"Sophia, Kara Büyücü neden birden çıkıp onunla savaşmak istiyor ki?"
Marie meraklı bir sesle sordu. Çünkü bu cidden garip bir şeydi.
Kendisi, gücünü kanıtlamak için bir Temsilci'yle savaşmak istemişti. Bu yüzden savaşın başlarında bir Temsilci'ye meydan okuyup onlardan korkmadığını göstermek istemişti.
Ancak, en sonunda yine de Julia'nın yardımını kullanmak zorunda kalmıştı. Eğer o olmasaydı, çoktan birkaç parçaya bölünmüş olacağından korkuyordu.
Ve o böyle bir savaşın ortasındayken birden konuyla hiçbir alakası olmayan biri savaşa dalmıştı. Bu ona biraz garip geliyordu.
"Belki Sophia'nın önünde havalı görünmeye çalışıyordur?"
Julia birden sordu. Marie için bu oldukça makul bir cevaptı aslında. Sophia'nın güzelliğinin birçok erkeği büyülediğini biliyordu. Yani Sophia'ya yaranmak için ona yardım edebilirdi.
Ancak Sophia başını yavaşça salladı.
"Alakası bile yok."
Marie ve Julia birden ona dönünce hafifçe gülümsedi ve Kanlıbıçak'la Kara Büyücü'yü göstererek konuştu.
"Hadi ama, belli değil mi?"
Bunun üzerine Julia ve Maria bakışlarını oraya çevirdi. İlk başta hiçbir şey anlamamışlardı. Çünkü sadece Kara Büyücü Kanlıbıçak'ın ilk saldırısını engellemiş ve ona bakmaya devam etmişti. Ancak sonradan bir şeyi fark ettiler.
Kanlıbıçak ve Kara Büyücü... gülümsüyorlardı! Ölümün serbest olduğu bir savaşta, karşısındaki rakip onunla eşit seviyedeyken ikisi de gülümsüyordu!
Sophia yavaşça açıklamaya başladı.
"Bu ikisi, sanırsam ikisi de savaşmayı seviyor. Savaş manyakları da diyebiliriz sanırım. Aynı Savaş Meleği gibi işte. Güçlü bir düşman bulunca savaşmak istiyorlar ve bunun engellenmesine izin vermezler. Marie, emin ol ki geri çekilmeyip de savaşa devam etmek için ısrar etseydin Kara Büyücü anında sana saldırırdı."
Marie yutkundu ve kendisi de fark etti. Eğer Sophia az önce onu geri çekmeseydi, iki savaş manyağının arasında kalacaktı!
Bu sırada, Paul Kanlıbıçak'ı izliyordu. İlk hançer saldırısından sonra temkinli bir biçimde dövüşmeye karar vermişti. Ancak yine de gülümsemeden edemiyordu. Kanlıbıçak Gren'in aksine ona gerçek bir dövüş deneyimi yaşatabilecek biriydi.
Bu sırada, Kanlıbıçak bir kez daha atıldı. Sağ elindeki gümüş renkli hançeri savurdu.
Paul kılıcıyla hançeri engelledikten sonra ilerleyip bir saldırı yapmak istemişti ancak ilk hançeri durdurduğu anda Kanlıbıçak havaya zıplamış ve diğer hançerini savurmuştu.
Paul son anda geri çekilerek saldırıdan kaçındıktan sonra hala havada olan Kanlıbıçak'a kılıcını savurdu. Havadaki bir rakibin kaçamayacağını bildiği için saldırının en çok hasar vereceği bölgeye saldırdı.
Bu sırada, Kanlıbıçak hançerlerini koyu-kırmızı hançer enerjisiyle kaplamıştı. Paul'ün saydam kılıç enerjisine kıyasla, çok daha sağlam ve güçlü görünüyordu.
Paul'ün kılıcı ve Kanlıbıçak'ın hançerleri çarpıştığında Kanlıbıçak birkaç metre geriye fırladı ancak ayakları üzerinde kalmayı başardı. Gözlerini kısmış bir şekilde bir kez daha ilerledi.
Paul'e yakınlaştığında, sağ elindeki hançerini savurdu.
"Kanlı Kesik!"
Koyu kırmızı hançer enerjisi hançerden ayrıldı ve hızla Paul'e doğru ilerlemeye başladı. Enerjinin hızı Gren'inkiyle karşılaştırılamayacak bir düzeydeydi. Ancak sağlamlığı da bir o kadar az görünüyordu.
Paul ileri atıldı ve kılıcını savurarak hançer enerjisini ikiye böldü. Daha sonra ise Kanlıbıçak'a iyice yaklaştı.
"Ufuk Çizgisi!"
Yıldırımlarla gürleyen kılıcı bir de keskin rüzgar enerjisi kaplayınca Kanlıbıçak'ın geri çekilmekten başka bir şansı kalmadı. Anında bir ağacın yanına fırladı ve Paul'ün etrafında dönmeye başladı.
Bu sırada Paul gözleriyle onu takip etmeye çalışıyordu. Kanlıbıçak sonunda bir suikastçi gibi savaşmaya karar verdiğine göre, o da onunla ciddi bir biçimde savaşacaktı.
Bir anda etrafında on küçük alev topu belirdi. Alev topları sadece bir avuç boyutunda olsalar da etrafa yaydıkları sıcaklık katlanılamayacak bir derecedeydi.
Paul elini kaldırdı ve hafifçe mırıldandı.
"Günah Zincirleri: Kibir."
