydı ama yaklaşık Paul'le aynı boydaydı. Parlak bir yüzü ve zayıf bir vücudu vardı. Yeşil gözleri ve uzun parlak sarı saçları ona hafif hoş bir görüntü katıyordu. Üzerindeki beyaz cübbede herhangi bir kir yoktu.
Aslında onu gören biri onu kolayca kız sanabilirdi ve Paul'de onu bir kız sanmıştı. Ta ki yanında ona cübbeyi anlatan kadın gidip gence gülerek selam verene kadar.
"Sizi görmek çok iyi Genç Efendi Latai. Engin Gökyüzü Salonumuza hoşgeldiniz."
Latai'de gülümsedi.
"Bayan Ruos, her zamanki gibi oldukça güzelsiniz."
İkisi bir süre sessiz kaldı ve sonrasında Latai konuştu.
"Az önce de dediğim gibi şu cübbeyi almak istiyorum. Evden kısa bir süreliğine çıktım bu yüzden fazla zamanım yok. Artık alabilir miyim?"
Ruos gülümsedi.
"Genç Efendi Latai, bildiğiniz gibi salonumuzun satış prensibi "ilk gelen alır"'dır. Müşterimiz sizden önce geldi ve o almayı reddetmediği sürece ilk öncelik onun olacaktır."
Latai gözlerini kadından çekti ve Paul'e döndü. Gözlerinde küçümseme parladı ve kibirli bir sesle bağırdı.
"Burada salonun iş yapmasını engelliyorsun, ayrıl!"
Bu sırada Sushie Paul'ün kolunu sıkıyordu. Onun bu adamdan hoşlanmadığı belliydi.
Paul'de bu adamdan hoşlanmamıştı. Tek bakışta karşısındaki kişinin tek başına oldukça güçsüz ve belli bir şekilde arkaplanından destek alarak kibirli davranan biri olduğunu görebiliyordu. Eğer karşısındaki kendinden güçlü bir kişi olsaydı kibirli davranışını belki anlayabilirdi ama böyle güçsüz bir adamın kibirli tavırlar sergilemesi onu kızdırmıştı. Seslice konuştu.
"Farkındaysan salonun iş yapmasını engelleyen sensin. İki saattir konuşmanızın bitmesini bekliyorum. Bayan Ruos, bu cübbeyi alıyorum."
Sesinde herhangi bir öfke veya kibir belirtisi yoktu. Hatta oldukça sakin olduğu bile söylenebilirdi ama zaten herhangi bir biçimde duygu içermesi gerekmiyordu. Zaten Latai'nin sözlerinden sonra böyle bir cevap vermek Latai'nin kudurmasına yeterliydi.
Ruos hafifçe gülümsedi ve Paul'e bakarak konuştu.
"O halde lütfen ödeme içi-"
O sırada Latai kükredi.
"Siktir git! Alacağımı söyledim ve alacağım! Ben o cübbe için 200 Altın ödüyorum!"
Paul Latai'ye baktı. Gözlerinde hafif bir küçümseme vardı. Latai kolayca öfkelenen biriydi ve bunu kullanabilecek biri çıkarsa büyük ihtimalle ölürdü.
O sırada Ruos'un da gözlerinde hafif bir öfke oluştu.
"Genç Efendi Latai, salonumuzun prensibini az önce söyledim. "İlk gelen alır" Ayrıca farkındaysanız bir açık arttırmada değiliz yani ücreti arttırarak almak gibi bir şey söz konusu değil. Salonumuzun fiyatları sabittir."
Latai Ruos'u dinledikten sonra yüzü iyice kızarmıştı. Daha sonra birden yüzü aydınlandı, sanki bir şeyi hatırlamış gibiydi. Yüzünde hafif bir gülümsemeyle Paul'e konuştu.
"Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Ben Latai Ferrua'yım. Ferrua Ailesinin genç efendisiyim ben!"
Paul Ferrua Ailesini duyunca bir şey hatırladı. Luke bugün şehirde gezerken ona söylemişti.
