Devasa ormanın içindeki ağaçların sık olmadığı bir bölgede, onlarca çadır kurulmuştu. Yeşil renklerdeki devasa çadırların içinde hâlâ zırhlarının içinde olan askerler duruyordu.
Çadırların olduğu alanın ortasında devasa bir ateş yakılmıştı ve üzerinde devasa bir canavarın eti pişiriliyordu. Etle ilgilenen askerlerin ağızlarından neredeyse salyalar akıyordu.
Diğer çadırlardan daha büyük ve üzerinde koyu siyah işlemeler bulunan bir çadırda, Tuann Ferrua karşısındaki dört askere bakıyordu. Bu dört askerin hepsi gümüş zırhlara bürünmüşlerdi. Her birinin yüzlerinde sert ifadeler vardı. Etraflarına saldıkları kanlı aura daha önce de savaş gördüklerini belli ediyordu.
Tuann duygusuz bir sesle konuştu.
"Şehirden ayrılalı 3 gün oldu. Kızılkılıç çoktan amacımızı anlamış ve Lonca'nın yetkililerini uyarmıştır. Hayalet Kılıç Loncası yaklaşık bir kilometre ilerideki dağın içinde yer alıyor. Dağın içine oyulduğundan, doğal olarak saldırması zor bir bölge."
Bu sırada dört askerden en genç görünene döndü. Bu adamın vücudu diğerlerine göre daha zayıf olmasına rağmen siyah gözlerinde belirgin bir keskinlik vardı.
"Jean, sen ve ekibinin Loncanın girişini bombalamasını istiyorum. Yanıcı bir şey kullanmayın. Yalnızca patlatıcı."
Jean denen genç asker başını sallarken belindeki kemere asılı birkaç parlak kırmızı top şıngırdadı. Bu kırmızı toplar, içlerinde sarsıcı bir enerji taşıyordu.
Daha sonra Tuann gözlerini sırtında parlak gümüş renginde bir yay olan kalıplı askere çevirdi. Bu askerin gözleri ve saçları koyu bir kahverengiydi. Yüzünde duygusuz bir ifade vardı.
"Hans, senin ve ekibinin suikastçiler çıktığı anda saldırmasını istiyorum. Hangi formasyonu kullandığın sana kalmış. Öldürebildiğiniz kadarını öldürün."
Hans denen asker ciddi bir biçimde başını salladı. Bu sırada Tuann gözlerini Hans'ın yanındaki askere çevirmişti.
Bu askerin belinde uzun bir sabre asılıydı. Gözleri parlak yeşil bir renkteyken saçları ise siyahtı. Dörtlünün içindeki en yaşlı kişi oymuş gibi görünüyordu.
"Kyle, sen ve ekibin ilk olarak suikastçilerin tamamen çıkmasını bekleyecek. Onlar direkt olarak saldırıya geçtiklerinde, ileri çıkın ve hepsini öldürün. Dikkat edin, büyücü olan suikastçiler de var."
Kyle isimli asker yavaşça başını salladı. Tuann gözlerini dörtlünün sonuncusuna, orta yaşlı bir askere çevirdi.
Bu askerin mavi gözleri duygulardan tamamen arınmıştı. Siyah saçları hafifçe karışıktı.
"Shin, git ve diğer dördünü de hazırla. "Bıçak Tanrısı" loncası yok olurken boş boş durmayacaktır. Onu ve eğer çıkarsa "Ölümün Eli"ni altımız öldüreceğiz."
Shin isimli asker hızla başını salladıktan sonra Tuann dörtlünün üzerinde bir kez daha gözlerini gezdirdi ve bağırdı.
"Güneş doğduğu anda saldıracağız, o zamana kadar vaktiniz var. Dağılın!"
Dört asker hafifçe eğilerek selam verdikten sonra çadırdan çıktılar. Tuann ise çadırın içindeki masanın önüne oturdu ve belindeki kılıcını çıkarıp silmeye başladı.
Bu sırada, bölgenin etrafındaki ağaçlık alanda, bir ağacın üzerine çıkmış ve kendini gizlemiş olan Paul gözlerini Tuann'ın çadırından çıkan dört askere dikmişti.
Bu dört askeri incelerken kendi kendine mırıldanıyordu.
"Genç olan, Başlangıç Seviye Usta Savaşçı. Fazla zor bir düşman değil ve ruhu güçsüz görünüyor. Yaylı adam Yüksek Seviyeli bir Usta Savaşçı. Pekala, onu yenmek zor olmayacaktır. Sabreli adam bir Zirve Seviyeli Usta Savaşçı. Ayrıca ruhu da epey güçlü gibi görünüyor. Neyse, savaşta ölmesini umalım. Diğeri..."
Gözleri mavi gözlü askere geldikten birkaç saniye sonra şaşkınlıkla büyüdü.
"Düşük Seviye Büyükusta Savaşçı, Ferrua Ailesinin bir savaşçı ailesi olarak bilinmesi bir hiç değilmiş. Cidden güçlü askerleri var."