Elinden yayılan yarı saydam zincirleri etrafındaki on alev topu takip etti. Paul, bu sırada Kanlıbıçak'ı yakalamak için sahip olduğu en kolay yolu, ruhunu kullanıyordu.
Zincirler bir süre etrafta koşan gri gölgeyi kovaladı. Daha sonra ise birden onu sarmaya başladılar.
Zincirler Kanlıbıçak'ı tamamen sarıp ortadan kaybolduktan sonra Kanlıbıçak ona doğru ilerleyen alev toplarını fark etti. Anında yana doğru bir kez daha koşmaya başlamıştı.
Ancak, birden hızının yavaşladığını fark etmişti. Alev toplarından kaçınabilmiş olsa da neredeyse yakalanmıştı. Paul'ün yaptığı büyüyü hatırladığında gözlerini ona çevirdi. Paul'ün yüzünde bir gülümseme vardı.
[Günah Zincirleri: Kibir] rakibin gücünü ve hızını düşürebilen bir teknikti. Hızıyla ona fark atan Kanlıbıçak'a karşı koyabileceği en iyi teknik de oydu.
Diğer zincirleri kullanarak daha basit bir galibiyet elde edebilirdi ancak Paul bunu bir hile olarak görmüştü. Hem, Kanlıbıçak'ı öldürmeyi istemiyordu. Yoksa kurduğu plan boşa gidebilirdi.
Kanlıbıçak'ın gözlerine parlayan gözlerle karşılık verdikten sonra kılıcını yeniden kaldırdı. Kanlıbıçak'ın gücü düşmüş olsa da onun zayıf bir rakip olmayacağını biliyordu. Bu yüzden kendini geri tutmak gibi bir planı yoktu.
Anında ileri fırladı ve kılıcını savurdu.
"Şafakkesen!"
Kılıcını kaplayan parlak alevler ve mavi yıldırımlar biraz garip bir görüntü oluştursa da yıkıcı ve yakıcı gücü kesinlikle sorgulanamazdı. Kılıcı yukarıdan aşağıya doğru savrularak Kanlıbıçak'ın göğsüne ilerledi.
Ancak, Kanlıbıçak son anda kaçmayı başarmıştı. Paul'ün kılıcı etrafı sarsan bir gürültü sesiyle yere saplandı.
Kılıcın saplandığı yer kararmıştı. Yıldırımlar ve alevler tek bir yerde toplandığında kesinlikle gücü olağanüstü bir seviyeye çıkıyordu.
Kanlıbıçak parlayan gözleriyle kılıcı yerden çıkaran Paul'e baktı. Yüzünde parlak bir gülümseme vardı.
"Sen güçlüsün. Gerçekten güçlüsün."
Paul hafifçe kıkırdadı ve kılıcını yeniden kaldırdı.
"Gücümden şüphe mi ediyordun?"
"Hayır, asla. Benim savaş teklifimi kabul ettiğinden beri... hayır. Kralın önünde gösterdiğin tavırdan beri güçlü birisi olduğunu biliyordum. Ancak, bu kadar da güçlü olacağını düşünmemiştim. Sana tüm gücümle geleceğim, Kara Büyücü."
Birden elindeki gümüş renkli hançerleri sağ tarafa doğru fırlattı. İki hançer yere düştükten sonra ellerini gri cübbesine soktu ve farklı iki hançer çıkardı.
Paul bu hançerleri gördüğü anda içinde bir tehlike hissiyatı doğmuştu. Tamamen kırmızı renkli bir bıçağa ve kabzaya sahip olan bu hançerlerin etrafa yaydığı ölüm aurası Kanlıbıçak'ın kendi aurasından bile daha hiddetliydi. Sanki önüne çıkan her şeyi öldürebilecek binlerce yıl boyunca yaşamış bir canavar gibiydi.
Kanlıbıçak Paul'ün bakışlarını fark etmiş ve konuşmaya başlamıştı.
"Kanlı Bulut Hançerleri, loncamızın en büyük hazinesidir. Sadece ailemin direkt varisleri tarafından özel olaylarda kullanılabilirler. Onları kullanma şansım olacağını düşünmemiştim. Kullansam bile, bu Sabre Kaplanı'nın karşısında olur diye düşünüyordum. Ancak, sen onları kullanmam için yeterlisin. Gerçek bir rakipsin."
Kanlıbıçak hançerleri yavaşça kaldırdı. Gözleri hala Paul'ün gözlerindeydi.
Paul bu sırada Kanlıbıçak'ın gerçekten ciddileştiğini fark etmişti. Yüzüne yavaşça ciddi bir ifade yerleştirdi ve kılıcını kaldırdı.
"Gel, seninle dövüşeceğim. Eğer dövüşürken yapabilirsem, seni öldüreceğim. Eğer sonunda hala hayatta kalırsan, sana bir teklifim olacak."
Kanlıbıçak gülümsedi ve cübbesinin içinden kırmızı bir sıvıyla dolu ufak bir şişe çıkardı. Daha sonra ise bu sıvıyı hançerlerin üzerine döktü.
Sıvıyı yutan hançerler, etraflarına yoğun kırmızı bir aura yaymaya başlamıştı. Aura neredeyse katıymış gibi görünüyordu.
Kanlıbıçak bir kez daha hançerleri kaldırdı.
"Başlayalım."
--------------------
[YN]: Ben bu Günah Zincirleri'ni iyi destek olur diye vermiştim harbi hile gibi oldu ya. Buna karşı bir şey bulamazsam savaşlar iyice kısalacak.
(8/18)
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..