Altın Güneş Şehri'nde 2 büyük oluşum ve 4 büyük aile vardı. Bu iki büyük oluşumdan biri Altın Şafak Bilgin Birliği'ydi. Oldukça yüksek sayıda üyeye ve epey bir kazanca sahip olduklarından oldukça güçlülerdi. Diğer oluşum ise şu anda içinde oldukları Engin Gökyüzü Salonu'ydu. Bu salonun tüm ülkedeki büyük şehirlerin hepsinde bir şubesi vardı ve tüm şubeler başkentteki şubeye bağlıydı. Bu salon kazancı ve tüm ülkeye yayılan yapısıyla birlikte oldukça güçlü bir oluşumdu.
Sushie'nin Newelt Ailesi şehirdeki en güçlü 4 aileden biriydi. Newelt Ailesi bir tüccar ailesi olduğundan gücü diğer ailelerden azdı ama azımsanacak kadar değildi.
Bu ailelerden bir diğeri Halpis Ailesi'ydi. Halpis Ailesi oldukça eski bir tarihe sahip olan bir simyacı ailesiydi. Şehirde satılan ilaçların çoğu onlar tarafından yapılıyordu.
Bir mühürcü ailesi olan Triall Ailesi tılsım konusunda birçok uzman yetiştirmişti. Onların yaptıkları tılsımlar oldukça güçlü olurdu ve bu sayede epey kazançları vardı.
Ferrua Ailesi ise bir savaşçı ailesiydi. Ailede yetişen neredeyse her çocuk kız veya erkek farketmeksizin savaşçı olarak yetiştiriliyor ve eğer beceriklilerse bir akademiye gönderiliyorlardı. Bu çocukların çoğu orduya katıldıklarından Ferrua Ailesinin birçok güçlü kişiyle ilişkisi vardı.
Paul bir süre karşısındaki adamı inceledi. Latia'nın vücudu oldukça zayıf görünüyordu ve hiç de eğitilmiş gibi bir havası yoktu. Eğer eğitilseydi belki bu kibri biraz olsun kırılabilirdi.
Sushie'ye baktı ve onunda hafifçe başını salladığını gördü. Yani bu adam gerçekten de Ferrua Ailesinin genç efendisiydi.
"Ahh..."
Salondakiler yavaşça onların etrafında toplanırken Paul derin bir nefes verdi. Bunu gören Latia gülerek konuştu.
"Pekala, eğer şimdi önümde eğilip özür diler ve hemen buradan gidersen bunu unutacağım."
Paul sinirlenmişti. Aslında bu adamın ailesi onu zerre ilgilendirmiyordu ve sadece cübbeyi alıp ayrılacaktı ama Latia'nın sözlerini duyduktan sonra onunla uğraşmak istedi.
"Ben sadece bir savaşçı ailesinin genç efendisinin nasıl böyle biri olduğunu merak ediyordum. Yani bir bakar mısın? Zayıfsın ki bir eğitim alsaydın bu kadar zayıf olmazdın yani büyük ihtimalle sadece eğitimden kaçan bir korkaksın, ayrıca savaşçılar eğitilirken kibirleri kırılmaya çalışılır ve senin kibrinin hala göklerde olduğunu görebiliyorum yani bir savaşçı olmadığına bahse girebilirim. Ayrıca görüntün yüzünden birini kolay kolay korkutamazsın yani beni korkutmayı deneme bile. Sesin de kız sesine benziyor zaten. Ha, eğer sadece aileni kullanarak beni kışkırtabileceğini düşündüysen çok büyük bir yanlış yapıyorsun. Emin ol bu sadece senin gözümdeki değerini düşürür ki zaten oldukça düşük."
Paul sözlerini bitirdiğinde etraftaki kalabalık tamamen donakalmıştı. Hatta Sushie'nin ve Ruos'un ağızları açılmıştı. Onlar Paul'ün böyle bir şekilde konuşmasını beklemiyorlardı.
Latia da aynı şekilde böyle bir karşılık beklemiyordu. Bir süre cevap veremedi ama daha sonra dişlerini sıktı. Tüm vücudu sinirden titrerken bağırdı.
"Huan! Buraya gel!"
Birden kalabalığın üzerinden bir adam atladı. Adam Latia'nın yanına indiğinde Paul onun yüzünü iyice inceledi. Adam yaklaşık 30 yaşlarında görünüyordu. Sol gözünün üzerinde bir kılıç yarası vardı ve diğer siyah gözü parlıyordu. Siyah saçları karmaşıktı ve duruşu dikti. Sağ eli belinde duran kılıcın kabzasındaydı. Gür sesiyle konuştu.