Yeniden ayağa kalktı ve arkasına doğru baktı. Victor ve Grim fazla uzak olmayan bir yerde kamp kurmuştu. Victor'un heyecanlı haliyle uyuyabileceğini düşünmüyordu. Bu yüzden onu uyumaya zorlamamıştı.
Bir kez daha Ferrua Ailesinin kampına döndüğünde aklına gelen fikirle yüzünde soğuk bir gülümseme belirdi. Elini kaldırdığında, boyutundan beyaz bir maske çıktı.
Beyaz maskeyi yüzüne taktıktan sonra, yumruklarını yavaşça sıktı. Daha sonra ise ormanın karanlık kısmından hızla kampa yaklaştı.
Kampın ormana yakın olan bir çadırında, onlarca asker içeride toplanmıştı. Çoğu bir şeyler yiyor ve gülüşüyordu. Çadırın içerisi ortaya konulmuş olan bir parça Işık Taşı ile sağlanıyordu.
Paul çadırın girişine girip dışarından içeriye bir göz attığında içerideki canlı havayı gördü ve maskenin altındaki yüzünde bir gülümseme oluştu. Elini hafifçe kaldırdığında, parlak alevler elinde dans etmeye başladı.
Çadırın içindeki ışık taşı yüzünden dışarıdaki farklı ışığı fark edemeyen askerler bir tepki vermemişti. Bu sırada, Paul alevin yoğunluğunu artırıyordu.
Cehennem Alevi'ni turnuvada kullandığından şimdi kullanması onun için bir sıkıntı olurdu. Bu yüzden normal alevler kullanmak zorundaydı.
Yeterli güç içinse, alevlerin yoğunluğunu yeterince artırması gerekiyordu.
Alev gittikçe yoğunlaştı. Boyutu ufak bir misketle aynı olsa da, o anda taşıdığı güç normal bir alev saldırısıyla karşılaştırılamazdı.
Paul ufak alev misketini aniden çadırın içine fırlattı.
Bu alev misketi birkaç askerin dikkatini çekmesine rağmen bir şey yapamamışlardı. Alev misketi hızla çadırın tabanına değdiğinde, tüm çadırı parlak alevler kaplamıştı.
Zırhlarının içinde yanan askerlerin çığlıkları tüm kampı kaplarken diğer çadırlardan birçok asker frlamıştı. Her biri bellerindeki kılıçları veya sabreleri çekmiş ve yanan çadıra dönmüşlerdi.
Bu sırada Tuann da çadırından çıkmış ve yanan çadıra dönmüştü. Alevlerin arkasında duran beyaz maskeli figürü bir anlığına görmüş, ve figür bir anda ormana geri kaçmıştı. Ancak o maskeyi bir anlığına görmesi ona yetmişti.
Belindeki kılıcı hızla çekip kaldırırken bağırdı.
"Herkes hazır olsun! Şafağı beklemeyeceğiz, hemen şimdi yola çıkıyoruz!"
Askerler hızla kampın içinde toplanırken beyaz maskesini çıkarmış olan Paul Tuann'ın sözlerini dinlemişti. Yüzünde soğuk bir gülümsemeyle ormanın içine ilerlemeye başladı.
Bir süre sonra yeşil, ufak bir çadırı ve çadırın hemen yanında çekicini havaya doğru savuran Victor'u gördü. Grim ise çoktan onu bulmuş ve cübbesinin içine yerleşmişti.
Paul Victor'un yanına geldiğinde anında konuştu.
"Hazırlan. Ferrua'lar saldırmak için hazırlanıyor. Biz de yola çıkıyoruz."
Victor hızla başını sallarken çekiçlerini çantasına geri yerleştirdi. Daha sonra ise çantasını hızla sırtına taktı.
İkili Ferrua'ların hazırlanma süresini bir süre bekledikten sonra onların kampına doğru ilerlediler.
----------------------------------------
Tamamen beyaz bir salonda, beyaz saçlı ve beyaz gözlü genç bir adam duruyordu. Bu genç adamın yanında yüzünde bir maske olan ve tüm vücudunu bir pelerinle gizlenmiş biri vardı.
Genç adam başını yavaşça salladığında, pelerinli adam yavaşça elini salladı.
Bir anda salonun ortasında, havanın ortasında bir çatlak oluştu. Siyah renkteki bu çatlak gittikçe büyüdü ve sonunda bir insanın geçebileceği boyuta ulaştı.
Pelerinli adam elini bir kez daha savurduğunda kırık tamamen parçalanarak siyah dikdörtgen bir kapı oluşturdu. Aslında, tam olarak siyah değildi.
İçeride kırmızı, mavi, sarı, beyaz gibi renklerde bazı noktalar parlıyordu. Sanki ufak bir uzay gibiydi.
Beyaz saçlı genç adam kapıdan geçtiğinde, kapı birden yok oldu. Beyaz saçlı genç adam artık salonda değildi.
O anda olduğu yer, uzayın tam ortası gibiydi. Genç adam basacak bir yeri olmamasına rağmen sıkıntılı değil gibiydi. Havada asılı kalmak normal bir şeymiş gibi duruyordu.
Genç adam bir süre etrafına bakındıktan sonra boşluğa doğru eğildi ve saygılı bir sesle konuştu.