"Evet, genç efendi."
Latia öfkeyle bağırdı.
"Bana şu şerefsizin başını getir!"
"Anlaşıldı genç efendi!"
Sözünü bitirdiği anda ileri atıldı ve kılıcını çekti. Gümüş renkli kılıç Paul'e ilerlerken Paul bir geri çekilme belirtisi göstermedi. Hemen belinde duran Ejder Dişi'ni çekti ve karşılık verdi.
Kılıçlar çarpıştığında metalik bir ses duyuldu. Daha sonra Huan tek gözünü Paul'e dikti. Paul şu anda Ejder Dişini sadece sağ eliyle kullanıyordu ve kılıcı karşılarken herhangi bir zorlanma belirtisi göstermiyordu. Bu durum Huan'ı biraz şaşırttı.
Geri çekildi ve hemen pozisyonunu aldı. Paul ise sadece kılıcını uzattı ve gözlerini Huan'a dikti. Huan'ın gözleri onunkilerle buluştuğunda Huan ağır bir baskı hissetti. Korku, endişe... Kalbi bir anda farklı duygularla doldu. Huan Genç Efendi'yi koruma görevini kabul ederken böyle bir auraya sahip birine denk geleceğini hiç düşünmemişti. Eğer böyle bir şeyin olacağını bilseydi kesinlikle kabul etmezdi.
O sırada Sushie ve Ruos alandan çekildi ve kalabalığa karıştı. Artık alanda yalnızca Huan ve Paul kalmıştı. Paul kılıcını indirdi ve konuştu.
"Çekil, işim seninle değil."
Huan onun sözlerini duyduktan sonra içini bir mutluluk kapladı. Daha sonra ise bu mutluluk yerini endişeye bıraktı. Biliyordu ki eğer çekilirse Genç Efendi'yi bıraktığı için Ferrua Ailesi onu öldürürdü. Eğer çekilmezse büyük ihtimalle karşısındaki gencin elinde ölecekti. İki seçimin de sonu ölüme vardığından gençle savaşmayı seçti. En azından kazanırsa hayatta kalma şansı vardı.
Huan'ın çekilmediğini gören Paul kılıcını yeniden kaldırdı.
"Pekala, bundan sonra çekilip çekilmemen umrumda değil. Geliyorum."
Huan titredi ve kılıcıyla kendini korumak için bir pozisyon aldı. Paul tam ileri atılacaktı ki birden önüne gümüş bir zırh giymiş bir adam çıktı. Adamın başındaki miğfer yüzünü de koruduğundan yüzü belli olmuyordu ve Paul'ün tek bildiği şey karşısındaki adamın cüssesinin epey büyük olduğuydu.
Ayrıca araya giren sadece bu adam değildi. Huan'ın önünde ve boş alanın ortasında da bir adam vardı. Merkezde duran adam önce Paul'e sonra Huan'a baktı. Daha sonra ise Huan'ın arkasında duran Latia'ya baktı ve gür sesiyle konuştu.
"Latai Ferrua ve Huan Bram, Engin Gökyüzü Salonu'nda bir müşteriye saldırmalarından ve salonun düzenini bozmalarından dolayı salona girmeleri süresiz olarak yasaklanmıştır!"
Zırhların içindeki adam konuşmayı bitirdiğinde Paul kılıcını kınına geri soktu ve Latai'ye baktı. Latai öfkeden titriyordu ama bir şey yapamıyordu. Şu anda onu engelleyen adamlar Engin Gökyüzü Salonu'nun iç korumalarıydı. Huan'ın onlara karşı kazanması imkansızdı ve zaten daha fazla sorun çıkarırsa artık ailesi bile ona yardım edemezdi.
Kapıya yöneldi ve bağırarak konuştu.
"Huan, gel!"
"Evet genç efendi!"
Huan hızlıca kılıcını kınına sokup Latai'in peşinden ilerledi. Aslında iç korumaların ortaya çıkması onun için bir kurtarıcı olmuştu. O genç adama karşı kazanabileceğini düşünmüyordu.
Paul bir süre daha onlara baktı ve kalabalık yavaşça dağılırken Kara Şafak Cübbesi'nin yanına gitti. Dağılan kalabalığın arasında şaşkın gözlerle ona bakan Ruos'a baktı ve gülümseyerek konuştu.
"Alıyorum."
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..