"Genç Velvaât, Uzay'ın Yüce Tanrıçası Silleverde'e saygılarını sunar!"
Bir süre eğilmiş şekilde bekledi ancak bir cevap gelmedi. Bunun üzerine beyaz cübbesinin içinden dikdörtgen şeklinde, mavi çizgilere sahip beyaz bir tablet çıkardı.
"Yüce Efendi'nin emriyle bir Küçük Dünya'ya gitmem gerekiyor. Uzay'ın Yüce Tanrıçası'na bana yol göstermesi için yalvarıyorum!"
Bir anda, boşluk onun eğildiği yerin önünde yoğunlaşmaya başladı. Yavaşça bir insan vücudu oluşturdu.
Oluşan insan vücudu en fazla 10 yaşlarında ufak bir kızın vücuduydu. Üzerinde parlak mavi bir elbise giyinmiş bu kızın saçları ve gözleri de masmaviydi.
Elini yavaşça kaldırdığında Velvaât'ın elindeki tablet ona doğru uçtu ve önünde asılı kaldı. Bir süre tableti inceledikten sonra iç çekti.
"Kalk. Hangi Küçük Dünya'ya gitmen gerekiyor?"
Velvaât yavaşça dikleşirken konuştu.
"Vals isimli bir Küçük Dünya."
Mavi kıyafetli küçük kız bir süre onu inceledi. Daha sonra ise derin bir nefes verdi ve konuştu.
"Bir Küçük Cennet'ten Küçük Dünya'ya gideceksen gücünü bastırmalıyım."
Velvaât yavaşça başını sallarken konuştu.
"Bu görevde gücümün bastırılmaması gerekiyor. Yüce olan direkt olarak izin verdi. Aksi takdirde tehlike altında olabilirim. Anlayışlı olmanızı umuyorum."
Küçük kız şaşırmış bir ifadeyle konuştu.
"Bir Küçük Dünya'da tehlikede kalacacağını mı söyledin? Sen bir Yükselen değil misin?"
Velvaât yavaşça cevapladı.
"Henüz yalnızca İlk Semadayım. Ayrıca bu görev cidden-"
"Tamam, yeterli. Daha fazla konuşmana gerek yok. Hem İlk Semada olman bir şeyi değiştirmez. Orası bir küçük dünya. Ne kadar güçlü biri olabilir ki?"
Küçük kız yavaşça iç çektikten sonra gözlerini kapadı. Bir süre sonra gözlerini açtığında elini savurdu ve boşluğun ortasında bir kırık oluştu. Sonrasında bu kırık iyice büyüdü ve yeniden bir kapı halini aldı.
Velvaât kapının önüne gittikten sonra bir kez daha dönüp eğildi.
"Uzay'ın Yüce Tanrıçası'na teşekkür ederim."
"Kaybol artık."
Küçük kız yavaşça elini savurduğunda Velvaât kapının içinde fırladı ve kapı da arkasından kapandı. Onun gidişinin ardından, küçük kız yavaşça iç çekti.
"Bir Küçük Dünya'ya Yükselen göndermek... Konseydeki manyaklar ne yapıyorlar öyle? Bir de gücünü kullanması lazımmış. Bir Küçük Dünya'da ne kadar büyük bir tehlike olabilir ki? Hadi ama..."
Bu sırada, aklına gelen bir fikirle gözleri hafifçe büyüdü.
"Küçük Dünya... Küçük Dünya... Şeytan Kral'ın varisi ortaya çıkmış olabilir mi?"
Yüzünde birden bir gülümseme oluştu. Kalbinin derinlerinden gelen bu gülümsemeyi takındığında küçük yüzü inanılmaz bir şekilde şirin görünüyordu.
"Yaşlı Şeytan Kral... Eğer gerçekten onun varisiyse, o zaman Yükselenin gidiş sebebi de onu yok etmektir. Böyle düşününce, mantıklı geliyor."
Yüzü hafifçe buruşurken ufak ellerini yumruk haline getirdi.
"Konseydeki manyaklar kimse öğrenmeden onu ortadan kaldırmayı düşünüyor demek. Şeytan Kral'ın kendisi gittikten sonra şimdi de varisiyle mi uğraşıyorsunuz? Şu utanmaz sürüsü!"
Ufak yüzünde keskin bir öfke belli oluyordu.
"O yükseleni çoktan dünyalar arası boşluktan çıkardım. Sıkıntı... Eğer direkt olarak bir Küçük Dünya'ya inersem konseydekiler bunu görmezden gelmeyecektir. Ahh, çok sıkıntılı!"
Derin bir iç çektikten sonra mırıldandı.
"Umalım da şu varis kaçabilsin. Şeytan Kral'ın varisi ise zaten bir süre sonra benimle görüşmek için gelecektir. O zaman onu uyarırım."
Vücudu yeniden boşluğa karıştığında, sonsuz ve derin boşluk sessizliğe büründü.
--------------------
[YN]: Not bulmak bölümü yazmaktan daha zor valla. Sadece yorum atın deyip geçicem.
(Okuyup beğenmeyene Grim atlasın.)
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..